Yaratılış 1

Kutsal Ruhun bu yüce kitaba başlangıç şeklinde garip bir şekilde çarpıcı bazı ifadeler mevcuttur. Öncelikle bize hemen Tanrı’yı takdim eder; Tanrının varlığındaki elzem doluluğu ve O’nun hareketlerinde mevcut olan eşsiz tavrı takdim eder. Bunların dışındaki her konu atlanmıştır. Bize anlatılan tek konu, Tanrıdır. Yeryüzündeki sessizliği yok eden ve yeryüzünün karanlığı üzerine parlayan Tanrıyı işitiriz. Amaç, O’nun Tanrılığını ve sonsuz gücünü gösterebileceği bir alanı geliştirmektir.

Burada boş merakın besleyebileceği hiç bir şey mevcut değildir- burada zavallı insan zihninin hesaplayabileceği hiç bir şey yoktur. Var olan, “TANRISAL GERÇEĞİN”  yürekte ve anlayışta harekete geçmek için sahip olduğu ahlak gücünün yüceliği ve gerçekliğidir. Tanrının Ruhu, merak edilen teorileri takdim etmek aracılığı ile boş merakı tatmin etmek için asla bir şey yapmaz. Jeologlar yeryüzünün iç kısımlarını ifşa edebilir ve bunlardan materyaller çıkartıp ortaya koyabilirler. Ve bazı olaylarda da tanrısal kayıtlar ile karşıt olan eklemeler yaparlar. Bulunan fosiller üzerinde fikirler üretebilirler ama Rabbin öğrencisi, kutsal bir zevk alarak esin ile yazılmış sayfalara bağlı kalır. Ve bu sayfaları okur, onlara inanır ve Rabbe tapınır. Şimdi önümüzde açık duran bu kitabı işte böyle bir ruh ile inceleyeceğiz. “Tapınakta araştırma yapmanın” ne demek olduğunu bilelim diye dua ediyorum. Kutsal yazıların değerli içeriğinde yaptığımız soruşturmaların her zaman gerçek tapınma ruhu ile ilerlemesini diliyorum.

Earth as seen from space
Dünya

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.” Yaratılış 1:1. Kutsal Kitap’ın ilk cümlesi tüm gerçek bereketin sınırsız kaynağı olan O’nun huzuruna götürür. Tanrının varlığının kanıtı ile ilgili ayrıntılı hiç bir tartışma yoktur. Kutsal Ruh zaten bu tür herhangi bir tartışma ile zaten ilgilenmez idi. Tanrı, Kendisini açıklar. Kendisini işleri aracılığı ile bildirir. Gökler Tanrının yüceliğini beyan ederler ve gök kubbe Tanrının elinin işi olduğunu gösterir. “Ey Rab, yarattığın her şey seni övsün.” “Her Şeye Gücü Yeten Kudretli Tanrı, senin işlerin yüce ve harikadır.” Yalnızca bir sapık ya da ateist ağzından çıkan tek bir söz aracılığı ile tüm evreni var olmaya çağıran Tanrının varlığının kanıtlanması için bir tartışma yaratacaktır; Tanrı kendisini her şeyi bilen, gücü her şeye yeten ve sonsuz Tanrı olarak açıkladı. Tanrıdan başka hiç kimse herhangi bir şey “yaratamaz”. “Başınızı kaldırıp göklere bakın. Kim yarattı bunları? Yıldızları sıra ile görünür kılıyor. Her birini adı ile çağırıyor. Büyük kudreti ve üstün gücü sayesinde hepsi yerli yerinde duruyor.” Yeşaya 40:26. “Putperestlerin tanrıları putlardır, ama Rab gökleri yaratmıştır.” Eyüp kitabının 38-41 bölümlerinde yaratılış konusu ile ilgili Yehova’nın kendisi hakkında O’nun sınırsız üstünlüğünün kanıtı olarak yanıtlanamaz bir tartışma hakkında yapılabilecek en büyük tanımı görürüz ve bu tanım bizi hem Tanrının her şeye yeten gücü ile ilgili en canlı ve en ikna edici sunumu anlamamızı sağlar hem de aynı zamanda şaşırtıcı alçak gönüllüğü aracılığı ile yüreklerimize dokunur. Görkem ve sevgi, güç ve şefkat, bunların hepsi tanrısaldır.

“Yer boş idi; yeryüzü şekilleri yok idi ve engin karanlıklar ile kaplı idi.” Yaratılış 1:2. Burada gerçekten de yalnızca Tanrının kendisinin eyleme geçebileceği bir durum söz konusu idi. İnsan kibirli yüreği ile kendini kanıtlamış olduğundan bu yana bu ve bundan daha yüksek alanlardaki Tanrı eylemlerine müdahale etmek gibi bir cüretkarlığa her zaman hazır olmuştur. Ama şu anda incelediğimiz konuda insan tüm diğer şeyler gibi henüz yaratıcı gücün öznesi olmadığı için bu alanlara müdahale edemez. Tanrı, yaratılışta tek başına idi. Sonsuz ışık konutundan boş yere baktı ve orada henüz açıklanmamış ve ortaya konmamış olan harika planlarını ve amaçlarını gördü; o şimdi boş olan yerde Sonsuz Oğul yaşayacak ve çalışacak ve tanıklık edecek ve kanını dökecek ve ölecek idi, öyle ki, Tanrının görkemli mükemmellikleri tüm bunlara şaşıracak olan dünyadakilere gösterilebilsin. Her şey karanlık ve karışık idi, ama Tanrı ışık ve düzen Tanrısıdır. “tanrı ışıktır, O’nda hiç karanlık yoktur.” Karanlık ve karışıklık, ister fiziksel, ister ahlaki, ister zihinsel ya da ister ruhsal açıdan bakalım, O’nun huzurunda asla yaşayamazlar, var olamazlar.

“Tanrının Ruhu suların üzerinde hareket ediyor idi.” Yaratılış 1:2. Tanrı, gelecekteki işlerinin görünmesi için üretken bir şekilde davranıyor idi. Evet, gerçekten de karanlık bir sahne ama aynı zamanda ışık ve yaşam Tanrısının eyleme geçmesi için geniş ve büyük bir sahne. Yalnızca Tanrı karanlığı aydınlatabilir, yaşamın oluşmasını sağlayabilir, karışıklık yerine düzen sağlayabilir ve suları ortasından yarabilir idi, öyle ki ölüm korkusu olmadan yaşam kendisini gösterebilsin. Tüm bunlar ancak Tanrıya yaraşan ve yalnızca O’nun yapabileceği işler idi.

“Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve ışık oldu.” Yaratılış 1:3. Tanrı için ne kadar da olay! Çünkü O Tanrı’dır! “O konuştu ve sözü yerine geldi. O buyurdu ve her şey belirdi.” İmansızlığın soruları şunlardır: “Nasıl? Nerede? Ne zaman?” Bu soruların yanıtı ise şudur: “Evrenin Tanrının buyruğu ile yaratıldığını ve böylece görülenlerin görülmeyenlerden oluştuğunu iman sayesinde anlıyoruz.” İbraniler 11:3. Bu ifade öğretilebilir bir ruh için tatmin edicidir. Felsefe bu yanıta onu hor görerek gülümseyebilir kaba bir bilgisizlik ya da tam bir körlük olduğunu ilan edebilir; bu ifade yarı barbar bir çağ için uygun bir yeterliliğe sahiptir ama dünya tarihinin aydınlatılmış bir döneminde yaşayan insanlar için oldukça yetersizdir. Müzeler ve teleskop esin ile yazan bir kişinin hiç bir şekilde bilmediği gerçeklere sahip olmamızı sağlamışlardır. Hangi bilgelik? Hangi öğretiş? Kutsal yazıların gücünü ve tasarısını kavramak için hepsi akılsızlık, saçmalık ve tam bir güçsüzlük değil midir? Tanrının amacı bizi kesinlikle jeolog ya da astrolog yapmak değildir; her okuldaki çocuğun önüne konan mikroskop ya da teleskop aracılığı ile görülen ayrıntılar ile meşgul etmek de değildir. O’nun amacı bizi Kendi huzuruna tapınanlar olarak yönlendirmek ve kutsal sözü aracılığı ile yüreklerimize ve anlayışlarımıza öğretmek ve onları gerçeğe yönlendirmektir. Ama bu amaç bir filozof tarafından asla kavranamaz ve o bu amaç ile tatmin olamaz; Söz’e kendini adamış olan öğrencinin imanını kaba ve dar zihniyetli ön yargılar olarak küçümser ve hor görür. Cesur bir tavır ile teleskopunu kavrar ve onunla çok uzaktaki gökleri inceler ya da yeryüzünün stratasını, fosillerini ve diğer oluşumları konusunda derin araştırmalarda bulunmak üzere yolculuk eder. Bunu yapar iken düşüncesi, asla kendi fikirleri ile çelişen esin ile yazılmış öyküleri geliştirmek değildir.

Bilimin imana karşı çıkan bu ifadeleri ile bizim hiç bir şekilde işimiz yok; biz “ister yukardaki göklerde, ister yeryüzünün derinliklerinde ya da ister yeryüzünün altında bulunan sular” ile ilgili tüm doğru keşiflerin Tanrının sözünde yazılmış olan ile uyum içinde olacağına inanırız. Ve eğer uyum içinde değiller ise kutsal yazıları gerçekten seven herkesin yargısı tarafından aşağılanacakları mükemmel bir kesinliğe sahiptir. Akılcılık ve kesin sadakatsizlik gibi pek çok durumda ne yazık ki öğrenilen spekülasyonlar ve önemli imiş gibi görünen teoriler öylesine üretken görünürler ki, şimdiki çağın yüreklerine büyük bir yalancı huzur verebilirler. Oysa yüreğin en çok ihtiyaç duyduğu şey, kutsal yazıların doluluğu, yetkisi, tamlığı, görkemi ve üstün esini ile tam olarak bina edilmesidir. Almanya’nın akılcılığına ve Roma’nın batıl itikatlarına karşı tek etkin koruyucu kutsal sözlerdir. Söz’ü uygun şekilde tanımak ve ona derin bir şekilde boyun eğmek şu anda verilecek olan tek önemli karardır. Rabbin büyük lütfu ile hem iman edenler hem de iman etmeyenler arasında tam olarak yücelmesini diliyoruz.

“Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa ’Gündüz’, karanlığa ‘Gece’ adını verdi.”  Yaratılış 1:4,5. Burada Söz’ün tamamı boyunca çok sık bahsedilen iki büyük sembolü görüyoruz. Işığın varlığı gündüzü yapar; ışık olmadığı zaman ise gece olur. Aynı durum canlarımız için de geçerlidir. “Işığın çocukları” ve “Karanlığın çocukları” vardır. Bu çok belirgin ve ciddi bir ayrımdır. Yaşam ışığının üzerine parlamış olduğu herkes “yücelerdeki yaşam ışığı” tarafından etkili bir şekilde ziyaret edilmiştir. İsa Mesih’in yüzündeki Tanrı yüceliğinin bilgisinin ışığını almış olan herkes kim olur ise olsun ve nerede olur ise olsun, “ışığın çocukları ve gündüzün çocukları” olarak birinci sınıfa ait kişilerdir.

Öte yandan hala doğal karanlık, doğal körlük ve doğal imansızlık içinde olan herkes  - doğruluk Güneşi’nin sevinç veren ışınlarını henüz iman aracılığı ile yüreklerine almamış bulunan herkes yani ruhsal gecenin gölgelerinde hala sarılı bulunan herkes – “karanlığın çocukları” ve “gecenin çocuklarıdır.”

Değerli okuyucu, yürekleri Araştıran’ın huzurunda bir an durup kendinize sorun, şu anda siz bu iki sınıftan hangisine aitsiniz? Hangi sınıfa ait olduğunuz her şeyden önemlidir. Kuma yazma bilmiyor olabilir ve yoksul ve aşağılanan biri olabilirsiniz, ama eğer lütuf aracılığı ile sizi dünyanın Işığı Olan Tanrının Oğlu’na bağlayan bir hat mevcut ise o zaman gerçekten de gündüze ait bir evlatsınız ve “boğazlanmış Kuzu’nun “ sonsuza kadar merkez olacağı o yücelik bölgesindeki göksel alanda parlamak yazgınızdır. Bu sizin çabanız ile yapılmış bir şey değildir. Bu, Tanrının Kendisinin amacı ve işleyişinin sonucudur. Size, Mesih’te ışık, yaşam, sevinç ve esenlik veren ve işi tamamlayan bir kurban sunan Tanrıdır. Ama eğer tanrısal ışığın kutsal eylemine ve etkisine henüz tam bir yabancı konumunda iseniz ve eğer gözleriniz Tanrının Oğlu’nun güzelliğine bakmak için açılmadı ise o zaman Newton’un tüm bilgisine de sahip olsanız ya da insan felsefesinin tüm hazineleri ile zenginliğe de sahip olsanız ya da insan biliminin tüm akımlarına da hakim olsanız ve adınız bu dünyada mevcut olan tüm üstün okul ve üniversitelerin tüm öğretim ünvanları ile taçlandırılmış dahi olsa siz yine de “gecenin oğlu” ve “karanlığın oğlusunuz.”  Ve eğer şimdi hali hazırdaki konumunuzda ölürseniz sonsuza kadar süren bir gecenin karanlığı ve dehşeti içinde kalacaksınız. İşte bu yüzden sevgili dostum, lütfen bir sayfa daha okumadan hemen şimdi “gündüze” mi “geceye” mi ait olduğunuz konusunda tam olarak karar verin ve bu kararı vermeden de asla tatmin olmayın.

Bundan sonra üzerinde duracağım nokta ışıkların yaratılışı hakkındadır. “Tanrı şöyle buyurdu: ‘Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak ve yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri günleri, mevsimleri ve yılları göstersin.’ Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.” Yaratılış 1: 14-16.

Güneş ışığın ve sisteminizin en önemli merkezidir. Onun çevresinde daha küçük küreler dönerler. Ve onlar da ışıklarını güneşten alırlar. İşte bu yüzden güneş çok doğru olarak, Rabbe tapınanların yüreklerini sevindirmek için kanatlarında şifa ile yükselecek Olan’a uygun bir sembol olarak görülebilir. Bu sembolün uygunluğu ve güzelliği geceyi uyanık geçirerek güneşin doğmasını bekleyen kişiye tam olarak görünecektir. Gecenin karanlığı ve gölgelerinin tümü yok olacak ve bütün yaratılış ışığın dönüşünü selamlayacaktır. Doğruluk güneşi yükseldiği zaman işte böyle olacaktır. Gecenin gölgeleri kaçacaklar ve tüm yaratılış “bulutsuz bir sabaha” uyanarak sevinecek ve yüceliğin parlak başlangıcına sahip olan ve asla sona ermeyecek olan o güne kavuşacak.

Tek başına donuk olan ay tüm ışığını güneşten alır. Yeryüzünün ve yeryüzünün etkilerinin dahil olması dışında ayın yansıttığı ışık her zaman güneşin ışığıdır. 1 Güneş ufkumuzda batar batmaz ay güneşin ışığını almak için ortaya çıkar ve onları karanlık bir dünyaya geri yansıtır ya da gün ortasında göz ile görülür olması gerektiği zaman daima donuk bir ışığı vardır çünkü bu durum üstün olan aydınlık ile birlikte görünüyor olmasının doğal bir sonucudur. Belirtilmiş olduğu gibi dünyanın bazen müdahale ettiği doğrudur; koyu bulutlar, yoğun sisler ve üşüten akımlar da yeryüzünün yüzeyinden yükselirler ve ayın gümüşi ışığını gözlerimizden gizlerler.

Şimdi, güneş nasıl Mesih ile ilgili güzel ve uygun bir sembol teşkil ediyor ise ay da aynı şekilde bize şaşırtan bir şekilde kiliseyi hatırlatır. Ayın ışığının kaynağı gözlerden gizlenmiştir. Dünya Mesih’i görmez ama imanlı kilise O’nu görür. Ve ay geceyi yaşayan bir dünyanın üzerine Mesih’in ışınlarını yansıtmak ile sorumludur. Dünyanın Mesih hakkında bilgi edinmesinin tek yolu kilise aracılığı ile olur. Esin ile yazmış olan elçinin sözlerini okuyalım: “Bütün insanlarca bilinen ve okunan, yüreklerimize yazılmış mektubumuz sizsiniz. Hizmetimizin sonucu olup mürekkep ile değil, yaşayan Tanrının Ruhu ile taş levhalara değil, insan yüreğinin levhalarına yazılmış Mesih’in mektubu olduğunuz açıktır. “ 2. Korintliler 3:2,3.

Kilisenin sahip olduğu konumun sorumluluğu ne kadar da büyük! Yürüdüğü tüm yollarda Mesih’in göksel ışığının yansımasına engel olabilecek her şeye karşı çok ciddi bir şekilde ayık ve uyanık olması gerekmektedir. Ama kilise bu ışığı nasıl yansıtacaktır? Mesih’in parlak ışığının kendi üzerine yansımasına izin vererek! Eğer kilise yalnızca Mesih’in ışığında yürüyecek olsa o zaman O’nun ışığını yansıtacağı kesindir ve böylelikle her zaman kendisine uygun olan konumunu koruyabilir. Ayın ışığı kendisine ait değildir. Aynı şey kilise için de geçerlidir. Kilise kendisini dünyanın önüne koymaya çağrılmamıştır. Yalnızca kendisinin güneşten aldığı ışığı yansıtması için sorumluluk taşır. Kilise burada yeryüzünde iken içinde konut kurmuş olan Kutsal Ruh’un enerjisi aracılığı ile Mesih’in yürümüş olduğu yolda kutsal gayret ile öğrenme sorumluluğu taşır. Ama ne yazık! Sisleri ile bulutları ile ve dumanları ile yeryüzü müdahale eder ve ışığı saklar. Dünya Mesih’in adı ile çağrılan kişilerde Mesih’in karakter özelliklerinin çok azını görür; evet, imanlılar pek çok durumda Mesih’e benzeyen kişiler olarak görünmezler, alçakgönüllü bir karşıtlık sergilerler. Mesih’i daha çok dua ederek öğrenelim, öyle ki, daha sadık bir şekilde O’na benzeyecek güç bizlerde işlesin.

Yıldızlar uzakta olan ışıklardır. Onlar diğer alemlerde parlarlar ve göz kırpmalarının görülmesi dışında bu sistem ile olan bağlantıları çok küçüktür. “Bir yıldız yücelikteki bir başka yıldızdan farklıdır.” İşte Oğlu’n gelecek olan krallığında böyle olacaktır. O, diri ve sonsuza kadar kalıcı ışık ile parlayacaktır. O’nun bedeni olan kilise O’nun ışıklarını sadık bir şekilde tüm çevreye yansıtacaktır. Kutsallar adil Yargıç ile birlikte bireysel olarak parlayacaklardır; bu, O’nun yokluğundaki karanlık gece sırasında verdikleri hizmetin bir ödülü olacaktır. Bu düşünce bizi şu anda dünyada olmayan Rabbimize benzeme konusunda gayrete getirmelidir. (Bakınız Luka 19:12-19).

Bundan sonra yaratılışın daha aşağıdaki düzenlerinden söz edilir. Deniz ve yeryüzü yaşam ile birlik olmak için yaratılır. Bazı kişiler her bir günün işi ile ilgili olarak rahatsız hissederler ve ruh durumları eylemlerini etkiler. Bu konuda söylemek istediğim tek şey eylemlerimizde kutsal bir gayret ile kutsal yazıların ilkelerine uygun olarak hareket etmemizdir; aksi takdirde acı hatalar yapılabilir. Bu konuda yorumda bulunma konusunda kendimi özgür hissetmiyorum. Bu nedenle yalnızca tek güvendiğim şey olan kutsal ayetlere inanarak hareket edeceğim.

Şimdi Tanrının ellerinin işi olarak düzenlenmiş olan insanın konumu üzerinde düşüneceğiz. Tanrı tarafından her şey düzenlenmiş idi, önderlik edecek birine ihtiyaç var idi. “Tanrı, ‘Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım’ dedi. ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere ve yeryüzünün tümüne egemen olsun.’ Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrının suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, ‘Verimli olun, çoğalın’ dedi. ‘Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın ve denizdeki balıklara, gökteki kuşlara ve yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.” Yaratılış 1:26-28. Okuyucu, burada “o” ifadesinin “onlar” ifadesine dönüştüğünün farkına varacaktır. Bir sonraki bölüme kadar bize kadının yaratılışı ile ilgili gerçekten tam olarak söz edilmez; ama burada Tanrının “onları” bereketlediğini ve “onlara” evrensel yönetimde birlik olmalarını söylediğini okuruz. Yaratılıştaki tüm düzen ortak egemenlik altına konulmuştur. Havva tüm bereketlerini Adem’de almıştır. Saygınlığını da Adem’de almıştır. Havva henüz var olmaya çağrılmamasına rağmen Tanrının amacında insanın bir diğer yarısı olarak yer alır. “O’nun kitabının bir bölümünde henüz var olmasalar da var olacak olan herkese önceden gönderme yapılır.”

Earth as seen from space
Balık

Kilise içinde durum aynıdır – kilise İkinci İnsan’ın gelinidir. Mesih’teki Kilise sonsuzluk boyunca Mesih’e, Başı ve Rabbi olarak sahiptir. Efesliler kitabının ilk bölümünde yer alan ayette şunları okuruz: “O, Kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti.” Efesliler 1:4. Kilisenin her bir üyesi henüz ilk yaşam soluğunu almamış iken her biri tek tek Tanrının sonsuz zihninde yer alıyorlar idi; Oğlu’na benzemeleri için önceden seçilmişler idi. Tanrı, kilisesinin, Oğlu’nda tam olmasını istemiştir. Bu nedenle Kilise “her şeyi dolduranın doluluğu - [pleroma, πλήρωμα]” olarak anılır. Bu unvan gerçekten şaşırtıcıdır ve Kilisenin saygınlığını, önemini ve yüceliğini çok geliştirir.

Kurtuluşa yalnızca canların bereketi ve güvenliği olarak bakmak çok sıradan bir görüştür. Herhangi bir konuda kilise bireyi ile ilgili her şeyin övgüler sunduğumuz Tanrımız tarafından güvence altına konulduğu kesindir. Bu konu kurtuluş ile ilgili gerçeğin en ufak bölümüdür. Ama kurtuluşa Mesih’in yüceliğinin dahil olması ve bu yüceliğin kilisenin varoluşu ile bağlantılı olması çok daha saygın, derin ve güçlü bir gerçeği ortaya koyar. Kutsal Ruhun yetkisi ile bana verilen bu unvan sayesinde ben kendimi Mesih’in bedeninin gerekli bir üyesi olarak görmeliyim ve bu nedenle tüm kişisel ihtiyaçlarımın sağlanması konusunda artık hiçbir kuşku duymamam gerekir. Ve bu açıdan bakıldığı zaman kilise Mesih için gerekli değil midir? Evet, gerçek olduğu doğrudur. “Adem’in yalnız kalması iyi değildir, ona bir yardımcı yaratacağım.” Ve yine bu konudaki bir başka ayete bakalım: “Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Bu nedenle ve melekler uğruna kadının başı üzerinde yetkisi olmalıdır. Ne var ki, Rab’de ne kadın erkekten, ne de erkek kadından bağımsızdır. Çünkü kadın erkekten yaratıldığı gibi, erkek de kadından doğar. Ama her şey Tanrıdandır.” 1.Korintliler 11:8-12. Bu yüzden artık Tanrının zavallı ve çaresiz bir günahkarı kurtarıp kurtaramayacağı, onun günahlarını ortadan kaldırıp kaldıramayacağı ve onu tanrısal doğruluğun gücü ile kabul edip edemeyeceği gibi bir mesele söz konusu edilemez. Tanrı, ‘İnsanın yalnız olması iyi değildir’ demiş idi. “İlk insanı” ona bir yardımcı yaratmadan yalnız bırakmamıştır; “İkinci” insanı da yalnız bırakmayacaktır. Birinci durumda olduğu gibi, eğer Havva olmasa idi yaratılışta bir boşluk olacak idi; ne kadar derin bir düşünce! İkinci durumda da Gelin yani Kilise olmasa idi, yeni yaratılışta bir boşluk olacak idi.

Şimdi Havva’nın yaratılışı ile ilgili konuya bakalım ve bunu yapar iken zorunlu olarak bir sonraki bölümün içeriğinden alıntılar eklememiz gerekecek. Adem’den önce yaratılmış olan şeylerin hiç birinde Adem’e yardımcı olacak biri bulunmuyor idi. Adem’in üzerine “derin bir uyku” getirilmesi gerekiyor idi, ondan bir eş yaratılacak idi ve bu eş onun egemenliğine ve bereketine paydaş olacak idi. “Ve Rab Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyur iken Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini et ile kapladı. Adem’den aldığı bir kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak 2 onu Adem’e getirdi. Adem, ‘İşte bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir’ dedi. Ona kadın (işşa) denilecek, çünkü o adamdan (iş) alındı.” Yaratılış 2: 21-23.

Adem ve Havva’ya kutsal yazıların bize açıkladıkları gibi Mesih’in ve kilisenin bir örneği olarak baktığımız zaman, Mesih’in ölümünün kilisenin oluşabilmesi için yapılması mutlaka gerekli olan bir iş olarak görmemiz mümkün olur. Ama şunu da hatırlamamız gerekir ki, Tanrının amacına göre kilise zamanın başlangıcından önce belirlenmiş ve Mesih’te seçilmiş idi. Yine de Tanrının gizli amacı ve bunun ile ilgili açıklaması ve bu gizli amacı yerine getirmesi arasında büyük bir farklılık vardır. Kilisenin oluşumu ile ilgili kısımlar konusunda bu tanrısal amacın gerçekleştirilmesinden önce Oğul’un reddedilmesi ve çarmıha gerilmesi gerekiyor idi – öyle ki yücelerdeki tahtında oturabilsin ve imanlıları tek bir Beden’e vaftiz etmesi için Kutsal Ruh’u gönderebilsin. Mesih’in ölümünden önce canların dirilmesi ve kurtulması söz konusu değildir. Canların kurtuldukları kesindir. Mesih’in kurban olması sayesinde Adem kurtuldu ve çağdan çağa aynı şekilde binlerce kişi de kurtuldu; Mesih’in o çağlarda kurban edilmemiş olmasına rağmen kurtuldular. Ancak bireysel canların kurtuluşu farklı bir konudur ve Kutsal Ruh aracılığı ile kilisenin oluşumu da yine aynı şekilde farklı bir konu!

Bu farklılık yeterince kavranılması zor bir konudur. Ve teori olarak anlaşılsa bile bir gerçekten akması doğal olarak beklenen o pratik sonuçların bazılarının refakatine ihtiyaç duyar. Kilisenin “göklerin Rabbi, İkinci İnsan” ile olan özel ilişkisindeki eşsiz yeri, farklı ayrıcalıkları ve saygınlıkları  - tüm bunlar Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile elde edildiği takdirde en zengin, en ender, en verimli ve en hoş kokulu ürünleri üretirler. (Bakınız Efesliler 5:23-32.)

Önümüzdeki örneğe baktığımız zaman, kilisenin konumunu ve ilişkisini anlamak için bazı fikirler oluşturabiliriz. Havva Adem’e nasıl bir duygu borçlu idi? Havva büyük bir yakınlığın tadını çıkardı! Ne kadar da özel bir paydaşlık idi! Havva Adem’in tüm düşüncelerine tam olarak katılmış idi! Adem’in tüm saygınlığında ve yüceliğinde yalnızca Havva var idi; Adem Havva’nın üzerinde egemenlik sürmedi, onunla birlikte egemenlik sürdü. O tüm yaradılışın Rabbi idi; kadın da onunla bir olmuş idi. Evet, daha önce de belirtilmiş olduğu gibi, Havva ona baktı e onda bereketlendi. “Adam” obje idi ve “kadına” ihtiyacı var idi. Ve kadın bu nedenle yaratılmış idi. Bundan daha ilginç bir örnek asla olamaz. Önce erkek yaratıldı ve kadın onda görüldü ve sonra ondan yaratıldı – tüm bunlar çok çarpıcı ve eğitici olarak verilmiş örneklerdir. Bir öğretiş asla bir örnek üzerine bina edilemez, ama bir öğretişi Söz’ün diğer kısımlarında tam ve net olarak yer aldığını gördüğümüz zaman örneği anlamak, takdir etmek ve ona hayran olmak için hazırlıklı oluruz.

Mezmur 8 Tanrının elinin işleri konusunda insan ile ilgili güzel bir görüş sunar. “Seyreder iken ellerinin eseri olan gökleri, oraya koyduğun ayı ve yıldızları. Soruyorum kendi kendime: ‘İnsan ne ki, onu anasın, ya da insanoğlu ne ki ona ilgi gösteresin?’ ‘Nerede ise bir tanrı yaptın onu, başına onur ve yücelik tacını koydun. Ellerinin yapıtları üzerine onu egemen kıldın. Her şeyi ayaklarının altına serdin; davarları, sığırları, yabanıl hayvanları, gökteki kuşları, denizdeki balıkları, denizde kıpırdaşan bütün canlıları.’” Mezmur 8: 3-8.Burada kadın ile ilgili farklı bir söz edilmeden insandan söz edilir ve bu oldukça önemli bir noktadır, çünkü kadın erkek içinde görülür.

Eski Antlaşma’nın hiç bir yerinde kilisenin gizemi ile ilgili doğrudan bir açıklama yoktur. Elçi güçlü bir ifade kullanarak şu sözleri söyler: “Bu sır önceki kuşaklara açıkça bildirilmemiş idi. Şimdi ise Mesih’in kutsal elçilerine ve peygamberlerine –Yeni Antlaşma’nın kutsal elçi ve peygamberleri - Ruh aracılığı ile açıklanmış bulunuyor.” Bu nedenle Mezmur’da yazılmış olduğu gibi, bize takdim edilen yalnızca “insandır”, ama kadının ve erkeğin tek bir Baş altında bir olduğunu görüyoruz. Tüm bunların karşıt örnekleri gelecek olan çağlarda tam olarak görülecektir. O zaman gerçek İnsan, göklerin Rabbi geçip tahtına oturacak ve Gelini olan Kilisesi ile paydaşlık içinde yenilenmiş bir yaratılış üzerinde egemenlik sürecektir. O’nun kilisesi Mesih’in ölümü aracılığı ile canlanmıştır; O’nun “bedeninin, etinin ve kemiklerinin” parçasıdır. Mesih Baş ve kilise Beden olarak Efesliler kitabının dördüncü bölümünde okuduğumuz gibi bir İnsan oluştururlar.

“Hepimiz iman birliğinde ve Tanrı Oğlu’nun bilgisinde Mesih’in doluluk konumu ölçüsünde mükemmel bir insan haline gelene kadar kilise Mesih’in parçası olarak muhteşem eşsizlikteki yücelik içinde bir yere sahip olacaktır.” Adem’e Havva kadar yakın olan başka bir yaratık yok idi, çünkü başka hiç bir yaratık onun parçası değil idi. Bu nedenle kilise Mesih’in gelecek olan yüceliğinde Mesih’e en yakın konuma sahip olacaktır. Bu yüzden bizim hayranlığımızı uyandırması gereken şey kilisenin ne olacağı değil, ne olduğudur. Şimdi Başı Mesih olan Beden’dir ve içinde Tanrının konut kurmuş olduğu tapınaktır. Ah, bizler davranışlarımızda ne kadar dikkatli olmamız gereken bir halkız! Eğer şimdiden O’nun Bedeni ve Tapınağı isek, Rabbin lütfu aracılığı ile gelecekte sahip olacağımız bu ayrıcalık ve saygınlık bizde kesinlikle kutsal, adanmış, ayrılmış ve yüceltilmiş bir yolda yürüme isteği uyandırmalıdır.

Kutsal Ruh tüm bu konuları yüreklerimize daha tam ve daha güçlü olarak açıklasın ki, bizler de çağrılmış olduğumuz yüksek konumun değerini davranış ve karakterlerimizde daha derin olarak hissedebilelim. “O’nun çağrısından doğan umudu, kutsallara verdiği mirasın yüce zenginliğini ve iman eden bizler için etkin olan kudretinin aşkın büyüklüğünü anlamanız için yüreklerinizin gözleri aydınlansın diye dua ediyorum. Bu kudret Tanrının Mesih’i ölümden diriltirken ve göksle yerlerde sağında oturturken O’nda sergilediği üstün güç ile aynı etkinliktedir. Tanrı O’nu tüm yönetimlerin, hükümranlıkların, güç ve egemenliklerin, yalnız bu çağda değil gelecek çağlarda da anılacak olan tüm adların çok üstüne çıkardı. Her şeyi ayakları altına sererek O’na bağımlı kıldı. O’nu her şeyin üzerinde Baş olmak üzere kiliseye verdi. Kilise O’nun bedenidir; her yönden her şeyi dolduranın doluluğudur.” Efesliler 1:18-23.


1.   Çok güçlü bir teleskop aracılığı ile aya bakıldığı zaman ayın, doğanın engin enkazının görünümünü sunduğu ilginç bir gerçektir.

2. İbranice’de “yaratılan” sözcüğü LXX sayfa kenarında okodomesen olarak geçer. Efesliler kitabındaki 2:20,22 olarak yer alan orijinal ayetlerde okuyucu, “yaratılan” ve “birlikte yaratılan” sözcüklerinin aynı fiilin kökünden üretildiğini göreceklerdir.