Yaratılış 15

“Bundan sonra Rab bir görümde Avram’a ‘korkma Avram’ diye seslendi. Senin kalkanın Ben’im. Ödülün çok büyük olacak.” Yaratılış 15:1. Rab hizmetkarı ve dostu İbrahim’in bu dünyanın sunduklarını reddetmesi nedeni ile kaybeden biri olarak sıkıntı çekmesine izin vermeyecek idi. İbrahim için en iyi olan kesinlikle kalkanı olan Rabbin arkasında gizlenmesi idi, Sodom kralının egemenliği altına girerek ona sığınması ahmakça bir davranış olur idi. Sodom’un mallarını kabul etmek yerine “çok büyük ödülünü” beklemesi makul ve doğru olan davranış idi. Bölümümüzün ilk ayetinde İbrahim’in içine yerleştirildiği konum her canın Mesih’e iman aracılığı ile yerleştirilmiş olduğu konumun güzel bir ifadesidir. Kalkanı Yehova idi, öyle ki İbrahim O’nda dinlenebilsin, Yehova onun “ödülü” idi, öyle ki İbrahim O’nu bekleyebilsin. Aynı durum şimdi imanlı için de geçerlidir. İmanlı şimdiki huzurunu, şimdiki esenliğini ve şimdiki güvenliğini, kısaca ihtiyacı olan her şeyi Mesih’te bulur. Düşmanın hiç bir oku İsa’daki en güçsüz imanlıyı örten kalkanı delemez ve imanlıya dokunamaz.

Ve sonra eğer gelecekten söz edecek olur isek geleceğimizi Mesih doldurur. Değerli pay! Değerli umut! Asla tükenmeyecek olan bir pay! Asla hayal kırıklığına uğratmayacak olan bir umut! Her ikisi de Tanrının vaatleri ve Mesih’in tamamlamış olduğu kefareti kanalı ile mutlak bir şekilde garanti altındadırlar. Bu nedenle şimdi içimizde konut kurmuş olan Kutsal Ruhun hizmeti sayesinde seviniriz. Durum bu olduğu için eğer imanlı dünyasal bir kariyer izliyor ya da dünyasal ya da dünyevi arzulara kendini bırakıyor ise ne “ödülden” ne de “kalkandan” keyif alamayacağı ortadadır. Eğer Kutsal Ruh kederlenir ise bizim uygun payımız – uygun umudumuz- sayesinde duyacağımız sevince hizmet etmeyecektir. Bu nedenle şimdi önümüzde olan İbrahim’in öyküsü kısmında onun kralları bozguna uğrattıktan sonra geri döndüğü ve Sodom kralının önerisini reddettiği zaman Yehova’nın onun canı önünde iki karakterini ortaya koymak için yükseldiğini görürüz; Yehova İbrahim’in “kalkanı ve çok büyük ödülü” olduğunu söyleyerek ondan korkmamasını ister. Yüreklerimiz bu konu üzerinde derin düşünsün, çünkü bu konu çok derin pratik bir gerçeği kapsar. Şimdi bölümün diğer kısımlarını incelemeye geçelim.

Bu kısımlarda bize evlat ve mirasçı olma gibi iki büyük ilke açıklanır. “Avram,’Ey egemen Rab, bana ne vereceksin?’ dedi. ‘Çocuk sahibi olamadım. Evim Şamlı Eliezer’e kalacak. Bana çocuk vermediğin için evimdeki bir uşak mirasçım olacak.’ Rab yine seslendi: “O mirasçın olmayacak. Öz çocuğun mirasçın olacak.” Yaratılış 15:2-4. İbrahim bir oğul arzu etti, çünkü tanrısal yetki nedeni ile kendi soyunun ülkeyi miras alacağını biliyor idi. Yaratılış 13:15. Evlat ve mirasçı Tanrının düşüncelerinde birbirleri ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdırlar. “Öz çocuğun mirasçın olacak.” Evlat olmak her şeyin en uygun temelidir ve ayrıca bunun da ötesinde evlat olmak Yakup kitabında okuduğumuz gibi Tanrının egemen planının ve işleyişinin sonucudur. Sonuç olarak evlat olmanın Tanrının diriliş ile ilgili sonsuz ilkesinin temeli üzerinde bulunur. Zaten nasıl daha başka türlü olabilir idi? İbrahim’in bedeni ölüden farksız, ya da “ölü” idi. Bu yüzden yalnız bu durumda değil her durumda olacağı gibi evlatlığın dirilişin gücü ile olması gerekir. İnsan doğası ölüdür ve Tanrının gücü olmadan ne doğurabilir ne de gebe kalabilir. İbrahim’in gözleri önünde tüm harika boyutları ile uzanmakta olan mirası dirilişe bağlı idi. Ama mirasçı nerede idi? İbrahim’in bedeni ve Sara’nın rahmi! Her ikisi de ölü idi. Ama Yehova diriliş Tanrısıdır ve bu yüzden bu iş tam Tanrıya göre idi, zira O ölü bedenler üzerinde harekete geçebilir. Eğer doğa ölü olmamış olsa idi, Tanrı Kendisini tam olarak gösterebilmek için doğayı ölüme koyması gerekir idi. Diri Tanrı için en uygun durum doğanın tüm övüngen güçleri ve boş yargılarının ölüm aracılığı ile tamamen yok olmalarıdır. Tanrı bu nedenle İbrahim’e şu sözleri söyledi. “Göklere bak, yıldızları sayabilir misin? İşte soyun o kadar çok olacak.” Yaratılış 15:5. Diriliş Tanrısı kişinin görüşünü doldurduğu zaman canın bereketlenmesi için hiç bir sınır yoktur. Çünkü ölüleri dirilten Tanrı her şeyi yapabilir.

“Ve Avram Rabbe iman etti ve Rab bunu ona doğruluk saydı.” Yaratılış 15:6. Burada İbrahim’in imanının ona doğruluk sayılmasının temeli O’na ölülere can veren Rab olarak inanmasıdır. Tanrı ölümün egemenlik sürdüğü bir dünyada Kendisini bu özelliği ile açıklar. Ve bir can O’na bu şekilde iman ettiği zaman Tanrının gözünde bu can doğru sayılır. Böylece insanın doğruluk konusunda bir iş birliği yapamayacağını ve zorunlu olarak bu konunun dışında kaldığını görüyoruz. Çünkü bir insan bir ölüm olayının orta yerinde ne yapabilir? Ölüyü diriltebilir mi? Mezarın kapılarını açabilir mi? Kendisini ölümün gücünden kurtarabilir ve yaşam ve özgürlük içinde kendi sınırlı çaresizliğinin ötesine geçip yürüyebilir mi? Kesinlikle hayır, yürüyemez. O zaman insan eğer bunu yapamıyor ise, ne kendi doğruluğunu üretebilir ne de kendisi için bir evlat ilişkisi bina edebilir. “Tanrı ölülerin değil, dirilerin Tanrısıdır” ve bu yüzden bir insan ölümün gücü ve günahın egemenliği altında olduğu sürece ne bir evladın konumunu ne de doğruluk koşulunu bilebilir. Böylelikle yalnızca Tanrı insana evlatlık ihsan edebilir ve yine yalnızca Tanrı insana doğruluğunu armağan edebilir ve bunların her ikisi de Mesih’i ölüler arasından Dirilten’e olan iman ile bağlantılıdırlar.

Elçi Romalılar kitabının 4.bölümünde yazılmış olan şu sözleri ile İbrahim’in imanı ile ilgili konuya değinir: “ ‘Aklanmış sayıldı’ sözü yalnız onun için değil, aklanmış sayılacak olan bizler – Rabbimiz İsa’yı ölümden dirilten Tanrıya iman eden bizler – için de yazıldı. Romalılar 4:23-24. Burada diriliş Tanrısı aynı zamanda bize de doğruluğun tek temelinin iman objesi ve O’na olan imanımız olarak bize de sunulmaktadır. Eğer İbrahim gökyüzüne bakıp sayılamayacak kadar çok yıldızları gördü ise ve sonra hali hazırda ölü olan kendi bedenine baktı ise nasıl olup da yıldızlar kadar çok bir soyun düşüncesini kavrayabilir idi? İmkansız, böyle bir düşünceyi kavrayamaz idi. Ama İbrahim kendi bedenine bakmadı ve Tanrının diriltme gücüne baktı; Tanrı böyle bir soyu üretecek güce sahip idi; gökteki yıldızlara ve deniz kenarındaki kumlara baktığımız zaman onların gerçekten güçsüz figürler olduklarını kolayca anlayabiliriz. Çünkü ölüleri dirilten o gücün etkisini hangi doğal obje mümkün bir şekilde resmedebilir idi?

Bu nedenle aynı şekilde bir günahkar müjdenin iyi haberlerine kulak verdiği zaman tanrısal varlığın şaşılacak ışığına baksa ve sonra aşağı yani kendi keşfedilmemiş doğal benliğinin kötülüklerine baksa söyleyecekleri şunlar olacaktır: “O ışığa nasıl ulaşabilirim? O ışığın huzurunda uygun bir şekilde nasıl durabilirim? Yanıt nerededir? Kendisinde mi? Hayır, Tanrıya övgüler olsun ki yanıt o Kutsal Olan’dadır. Babasının bağrından aşağı çarmıha ve mezara indi ve mezardan göğe, tahtına yükseldi; böylece Kişiliği ve tamamladığı iş ile tüm bu aşırı noktalar arasındaki boşluğu tam olarak doldurdu. Tanrının bağrından daha yüce hiç bir yer olamaz. Tanrının bağrı Oğlun sonsuz konutudur. Ve çarmıh ve mezardan daha aşağıda hiç bir yer olamaz. Ama, şaşırtan gerçek! Ben Mesih’i her iki yerde de bulurum. O’nu hem tanrının bağrında hem de mezarda bulurum. O, aşağıya, ölüme kadar indi, öyle ki Halkının günahlarının ve suçlarının tüm ağırlığını arkasında bırakabilsin. Mesih, mezarda insan olan herkesin sonunu sergiler – günahın sonu – şeytanın gücünün tam üst sınırı. İsa’nın mezarı ölümün nihai sonuna şekil verir. Ama diriliş bizi bunun ötesine götürür ve Tanrının yüceliğinin ve insanın bereketinin sonsuza kadar sürdüğü çürümez temelin üzerine bina eder. İman gözü dirilmiş bir Mesih’e baktığı anda günah, yargı, ölüm ve mezar ile ilgili her soru için zaferli bir yanıt mevcuttur. Tüm bu sorunlara tanrısal bir şekilde karşılık veren Kişi ölümden dirilmiştir. Ve göklerdeki Krallık tahtının sağındaki yerine oturmuştur. Ve yalnız bu kadar da değil, O dirilmiş ve yüceltilmiş Olan’ın imanlıdaki Ruhu imanlıyı bir evlat haline getirir. İmanlı da Mesih ile birlikte mezarın dışına çıkıp dirilmiştir. Bu konuda yazılmış olan bir ayet okuyalım: “Sizler suçlarınız ve benliğinizin sünnetsizliği yüzünden ölü iken Tanrı sizi Mesih ile birlikte yaşama kavuşturdu. Bütün suçlarımızı O bağışladı.” Koloseliler 2:13.

İşte bu yüzden evlat olma diriliş üzerinde temellenmiş olduğu için mükemmel aklanma – mükemmel doğruluk (Tanrı doğruluğu) – herhangi bir şekilde bize karşı olabilecek mükemmel özgürlük, tüm bu kavramlar birbirleri ile bağlantılıdırlar. Günah üzerimizde iken Tanrı bize huzurunda yer veremez. Tanrı, oğullarının ve kızlarının üzerindeki herhangi bir günah lekesine ya da kirine dayanamaz. Kaybolan oğul adlı öyküdeki baba oğlunu üzerindeki kirli giysileri ile masasına oturtamadı, o kirli giysiler içindeki oğlunu karşılamak için ona doğru koştu ve kirli giysiler üzerinde iken onun boynuna atıldı, onu kucakladı ve öpücüklere boğdu. Böyle davranması lütfunun değerli ve güzel bir özelliği idi. Ama sonra oğlunu asla o üzerindeki o kirli giysiler ile masasına oturttuğunu görmedik. Çünkü bunu yapamaz idi. Babayı kaybolan oğluna götüren lütuf kaybolan oğlu babaya getiren doğruluk aracılığı ile egemenlik sürer. Eğer baba, oğlunun kendisine temiz giysiler tedarik edip giyinmesini bekleyecek olsa idi o zaman lütuf, lütuf olmaz idi. Ve aynı zamanda oğlu kendi giysileri içinde getirmek de doğru olmaz idi. Ama hem lütuf hem de doğruluk baba dışarı çıkıp oğlunun boynuna sarıldığı zaman en saygın parlaklık ve güzellikleri ile ışıldadılar. Ama yine de kaybolan oğula masada bir yer vermediler. Oğul babasının masasına oturmak için uygun bir şekilde giyinene kadar o yüce ve mutlu konuma geçmedi. Mesih’teki Tanrı insanın ahlak noktasının en düşük konumuna kadar inmiştir, öyle ki, alçalarak insanı bereketin en yüce noktasına yükseltebilsin ve Kendisi ile paydaşlık konumuna geçirebilsin. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere bizim tüm saygınlıklarımız ve ayrıcalıklarımız ile evlatlığımız bizden tamamı ile bağımsız olabilsin. İbrahim’in ölü bedeni ve Sara’nın ölü rahmi gökleri süsleyen sayılamayacak kadar çok yıldızlar gibi ya da deniz kenarındaki kumlar gibi bir soy üretemez idi; böyle bir şey asla mümkün olamaz idi. Her şeyi mümkün kılan yalnızca Tanrıdır. Baba Tanrı planı hazırladı, Oğul Tanrı planın temelini attı ve Kutsal Ruh Tanrı doğaüstü yapıyı yükseltti. Ve bu doğaüstü yapının üzerinde şu yazılar okunabilir: “LÜTUF ARACILIĞI İLE, İMAN İLE, YASAYA DAYANAN İŞLERİN YERİNE GETİRİLMESİ İLE DEĞİL!”

Ama sonra bölümümüz dikkatimize bir diğer çok önemli konuyu sunar, yani mirasçı olmayı. Evlatlık ve doğruluk meselesi tamamen halledildikten sonra – tanrısal bir şekilde ve hiç bir koşulsuz halledildikten sonra, Rab İbrahim’e şöyle dedi: “Bu toprakları sana miras olarak vermek için Kildanilerin Ur kentinden seni çıkartan Rab Ben’im” dedi. Yaratılış 15:7. Burada mirasçı olmak ile ilgili önemli konu ortaya çıkar. Ve seçilmiş mirasçılar vaat edilen mirasa ulaşana kadar yolculuk edecekleri garip yol hakkında bilgi verilir. “Eğer çocuklar isek o zaman mirasçılarız, Tanrının çocukları olduğumuz için Tanrının mirasçılarıyız ve Mesih ile birlikte ortak mirasçılarız; eğer O’nun ile birlikte acı çekiyor isek o zaman O zaman O’nun ile birlikte yüceltileceğimiz de kesindir.” Krallığa giden yolumuz acı çekme, sıkıntı ve zulüm görme patikalarından geçer. Ama Tanrıya şükürler olsun ki iman aracılığı ile şu sözleri söyleyebiliriz: “Şimdiki çağın sıkıntıları bize açıklanacak olan yücelik ile kıyaslanmaya değmezler. Ve ayrıca şunu biliriz: “Şimdi çektiğimiz hafif sıkıntılar bir an içindir ve bizlerde çok üstün ve sonsuz bir yüceliğin kanıtları olarak işlerler.” Son olarak, “sıkıntılar ile övünürüz, çünkü sıkıntıların sabır oluşturduğunu ve sabrın tecrübe ve tecrübenin de umut oluşturduğunu biliriz.” Efendimizin kutsanmış kasesinden içmek ve O’nun vaftizi ile vaftiz olmaya izinli olmak bizim için yüce bir onur ve gerçek bir ayrıcalıktır. Doğrudan görkemli mirasa yönlendiren yol boyunca O’nun ile paydaşlıkta bulunarak yolculuk etmek güven vericidir. Mirasçı ve ortak mirasçılar bu mirasa sıkıntı yolu aracılığı ile ulaşırlar.

Ama şunu hatırlamamız gerekir ki, ortak mirasçıların paydaş oldukları bu sıkıntının içinde ceza veren bir unsur yer almaz. Bu sıkıntı günah yüzünden sınırsız adaletin eli ile gelen bir sıkıntı değildir. Kurban, gelen darbeler altında kutsal Başını öne eğdiği zaman bu sıkıntının tamamı çarmıhta O’nun üzerine yüklenmiştir. “Mesih, günahlar için yalnızca bir kez acı çekmiştir ve bu “bir kez” yalnızca ağaç üzerinde olmuştur; buradan “başka hiç bir yerde” olmamıştır. O, günahlar için asla önceden acı çekmedi ve günahlar için asla tekrar acı çekemez. “Çağların sonunda (tüm benliğin sonu) günahı ortadan kaldırmak için Kendisini Kurban olarak feda etmek için göründü.” “ Mesih “tek kez” kendini sundu.

Acı çeken bir Mesih’e bakar iken mevcut olan iki şekil vardır. İlki, Yehova tarafından ezilmiş ve ikincisi insanlar tarafından reddedilmiş olan Mesih. Yehova tarafından ezilen Mesih tek başına durdu; insanlar tarafından reddedilen Mesih’te O’nun ile birleşmiş olma onuruna sahibiz. Yehova tarafından ezilen Mesih için “tek başına durdu” ifadesini kullandım, çünkü O’nun ile birlikte kim durabilirdi ki? O, Tanrının gazabını tek başına yüklendi; o, tek başına ölüm vadisine indi ve orada günahlarımız ile ilgili sorunu sonsuza kadar çözüme ulaştırdı. Tüm borçlarımızı sonsuza kadar ödemiş olduğu bu eylemi ile bizim hiç bir ilgimiz yok idi. O tek başına savaştı ve aynı şekilde zaferi de tek başına da kazandı. Ama savaş ganimetlerini bizimle paylaşır. O dehşet verici tecrübe içinde tek başına idi. Ama ayakları doğrudan sonsuza kadar kalıcı diriliş “kayasının” üzerinde idi; bizi Kendisi ile birleştirdi. Çarmıhta feryat eder iken tek başına idi; şimdi herkes ile birlikte yeni bir ezgi söylemektedir. (Mezmur 40: 2,3)

Şimdi mesele şudur; Tanrının eli aracılığı ile “bizim için” acı çekmiş Olan ile birlikte insanın eli aracılığı ile acı çekmiş Olan’ı red mi edeceğiz? Ruh’un “eğer” sözcüğünü bununla bağlantılı olarak sürekli kullanışı meselenin belirgin şekilde aşikar olduğunu ortaya koyar: “Eğer O’nun ile birlikte acı çekiyor isek”; “eğer acı çekiyor isek, egemenlik süreceğiz.” Evlatlık konusu ile ilgili olarak böyle bir mesele söz konusu değildir. Evlatların yüce saygınlığına acı çekerek ulaşmayız. Bu yüce saygınlığa Tanrının sonsuz amacı ile uyumlu olarak Mesih’in tamamladığı işi temel alan Kutsal Ruh’un dirilten gücü aracılığı ile ulaşırız. Bu gerçek asla değişemez. “Aileye” acı çekmek aracılığı ile ulaşmayız. Elçi, “aynı zamanda uğruna acı çektiğiniz Tanrı “ailesi” için değerli sayılabilesiniz diye” gibi bir ifade kullanmaz. Onlar zaten aile içinde idiler, ama krallığa bağlı idiler ve bu krallığa giden yolları acı çekmekten geçiyor idi ve yalnızca bu kadar da değil, ama krallık uğruna acı çekme ölçüsü onların Kral’a olan adanmışlıklarına ve bağlılıklarına göre olur. O’na ne kadar bağlı isek O’nun ile birlikte o kadar acı çekeceğiz. Ve acı çeker iken O’nun ile olan paydaşlığımız ne kadar derin olur ise O’nun ile yücelikteki paydaşlığımız da o kadar derin olacaktır. Babanın evi ve Oğulun krallığı arasında bir farklılık mevcuttur: Babanın evindeki konu bir kapasite meselesidir. Oğulun krallığındaki konu ise bir atanma konumu meselesidir. Tüm çocuklarım benim soframın çevresinde olabilirler, ama benim varlığımdan ve konuşmamdan aldıkları keyif tamamen onların kapasitelerine bağlı olacaktır. Çocuklarımdan biri benim ile olan ilişkisinden büyük keyif alarak dizlerimin üstünde ya da kucağımda oturmak isteyebilir, buna rağmen bir çocuk olduğu için söylediğim bir sözü tam olarak anlayamayabilir; bir diğer çocuğum konuşmamız sırasında sıra dışı bir zeka sergileyebilir; ama ilişkimizden kucağımda oturan küçük çocuğumun duyduğu mutluluğu duyamaz. Ama bu konu benim için bir hizmet konusu ya da benim ile ilgili bir özdeşleşme haline geldiği zaman durumun farklı olacağı aşikardır. Ama bu ifadeler, Babanın evindeki kapasite ve Oğlun krallığındaki atanmış konum düşüncesine dair zayıf bir örnektir.

Ama hatırlamamız gereken nokta şudur: Mesih ile birlikte acı çekmek bir esaret boyunduruğu değil, bir ayrıcalık konusudur. Bozulmaz bir kural değil, lütufkar bir armağandır. Zorla yapılan bir hizmet değil, gönüllü bir adanmışlıktır. “Çünkü Mesih uğruna size yalnız Mesih’e iman etmek değil, daha önce bende gördüğünüz ve hala sürdürdüğümü duyduğunuz zorlu çabanın aynısını göstererek Mesih uğruna acı çekmek ayrıcalığı da verildi.” Filipeliler 1:29. Ayrıca Mesih uğruna acı çekmenin gerçek sırrının yürekteki sevgilerin O’nu merkez alması olduğuna dair en ufak bir kuşku bile yoktur. Mesih’in bana olan sevgisini ne kadar çok bilir isem ben de O’nu o kadar çok severim ve O’nun ile daha yakından yürürüm ve O’nun ile daha yakın yürüdüğüm zaman O’na daha sadık olurum ve O’na ne kadar sadık olur isem O’na daha çok benzerim ve O’nun ile birlikte daha çok acı çekerim. Böylece her şey Mesih’in sevgisinden kaynaklanmış olur ve yine O’na geri döner. Ve burada çok önemli ve çok temel bir gerçeği hatırlayalım: “O’nu seviyoruz çünkü önce O bizi sevdi.” Her konuda olduğu gibi bu konuda da yasal bir ruha karşı uyanık duralım. Çünkü boynundaki boyunduruk yasa olan bir kişinin Mesih uğruna acı çektiğinin düşünülmemesi gerekir. Ne yazık! Böyle bir kişinin Mesih’i tanımadığından korkulması gerekir; böyle bir kişi evlat olmanın bereketinden haberdar değildir; henüz lütufta temellenmemiştir. Acı çekme yolu ile krallığa ulaşmak yerine yasanın işleri aracılığı ile aileye ulaşmak için boşuna çaba sarf ermektedir.

Öte yandan Efendimizin kasesinden ve vaftizinden uzak kalmamaya dikkat edelim. Çarmıha dahil olan şeyleri reddetmeyi kabul etmez iken O’nun çarmıhının garantilediği yararlardan keyif almaktan da geri kalmayalım. Krallığa giden yolun bu dünyanın iyiliklerinin güneş ışığı ile aydınlatılmadığından ya da dünya malının gülleri ile donatılmadığından emin olarak dinlenebiliriz. Eğer bir imanlı dünyada ilerliyor ise Mesih ile birlikte yürümediğini anlaması için çok neden vardır. “Eğer biri bana hizmet etmek istiyor ise beni izlesin ve ben nerede isem bana hizmet eden de benim ile birlikte olacaktır.” Mesih’in dünyasal kariyerinin hedefi ne idi? Konumu, bu dünya için yüce ve etkin bir konum mu idi? Hayır, hiç bir şekilde değil idi. O zaman O’nun konumu bu dünyada ne idi? O, yerini, çarmıhta iki haydudun arasında asılarak buldu. Şimdi, “ama Tanrı bu işin içinde idi” denilecektir. Evet, doğru, ama yine de insan da aynı şekilde işin içinde idi. Ve bu ikinci gerçek eğer yalnızca Mesih ile birlikte olmaya devam eder isek dünya tarafından reddedilmemizin kaçınılmaz olduğunu ortaya oymaktadır. Mesih ile olan beraberliğim beni göklere çıkartır ve yeryüzünden dışarı atar. Ve eğer benim yeryüzünün beni dışarı attığı konusunda bilgim yok ise ve göklere çıkartıldığımdan söz ediyor isem o zaman bu durumum bir şeylerin hatalı olduğunu kanıtlar. Eğer Mesih şimdi yeryüzünde olsa idi, hangi yoldan yürürdü? Hangi yoldan giderdi? Yolu nerede son bulur idi? O’nun ile birlikte yürümekten hoşlanır mıydık? Tüm bu soruları Her Şeye Gücü Yeten’in bakışları altında araştırarak yanıtlayalım. Ve Kutsal Ruh bizi yeryüzünde olmayan – reddedilmiş –çarmıha gerilmiş bir Efendiye sadık kalmamız için güçlendirsin. Kutsal ruh ile yürüyen kişi Mesih ile doldurulacaktır; acı çekmek ile meşgul olmayacaktır, uğruna acı çektiği Mesih ile meşgul olacaktır. Eğer gözler Mesih’e dikili ise o zaman acı şimdiki sevinç ve gelecekteki yücelik ile asla kıyaslanamaz.

Mirasçı olmak ile ilgili konu beni niyet ettiğimden çok daha ileri noktalara yönlendirdi. Ama böyle olduğu için pişman değilim. Çünkü yazdıklarımın hepsi üzerinde düşünülecek kadar önemlidirler. Şimdi bölümümüzün son ayetlerinde ortaya konan İbrahim’in önemli görümüne kısa ama derin bir inceleme yaparak bakalım. “Ve güneş batar iken Avram derin bir uykuya daldı. Üzerine dehşet verici zifiri bir karanlık çöktü. Rab Avram’a şöyle dedi: ‘Şunu iyi bil ki, senin soyun yabancı bir ülkede, gurbette yaşayacak. Dört yüz yıl kölelik edip baskı altında yaşayacak. Ama soyuna kölelik yaptıran ulusu cezalandıracağım. Sonra soyun oradan büyük mal varlığı ile çıkacak. Sen de esenlik içinde atalarına kavuşacaksın. İleri yaşta ölüp gömüleceksin. Soyunun dördüncü kuşağı buraya geri dönecek. Çünkü Amorluların yaptığı kötülükler henüz doruğa varmadı. Güneş batıp karanlık çökünce, dumanlı bir mangal ile alevli bir meşale göründü ve kesilen hayvan parçalarının arasından geçti.” Yaratılış 15: 13-17.

İsrail tarihinin tamamı şu iki örnek ile özetlenir: “mangal” ve “alevli meşale”. Mangal bize İsraillilerin sıkıntı ve deneme içinde bulundukları dönemleri sunar, örneğin, Mısır’daki esaret ile ilgili uzun dönem, Kenan krallarına boyun eğmeleri, Babil’deki tutsaklıkları ve içinde bulundukları her zorlu ve düşük seviyedeki koşullar. Tüm bu dönemler sırasında onların dumanlı bir mangal arasından geçtikleri düşünülebilir. (Bakınız Yasanın Tekrarı 4:20; 1.Krallar 8:51; Yeşaya 48:10.)

Ve sonra alevli meşale ile şu noktalar üzerinde düşünebiliriz: Yehova İsrail’in olaylı tarihinde onları kurtarmak için her zaman lütuf ile davrandı ve onlara göründü; Musa’nın eli aracılığı ile onları Mısır esaretinden kurtardı; Kenan krallarının baskısından çeşitli hakimlerin hizmetleri aracılığı ile özgür kıldı; Babil kralının buyruğu aracılığı ile sürgünden geri dönmelerini sağladı ve onları nihai kurtarışı Mesih’in yüceliği içinde gelmesi aracılığı ile sağlanacaktır. Mirasa dumanlı mangal aracılığı ile ulaşılması gerekir ve mangalın dumanı ne kadar koyu renkte ise Tanrının kurtarışının alevli meşalesi o kadar aydınlık ve sevinç verici olacaktır. Bu ilke bir bütün olarak yalnızca Tanrı halkı için uygulanmaz, aynı şekilde bireylere de tam olarak uygulanır. Önce hizmetkar olarak bir konuma ulaşmış olanlar alevli meşalenin keyfini çıkarmadan önce dumanlı mangala tahammül etmiş olan kişilerdir. “dehşet verici ve zifiri bir karanlık” İbrahim’in ruhundan geçti. Yakup Lavan’ın evinde yirmi bir yıl boyunca ağır önce “denenmeleri” lazımdır, sonra sadık oldukları görüldükten sonra “hizmete yerleştirilirler.” Tanrının Kendisine hizmet eden kişiler ile ilgili prensibi elçi Pavlus’un şu sözleri aracılığı ile ifade edilir: “Gözetmen yeni iman etmiş biri olmamalı. Yoksa gurura kapılıp İblisin uğradığı yargıya uğrayabilir.” 1.Timoteos 3:6.

Tanrının çocuğu olmak bir şeydir ve Tanrının hizmetkarı olmak başka bir şeydir. Ben çocuğumu çok sevebilirim, ama yine de eğer onu çalışması için bahçeme bırakır isem bahçeye yarardan çok zarar verebilir. Neden? Sevgili çocuğum olmadığı için mi? Hayır, çünkü henüz tecrübesi olmayan bir hizmetkar olacaktır. İşte farklılığın tümü bu noktadadır. İlişki ve görev farklı konulardır. Bir kraliçenin çocuklarından hiç biri o anda kraliçenin başbakanı olacak tecrübeye sahip değildirler. Bu örnek, Tanrının tüm çocuklarının yapacakları bir şey olmadığı, çekecekleri bir sıkıntı bulunmadığını ve öğrenmeyecekleri bir şeyin mevcut olmadığı anlamına gelmez. Hiç kuşkusuz yapacakları şeyler, çekecekleri sıkıntılar ya da öğrenecekleri şeyler vardır. Ama burada önemli olan onların halk hizmeti ve özel disiplin konularında tamamen Tanrının yollarına bağlı bulunduklarıdır. Halkın önünde önder olacak kişinin o paylanmış ruha, o olgunlaşmış yargıya, o boyun eğen düşünceye, o kırılmış iradeye, o yumuşak ses tonuna ihtiyacı olacaktır. Bunların hepsi Tanrının gizli disiplinin kesin ve güzel sonuçlarıdırlar. Ve yukarda sıralanan ahlak özelliklerine ya çok az ya da hiç sahip olmayan önder kişilerin er ya da geç başarısız olacakları genellikle yaşanan bir durumdur.

Rab İsa, zayıf ve güçsüz hizmetkarlarını senin en Kutsal Kişiliğine çok yakın tut ve onları ellerinin avuçlarında muhafaza et!