Yaratılış  28

Şimdi baba evinin çatısı altından ayrılan Yakup’un ne yaptığını izlemeye çağrılırız ve onu yeryüzünde yuvasız ve yalnız bir yolcu olarak görürüz. Tanrının Yakup ile ilgili özel tutumunun başladığı yer bu noktada bulunur. Yakup şimdi bir ölçüde bazı şeylerin farkına varmaya başlamıştır – Esav’a karşı olan davranışının acı ürünü! Ama aynı zamanda Tanrının, hizmetkarının tüm zayıflığının ve akılsızlığının üzerine yükseldiği görülür ve Tanrı Yakup’a olan davranışlarında Kendi egemen lütfunu ve engin bilgeliğini göstermeye başlar. Tanrı hangi araç aracılığı ile olur ise olsun Kendi amacını yerine getirecektir. Ama eğer Tanrının çocuğu pişman olmamış bir ruh ve imansız bir yürek ile kendisini Tanrının ellerinden çekip alır ise o zaman üzücü deneyimler ve acı veren disiplin ile karşılaşmayı beklemelidir. Bu durum Yakup için de böyle idi: eğer Tanrının kendisi için hareket etmesine izin vermiş olsa idi o zaman Haran’a kaçmak zorunda kalmayabilir idi. Tanrı kesinlikle Esav ile ilgilenir idi ve onun yazgısına düşen yer ve payı bulmasını sağlar idi. Ve Yakup da o zaman her konuda yalnızca Tanrının eline ve planına boyun eğmek ile sahip olabileceği o tatlı esenliğin tadını çıkartabilir idi.

Ama burada yüreklerimizin yoğun zayıflığının sürekli ortaya çıktığını bir kez daha görmekteyiz. Tanrının ellerinde hiç hareket etmeden yatmayız; hareket ederiz ve bu hareket edişimiz ile Tanrının lütfunun ve gücünün bizim adımıza gösterilmesine engel olmuş oluruz. “Sakin ol” ve benim Tanrı olduğumu bil! Bu ifade tanrısal lütfun gücü dışında itaat edemeyeceğimizi söyleyen bir buyruktur. “alçakgönüllülüğünüz tüm insanlar tarafından bilinsin.” Rab yakındadır. (eggus, ἐγγύς) “Hiç bir konuda kaygı çekmeyin; her konudaki dileklerinizi Tanrıya dua edip yalvararak şükran ile bildirin.” Filipeliler 4:6. Bu ayette belirtilen eylemin sonucu ne olacaktır? “O zaman Tanrının her kavrayışı aşan esenliği Mesih İsa aracılığı ile yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır (phrouresei, φρουρήσει).” Filipeliler 4:7.

Ama yine de her şeye rağmen Tanrı lütufkar bir şekilde bizim zayıflıklarımız ve akılsızlıklarımız üzerinde egemendir ve imansız ve sabırsız yollarımızın ürünlerini biçmeye çağrılmamıza rağmen Tanrı bu durumları bizim yüreklerimize Kendi yumuşak lütfu ve mükemmel bilgeliği ile ilgili daha derin dersler öğretmek için fırsat olarak kullanır. Bu durumun imansızlık ve sabırsızlık ile ilgili hiç bir teminatı meydana getirmediği kesindir, aksine bu durum Tanrımızın iyiliğini harika bir şekilde sergiler ve başarısızlığımızın sonucu olan acı veren koşullardan geçiyor iken bile yüreği rahatlatır. Tanrı, var olan her şeyin üstündedir. Ve ayrıca “kötülükten iyilik çıkartmak” Tanrının özel yetkisi ve ayrıcalığıdır; yemek yiyeni ete boyun eğdirmek ve güçlüyü tatlılığa boyun eğdirmek ve bu yüzden Yakup’un kendi huzursuz ve aldatıcı eyleminin sonucu olarak babasının evinin çatısından bir sürgün olarak ayrılmak zorunda kalması tamamen doğrudur, ama eşit şekilde doğru olan bir başka gerçek daha vardır, o da, Yakup’un, eğer sessiz bir şekilde evde kalmış olsa idi “Beytel” sözcüğünün anlamını asla öğrenemeyeceği idi. Böylece Yakup’un öyküsünde resmin her iki yanının da güçlü bir şekilde belirtildiğini anlıyoruz. Yakup’un “Tanrı evinin” bereketini ve heybetini bir ölçüde tatmaya yönlendirilmesi kendi akılsızlığı aracılığı ile İshak’ın evinden gönderilmesi ile başlamış oldu.

“Ve Yakup Beer-Şeva’dan ayrılarak Harran’a doğru yola çıktı. Bir yere varıp orada geceledi, çünkü güneş batmış idi. Oradaki taşlardan birini alıp başının altına koyarak yattı.” Yaratılış 28:10,11. Burada evsiz barksız yolcuyu tam Tanrının onun ile karşılaşabileceği bir konumda buluyoruz. Tanrı, bu konumdaki Yakup’a lütfu ve yüceliği ile ilgili amaçlarını açıklayabilir idi. Burada önümüze konan örnekte yer alan Yakup’un çaresizliğini ve hiçliğini daha iyi ifade edebilecek başka hiç bir örnek olamaz. Açıkta, gökyüzü altında başı taş bir yastığın üzerinde içinde bulunduğu çaresiz durumda uyumaya çalışmak! Beytel’in Tanrısı Yakup’a kendisi ve soyu ile ilgili amaçlarını işte bu şekilde açıklıyor idi: “Yakup, düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini gördü. Tanrının melekleri merdivenden inip çıkıyorlar idi. Rab yanı başında durup, ‘Atan İbrahim’in ve İshak’ın Tanrısı Rab Ben’im’ dedi. ‘Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye ve güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki tüm halklar sen ve soyun aracılığı ile kutsanacaklar. Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.” Yaratılış 28: 10-15.

Burada gerçekten “lütfa ve yüceliğe” sahibiz. “Yeryüzüne dikilen bir merdiven” insanın yüreğini doğal olarak Tanrının, Kendisinde lütfunu sergilemiş olduğu Oğlu’nun Kişiliğini ve işini düşünmeye yönlendirir. Güçlü ve sonsuza kadar kalıcı olan temele şekil veren o harika – İsrail, Kilise ve tüm dünya ile ilgili olan tüm tanrısal planlar -iş yeryüzünde yerine getirilmiş idi. İsa yeryüzünde çalıştı ve yeryüzünde öldü; öyle ki, O’nun ölümü aracılığı ile tanrısal amacın insana vermek istediği bereketin yerine gelmesine engel olacak her şeyi yoldan uzaklaştırabilsin.

“Merdivenin başı göklere erişiyor idi.” Bu ifadede yer alan ima, gök ve yeryüzü arasındaki iletişimin aracısının şekline ilişkindir. Ve “Tanrının melekleri merdivenden inip çıkıyorlar idi.” – Tanrının, aracılığı ile dünyaya geldiği Kişi ile ilgili çarpıcı ve güzel bir örnek. Tanrı, insanın ihtiyaçlarının tüm derinliklerine kadar indi ve yine aynı zamanda Oğlu aracılığı ile insanı göğe getirdi ve onu tanrısal doğruluğun gücü aracılığı ile sonsuza kadar Kendi huzuruna yerleştirdi. Tanrı insanın akılsızlığına ve günahına rağmen tüm planlarının yerine getirilmesi için sağlayışta bulunmuştur. Ve bu sağlayış Kutsal Ruhun öğretişi aracılığı ile Tanrının lütufkar amacının sınırları içinde her canın sonsuza kadar sevinç bulması içindir.

Peygamber Hoşea, Yakup’un düşünde gördüğü merdivenin tam olarak yerine getirilmesi ile ilgili zamana dair bizi yönlendirir. “Kırdaki hayvanlar ile, gökteki kuşlar ile, toprakta yaşayan canlılar ile halkım için o gün antlaşma yapacağım. Ülkeden yayı, kılıcı ve savaşı kaldıracağım. Güvenlik içinde yatıracağım onları. Seni sonsuza dek kendime eş alacağım. Doğruluk, adalet, sevgi ve merhamet temelinde seninle evleneceğim. Sadakat ile seninle evleneceğim. Rabbi tanıyacaksın. ‘Ve o gün yanıt vereceğim’ diyor Rab, göklere yanıt vereceğim; onlar da yere yanıt verecek. Yer ise tahıla, yeni şaraba ve zeytinyağına yanıt verecek. Onlar da Yizreel’e yanıt verecekler. Onu ülkede kendim için ekeceğim. Merhamete ermemiş olana acıyacağım. Halkım olmayana ‘Halkımsın’ diyeceğim. Onlar da bana, ’Tanrım’ diyecekler.” Hoşea 2:18-23.

Şimdi Yakup’un bu görümü İsrail’e verilen tanrısal lütfun çok bereketli bir örneğidir. Yakup’un gerçek karakteri ve onun gerçek durumu ile ilgili bir şey görmek için yönlendirilmiş bulunuyoruz. Her ikisinin de bize göstermek istediği şey kesindir: Yani, Yakup için ya tanrısal bir lütuf olmalıdır ya da hiç bir şey! Ne doğumu ne de karakteri ile ilgili hiç bir talebi olamaz idi. Esav bu her iki alanda da bazı talepler ileri sürebilir idi. Ve bu yüzden Esav yalnızca Tanrının öncelik hakkının mahrumiyeti üzerinde durabilir idi, Yakup ise bunun yalnızca sunuluşu ve bina edilişi üzerinde durabilir idi. Yakup hem doğum hem de uygulama itibarı ile öylesine bir günahkardı ki ve hem de tüm taleplerden öylesine yoksun bırakılmıştı ki, Tanrının saf, özgür ve egemen lütfunun amacının dışında üzerinde dinlenebileceği bir şeye sahip değil idi. Bu nedenle Rabbin seçilmiş hizmetkarına vermiş olduğu ve şimdi bu bölümde alıntısı yapılmış olan açıklaması Tanrının Kendisinin ne yapacağına ilişkin basit bir kaydı ya da ön bilgisidir. “Ben’im… Ben vereceğim…. Ben koruyacağım… Ben getireceğim… sana yerine getireceğime dair söz verdiğim şeyi yerine getirene kadar seni bırakmayacağım.” Her şeyi Tanrının Kendisi yapacak idi. Herhangi bir konuda bir koşul mevcut değil idi. “Eğer” sözcüğünden söz edilmiyor idi; çünkü “lütuf” hareket ettiği zaman böyle bir şey olamaz. “Eğer” sözcüğünün mevcut olduğu bir yerde lütfun var olması mümkün değildir. Tanrı insanı bir sorumluluk konumuna yerleştirebilir ve o insana bir “eğer” sözcüğü ile de hitap etmesi gerekebilir; biz bunun aksinin imkansız olduğundan söz etmiyoruz. Bunu yapabileceğini biliyoruz, ama taş bir yastığın üzerinde uyumaya çalışan Yakup bir sorumluluk konumunda değil idi ve bu  nedenle onun bulunduğu konum tamamen en dolu, en zengin ve en koşulsuz lütfu almasının gerekli olduğu bir konum idi.

Ama şimdi belirtmemiz gereken şudur: Böyle bir konumda bulunmanın bereketine sahip olabilmemiz için Tanrıdan başka dinleneceğimiz hiç bir şeyin olmaması gerekir. Ve ayrıca tüm gerçek sevinç ve bereketimizi elde ettiğimiz en mükemmel dayanak Tanrının kendi karakteridir ve ayrıcalığı ya da öncelik hakkıdır. Bu ilke ile uyumlu olarak Tanrının dışında başka bir temel üzerinde durmaya çalışır isek o zaman tamir edilmesi imkansız kayıplar söz konusu olacaktır. Çünkü böyle bir durumda Tanrının bize bir sorumluluk temeli üzerinde hitap etmesi gerekir ve o zaman kaçınılmaz olarak başarısızlık ile karşı karşıya kalırız. Yakup öyle kötü bir durumda idi ki, onun için bir şeyler yapabilecek olan tek Kişi Tanrının Kendisi idi.

Ve hatırlamamız gereken nokta ise şudur; onun böylesine bir sıkıntı ve baskıya yönlendirilmesinin nedeni, Yakup’un başarısızlığı idi. Tanrının Kendisini açıklaması bir şeydir ve bizim bu açıklama içinde dinlenmemiz ise oldukça başka bir şeydir. Tanrı Kendisini Yakup’a sınırsız bir lütuf içinde gösterir ama Yakup uykusundan uyanır uyanmaz onu yine gerçek karakterini geliştirir iken ve Kendisini ona böylesine harika bir şekilde açıklamış Olan hakkında uygulamada ne kadar az bir bilgisi olduğunu kanıtlar iken görürüz. “Yakup uyanınca, ‘Rab burada ama ben farkına varamadım’ diye düşündü. Korktu ve ‘Ne korkunç bir yer’ dedi. ‘Bu, Tanrının evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.’” Yaratılış 28:16,17. Yakup’un yüreği, Tanrının huzurunda kendisini yuvasında hissetmiyor idi; tamamen boşalmış ve kırılmış bir hale gelinceye kadar hiç bir yürek böyle hissedemez. Tanrının adına övgüler olsun ki, O, kırılmış bir yürek ile yuvasındadır ve kırılmış bir yürek de Tanrı ile birlikte kendisini yuvasında hisseder. Ancak Yakup’un yüreği henüz bu duruma gelmiş değil idi ve ne de “Yakup’u sevdim” diyebilenin mükemmel sevgisinden haberdar idi. “Mükemmel sevgi korkuyu dışarı atar.” Ama bu mükemmel sevginin bilinmediği ve tam olarak farkına varılmadığı yerde her zaman bir zorluk ve ıstırap mevcut olacaktır. Tanrının evinin ve Tanrının varlığının, kendisini Mesih’in kurban edişinde mükemmel bir şekilde ifade etmiş olduğunu bilen bir can için korkutucu değildir. Aksine, böyle bir durumdaki can şu sözleri söylemeye yönlendirilir: “Severim ya Rab yaşadığın evi, görkeminin bulunduğu yeri.” Mezmur 26:8. Ve yine bazı ayetlere bakalım: “Rabden tek dileğim ve tek isteğim şu: Rabbin güzelliğini seyretmek. Tapınağında O’na hayran olmak için ömrümün tüm günlerini O’nun evinde geçirmek.” Mezmur 27:4. “Ey Her Şeye egemen Rab, ne kadar severim konutunu! Canım senin avlularını özlüyor, içim çekiyor hatta bayılıyor avlularında olmak için.” Mezmur 84: 1,2. Yürek, Tanrının bilgisinde bina edildiği zaman, o evin özelliği ne olur ise olsun – o ev ister Beytel olsun, ister Yeruşalim’deki tapınak olsun – ya da ister şimdi tüm gerçek imanlılardan oluşan, Kutsal Ruh tarafından Tanrının bir konutu olarak bir araya getirilmiş kilise olsun – O’nun evini seveceği kesindir. Ancak her şeye rağmen Yakup’un yine de hem Tanrı hem de O’nun evi hakkında sahip olduğu bilgi bizim şimdi bulunduğumuz dönem ve Yakup’un öyküsünün yaşandığı dönem ile kıyaslandığı zaman göre çok sığ bir bilgidir.

Şimdi burada Beytel ile bağlantılı olan bazı ilkelere işaret etmek için tekrar fırsatımız var. Ve şimdi bu bölüm ile ilgili düşüncelerimizi Yakup’un Tanrı ile yaptığı pazarlık ile ilgili kısa bir not ile sona erdireceğiz. Kısaca söz edeceğimiz Yakup’a ait özellikler onun tanrısal karakter hakkındaki bilgisinin sığlığını ifade eden gerçeği tam olarak sergilerler. “Ve Yakup sonra bir adak adayarak şöyle dedi: ‘Tanrı benimle olur, gittiğim yolda beni korur, bana yiyecek ve giyecek sağlar ise ve ben babamın evine esenlik içinde döner isem, Rab benim Tanrım olacak. Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrının evi olacak. Bana vereceğin her şeyin ondalığını sana vereceğim.” Yaratılış 28:20-22. “Eğer Tanrı benimle olur ise” ifadesine dikkat edelim. Oysa Rab Yakup’a net bir şekilde söylemiş idi: “Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.” Ve yine de zavallı Yakup’un yüreği Tanrının iyiliği ile ilgili düşüncelerinde bir “eğer” sözcüğünün ötesine geçemez. Ve “yediği ekmek ve giydiği giysi” konularından yukarı boyutlara yükselemez. Kısa bir süre önce düşünde yeryüzüne bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini, Tanrının meleklerinin merdivenden çıkıp indiklerini ve Rabbin yanı başında durduğunu gören, Yakup’a yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacağını ve yeryüzündeki tüm halkların onun aracılığı ile kutsanacağı vaadini işiten Yakup’un tüm bunlara rağmen düşünceleri yine de böyledir. Yakup’un Tanrının düşüncelerinin doluluğuna ve gerçekliğine inanma gücünün olmadığı ortada idi. Yakup Tanrı ile kendisini aynı ölçüde görmüş ve bu nedenle O’nu anlayabilme konusunda tamamen başarısız olmuş idi. Kısaca özetleyecek olur isek, Yakup henüz tam olarak kendi sonuna gelmemiş yani tamamen tükenmemiş idi ve bu yüzden Tanrı ile paydaşlığa gerçekten başlayamamış idi.