Yaratılış 2

Bu bölüm bize iki önde gelen konuda dikkatimizi çekerek sunumda bulunur; yani, “yedinci gün” ve “ırmak.” Bunlardan ilk olan konu özel dikkat talep eder.

Şabat öğretişi, hakkında en çok yanlış anlaşılmanın ve çelişkinin bulunduğu ender birkaç öğretişten biridir. Aslında biri ya da diğeri arasında en küçük bir temel farklılığı yoktur, çünkü tüm konu ayetlerde olabilecek en sade ve basit şekilde yer almaktadır. Mısır’dan Çıkış adlı kitabımız üzerindeki düşüncelerimizde Rabbin izni ile önümüze gelecek olan “Şabat gününü kutsal olarak muhafaza etme konusunda verilen belirgin buyruğu inceleyeceğiz. Şimdi önümüzde olan bölümde insana bu konuda verilen bir buyruk yoktur. Yalnızca, “yedinci günde Tanrının dinlendiği” kaydedilmiştir. Böylece göklerin ve yeryüzünün ve orada yaşayan her şeyin yaratılmasının tamamlandığını görürüz. Tanrı yapmış olduğu işine yedinci günde son verdi ve yedinci günde yapmış olduğu tüm işlerden dinlendi. Ve Tanrı yedinci günü bereketledi ve onu kutsal bir gün olarak belirledi, çünkü Tanrı o yedinci günde yapmış ve tamamlamış olduğu tüm işi bitirip dinlendi.” Yaratılış 2: 1-3. Burada insana verilmiş olan bir buyruk yoktur. Bize söylenen yalnızca Tanrının bu dinlenmeden keyif aldığıdır. Çünkü yaratılış ile ilgili olan her şey bitmiş ve tamamlanmış idi. Yapılacak başka hiç bir şey kalmamış idi ve bu yüzden altı gün boyunca çalışmış Olan işine son verdi ve dinlenmenin tadını çıkardı. Her şey tama idi, her şey çok iyi idi, bunun nedeni yapılan her işi yalnızca Tanrının Kendisinin yapmış olması idi ve Tanrı dinlenmenin tadını çıkardı. “Sabah yıldızları birlikte şarkılar söylediler ve tüm Tanrı oğulları sevinçle haykırdılar.” Yaratılış işi sona ermiş idi ve Tanrı bir Şabat günü kutluyor idi.

Burada üzerinde durmamız gereken Şabat gününün gerçek karakteridir. Esin ile yazılmış olan kayıtların bize aktarmış olduğu kadarı ile bu Tanrının kutladığı tek Şabat idi. Bundan sonra Tanrının, insanın Şabat gününü kutlaması ile ilgili buyruğunu okuruz ve insan bu konuda ne yazık ki tam bir başarısızlığa uğrar, ama artık bir daha asla “Tanrı dinlendi” sözlerini okumayız. Aksine okuduğumuz sözler şunlardır: “Babam hala çalışmaktadır, ben de hala çalışıyorum.” Yuhanna 5:17. Şabat tam ve uygun bir ifade ile yalnızca yapılacak hiç bir şey olmadığı zaman kutlanabilir idi. Ve bu kutlama ancak murdar olmayan bir yaratılış tarafından yapılabilir idi; kutlayanların üzerinde tek bir günah lekesinin bile bulunmaması gerekir idi. Tanrı günahın mevcut olduğu yerde dinlenemez ve Tanrının şimdiki yaratılışta bir dinlenmenin tadını çıkarmasının tamamen imkansız olduğunu öğrenmek için çevremize şöyle bir bakmamız yeterli olacaktır. İnleyen bir yaratılışın dikenlerinin ve çalılarının ortasında ve diğer on binlerce melankolik ve hor görülen ürünlerin varlığı önümüzde yükselir iken söylenecek tek şey Tanrının dinleniyor değil çalışmakta olduğudur. Tanrı dikenlerin ve çalıların arasında dinlenebilir mi? Düşmüş, suçlu ve mahvolmuş bir dünyanın iç çekişleri, gözyaşları ve inleme ile üzüntüleri ile hastalıkların ve ölümün ortasında dinlenebilir mi? Tanrı bu tür koşulların orta yerinde oturup bir Şabat günü kutlayabilir mi?

Bu sorulara ne tür yanıtlar verilir ise verilsin Tanrının Sözü bize Yaratılış kitabının ikinci bölümünde kaydedilmiş olan Şabat gününden başka bir Şabat gününe sahip olmadığını öğretir. Şabat “yedinci gün” idi ve başka bir gün değil idi. Şabat günü yaratılış işinin tamamlandığını ortaya koydu, ama yaratılış lekelenmiş idi ve yedinci gün dinlenmesine ara verildi ve bu nedenle düşüşten beden almaya kadar Tanrı çalışıyor idi; beden almadan çarmıha kadar Tanrı Oğlu çalışıyor idi ve Pentikost gününden bu güne kadar Kutsal Ruh Tanrı çalışmaktadır.

Kesin olan şudur ki, Mesih yeryüzünde iken hiç bir Şabat günü kutlamadı. Evet, Mesih’in kendi işini bitirdiği doğrudur – bereketli ve yüce bir şekilde işini bitirdi ama Şabat gününü nerede geçirdi? Mezarda! Evet değerli okuyucu, bedende görünen Tanrı Rab Mesih , Şabat gününün Rabbi, göğün ve yerin Yaratıcısı ve Egemeni yedinci günü karanlık ve sessiz mezarda geçirdi. Bu gerçeğin bize anlatmak istediği nedir? Bunda nasıl bir öğretiş görmekteyiz? Eğer Şabat günü dinlenme ve esenlik içinde geçirilecek olsa idi, Tanrının Oğlu yedinci günde mezarda yapacağı tüm işler tamamlanmış gibi yatıyor olabilir miydi? Mümkün değil, imkansız! İsa’nın mezarda geçirdiği bir Şabat gününün kutlanmasına ilişkin imkansızlık hakkında bundan daha fazla bir kanıta asla ihtiyaç yoktur. Yedinci günü mezarda geçiren Rabbimizin yanında O’nun mezarda olduğuna şaşırmadan durabiliriz. Ama, ah! Bunun nedeni aşikardır. İnsan düşmüş, mahvolmuş ve suçlu bir yaratıktır. İnsanın suçluluk kariyeri yücelik Rabbinin çarmıha gerilmesi ile son bulmuştur. Ve O’nu yalnızca çarmıha germek ile kalmadılar, ama mezarın ağzına O’nun mezarı olası terk edişi düşüncesi ile mezardan çıkmasına engel olmak için kocaman bir taş da yerleştirdiler.

Ve Tanrı Oğlu mezarda iken insan ne yapıyor idi? Şabat gününü kutluyor idi. Ne garip bir düşünce! Mesih ihlal edilmiş bir Şabat’ı tamir etmek için mezarında yatıyor ve Şabat gününü ihlal eden insan sanki bu ihlali hiç yapmamış gibi Şabat gününü kutlama eğiliminde bulunuyor idi! Bu, insanın Şabat’ ı idi, Tanrının Şabat’ı değil! Bu Mesih’siz bir Şabat idi – boş, güçsüz, değersiz bir Şabat, çünkü Mesihsiz ve Tanrısız bir şekilde idi.

Ancak bazı kişiler şöyle diyebilirler: “Şabat gününe dair ilkeler aynı kaldı ama Şabat gününün kendisi değişmiştir.” Ben kutsal yazılarda böyle bir düşünceye temel olan bir kayda yer verildiğine inanmıyorum. Böyle bir ifadeye dair tanrısal gerçek nerede kayıtlıdır? Kutsal yazıların yetkisi sayesinde böyle bir ifadenin var olmadığını ortaya koymak çok kolaydır. Ve zaten gerçek de böyle bir kaydın var olmadığıdır. Aksine, bu konudaki ayrılığın Yeni Antlaşma’da net bir şekilde kaydını okuruz; kanıt olarak şu dikkat çeken ayeti okuyalım: “Şabat gününü izleyen haftanın ilk günü.” Matta 28:1. Buradaki ifade de aşikar olan şudur: “Şabat gününü izleyen yani Şabat gününden ‘sonraki’ haftanın ilk günü”! Haftanın ilk günü Şabat günü değildir, tamamen yeni bir gündür. Yeni bir haftanın ilk günüdür ve geçen eski haftanın son günü de değildir. Yedinci gün yeryüzü ve yeryüzünün dinlenmesi ile bağlantılı olarak durur; ve aksine haftanın ilk günün bize göğü ve göksel dinlenmeyi takdim eder.

Bu ilkesel açısından çok büyük bir farklılık yaratır. Ve konuya pratik bir bakış açısından baktığımız zaman, farklılık oldukça materyal olarak ortaya çıkar. Eğer ben yedinci günü kutluyor isem o zaman bu benim yersel bir insan olduğumun göstergesidir, çünkü o günün yeryüzünün ve yaratılışın dinlenme günü olduğu aşikardır. Ama eğer ben Tanrının Sözü ve Ruhu aracılığı ile haftanın ilk günün anlamını kavramak için öğretilir isem o zaman hemen onun yeni ve göksel şeyler ile olan bağlantısını kavrar ve Mesih’in ölümünün ve dirilişinin bu konu ile ilişkisini anlarım. Yedinci gün yeryüzündeki İsrail için idi. Haftanın ilk günü Kilise ve gökyüzü içindir. Ayrıca, İsrail’e Şabat gününü kutlaması emredilmiş idi. Kilise haftanın ilk gününün tadını çıkarmak ayrıcalığına sahip kılınmıştır. İlki, İsrail’in ahlak durumunun kontrolü ile ilgili idi; ikincisi ise kilisenin sonsuz kabul edilişinin en önemli kanıtlarındandır. İlki İsrail’in Tanrı için ne yapabileceğini gösteriyor idi, ikincisi ise Tanrının bizim için ne yaptığını mükemmel bir şekilde beyan eder.

Rabbin gününün (te kyriake hemera, τῇ κυριακῇ ἡμέρᾳ)değerini ve önemini takdire edememek imkansız olmalıdır; Vahiy kitabının ilk bölümünde de haftanın ilk gününden söz edilir. Bu gün Mesih’in ölümden dirildiği gün olarak yaratılışın tamamlandığını ortaya koyan bir kanıt değildir; aksine kurtuluşun tam ve görkemli zaferinin kanıtıdır. Haftanın ilk gününün kutlanmasına bir esaret konusu olarak ya da imanlının boynuna konan bir boyunduruk olarak bakamayız. İmanlı için o mutlu günü kutlamak bir zevktir. Bu yüzden haftanın o ilk gününün ilk imanlıların bir araya gelerek ekmek bölmek ile kutlamaları harikadır; ve kilise tarihin o döneminde Şabat günü ve haftanın ilk günü arasındaki farklılık bütünü ile muhafaza edilir idi. Yahudiler havralarda toplanarak “yasa ve peygamber kitaplarını okur” ve bu ilk günü kutlarlar idi, imanlılar ise ekmek bölmek için bir araya gelerek diğer ikinci günü kutlarlar idi. Kutsal yazıların tek bir bölümünde bile haftanın ilk gününden Şabat günü olarak söz edilmez; bu yüzden aradaki tüm farklılık ile ilgili en büyük yeterli kanıt burada görülmektedir.

O zaman neden Söz’de temeli olmayan bir konuya razı olalım? Rabbin gününü mümkün olan en iyi şekilde sevin, onurlandırın ve kutlayın. Elçi gibi bu konuda “ruhta” hareket edin. Elinizden geldiğince dünyasal konulardan ayrılıp dinlenin, ama yine de tüm bunları yapar iken, bu dinlenmeyi ya da kutlamayı uygun adı ile adlandırın; ona uygun yerini verin; uygun ilkelerini anlayın; uygun özelliklerine sımsıkı yapışın ve her şeyden önce haftanın ilk gününü kutlamak gibi yüce ve kutsal bir ayrıcalığa sahip olan imanlıyı yedinci günü kutlaması için demirden bir kural ile bağlamaya kalkışmayın. Onu dinlenebileceği gökyüzünden aşağı alıp lanetli ve kan lekesi dolu bir dünyaya indirmeye kalkmayın, imanlı bunu yapamaz. İmanlıdan Rabbinin mezardan ayrıldığı o bereketli gün yerine Efendisinin mezarda geçirdiği o günü kutlamasını istemeyin. (lütfen özenli bir şekilde bakınız: Matta 28:1-6; Markos 16:1-2; Luka 24:1; Yuhanna 20:1,19,26. Elçilerin İşleri 20:7; 1.Korintliler 16:2; Vahiy 1:10; Elçilerin İşleri 13:14; Elçilerin İşlseri 17:2; Koloseliler 2:16.)Ancak şu önemli gerçeği de hatırlayalım ki gelecekte bir gün İsrail ülkesinde ve tüm yaratılışta Şabat günü tekrar kutlanacak. Bu kesinlikle gerçekleşecek! “Tanrı halkı için bir Şabat günü rahatı (sabbatismos, σαββατισμὸς) kalıyor”. İbraniler 4:9. İbrahim Oğlu, Davut Oğlu ve insan Oğlu tüm yeryüzü üzerindeki yönetim konumunu ele aldığı zaman, günahın asla engel olamayacağı görkemli bir Şabat rahatı olacaktır. Ama şimdi İsrail Mesih’i reddetmiştir ve O’nu tanıyan ve seven herkes O’nun reddedilişinde O’nun ile birlikte yer almaya çağrılır; “öyle ise biz de O’nun uğradığı aşağılanmaya katlanarak ordugahtan dışarı çıkıp O’nun yanına gidelim.” İbraniler 13:13. Eğer yeryüzü Şabat günü kutlasa idi, o zaman paylanma olmayacak idi. Ama ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisenin Şabat gününü haftanın ilk gününde kutlaması çok derin bir ilkeyi açıklamaktadır. Kilise yersel konumuna dönmek için asla çaba göstermez ve yersel ahlaki kodlar ile ilgisi kalmamıştır.

Bir çok kişi bunun farkında olmayabilir. Pek çok gerçek imanlı Şabat gününü doğru şekilde kutlayabilir. Ve bizlerin onların vicdanlarını onurlandırmaya borçluyuz. Ama yine de onlara vicdanlarındaki bu kanaat konusunun temelinin ne olduğunu sormak için hakkımız vardır. Amacımız onların vicdanlarını sarsmak ya da yaralamak değildir, amacımız vicdanlarını bilgilendirmektir. Ama yine de şu anda ilgilendiğimiz konu vicdanı ya da vicdanın kanaatleri değildir; yalnızca Şabat konusu ile ilgili ifade edilebilecek şeyin kökeninde yatan ilke ile ilgileniyoruz. Ve bu noktada imanlı okuyucuya yalnızca tek bir soru soracağım. “Yeni Antlaşma’nın tüm içeriği ve ruhu ile daha çok uyum içinde olan hangisidir? Yedinci günün ya da Şabat’ın kutlanması mı? Ya da haftanın ilk gününün kutlanması ya da Rabbin gününün kutlanması mı? 1

Şimdi Şabat ve Aden bahçesinde akan ırmak arasındaki bağlantı üzerinde duracak ve inceleme yapacağız. Bu konuda çok ilginç noktalar yer alır. Burada Tanrının ırmağı ile ilgili gözümüze ilk çarpan şey onun Tanrının dinlenmesi ile bağlantılı olarak sunulmasıdır. Tanrı işlerinden dinlendiği zaman tüm dünya bunun bereketini ve tazeliğini hissetti. Tanrı dinlendiği zaman yeryüzünün bunun bereketini ve tazelemesini hissetmemesi imkansız idi. Ama ne yazık ki Aden bahçesinden akan ırmaklar çok çabuk kesildiler çünkü yaratılışın dinlenmesi günah tarafından lekelenmiş idi.

Earth as seen from space
Bahçe

Yine de Tanrıya övgüler olsun ki, günah Tanrının eylemlerini sona erdirmedi, ama yine de onlara yeni bir alan tanıdı. Ve Tanrının hareket ettiği her yerde ırmağın aktığı görülür. Bu nedenle biz O’nu güçlü bir el ile ve uzatılmış bir kol ile kurtardığı halkıyla çölde ilgilenir iken gördüğümüz zaman orada ırmağın Aden bahçesinden değil, ama vurulmuş Kaya’dan aktığını görürüz – günahkarların ihtiyaçlarına egemen lütfun hizmetlerini veren bu temelin uygun ve güzel bir ifadesi! Bu kurtuluş idi ve yalnızca yaratılış değil idi. “O kaya Mesih idi”, Mesih halkının ihtiyaçlarını karşılamak için vuruldu. Vurulan Kaya Yehova’nın buluşma çadırı ile bağlantılı idi ve gerçekten de bu bağlantının içinde ahlaki bir güzellik yer almakta idi. Tanrı perdelerin arkasında konut kuruyor ve İsrail vurulan bir kayadan su içiyor; bu, her açık kulağın işittiği bir ses ve her sünnet edilmiş yürek için derin bir derstir. Mısır’dan Çıkış 17:6.

Tanrının yollarının tarihinde öne doğru ilerler iken ırmağın bir başka kanaldan aktığını görürüz. “Bayramın son ve en önemli günü İsa ayağa kalktı ve yüksek ses ile şöyle dedi: ‘Bir kimse susamış ise bana gelsin ve içsin. Kutsal Yazıda dendiği gibi, ‘bana iman edenin içinden diri su ırmakları akacaktır.’” Yuhanna 7:37,38. O zaman burada ırmağın başka bir kaynaktan çıktığını ve başka bir kanal aracılığı ile aktığını görüyoruz; yine de bir anlamda ırmağın kaynağı her zaman aynıdır, çünkü ırmak Tanrının kendisidir ama sonra Tanrı yeni bir ilişki içinde ve yeni bir ilke uyarınca bilinir. Biraz önce alıntı yapmış olduğumuz bölümde Rab İsa değerlerin var olan tam düzeninin dışında, ruhta O’nun yerini alıyor idi ve Kendisini diri suların kaynağı olarak sunuyor idi. İmanlı kişi bu ırmağın kanalı olacak idi. Aden bahçesindeki eski ırmak tüm yeryüzüne verimli ırmaklar göndermek için borçlu konumuna düşmüş idi. Ve çöldeki kaya kendisine vurulduğu zaman İsrail’in susamış olan halkına borçlu hale geldi. Şimdi de aynı şekilde İsa Mesih’e iman eden herkes kendisinden diri su ırmaklarının akmasına izin vermek için çevresindeki herkese borçlu haldedir.

İmanlı kendisini bir kanal olarak görmelidir; bu kanal aracılığı ile Mesih’in çok yönlü lütfu ihtiyaç içindeki dünyaya akabilmelidir. Ve imanlı ne kadar özgür bir şekilde iletişim kurar ise o kadar özgürce alacaktır. “Verenin eline geçen artar ve vermeyen yoksulluğa meyilli olur.” Bu durum, imanlıyı çok tatlı bir ayrıcalık konumuna yerleştirir. Ve aynı zamanda en ciddi ve ağır bir sorumluluğu üstlenmesine de neden olur. İmanlı, iman ettiği Kişi’nin lütfunun sürekli bir tanığı ve sergileyicisi haline gelir.

Ve imanlı şimdi bu ayrıcalığa ne kadar çok sahip çıkar ise sorumluluğuna o kadar çok yanıt verebilecektir. Eğer imanlı Mesih’ten beslenmeyi bir ayrıcalık haline getirdi ise O’nu çevresine göstermekten kaçınamaz hale gelir. Kutsal Ruh imanlının gözlerinin İsa Mesih’e dikilmesini ne kadar çok sağlar ise imanlının yüreği İsa’nın hayran olunacak Kişiliği ile o kadar çok meşgul hale gelecektir ve yaşamı ve karakteri ile O’nun lütfuna harika bir şekilde tanıklık edecektir. İman her şeyden önce hizmet gücüdür, tanıklık gücüdür ve tapınma gücüdür. Eğer “Bizi seven ve uğrumuza kendini feda eden Tanrı Oğlu’na iman aracılığı ile” yaşamıyor isek, o zaman ne etkin hizmetkarlar, ne sadık tanıklar ve ne de gerçek tapınanlar olamayız. Pek çok şey yapıyor olabiliriz, ama bunlar Mesih’e hizmet olmayacaklardır. Pek çok şey söylüyor olabiliriz ama bunlar Mesih’e tanıklık olmayacaktır. Çok büyük bir inanç ve adanma gösteriyor olabiliriz ama bunlar ruhsal ve gerçek tapınma olmayacaklardır.

Sonuç olarak Vahiy kitabının son bölümünde bize sunulmuş olan Tanrının ırmağını görürüz. 2 “Melek bana Tanrının ve Kuzunun tahtından çıkan billur gibi berrak yaşam suyu ırmağını gösterdi.” Vahiy 22:1. Kentin ana yolunun ortasında akan ırmak en Yüce Olan’ın tahtından çıkıyor idi. Kutsal yazılarda ırmağı gördüğümüz en son yer burasıdır. Bu ırmağın kaynağına bir daha asla dokunulamaz- kanalı asla tekrar kesilmeyecektir. Tanrının tahtı sonsuz sağlamlığın ifadesidir. Ve Kuzunun varlığı tamamlanmış kurtuluşun hazır temelini teşkil eder. Burada söylenmek istenen Tanrının yaratılıştaki tahtı ya da ilahi takdiri değildir; burada söylenmek istenen, kurtuluştur. Kuzuyu gördüğüm zaman O’nun bir günahkar olan benimle olan bağlantısını bilirim. Böyle bir Tanrı tahtı bana engel olabilir ama Tanrı Kendisini Kuzunun kişiliğinde açıkladığı zaman, yüreğim O’na çekilir ve vicdanım sakinleşir.

Kuzunun kanı vicdanı her tür leke ya da günah kirinden arındırır ve vicdanı günahı hoş görmeyen bir kutsallığın huzurunda mükemmel bir özgürlük içinde korur. Çarmıhta tanrısal kutsallığın tüm talepleri mükemmel bir şekilde karşılık bulur, öyle ki sonuncusunu ne kadar çok anlar isem, ilkini o kadar çok takdir edebilirim. Kutsallığı ne kadar yüksek ölçüde değerlendirir isek çarmıhta tamamlanan işin değeri de o kadar yüksek olacaktır. “Lütuf Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile doğruluk sayesinde sonsuz yaşam için egemenlik sürer.” Bu yüzden Mezmur yazarı kutsalları Tanrının kutsallığını hatırlayarak teşekküre etmeye çağırır. Bu mükemmel kurtuluşun değerli bir ürünüdür. Her günahkar her zaman Tanrının kutsallığını hatırlayarak teşekkür sunmadan önce O’nun kutsallığına iman aracılığı ile çarmıhın diriliş tarafı açısından bakmalıdır.

Böylece Yaratılış kitabından Vahiy kitabına kadar ırmağı izledikten sonra kısaca Adem’in Aden bahçesindeki konumuna kısaca bakacağız. Biz Adem’i Mesih’in bir örneği olarak gördük ama o yalnızca bir örnek olarak değil kişisel olarak da görülmelidir. Adem yalnızca “gökten gelen Rabbin, İkinci İnsan’ın” mutlak bir ön gölgesi olarak değil, ama aynı zamanda kişisel sorumluluk konumunda duran biri olarak da görülmelidir. Yaratılış sahnesinin ortasında Rab Tanrı bir tanıklık oluşturur ve bu tanıklık aynı zamanda yaratılış için de bir denemedir. Bu denemede, yaşamın ortasında ölümden söz edilir. “O ağaçtan yediğin gün kesinlikle öleceksin.” Garip ve ciddi bir ses. Ama yine de ihtiyaç duyulan bir ses. Adem'in yaşamı kendisinin Rab Tanrı'ya olan kesin itaati üzerinde bağlı duruyor idi. Rab Tanrı 3 ile Adem'i ilişkide tutan bağ, Adem'in Rab Tanrı'ya itaat etmesi idi. Tanrı Adem’e bir saygınlık konumu vermiş idi, Adem’in itaati Tanrının gerçeğine güvenmesi ve O’nun sevgisinden emin olmasını temel almalı idi. Adem ancak bunlardan emin olduğu takdirde itaat edebilir idi. Bir sonraki bölümü incelemeye başladığımız zaman gerçeği ve gerçeğin gücünü daha tam bir şekilde göreceğiz.

Bu noktada okuyucuma önerim şu olacak: Aden bahçesinde ortaya konan tanıklık ile şimdi ortaya konan tanıklık arasındaki zıtlığa lütfen dikkat etsin. Tanrı o zaman Aden bahçesinde her yerde “yaşam” var iken “ölüm”den söz etmiş idi, şimdi bunun aksine her yerde “ölüm” var iken, Tanrı “yaşamdan” söz ediyor idi. O zaman söylediği söz, “ondan yediğin anda öleceksin” idi, şimdi söylediği söz ise “iman et ve yaşa”dır! Ve Aden bahçesinde şeytan meyveden yemenin sonucu hakkında Tanrının tanıklığını boşa çıkarmaya çalıştı; bu nedenle şimdi müjdeye inanmanın sonucu hakkında Tanrı yerine tanıklık yapmaya uğraşır. Tanrı şöyle demiş idi: “O ağacın meyvesinden yediğin gün kesinlikle ‘öleceksin.’” Ama yılan ise şu sözleri söyledi: “Kesinlikle ‘ölmeyeceksin.’” Ve şimdi Tanrı, Söz’ünde, “İman edenin sonsuz yaşamı vardır” (Yuhanna 3:16) gerçeğini açıkça duyurduğu zaman, aynı yılan, insanları sonsuz yaşama sahip olamayacakları konusunda kandırmaya çalışır ve onlara şu sözleri söyleyerek aldatma peşindedir: sonsuz yaşama sahip değilsiniz, önce bunu hissetmeniz ve tecrübe etmeniz gerekir; “hissetmediğiniz ve tecrübe etmediğiniz sürece böyle bir şeyi düşünmeye bile cesaretiniz olmasın.”

Sevgili Okuyucum, eğer tanrısal kayıtlara hala yürekten inanmadı iseniz size yalvarıyorum, şeytanın yalan tıslamalarına üstün gelmek için “Rabbin sesinin” üstün gelmesine izin verin. “size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.” Yuhanna 5:24.


1. Eğer Rab izin verir ise bu konu önümüze tekrar Mısır’dan Çıkış 20.bölümde gelecektir. Ama benim burada gözlemlediğim şudur: Şabat günü gibi önemli bir konu ile bağlantılı olan pek çok yanlış anlama ve hatanın nedeni içten vicdanların taleplerini görememek ve aynı zamanda Rabbin gününün Yeni Antlaşma içeriğindeki konumunu gözden kaybetmektir. Bazı kişiler bu konuda, yalnızca özgürlüklerini göstermek amacı ile gereksiz pek çok gücenikliğe neden olmuşlardır. Bu tür bir davranışı Mesih’in Ruhu asla önermez. Eğer ben kendi zihnimde her zaman net ve özgür isem o zaman kardeşlerimin vicdanlarına da saygı duymam gerekir. Ve bunun da ötesinde ayrıca bu şekilde davranmayan kişilerin Rabbin günü ile bağlantılı olan gerçek ve değerli ayrıcalıkları tam olarak anladıklarına inanmıyorum. Dünya ile ilgili tüm meşguliyet ve zihin karışıklıklarından kurtulduğumuz ve onlar ile işimiz olmadığı için özgürlüğümüzü gösterme uğruna müteşekkir olmamız gerekir. Tanrımızın harika takdiri Britanya İmparatorluğu dönemi boyunca öylesine uygun düzenlemeler yapmıştır ki, Tanrı halkı hiç bir kayba uğramaksızın çalışmaktan uzak kalmak zorunda bırakılarak Rabbin gününün dinlenmesinin tadını çıkartabilir. Bu durum her düzenli çalışan zihin tarafından bir merhamet olarak görülmelidir, çünkü eğer bu konu bu şekilde düzenlenmemiş olsa idi, insanın aç gözlü yüreğinin mümkün olduğu takdirde imanlının Rabbin günündeki topluluğa katılmak gibi tatlı bir ayrıcalığı nasıl da çalardı! Ve bu dünyanın gelgitleri ile kesilmeyen meşguliyetin öldürücü etkisinin ne olacağını kim söyleyebilir? Pazartesi sabahından Cumartesi gecesine kadar fabrika Pazar ve benzeri yerlerde yorucu atmosfer içinde çalışan kişiler bu konuda pek çok düşünce geliştirebilirler.

Rabbin gününün halkın önünde kutsiyetinin bozulması iyi bir işaret olarak görülemez, çünkü kesinlikle sadakatsizlik ve Fransız etkisinin sürecine işaret etmektedir.

Ama bazı kişiler kuriake emera (τῇ κυριακῇ ἡμέρᾳ) ifadesinin anlamını öğretirler; bu terimi yeterince doğru bir şekilde şöyle tercüme edebiliriz: “Rabbin günü”,  Rabbin gününe işaret eder ve sürgündeki elçi kendisini Rabbin gününün Ruhuna doğru ileriye taşınmış olarak bulur. Ben orijinal terimin böyle bir yoruma sahip olacağına inanmıyorum ve bunun yanı sıra 1.Selanikliler 5:2 ve 2.Petrus 3:10 ayetlerinde tam olarak “Rabbin günü sözcükleri yer alır. Bu sözcüğün orijinali yukarda ifade edilen sözcükten oldukça farklıdır; e kuriake emera (τῇ κυριακῇ ἡμέρᾳ) değil, e emera kurion (δὲ ἡμέρα Κυρίου) dur. Bu durum eleştiri ve yorum ile ilgili konuyu tamamen açıklar ve Vahiy kitabında yer alan en büyük bölümlerin “Rabbin Günü” ile değil, ama ondan önceki olaylar ile ilgilendiği aşikardır.

2. Aynı zamanda Hezekiel 47:1-12 ile Zekeriya 14:8 ayetlerini karşılaştırınız.

3. Okuyucu, “Tanrı” sözcüğünün “Rab Tanrı” sözcüğüne değiştiğini ikinci bölümde görecektir. Bu farklı ifadelerde yer alan önem büyüktür. Tanrı insan ile ilgili olarak hareket ettiği zaman, rab Tanrı ünvanını alır,” –(Yehova Elohim;) ama insan sahnede görünene kadar “Rab sözcüğü” kullanılmaz. Şimdi bu farklılığın çok çarpıcı bir şekilde sunulduğu üç bölümden bazı ayetlere işaret edeceğim: Gemiye giren hayvanlar Tanrının (Elohim) Nuh’a buyurduğu gibi erkek ve dişi idi. Rab (Yehova) Nuh’un ardından kapıyı kapadı.” Yaratılış 7:16. ELohim yaratmış olduğu dünyayı mahvedecek idi ama Yehova ilişkide bulunduğu insan ile ilgilendi. Yine bir başka ayete bakalım: “Böylece bütün dünya İsrail’de Tanrının (Elohim) var olduğunu anlayacak ve tüm bu topluluk savaşın zaten Rabbin (Yehova) olduğunu bilecek ve O’nun kurtardığını anlayacak,” 1.Samuel 17:46,47. Tüm yeryüzünün Elohim’in var olduğunu bilmesi gerekiyor idi, ama İsrail’e yapılan çağrı ilişkide olduğu Yehova’nın eylemlerinin farkına varması idi. Son ayete bakalım: “Yehoşafat yakarmaya başladı. Rab (Yehova) ona yardım etti ve Tanrı (Elohim)ona saldıranların yönünü değiştirdi.” 2.Tarihler 18:31. Yehova zavallı, çaresiz hizmetkarı ile ilgilendi, ama Elohim kendisini tanımayan yüreği sünnetsiz Suriyelilerin yönünü değiştirdi.