Yaratılış 32

“Ve Yakup yoluna devam eder iken Tanrının melekleri ile karşılaştı.” Yaratılış 32:1 Her şeye rağmen Tanrının lütfu onu hala izlemektedir. “Tanrının sevgisini hiç bir şey değiştirmez.” Tanrı herkesi sonuna kadar her zaman aynı şekilde sever. Tanrının sevgisi Kendisi gibidir; “dün, bu gün ve sonsuza kadar aynıdır.” Ama burada okuduklarımızdan gördüğümüz gibi Tanrının sevgisinin Yakup üzerindeki etkisi ne kadar da az idi, bunu Yakup’un davranışlarından anlıyoruz. “Yakup Edom topraklarında, Seir ülkesinde yaşayan ağabeyi Esav’a önceden haberciler gönderdi.” Yaratılış 32: 3. Yakup’un Esav ile karşılaşmaktan çekindiği aşikar idi, çünkü çekinmesi için haklı nedenlere sahip idi. Yakup Esav’a kötü davranmış idi ve bu yüzden vicdanı rahatsız idi. Ama yine de kendisini tamamen Tanrının korumasına bırakmak yerine Esav’ın gazabını söndürmek için alışıldığı gibi yine kendisi için planlar yapar. Ve sırtını Tanrıya yaslanarak O’na güvenmek yerine bir şekilde Esav’ı yumuşatmak için düzenler kurar.

“Yakup gönderdiği habercilere şu buyruğu verdi: ‘Efendim Esav’a şöyle deyin, ‘Kulun Yakup diyor ki, şimdiye kadar Lavan’ın yanında konuk olarak kaldım. Öküzlere, eşeklere, davarlara, erkek ve kadın kölelere sahip oldum. Efendimi hoşnut etmek için önceden haber gönderiyorum.” Yaratılış 32: 4,5. Bu sözleri, merkezinde Tanrıya tamamen yer vermeyen bir can söylemiştir. “Efendim” ve “kulun” gibi sözler bir kardeşin diğer bir kardeşi ile konuşur iken kullanacağı ya da hitap edeceği sözler olamaz. Ya da Tanrının varlığının bilinçli bir saygınlığına sahip olan bir kişi bu sözcükler ile bir insana hitap edemez. Ama Yakup bir insan olan kardeşine bu sözler ile hitap etti, çünkü vicdanı huzursuz idi.

“Haberciler geri dönüp Yakup’a, ‘ağabeyin Esav’ın yanına gittik’ dediler. ‘Dört yüz adam ile seni karşılamaya geliyor. O zaman Yakup çok korktu ve çok sıkıldı.” Yaratılış 32: 6,7. Ama önce yaptığı ilk şey ne oldu? Kendisini hemen tanrının gücüne ve yardımına mı bıraktı? Hayır, yine düzen kurmak için kendisi harekete geçti. “Yanındaki adamları, davarları, sığırları ve develeri iki gruba ayırdı. ‘Esav gelir bir gruba saldırır ise, hiç değil ise öteki grup kurtulur’ diye düşündü.” Yaratılış 32: 7,8. Yakup’un ilk düşüncesi her zaman bir plan kurmak idi ve bizler onun bu davranışında zavallı insan yüreğinin gerçek durumunu görmekteyiz. Planını yaptıktan sonra tanrıya döndüğü ve O’na kendisine yardım etmesi için feryat ettiği doğrudur. Ama dua etmeyi bitirir bitirmez hemen planını uygulamaya koyar. Şimdi belirtmemiz gerekiyor ki, dua etmek ve plan yapmak asla bir arada yürüyemezler. Eğer plan yapar isem o zaman az ya da çok planıma güveniyorum demektir, ama dua ettiğim zaman yalnızca Tanrıya dayanmam ve O’nu umudum yapmam gerekir. Bu yüzden plan yapmak ve dua etmek bir arada bulunamazlar, çünkü bu takdirde birbirlerini yıkıma uğratırlar. Eğer benim düşüncelerim kendi planlarım ile dolu ise o zaman Tanrının benim için harekete geçeceğini görmeye hazır değilim demektir. Ve böyle bir durumda dua, ihtiyacımı karşılayacak söz değildir, ama yapılması gerektiğini düşündüğüm bir şeyin performansı ya da Tanrıdan planlarımı kutsamasını istemek asla işe yaramayacaktır. Mesele, Tanrının benim planlarımı kutsaması ya da bereketlemesi için O’ndan istekte bulunmak değil, her şeyi Tanrının yapması için O’ndan istekte bulunmaktır. 1

Yakup tanrıdan kendisini ağabeyi Esav’dan kurtarmasını istedi, ama buna rağmen bununla yeterince tatmin olmadığı aşikardır. Ve bu yüzden Yakup Esav’a bir kölesi ile armağan olarak hayvanlar gönderdi; böylece onun gazabını yatıştıracağını düşünüyor idi. Görüldüğü gibi güvendiği şey tamamen Tanrı değil idi; gönderdiği armağan idi. “Yürek her şeyden ziyade aldatıcıdır ve düzelmeyecek kadar kötüdür.” Yüreğin güvencesinin gerçek zemininin ne olduğunu bulmak genellikle çok zordur. Tanrıya güvendiğimizi düşünürüz ya da kendimizi Tanrıya güvendiğimiz konusunda ikna etmeye çalışırız ama aslında kendi tasarılarımızın bazı planlarına güvenmekteyizdir. Yakup’un duasına tekrar kulak verelim; Yakup şöyle dua etmiş idi: “Yalvarırım beni ağabeyim Esav’dan koru. Gelip bana, çocuklarıma ve annelerine saldırmasından korkuyorum.” Ettiği bu duasından sonra şimdi ise Esav’ın gazabını “bir armağan ile yatıştıracağım” dediğini düşünebiliyor musunuz? Yakup, duasını unutmuş muydu? Tanrıyı bir armağan ile eş mi tutuyor idi? Birkaç tane hayvana biraz önce kendisini teslim etmiş bulunduğu Tanrıdan daha mı fazla güveniyor idi? Bu sorular doğal olarak Yakup’un Esav ile ilgili olarak bulunduğu eylemler nedeni ile ortaya çıkıyor. Ve bizler bu sorulara kendi yüreklerimizin aynasına bakarak yanıt verebiliriz. Yakup’un öyküsünün sayfalarından olduğu gibi yüreklerimizden de Tanrıdan daha çok kendi planlarımıza dayanmaya ne kadar eğilimli olduğumuzu öğreniriz; ama bu işe yaramayacaktır; kesinlikle akılsızca olan planımızın sonunu görmeye getirilmek zorundayız. Bilgeliğin gerçek yolunun Tanrıya tam bir güven içinde dayanmak ve O’nda dinlenmek olduğunu bize anlatması ve bu konuda söz verdiği gibi bize istek ve güç sağlaması için Tanrıya yalvarıyorum.

Dualarımızı planlarımızın bir parçası haline getirmek de işe yaramayacaktır. Planlarımıza dua eklediğimiz zaman kendimizi genellikle çok tatmin olmuş hissederiz. Ya da tüm doğru olan araçları kullandığımız ve Tanrıya bunları bereketlemesi için seslendiğimiz zaman kendimizi iyi hissedebiliriz. Ama o zaman bu durumda planlarımız dualarımız ile aynı değerde olacaktır. Yani, Tanrıya dayanmak yerine onlara dayanmış olacağız. Kendimiz ile ilgili her şeyin sonuna gerçekten getirilmemiz gerekir, çünkü o zamana kadar Tanrı Kendisini gösteremez. Ama kendimizin sonuna getirilmedikçe planlarımızın sonuna da asla gelemeyiz. “İnsan soyu ota benzer, tüm vefası ya da güzelliği kır çiçeği gibidir.” Yeşaya 40:6.

Bu konuyu bu ilginç bölümde görmekteyiz: Yakup insan sağduyusuna dayanarak tüm düzenlemelerini tamamladığı zaman şu sözleri okuruz: “Böylece Yakup arkada tek başına kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onun ile güreşti.” Yaratılış 32: 24. Bu olay dikkat çekici bir kişi olan Yakup’un öyküsündeki dönüm noktasıdır. Tanrı ile yalnız bırakılmak kendimiz ve yollarımız ile ilgili doğru bilgiye ulaşmak için tek gerçek yoldur. Kutsal yerin dengesine göre onları tartmadığımız sürece insan doğasının ve onun tüm eylemlerinin doğru takdir edilmesini asla elde edemeyiz. Ancak kutsal yerde onların gerçek değerleri ortaya çıkar. Kendimiz hakkında ne düşünür isek düşünelim ya da insanlar bizim hakkımızda ne düşünürler ise düşünsünler en önemli olan “Tanrının bizim hakkımızda ne düşündüğüdür!” Ve bu sorunun yanıtını yalnızca “Tanrı ile yalnız bırakıldığımız zaman” alabiliriz. Dünyadan ayrı, kendimizden ayrı, tüm düşüncelerden, mantık yürütmelerinden, hayallerden ve yalnızca insan doğasına ait duygulardan uzak olmak ve tanrı ile “yalnız” kalmak – böylece ve yalnızca böylece kendi hakkımızdaki doğru düşünceyi elde edebiliriz.

“Yakup yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onun ile güreşti.” Burada dikkat edilmesi gereken Yakup’un bir adam ile değil, bir adamın Yakup ile güreşmesidir. Bu olaya çok sık olarak Yakup’un duadaki gücünün bir örneği olarak işaret edilir. Ama bu düşüncenin doğru olmadığı bölümde yer alan net sözcüklerden aşikardır. Benim bir adam ile güreşmem ve bir adamın benim ile güreşmesi akla birbirinden tamamen farklı iki düşünce sunar. Ben bir adam ile güreştiğim zaman sondan bir şey kazanmak isterim, ama bir adam benim ile güreştiği zaman o adam benden bir şey kazanmak ister. Şimdi burada Yakup’un olayında tanrısal kazanç Yakup’u onun ne kadar zavallı, zayıf ve değersiz bir yaratık olduğunu ona göstermek olacaktır ve Yakup kendisine gösterilen tanrısal davranışa karşı öyle bir azim ve inat ile karşı koydu ki, “adam Yakup’u yenemeyeceğini anladığı zaman, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşir iken Yakup’un uyluk kemiği çıktı.” Yaratılış 32: 25. Ölüm infazının benliğin üzerine yazılması gerekir – düzenli ve mutlu bir şekilde Tanrı ile yürüyebilmemizden önce çarmıhın gücü devreye girmelidir.  Buraya kadar Yakup’un sıra dışı karakterinin tüm hileli işleri arasında onu izlemiş bulunuyoruz. Lavan ile kaldığı yirmi yıl boyunca Yakup’un hep plan yaptığını ve düzen kurduğunu gördük. Ama Yakup “tek başına” bırakılıncaya kadar kendisinin tamamen çaresiz biri olduğu konusundaki doğru düşünceye sahip olamadı. Sonra, gücünün oturacak yerine dokunulduğu zaman “Seni bırakmam” demeyi öğrendi.

“Senden başka sığınağım yok;
Çaresiz canım Sana yapışır.”

Bu olaydan sonra düzen kuran ve plan yapan Yakup’un öyküsünde yeni bir dönem başladı. Bu noktaya kadar Yakup kendi düzenlerine ve planlarına sımsıkı yapışmış idi, ama şimdi öyle bir noktaya getirildi ki, “Seni bırakmayacağım” demektedir. Değerli okuyucum şimdi lütfen şu noktaya dikkat et; Yakup’un “uyluk kemiğinin başına” dokunuluncaya kadar Yakup bu ifadede bulunmamış idi. Bu basit gerçek tüm olayın gerçek yorumunu belirtme konusunda oldukça yeterlidir. Tanrı, Yakup’u bu noktaya getirmek için onun ile güreşiyor idi. Daha önce Yakup’un duadaki gücü hakkında şunu görmüş idik: Yakup Tanrıya birkaç söz söyledikten hemen sonra şu sözleri ile canının bağlı olduğu gerçek sırrını ortaya koydu: “Esav’ın öfkesini bir armağan ile yatıştıracağım.” Eğer gerçekten duasının anlamını bilse idi ya da Tanrıya gerçekten tam bağımlı olsa idi böyle bir şey söyler miydi? Kesinlikle söylemez idi. Eğer Esav’ın öfkesini yatıştırmak için tamamen Tanrıya güvenmiş olsa idi “Esav’ın öfkesini bir armağan ile yatıştıracağım” diyebilir miydi? İmkansız! Diyemez idi! Tanrının ve yaratığın birbirlerinden ayrı tutulmaları gerekir. Ve bir iman yaşamının kutsal gerçekliği hakkında bilgisi olan her can tanrı ve yaratığı birbirinden ayrı tutmayı bilir.

Eğer bir diğerimiz adına konuşabilir isek o zaman ne yazık ki işte hataya düştüğümüz yer buradadır. Araç ya da aracılar kullanmanın makul ve görünürde inançlı formülü altında zavallı aldatıcı yüreklerimizin kesin sadakatsizliğini gerçekten ortaya konan kanıtlar bulunur. Biz araçlarımızı bereketlemesi için Tanrıya baktığımızı ya da O’na güvendiğimizi düşünürüz ama aslında Tanrıya dayanmak yerine araçlara dayanarak Tanrıyı olayın dışında bırakmış oluruz. Ah, Kutsal ruhun yüreklerimize bunun ne kadar kötü olduğunu öğretmesini diliyorum! Daha basit olarak “Yalnızca” Tanrıya bağlanmayı öğrenebilelim. Öyle ki, öykümüz içinden geçmekte olduğumuz koşulların üstündeki o kutsal yükseltme tarafından daha çok karakterize edilebilsin. Bir yaratığın sonuna varması hiç bir şekilde öyle kolay bir mesele değildir; her şekil ve biçim içinde iken “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diyebilmek kolay bir şey değildir. Bu sözleri yürekten söylemek ve bu sözlerin gücü içinde kalmak tüm gerçek gücün sırrıdır. Yakup bu sözleri uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpıldığı zaman söyleyebildi, daha önce söyleyemedi. Teslim olana kadar uzun süre mücadele etti, çünkü kendi benliğine duyduğu güven güçlü idi. Ama Tanrı en sert ya da en cesur karakteri bir toz haline getirebilir. O, insan doğasının gücünün kaynağına nasıl dokunacağını ve onun üzerine ölüm infazını nasıl yazacağını bilir ve bu durum gerçekleşinceye kadar “Tanrı ya da insan ile güç” gerçek olamaz. “Güçlü” olabilmemiz için önce “zayıf” olmamız gerekir. “Mesih’in gücü” üzerimizde yalnızca “zayıflıklarımız ile” ilgili bilgi ile bağlantılı olarak “dinlenebilir.” Mesih bilgeliğini ya da yüceliğini onaylayacağı mührünü insan doğasının gücü üzerine vuramaz. Mesih’in yükselmesi için insanın tüm gücünün ve bilgeliğinin batması gerekir. Doğa, asla Mesih’in gücünü ya da lütfunu göstermesi için hiç bir şekilde bir temel teşkil edemez. Çünkü eğer bunu yapabilse idi o zaman Tanrının huzurunda insan övünebilir idi. Ama biliyoruz ki böyle bir şey asla olamaz.

Ve Tanrının yüceliği ve Tanrının adı ya da karakterinin görünmesi insan doğasının tamamen bir kenara bırakılması ile bağlantılıdır. Ve bu gerçekleşmediği sürece can asla Tanrının yüceliğinden, adından ya da karakterinden zevk alamaz. Bu yüzden Yakup’tan adının söylenmesi istenmesine rağmen Yakup kendisi ile güreşene adını sorduğu zaman Yakup ile güreşen ona adını söylemez. “ayağını kaydırıp yerine geçen” anlamına gelen Yakup’un adı ise, Yakup kendisi ile güreşen kişi tarafından yenildiği ve toza dönüştüğü zaman, adı “İsrail” olarak değiştirilir. İsrail ya da prens adı Yakup’un ilerlemesinde büyük bir adımdır. Ama Yakup adama “Lütfen adını söyler misin?” dediği zaman adamdan şu karşılığı aldı: “Neden adımı soruyorsun?” Rab burada ona adını söylemeyi reddeder, ama Yakup’a kendisi hakkındaki gerçeği göstermiştir ve buna uygun olarak onu bereketler. “Artık sana Yakup değil, İsrail (Tanrı ile güreşir) denecek. Çünkü Tanrı ile insanlar ile güreşip yendin.” Tanrının halkının başından geçen tarihi olaylarda bu durum ile çok sık karşılaşılır. Bu olaylarda benlik tüm ahlak bozukluğu ile kendisini gösterir ama biz Tanrı bize çok yakın gelmiş ve kendimiz ile ilgili keşiflerimiz ile bağlantılı olarak bizi bereketlemiş olsa da bizler uygulamada Tanrının ne olduğunu unutup O’na sımsıkı yapışmakta başarısız oluruz. Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpıldığı zaman Yakup adı İsrail adına çevrildi ve ona böylece yeni bir ad verilmiş oldu. Kendisine zayıf bir adam olduğu bildirildiği zaman Yakup güçlü bir prens oldu. Ama Rabbin şu sözleri yine de söylemesi gerekiyor idi; “Neden adımı soruyorsun?” O’nun adı ifşa edilmedi, O, Yakup’un gerçek adını ve durumunu ortaya çıkartmış olan Tanrı idi.

Tüm bunlardan öğrendiğimiz şudur: Rab tarafından bereketlenmek bir şeydir ve O’nun Ruhu tarafından yüreklerimize O’nun karakterinin açıklanması başka bir şeydir. Tanrı Yakup’u orada bereketledi ama ona Adını söylemedi. Ne ölçüde olur ise olsun bize kendimizi ifşa etmek bize sunulan bir berekettir. Çünkü böylelikle Tanrının bizim için ne demek olduğunu daha net olarak anlayabileceğimiz bir yola yönlendirilmiş oluruz. Aynı durum Yakup için de geçerli idi. Uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpıldığı zaman Yakup kendisini öyle bir durumda buldu ki, artık Tanrı onun için her şey idi. Öyle ki, artık Yakup için Tanrı yok ise hiçbir şey yok idi. Zavallı, duraksayan bir insan az şey yapabilir idi ve bu yüzden yapışmak için her şeye gücü yeten kudretli biri gerekli idi.

Bu bölüme son vermeden önce bir şeye dikkat çekeceğim: Eyüp kitabı, belirli bir anlamda Yakup’un öyküsündeki bu olay ile ilgili ayrıntılı bir bölüm içerir. Eyüp kitabının ilk otuz üç bölümü boyunca yanında dostları ile yüz üstü yere serilidir. Ve onların düşüncelerine karşı kendi düşüncesini muhafaza ede, ama Eyüp kitabının 32.bölümünde Tanrı Elihu adlı kişi aracılığı ile Eyüp ile güreşmeye başlar. Ve Eyüp kitabının 38.bölümünde Tanrı, gücünün tüm görkemi ile doğrudan aşağı iner ve Eyüp’e büyüklüğünü ve yüceliğini göstererek üstünlüğü ile ona baskın gelir ve sonunda Eyüp’ün şu çok iyi bilinen sözleri söylemesine neden olur: “ Kulaktan duyma idi bildiklerim senin hakkında, şimdi ise gözlerim ile gördüm seni. Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum” Eyüp 42: 5,6. Burada da gerçekten Eyüp’ün uyluk kemiğinin başına dokunuluyor idi. Ve buradaki şu ifadeye lütfen dikkat edin: “Şimdi ise gözlerim ile gördüm seni.” Eyüp burada “kendimi gördüm” demez; hayır! “Seni” gördüm der. Tanrıya yalnızca bir an bakmak bile kişiyi tövbeye ve kendini hor görmeye gerçekten yönlendirebilir.  Öyküleri Eyüp’ün öyküsüne çok benzeyen İsrail halkı için de aynı şey olacaktır. Deldikleri Kişi’ye baktıkları zaman yas tutacaklar ve sonra tam bir yenilenme ve bereket gerçekleşecektir. Onların sonu da aynı Eyüp’ün sonu gibi başlangıçlarından daha iyi olacaktır. Şu sözlerin tam anlamını öğreneceklerdir, “Ey İsrail, bana, yardımcına karşı çıkman yıkıma uğratıyor seni.” Hoşea 13:9.


1. İman Tanrının eyleme geçmesine izin verdiği zaman hiç kuşkusuz Tanrı Kendi aracısını kullanacaktır. Ama bu durum, imansızlık ve sabırsızlığın planlarını ve düzenlemelerini Tanrının Kendisinin yapması ve bereketlemesinden tamamen farklı bir şeydir. Buradaki farklılık yeterince anlaşılmaz.