Yaratılış 13

Bu bölümün başlangıcı bize yürek için yoğun ilgi taşıyan bir konuyu –yani tanrısal yenilemenin gerçek karakterini -  takdim eder. Tanrı çocuğu herhangi bir şekilde ruhsal durumunda geriler ve paydaşlığı konusunda sıkıntı çeker ise büyük bir tehlike ile karşılaşır; tanrısal lütfun kavranması konusunda zorluk çektiği ve tanrısal yenilenmenin uygun işaretlerinden yoksun kaldığı zaman vicdanı işlemeye başlayacaktır. Bizler artık Tanrının her şeyi tamamen Kendisine layık şekilde yaptığını biliyoruz. Tanrı yarattığı, kurtardığı, tövbeyi sağladığı, yenilediği ya da tedarik ettiği takdirde yalnızca Kendisi gibi hareket edecektir. Öncesizlikten sonsuzluğa kadar O’na yakışan Kendi eylem tarzının standardıdır. Bu bize söz ile anlatılamayacak kadar mutluluk verir. Bu nedenle, “İsrail’in Kutsal Olan’ını” sınırlamayı sevmeyiz. Ama yine de O’nun yenileyen lütfunu sınırlamaya her şeyden daha fazla eğilim gösteririz. Şimdi üzerinde duracağımız konuda İbrahim’in yalnızca Mısır’dan çıkarılıp kurtarılmadığını ama aynı zamanda “çadırının başlangıçta bulunduğu” yere getirildiğini de görürüz. İbrahim ilk kez sunak yaptığı ve orada Rabbin adını çağırdığı yere getirilmiştir. Yoldan çıkan ya da yoldan sapan birinin varlığının tamamen yenilenmesi kadar başka hiç bir şey Rabbi tatmin edemez. Bizler, kendi doğruluklarına inanan yüreklerimizin içinde böyle bir kişinin daha önce bulunduğu yerden daha aşağıda bir yere getirilmesi gerektiğini düşünürüz. Ama konu bu kişinin çabası ya da karakteri değildir; konu Tanrının lütfu ile ilgilidir; O’nun yenileme standardı sabittir ve bu standart bir sonraki bölümde ortaya konacaktır. “Ey İsrail, eğer dönecek isen, bana dön.” İşte Tanrı böyle yeniler ve bundan farklı bir şekilde hareket etmesi Tanrıya yakışmaz. Tanrı ya hiç bir şekilde yenilemeyecektir ya da lütfunun görkem ve zenginliklerini yüceltmek ve gözler önüne sermek için bu şekilde tam olarak yenileyecektir. Bu nedenle cüzamlı hasta geri getirildiği zaman buluşma çadırının kapısında yenilenecektir. Kaybolan oğul geri döndüğü zaman babası ile birlikte aynı sofraya oturdu. Petrus yenilendiği zaman İsrail halkının önünde durup şu sözleri söyleyebildi:” Sizler, Adil ve Kutsal Olan’ı reddettiniz.” Kendisi Rab ele verildiği zaman duyduğu korku nedeni ile aynı şeyleri yapmış ve Rabbi üç kez inkar etmiş idi. Tüm bu durumlarda ve bunlara eklenebilecek olan benzer durumlarda Tanrının yenilemesinin mükemmelliğini görürüz. Tanrı canı her zaman Kendisine geri getirir; bunu lütfunun tam gücü ve imanının verdiği tam güvence ile yapar. “Eğer dönecekseniz, bana dönün.” İbrahim’in gelmiş olduğu yer “başlangıçta” çadırının bulunduğu yer idi.

Sonra tanrısal yenilenmenin ahlaki etkisi hakkında konuşacak olur isek bunun çok derinden bir uygulama ile gerçekleştiğini görürüz. Eğer yasacılık yenilenme özelliğinde ya da karakterinde yanıtını buluyor ise antinomianizm (ahlak kurallarına karşı gelme)yanıtını yenilemenin etkisinde bulur. Yenilenmiş can kurtarılmış olduğu kötülüğün çok derin ve büyük bir anlamına sahip olacaktır ve bu durum gayretli, dua eden, kutsal ve dikkatli bir ruhun görülmesi ile kanıtlanarak ortaya çıkacaktır. Yenilenmemizin amacı hafiflemiş olarak gidip yine günah işlemek değildir. Yenilenmemizin amacı gidip artık günah işlemememizdir. Tanrısal yenilenmenin “lütfunun “duygusu ne kadar derin hissedilir ise, aynı zamanda kutsallık duygusu da daha derin hissedilecektir. Bu ilke kutsal yazıların tümünde öğretilir ve hepsinin temelinde bina edilmiştir. Ama bu ilkeyi özellikle çok iyi bilinen iki bölümde görürüz; bu bölümler Mezmur 23:3 ve 1.Yuhanna 1:9 ayetlerinde yer alırlar. “Canımı tazeler; Adı uğruna bana doğru yollarda öncülük eder.” “Ama günahlarımızı itiraf eder isek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her türlü kötülükten arındıracaktır.” Tanrısal biçimde yenilenmiş olan bir canın yürüyeceği yol “doğruluk yolu”dur. Başka bir deyiş ile Tanrının lütfunun tadını aldıktan sonra Tanrı’daki doğruluğun ardından yürürüz. Yanlış yolda yürür iken lütuftan söz etmek elçinin de söylediği gibi, Tanrının lütfunu hiçe saymaktır. Eğer lütuf Tanrı doğruluğu aracılığı ile sonsuz yaşam egemenliğini sağladı ise o zaman aynı zamanda kendisini doğru bir yaşamın akışı içinde doğruluk ile sergileyecektir. Günahlarımızı ortadan kaldıran lütuf bizi tüm kötülüklerden temizler. Bu iki şeyin birbirlerinden asla ayrılmamaları gerekir. Her ikisi birlikte ele alındıkları zaman insan yüreğinin yasacılığına ve ahlak kurallarına karşı gelmesine karşı zaferli bir yanıt teşkil ederler.

Ama aslında İbrahim’in yüreği için kıtlıktan daha derin bir deneme söz konusu idi. Yani, kişisel imanın enerjisi içinde ya da kişisel sorumluluğun farkındalığı içinde yürümeyen birinin kendisine eşlik etmesi yüzünden ortaya çıkan bir deneme. Lut’un en başından beri İbrahim’in Tanrıya olan imanı ve O’ndan etkilenmesi ile aynı şekilde hareket etmediği aşikar idi. Bu durum çok sık görülen bir durumdur. Eğer Tanrı halkının tarihi konusunda gerilere bakacak olur isek, kolayca görebileceklerimiz şunlar olacaktır: Tanrının Ruhu aracılığı ile yürütülen her büyük ve her önemli anda belirli bireyler kendilerini o anı üreten gücün kişisel katılımcıları olmayan insanlara bağlanmış olduklarını görürüz. Bu tür kişiler bir süre için tanıklıklarının üzerinde ölü bir ağırlık taşıyarak ya da buna engel olan bir yük üstlenerek yollarına devam ederler. Bu nedenle İbrahim’in öyküsünde de gördüğümüz gibi Rab ona yanına hiç bir akrabasını almamasını söylemiş idi. Ama İbrahim yine de bir akrabasını yanına aldı. Terah, ölümüne kadar geçen süre içinde İbrahim’in yola çıkma eylemini geciktirdi. Lut is İbrahim’i daha uzun bir süre izledi; dünya değerlerine olan tutkuları ona üstün gelene ve Lut sonunda tamamen mahvolana kadar İbrahim’in yanında oldu.

Aynı durum İsrail’in Mısır’dan çıkartılışı sırasında gerçekleşen büyük hareket anında da göze çarpar. İsraillilerin arasında Mısırlılardan oluşan karma bir kalabalık da vardı. İsraillileri izleyen bu karma kalabalık pek çok zorluğa, zayıflığa ve üzüntüye neden oldu, çünkü Çölde sayım kitabının 11.bölümünde şunları okuruz: “Derken, halkın arasındaki yabancılar başka yiyeceklere özlem duymaya başladılar. İsrailliler de yine ağlayarak, ‘Keşke yiyecek biraz et olsa idi’ dediler.” Ayet 4. Bu nedenle aynı zamanda kilisenin ilk günlerinde de ve yalnızca bu ilk günlerde de değil o dönemde gerçekleşen her uyanıştan günümüze kadar çeşitli etkiler yüzünden farklı hareket ettiler, bu etkiler elbette tanrısal değiller idi ve yanlış hareket eden kişiler er ya da geç vazgeçtiler ve kendi uygun seviyelerine indiler. Tanrıdan olan değerlerden başka hiç bir şey kalıcı değildir. Benim ve diri Tanrının arasındaki bağlantının farkına varmam gerekir. Tanrı tarafından çağrılmış olduğum biri olarak kendi konumumu bilmem gerekir. Aksi takdirde dengem olmaz ve bu konuda süreklilik gösteremem. Yalnızca bazı insanlar bir yoldan gidiyorlar diye bizim de onları izleyerek artlarından gitmemiz bize yarar sağlamaz. Tanrı lütufkar davranarak herkese içinde yürüyeceği bir yol, içinde hareket edebileceği bir alan ve yerine getireceği bir sorumluluk verecektir. İşte bu yüzden çağrımızın ne olduğunu ve onun işlevlerini bilmeye bağımlıyız. O, lütfu aracılığı ile canlarımıza her gün hizmet eder ve bizler de O’nun adının yüceliği için gösterdiği çağrıda etkin bir şekilde işleyebiliriz. Bu konudaki ölçümüzün ne olduğu önemli değildir, yeter ki bu çağrı bize tanrı tarafından tedarik edilmiş olsun. Beş talanta sahip olabiliriz, ya da bir talanta sahip olabiliriz. Ama eğer gözlerimizi Babamıza dikmiş olarak  yine de bir talantımızı kullanır isek, O’nun lütufkar dudaklarından sanki beş talant kullanmışız gibi şu sözleri işiteceğimiz kesindir. “Aferin!” Bu teşvik edici bir gerçektir. Pavlus, Petrus, Yakup ve Yuhanna; her biri kendine özel bir ölçüye ve özel bir hizmete sahip idi. Ve bu her imanlı için geçerlidir. Hiç kimsenin diğerine müdahale etmesi gerekmez. Bir marangozun bir testeresi, bir çekici, bir rendesi ve bir keskisi vardır ve bu marangoz her bir aleti o alete ihtiyacı olduğu zaman kullanır. Taklitten daha değersiz hiç bir şey olamaz. Eğer doğal dünyada yaratılışın değişik düzenlerine bakacak olur isek taklit olan bir şey asla görmeyiz. Hepsinin kendisine uygun alanı ve uygun işlevleri vardır. Ve eğer bu durum doğal dünyada böyle ise o zaman ruhsal dünyada böyle olacağı ne kadar daha kesindir. Alan herkes için yeterince geniştir. Her evde çeşitli büyüklükte ve çeşitli şekilde kaplar vardır. Efendi onların hepsini ister.

Bu nedenle değerli ve sevgili okuyucum tanrısal mı yoksa insansal bir etki altında mı yürüyoruz diye araştırma yapmamız ve anlamamız gerekir. İmanımız insan bilgeliğinde mi duruyordur yoksa Tanrının gücünde mi duruyordur? Yaptığımız şeyleri diğer insanlar yaptığı için mi yapıyoruz yoksa Tanrı bu şeyleri yapmamız için bizi çağırmış olduğu için mi yapıyoruz? Yalnızca bir başka kişinin örneği ya da etkisi ile mi yönlendiriliyoruz yoksa Tanrıya olan kişisel imanımız ile mi hareket ediyoruz? Bu sorular ciddi araştırmalar talep ederler. Kardeşlerimiz ile paydaşlıktan sevinç duymak hiç kuşkusuz mutlu bir ayrıcalıktır, ama eğer onların yanlışlarından etkilenir isek çok geçmeden gemimiz karaya vuracaktır. Bu yüzden aynı zamanda eğer ölçümüzün ötesine geçer isek, eylemimiz gergin, zorlayıcı ve sahte olacaktır. Bir insanın kendi yerinde ve kendi ölçülerine göre çalıştığını gördüğümüz zaman bunu anlamak kolay olacaktır. Tüm yapmacık davranışlar, sanılar ve taklitler aşırı çirkin olacaklardır. Bu yüzden sınırlarımızı bilerek dürüst olalım. Ve harika olamasak bile en azından içten olalım. Eğer bir kimse yüzme bilmemesine rağmen boyunu aşan sulara girer ise sürüklenip gideceği kesindir. Eğer denize dayanıklı bir kase iyi hali ile açık denize bırakılır ise dalgalar ile limana atılacağı ya da kaybolacağı kesindir. Lut, Kildanilerin Ur kentini terk etti, ama Sodom’un düzlüklerinde hata yaptı. Tanrının çağrısı Lut’un yüreğine ulaşmamış idi ve Tanrının mirası Lut’un görüşünü doldurmamış idi. Ne kadar ciddi ve ağır bir düşünce! Bu düşünce üzerinde daha derin düşünelim! Tanrıya övgüler olsun ki, Tanrı her çocuğu için bir yol hazırlamıştır; bu yol boyunca Tanrının yüzünün ışığı çocuğunu onaylayarak parlar. Ve bizim bu yolda yürümemizin en büyük sevincimiz olması gerekir. Tanrıyı tanıyan yürek için Tanrının onayı yeterlidir. Kardeşlerimizin her zaman onayını ve uygunluğunu sağlayamayacağımız doğrudur, sık sık yanlış anlaşılabiliriz. Ama bu tür konulara engel olamayız. Gelecek olan “o gün” tüm bunları düzene koyacaktır ve sadık yürek sakin bir şekilde o günü bekleyebilir, çünkü o gün “her kişi Tanrıya övgü sunacaktır.”

Ama burada özellikle üzerinde duracağımız yararlı konu Lut’un neden herkesin önünde gösterdiği tanıklığının yolundan ayrılmış olduğunu incelemek olacaktır. Herkesin hayatında hangi temel üzerinde durduğunu gösterecek olan bir kriz mevcuttur; bu krize neden olan motifler ve hangi objeler nedeni ile ortaya çıktığı önemlidir. Lut için de aynı konu geçerli idi; Lut Harran’da ölmedi ama Sodom’da düştü. Lut’un düşüşü ile ilgili “görünüşteki” neden kendisinin ve İbrahim’in sürü güden çobanlarının arasındaki çatışma idi. Ama gerçek şudur; bir kişi gerçekten tek bir görüş ve saf sevgi ile yürümediği zaman takılıp sürçeceği bir taşı kolayca bulacaktır. Eğer böyle bir taşı hemen çabuk bulamaz ise bir sonraki sefere bulacağı kesindir. Eğer burada bulamaz ise orada ya da şurada bulacağı kesindir. Bir anlamda yolundan ayrılmasının görünüşteki nedeni önemli bir mesele arz etmez. Gerçek neden görünüşteki nedenin altında ve çok uzaklarda yatar. Genel bir gözlem açısından neden yüreğin duygu ve arzularının gizli odalarının içinde bulunabilir ve neden bu arzuların şekli ve biçimi araştırıldıktan sonra ortaya çıkar. Çobanların arasındaki kavga İbrahim ya da Lut’a ruhsal bir zarar vermeden kolayca çözüme kavuşturulabilir idi. Bu durum İbrahim için yalnızca imanın harika gücünü ve ahlak yüceliğini ortaya koyan bir fırsat haline gelebilir idi; imanın temeli her zaman göksel Kralımız Rab İsa’dır. Ancak Lut için aynı durum yüreğinin dünyasallığını ortaya koyan bir fırsat olmuş idi. Çobanlar arasındaki çatışma Lut’ta dünyasallık üretmedi, aynı şekilde İbrahim’de de iman üretmedi. Her iki durumda da ikisinin gerçekte ne olduklarını ortaya koydu.

Bu konular her zaman aynıdır. Tanrının kilisesinde zıtlıklar ve bölünmeler ortaya çıkar ve bu yüzden pek çok kişi sürter ve şu ya da bu şekilde dünyaya dönüş yapar. Kişiler o zaman yaptıkları bu dönüşün suçunu zıtlık ve bölünmelere yüklerler. Oysa gerçek şudur; bu gibi şeyler canın gerçek durumunu geliştiren araçlar ve yüreğin eğilimlerini gösteren durumlardır. Yürekte var olan dünya idi ve yürek ya bir yoldan ya da bir diğer yoldan bu ayrılığa yürüyecek idi. Meselenin kökeni içerde yattığı zaman insanları ya da durumları suçlamak ahlak düşüklüğünün göstergesidir. Asıl konu zıtlık ve bölünmelerin derinlerde aranmaması gerektiğidir: derinlerde oldukları kesindir. Kenanlıların ve Perizlilerin önünde kardeşlerin çatıştıklarını görmek gerçekten üzücü ve alçaltıcıdır. Konuştuğumuz sözlerin her zaman şöyle olmaları gerekir: “Dua edelim ki senin ve benim aramızda hiç bir çatışma olmasın. Çünkü bizler kardeşiz.” Bu durumda İbrahim neden Sodom için bir seçimde bulunmadı? Çatışma neden İbrahim’in dünyaya dönmesine neden olmadı? Zıtlık ve bölünme neden İbrahim’in sürçmesi için bir fırsat olmadı? Çünkü İbrahim konuya Tanrının bakış açısından baktı. İbrahim’in yüreği de Lut’un yüreği gibi hiç kuşkusuz bol sulu otlakları arzu edecek bir yüreğe sahip idi. Ama o böyle bir durumda seçimi yüreğinin yapmasına izin vermedi. İbrahim önce bu konuda Lut’un seçim yapmasına izin verdi ve sonra Tanrının kendisi için seçim yapmasına izin verdi. İbrahim göksel bilgelik ile hareket etti. İmanın hareket şekli her zaman böyledir; iman Tanrının belirlemiş olduğu mirasa izin verir; iman aynı zamanda Tanrının her şeyi yapmasına da izin verir. İman Tanrının vermiş olduğu pay ile her zaman tatmin olur. İman her zaman, “Payıma harika yerler düştü, evet ben tanrısal bir mirasa sahibim” der. İmanın yargısına göre payının nereye düştüğü önemli değildir, tanrısal pay her zaman “iyi yerlere” düşer, çünkü Tanrı payı o yerlerden vermiştir.

İman insanı, gözü ile gören insana seçimini yapması için izin verme konusunda sorun yaşamaz. Çünkü “Bütün topraklar senin önünde. Gel, ayrılalım. Sen sola gider isen ben sağa gideceğim. Sen sağa gider isen ben sola gideceğim.” Yaratılış 13:9. Buradaki sakin ilgisizlik ve huzurlu ahlak yüceliği ne kadar hoştur! Ve yine de burada okuduğumuz ifadeye ne kadar harika bir güvenlik duygusu hakimdir! İman hazinesinin üzerine en ufak bir tehlike dahi asla dokunamaz; iman kendisine düşen tanrısal payı göz ile görünene oldukça karşıt bir yönde arayacaktır. İman, payını, benliğin asla incelemek için hayal dahi kuramayacağı bir yerin üstüne koyar ve böylece ona yaklaşmak isteyen olur ise yaklaşmasına izin vermez. İşte bu yüzden iman mükemmel bir şekilde güvenliktedir. Ve benliğe payı konusunda kendi seçimini yapması için izin verir iken hoş bir ilgisizlik içinde kalabilir.

O zaman Lut seçimini yapar iken neyi seçti? Lut, Sodom’u seçti. Tam da üzerine yargı gelecek olan bir yeri seçti. Ama bu nasıl oldu? Neden böyle kötü bir yer seçildi? Çünkü Lut dışsal görünüme baktı ve gelecekteki yazgı üzerinde durmadı. Burada belirgin olan karakter “kötülük” idi. Sodom’un geleceğinin yazgısı “yargı” idi – Rab Sodom’un üzerine gökten “ateşli kükürt” yağdıracak idi. Ama biri şöyle diyebilir: “Lut tüm bu olacaklardan haberdar değil idi.” Lut bundan belki haberdar değil idi, belki İbrahim de böyle olacağını bilmiyor idi; ama Tanrı bunu biliyor idi ve eğer Lut Tanrıya “kendi payını seçmesi için izin vermiş” olsa idi, Tanrı Lut için yok etmek üzere olduğu bir yeri seçmeyecek idi. Aslında bildiğimiz gibi yine de Lut’un seçimini Tanrı yapmadı; kararı Lut kendisi verdi. Sodom tanrı için uygun görünmüyor idi ama Lut’a uygun göründü. Lut’un gözleri bol sulu ovalara baktı ve yüreği bu ovalara çekildi. Ve Lut ovadaki kentlerin arasına yerleşti ve Sodom’a yakın bir yere çadır kurdu. İşte benliğin seçimi budur! “Demas şimdiki çağa olan sevgisi nedeni ile beni terk etti.” Lut aynı nedenden ötürü İbrahim’i terk etti. Ve tanıklık yerinden ayrılarak yargı yerine geçti.

“Lut Avram’dan ayrıldıktan sonra Rab Avram’a ‘bulunduğun yerden kuzeye, güneye, doğuya ve batıya dikkat ile bak’ dedi. ‘Gördüğün tüm toprakları sonsuza dek sana ve soyuna vereceğim.” Yaratılış 13:14,15. Kavga ve bölünme İbrahim’in ruhsal durumuna zarar vermedi, aksine onun göksel ilkelerini ortaya çıkardı ve canındaki iman yaşamını güçlendirdi. Ayrıca buna ek olarak Lut ile ilgili net bir düşünceye sahip oldu ve kendisine ölümcül bir ağırlık olacağını kanıtlamış olan Lut’un refakatinden de kurtarılmış oldu. Böylece her şey iyilik için işledi ve sonunda bereket hasadı biçildi. İnsanların geçen uzun süre zarfında uygun seviyelerini bulduklarını akılda tutmak çok ciddi ve aynı zamanda çok da teşvik edici bir noktadır. Tanrı tarafından gönderilmeden şu ya da bu yola dağılan kişiler ayrılmış olduklarını ağızları ile ikrar etmiş oldukları yolu bulurlar. Öte yandan Tanrı tarafından çağrılanlar ve O’na yaslananlar O’nun lütfu aracılığı ile desteklenirler. “Yolları parlak ışık ile doludur ve giderek öğle güneşinin ışığı kadar çok parlarlar.” Bu gerçek ile ilgili düşüncenin bizi alçakgönüllü, uyanık tutması ve duaya yönlendirmesi gerekir. “Ayakta durduğunu sanan dikkat etsin düşmesin” çünkü gerçekten de “Birinciler sonuncu ve sonuncular da birinci olacaklardır.” “Sona kadar dayanan kurtulacaktır.” Bu ilke hangi özel uygulamaya sahip olur ise olsun, geniş bir ahlak tahammülüne sahiptir. Limandan yelken açıp ayrılan pek çok gemi vardır ve yola çıkar iken donanımları hazır ve her şey yolundadır, ama ne yazık ki, fırtınalar, dalgalar, kayalıklar ve bataklıklar her şeyin görünümünü birden değiştirirler. Ve umut ile başlayan yolculuk felaket ile sona erer. Ben bu yazdıklarım ile yalnızca hizmet ve tanıklık yoluna işaret ediyorum ve hiç bir şekilde insanın Mesih’teki sonsuz kabul edilişi konusuna değinmiyorum. Tanrıya övgüler olsun ki, Mesih’teki sonsuz kabul edilişimiz hiç bir şekilde bizim ile ilgili değildir; Mesih’teki sonsuz kabul edilişimiz şu sözleri söyleyen Tanrı ile ilgilidir: “Ben koyunlarıma sonsuz yaşam veririm ve onlar asla mahvolmayacaklardır ve onları elimden hiç kimse kapamaz.” Ancak şu gerçeği de biliriz: pek çok imanlı hizmet ve tanıklık konularında belli bir yönde başlangıç yaparlar, çünkü Tanrının çağrısı aracılığı ile hareket ettiklerini düşünürler ve bir süre sonra başarısız olurlar? Bunu sorgulamak gereksizdir. Ve ayrıca yine pek çok imanlı tanrısal öğretiş almadan bazı özel eylem ilkeleri ile ya da Tanrının huzurunda olgun bir şekilde gözden geçirmedikleri sonuçlar ile başlangıç yaparlar ve bu eylemlerinin zorunlu bir sonucu olarak bir süre sonra kendilerini bu ilkeleri ihlal etmiş olarak bulurlar. Tüm bu sonuçlar mümkündür ve özenli bir şekilde bu durumlardan sakınılması gerekir. Bu tür sonuçlar Tanrının seçtiklerinin imanını zayıflatma eğilimi gösterirler ve gerçeğe düşman olan kişilerin paylayıcı konuşmalarına neden olurlar. Herkesin çağrısını ve görevini doğrudan Tanrının Kendisinden alması gerekir. Mesih’in özel herhangi bir hizmete çağırmış olduğu herkes Bu hizmet içinde düşmemesi için Mesih tarafından muhafaza edilecektir. Çünkü Mesih hiç kimseyi bir savaşa tek başına göndermez. Ama eğer bir hizmete O’nun tarafından gönderilmeden gider isek, yalnızca akılsızlığımızı öğrenmek ile kalmayız ama aynı zamanda akılsızlığımızı göstermiş de oluruz.

Ancak yine de hiç kimsenin herhangi bir ilkeyi kendine mal etmesi ya da kendisini hizmetin ya da tanıklığın herhangi bir özel karakterinin bir örneği olarak görmemesi gerekir. Tanrı böyle tutumlara engel olsun! Böyle bir tutum çok büyük bir akılsızlık ve boş bir aldanmadan başka bir şey değildir. Tanrının sözünü ortaya koymak bir öğretmene düşen görevdir. Ve Efendisinin isteğini yerine getirmek de imanlının görevidir. Ancak tüm bunların tam olarak anlaşılması ve kabul edilmesi için mal olacak büyük bir bedelin derin ihtiyacını her zaman hatırlamamız gerekir. Bunu hatırlar iken ne yaptığımız önemli değildir, ister bir kule bina etmeye kalkalım ister savaşa gitmeyi planlayalım bedeli aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Eğer bu konu üzerinde daha ciddi bir şekilde durulacak olsa idi o zaman aramızda o zaman aramızda çok daha az bir çatışma, karışıklık ve başarısızlık görülecek idi. İbrahim tanrı tarafından yaşadığı Ur kentinden Kenan diyarına çağrıldı ve bu nedenle Tanrı onu yolda yönlendirdi. İbrahim Harran’da kaldığı zaman Tanrı onu bekledi; İbrahim kıtlık zamanında Mısır’a indiği zaman Tanrı onu yine de bereketledi ve yeniledi; İbrahim yönlendirilmeye ihtiyaç duyduğu zaman Tanrı ona rehberlik etti; bir çatışma ya da bir bölünme olduğu zaman Tanrı İbrahim ile ilgilendi, ona ilgi gösterdi, öyle ki İbrahim yalnızca şu sözleri söyleyebildi: “ Ey Tanrım, senin iyiliğin Sana tapınanlar için ne kadar büyüktür; tüm insanların önünde sana güvenenlere yaptığın iyilikleri gösterirsin.” İbrahim çobanların kavgası nedeni ile hiç bir kayba uğramadı. İbrahim önceden de çadırına ve sunağına sahip idi ve sonradan da aynı şekilde çadırına ve sunağına sahip oldu. “Sonra Avram çadırını söktü ve gidip Hevron’daki Mamre meşeliğine yerleşti ve orada Rabbe bir sunak yaptı.” Yaratılış 13:18. Lut Sodom’u seçmiş olabilir idi, ama İbrahim öyle yapmadı ve her şeyini Tanrıda aradı ve O’nda buldu. Sodom’da sunak yok idi. Ne yazıktır ki, o yöne doğru yolculuk eden herkes bu sunaktan çok farklı arayışların peşinde idi. Tanrıya tapınmanın değil dünyaya olan sevginin ardından gidenler gittikleri yönde hayal kırıklığına uğrarlar. Ve hatta her şeye rağmen istedikleri objeyi elde etmiş olsalar bile sonuç nedir ki? Ellerine geçen ne olacaktır? Yalnızca şu: “Tanrı onlara istediklerini verdi ama canlarına zayıflık gönderdi.”