Bölüm 8

Halkının Kurtarıcısı Olarak Tanrı

Mısır’dan Çıkış 14

Bölüm 12’de, Tanrı bir Yargıç olarak görünür, çünkü günah sorunu bir kez ortaya atıldığı zaman, Tanrı’nın doğasının kutsallığı bu günah sorunu ile ilgilenmesini gerekli kılar – ve bu sorunu adil bir şekilde çözmesini gerektirir. Tanrı, bu yüzden halkının günahları nedeni ile onlara karşı idi, ama yine de adil taleplerini Fısıh Kuzusu’nun kanı aracılığı ile lütufkar bir şekilde Kendi taleplerine uygun olarak tedarik etti. Ama bu bölümde günahları nedeni ile halkına karşı olan Tanrı, şimdi kan sayesinde onlardan yanadır. Adaleti, doğruluğu, gerçeği ve yüceliği, ve evet her şeyi ile serpilen kan sayesinde tatmin olmuştur. Kanın değeri altında önüne getirilmiş kişilerin davasına bakabileceği bir temel üzerinde bir kefaret 1 sunulmuştur. Ve bunun sonucu olarak, Tanrı, bu bölümde bir Kurtarıcı olarak görünür. Tarihi açıdan bu iki karakter arasında bir ara dönem mevcuttur. Tanrı, Fısıh gecesinde bir Yargıç idi ve Kızıl Deniz’de ise bir Kurtarıcı idi. Ve uyandırılmış canların çoğunluğunun bu gerçeği anlama düzeni budur. Önce gerçekten yalnızca Kutsal Ruh’un işi olan günah konusunda ikna edilme gerçekleştiği zaman, Tanrı, suç nedeni ile kişinin canına bir Yargıç olarak görünür. Ama Mesih’in kanına iman aracılığı ile Tanrı’nın talepleri karşılandığı zaman, vicdan suçtan arınıp huzura kavuştuğunda, can, o zaman Tanrı’nın Kendisi’nin ondan yana olduğunu kavrar ve bu gerçeğin kanıtını Tanrı’nın, Rab İsa’yı ölümden diriltişi ile gösterdiğini görür. Bu iki aşama Romalılar 3 ve 4. bölümlerde açıkça ifade edilir. Böylelikle Romalılar 3. bölümün içeriği İsa’ya inanarak, kana imandır. (25, 26. ayetler); Romalılar 4. bölümün içeriği ise Tanrı’ya imandır. (ayet 24) Ve bu nedenle, sözü edilen ikinci aşamaya ulaşılıncaya dek, huzura kavuşulmaz. Ama bu iki şey İsrailoğulları ile bağlantılı olarak tarihi açıdan ve genellikle canların deneyiminde birbirlerinden ayrılırlar iken, hatırlanması gereken şudur: bir tek ve aynı olan işin iki kısmı mevcuttur. Bu yüzden bu görünüm açısından Kızıl Deniz’deki zafer, Tanrı’nın gücünün gösterilişinde daha çarpıcı etkiler sunar ve, gerçekleşmesi bir yandan Tanrı’nın halkının kurtarılışı ve öte yandan firavunun ve ordusunun yok edilmesi sonucu, fısıh gecesinde serpilen kan sayesinde mümkün olmuştur. Kan, Tanrı’nın İsrail lehine tüm yaptıklarının temelini teşkil eder. Oysa, Kızıl Deniz geçilene kadar kurtarılışın bilinmediği oldukça doğrudur, ancak kan dökülmesi daha derin ve önemli bir anlam taşır çünkü halkının günah sorunu ile ilgili Tanrı’yı yüceltti ve O’nun, karakterinin her niteliği ile uyumlu olarak halkının tam kurtuluşu ile ilgili işleyebilmesini sağladı. Bu bölümün anlaşılabilmesi ancak şu şekilde mümkündür: İki şey arasındaki bu farklılığın ve aynı zamanda aralarındaki bağlantının hatırlanması gerekir. Bu akılda tutulduğu takdirde yorum yapılabilecek anahtara sahip olunacaktır. Ve yazılmış olan her eylemin bu şekilde açıklanan gerçek ile ilişkisi olduğu görülecektir.

“Rab, Musa’ya, ‘İsrailliler’e söyle, dönsünler’ dedi, ‘Pi-Hahirot yakınlarında, Migdol ile deniz arasında, Baal-Sefon’un karşısında deniz kıyısında konaklasınlar. Firavun şöyle düşünecek: ‘İsrailliler ülkede şaşkın şaşkın dolaşıyorlardır, çöl onları kuşatmıştır.’ Firavunu inatçı yapacağım. Onların peşine düşecek. Böylece firavun ile ordusunu yenerek yücelik kazanacağım. Mısırlılar bilecek ki, ben Rabbim.’ İsrailliler söyleneni yaptılar.”

Rabbin yaptığı ilk şey, halkını, bir insanın bulunabileceği en umutsuz durum içinde bırakmak oldu. Halk, deniz kıyısında kamp kurdu ve tüm çevresini çöl kuşatıyordu. Tanrı onları böyle bir konuma yerleştirdi, öyle ki firavun onların ardına düştüğü takdirde, önlerinde, insan gücü yardımı ile kaçabilecekleri hiç bir yol kalmasın. Tanrı bu planını, firavunun yıkıma uğraması için bir ayartma olarak tasarladı. Aynı zamanda bu şekilde İsrailoğullarını da tamamen Kendisine bağımlı hale getirecekti. Planını böylece ikili şekilde kurdu; çünkü Mısırlıların O’nun Rab olduğunu bilmeleri ve İsrailoğullarının da O’nun Kurtuluşları olduğunu anlamaları ve kabul etmeleri gerekiyordu. Aşağıdaki anlatımda bu iki konuyu okuyacağız.

“Halkın kaçtığı Mısır firavununa bildirildiği zaman, firavun ve görevlileri onlara ilişkin düşüncelerini değiştirdiler; ‘Biz ne yaptık?’ dediler, ‘İsraillileri salıvermek ile kölelerimizi kaybetmiş olduk!’ Firavun savaş arabasını hazırlattı, ordusunu yanına aldı, seçme altı yüz savaş arabasının yanı sıra Mısır’ın bütün savaş arabalarını sorumlu sürücüleri ile birlikte yanına aldı. Rab, Mısır firavununu inatçı yaptı. Firavun zafer havası içinde ilerleyen İsraillilerin peşine düştü. Mısırlılar, firavunun bütün atları, savaş arabaları, atları, askerleri ile onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon’un karşısında konaklarken onlara yetiştiler.” (5-9. ayetler)

Firavunun olayında insan yüreğinin olasılıkları ile ilgili görülen açıklama çok önemlidir! Rab, birbiri ardına gönderdiği yargılar ile Elinin gücünü gösterdi ve Mısır ülkesindeki her ev halkından can çekişen feryatlar yükseldi, ama yine de buna rağmen, kralın ve aynı zamanda hizmetkarlarının onları üzüntüye boğan ve İsraillilerin bir an için özgür kalmasına izin veren pişmanlıklarından geri dönüş yapmaları ve onları eski köleliklerine geri getirmek için peşlerine düşmeye cesaret etmeleri, bu yargıların darbe izlerinden sıyrılmış olduklarını göstermektedir. Böylece İsraillilerin ardına düştüler, “Firavunun tüm atlıları ve savaş arabaları, ve sürücüleri ile bütün ordusu yola çıktılar; Baal-Sefon’un karşısında Pi-Hahirot yakınlarında deniz kıyısında kamp kurmuş olan İsraillilere yetiştiler.” Bu, daha önce açıklanmış olduğu gibi Rab tarafından açıklanmış bir durum idi. Firavun ve onun halkı için böyle bir durumda kalmak büyük bir akılsızlık olarak görünüyordu ve böyle düşünmeleri, tanrısal bilgelikten çok insan akılsızlığı tarafından yönlendirildiklerinin bir kanıtı olabilirdi. Bu nedenle, kolay bir zafer elde edeceklerinden tamamen emin olarak ilerliyorlardı. Çünkü aralarında kadınların ve çocukların da yer aldığı kaçak bir ulusu onların elinden ne kurtarabilirdi? Aynı zamanda imansız İsrail oğulları da aynı şekilde düşünüyorlardı. Oysa, kan tarafından bir kalkanla korunur gibi korunmaktaydılar, bulut sütunu kendilerine rehberlik ediyordu ve bu durumda kesinlikle, “Eğer Tanrı bizden yana ise, bize kim karşı olabilir?” diyebilirlerdi. Ama fiziksel görüş imandan daha güçlü idi. Önlerinde deniz ve arkalarında Firavun ve onun güçlü orduları bulunuyordu. Duruma doğal göz ile bakıldığı zaman kurtulmaları imkansızdı ve görebildikleri yalnızca tutsaklığın ya da ölümün kesin olduğu idi. İmkansız gibi görünen durumda zihinlerinde oluşan düşünce bu idi.

“Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlıların arkalarından geldiğini gördükleri zaman, dehşete kapılarak Rabbe feryat ettiler. Musa’ya, ‘Mısır’da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?’ dediler, ‘Bak, Mısır’dan çıkartmakla bize ne yaptın! Mısırda iken, sana, ‘Bırak bizi, Mısırlılara kulluk edelim’ demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılara kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu.’” (10-12. ayetler)

Gözlerinin gördüklerine göre hüküm verdikleri için şikayet ediyorlardı ve söyledikleri her bir söz imansızlık ile dolu idi. Çok korktular; çölde öleceklerdi; böyle olacağını biliyorlardı ve şimdi kendilerini bekleyen ölüm ile karşılaştırdıkları zaman Mısır’da kulluk etme düşüncesi onlara daha iyi gibi görünüyordu. Yaptıkları hata, düşüncelerinde Rabbin gücünü ve sevgisini hesaba katmamaları idi – imansızlığın her zaman yaptığı gibi – ve bu yüzden kendileri ve Mısırlılar arasındaki durum karşısında paniğe kapıldılar. Musa, farklı düşünüyordu; imanı sarsılmadı ve bu nedenle onların yüreklerini hem cesaretlendirebildi hem de imansızlıklarından dolayı onları azarladı.

“Musa, ‘Korkmayın’ dedi, ‘yerinizde durup bekleyin, RAB bu gün sizi nasıl kurtaracak, görün. Bu gün gördüğünüz Mısırlıları bir daha hiç görmeyeceksiniz. Rab sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.” (13, 14. ayetler)

Gerçekten de o gün insan gücünün hiç bir şekilde katkıda bulunamayacağı bir iş gerçekleşmek üzereydi. Çünkü, kurtarılmaları gereken iki şey vardı – firavun ve onun ordusu tarafından temsil edilen şeytanın gücü ve Kızıl Deniz aracılığı ile mecazi olarak gösterilen ölüm ve yargı. Ve bu her ikisi birbirleri ile bağlantılı idiler. Çünkü insanın günahı aracılığı ile şeytan haklar elde etmiştir ve ölümü Tanrı’nın adil yargısı olarak kullanır.İsrail’in oğullarının, fısıh kuzusunun kanı altında oldukları için korundukları zaten kesindi ve bu nedenle mükemmel bir huzur içinde dinlenebilirlerdi. Ama onlar kanın değerini bilmiyorlardı. Kan, onları yargı darbesinden kurtarmıştı; Tanrı, Mısır’ın ilk doğan çocuklarını vurduğu zaman, kendi ailelerinin kurtulduğunu biliyorlardı; ama bu aynı kanın kendilerini her şeyden koruduğunu henüz öğrenmemişlerdi; onları düşmanlarından kurtaran, çölde rehberlik eden ve hatta vaat edilen mirasa sahip olmalarını sağlayan kan idi. Ama firavun ortaya çıktığı anda, “dehşete kapıldılar” ve “Rabbe feryat ettiler.” Rab ise, zayıflıklarında ve kuşkularında onlarla buluştu ve onlara Musa aracılığı ile verdiği mesaj ile halkını hem Mısır ülkesinin kralından hem de Kızıl Deniz’in dalgalarından kurtaracak Olan’ın Kendisinin işi olacağını hatırlattı. Korku ve kuşkularından arınmalı, sakin olmalı ve Rabbin kurtarışını görmeliydiler. Çünkü düşmanları bundan böyle artık sonsuza kadar gözlerinin önünden silineceklerdi, Rab onlar için savaşacaktı ve onlar sükunetlerini muhafaza etmeliydiler. Kutsanmış gerçek şudur: Kurtuluş Rabbe aittir! Ancak bu gerçek, hepimizin çok yavaş öğrendiğimiz bir derstir. Kendilerinin de bir şey yapmaları gerektiğini düşünen o kadar çok kişi vardır ki. Ama hayır! Fısıh Kuzusunu Tedarik Eden, kanı ile bizi günahımızdan Temizleyen, işin tamamını yerine getirecektir. Kurtuluş, O’nun mükemmel ve tamamlamış olduğu işidir. Kurtuluşa şu ya da bu şekilde kendi çabalarımız ve mücadelelerimiz ile ekleme yapmak, yalnızca kurtuluşun güzelliğini ve bütünlüğünü lekelemek olur. Hayır, şeytan ve ölüm söz konusu olduğu zaman insan ne yapabilir? İnsan, bu tür düşmanların karşısında çaresizdir. Bu düşmanlardan kaçamaz, onları yenilgiye uğratamaz ve bu yüzden zorunlu olarak – eğer bu dersi öğrenmek istiyor ise – sakin olmak ve Rabbin kurtarışını görmek zorundadır.

Ancak bu gerçek, korkulu ve kaygılı bir yüreği yatıştırabilir. Eğer ölüm konusunda şeytanın gücü karşısında dehşete kapıldılar ise, o zaman bu değerli mesajın tadını çıkarmak için huzur diyarına girsinler: “Rab sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.”

Okumaya devam edelim ve Rabbin, kulu Musa’nın sözlerini nasıl doğruladığını algılayalım.

“Rab, Musa’ya, ‘Niçin bana feryat ediyorsun?’ dedi, ‘İsraillilere söyle, ilerlesinler. Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler. Ben Mısırlıları inatçı yapacağım ki, artlarına düşsünler. Firavunu, bütün ordusunu, savaş arabalarını, atlılarını yenerek yücelik kazanacağım. Firavun, savaş arabaları ve atlılarından ötürü yücelik kazandığım zaman, Mısırlılar bilecek ki, ben Rabbim.” (15-18. ayetler)

Musa’nın, “Sakin olun!” ve “İlerleyin!” buyrukları arasında herhangi bir tutarsızlık yoktur. İsraillilere, kendilerinin gerçekten hiç bir şey yapamayacaklarının hatırlatılması gerekiyordu; ama imanın, işin tamamlandığını algılaması ve ilerlemelerine büyük bir engel gibi görünen denizin arasından geçmek için cesaret ile yürümeleri gerekiyordu. Ölüm ve ölümün gücü yenilmişti, kurtuluş tamamlanmıştı ve bu yüzden ileriye doğru yürümeye başlamaları gerekiyordu. Buyruğun düzeni ve öğretişi güzeldir. Rab, işi tamamlar ve kurtuluşun tamamlanan işi aracılığı ile şeytanın ölüm gücünden kaçmak için bir yol açılmıştır. Yol açıldığı için, imanlıya düşen bu yoldan yürümektir; önce Yargıçları şimdi ise Kurtarıcıları Olan’a tam güvenerek cesaret ile ilerlemek. Rab bunu daha sonra Musa’ya verdiği buyruğu ile daha açık bir şekilde anlatır. Halkının gözleri önünde, onların korkularını yok etmek için ve onlara Korumasının ve İlgisinin tam olduğuna dair güvence vermek için, deniz üzerinde sahip olduğu gücünü gösterecektir. Ama bunun daha ayrıntılı bir şekilde açıklanması gerekir. Musa’ya, İsrailoğullarının ilerlemesini söyleyen buyruk ile birlikte değneğini havaya kaldırması ve elini denizin üzerine uzatarak onu ikiye ayırması da söylendi, öyle ki, İsrailoğulları kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçebilsinler. Mısırlıların, onları izleme konusunda inatçı yapılmaları gerekiyordu ve böylelikle kendi yıkımlarının ardından gidecekler ve böylelikle Tanrı hem halkının kurtuluşu hem de halkının düşmanlarının yok edilmesi konusunda adını yüceltmiş olacaktı. Musa’ya bu buyrukları verdikten sonra, Rab harekete geçer.

“İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrı’nın meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden, bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı.

Musa elini denizin üzerine doğru uzattı. Rab bütün gece güçlü doğu rüzgarı ile suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü. İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu. Mısırlılar artlarından geliyordu.

Firavunun bütün atları, savaş arabaları, atlıları denizde onları izliyordu. Sabah nöbetinde Rab ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. Arabalarının tekerleklerini çıkardı; öyle ki, arabalarını zorluk ile sürdüler. Mısırlılar, ‘İsraillilerden kaçalım!’ dediler, ‘Çünkü Rab onlar için bizim ile savaşıyor.’

Rab Musa’ya, ‘Elini denizin üzerine uzat’ dedi, ‘Sular Mısırlıların savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün.’ Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken Rab onları denizin ortasında silkip attı. Geri dönen sular, savaş arabalarını, atlıları, İsraillilerin peşinden denize dalan firavunun bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı.

Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu. Rab, o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler. Rabbin Mısırlılara gösterdiği büyük gücü gören İsrail halkı Rabden korkup O’na ve kulu Musa’ya güvendi.” (19-31. ayetler)

Şimdi bu mucizevi kurtuluştaki bir kaç noktayı dikkatle inceleyelim. Önce, Rabbin meleği harekete geçti ve Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Tanrı böylelikle, kan ile satın alınan halkı ve onları kovalayanlar arasındaki yerini aldı. Çünkü O, karakterinin her niteliği ve kimliğinin tümü ile, halkının iyiliği için işliyordu. Panik içindeki bu kalabalık belki Mısır’ın gösterişi ve cesareti tarafından alaya alınmış olabilir. Ama İsrail halkı Gücü Her Şeye Yeten’in himayesi altındaydı ve İsrail halkına ulaşılması için önce Tanrı’nın Kendisi ile karşılaşılması ve O’nun yenilgiye uğratılması gerekiyordu. Ah, bu değerli gerçekte ne kadar büyük bir güç ve teselli bulunmakta! Tanrı’nın Kendisi, Mesih’in kanı altında olan bu zayıf ve güçsüz kişilerin davasını üstleniyor! Şeytan, ordularının hepsini savaş safı halinde dizebilir ve gücünü sergileyerek canı dehşete düşürmek isteyebilir. Ama onun övünmeleri ve tehditleri hiçe sayılmalıdır, çünkü savaş Rabbin’dir! Bu nedenle bizim ne olduğumuz değil, Tanrı’nın ne olduğu önemlidir. Ve dikkatle gözlenmesi gereken nokta şudur: İmanlıdan yana olan düşmana karşıdır. İsrailoğullarına ışık, firavuna ve onun ordusuna karanlığı veren, bir bulut idi. Tanrı’nın varlığı, değerli kan aracılığı ile günahtan temizlenmiş olanların dışındaki herkesi dehşete düşürür. Bu yüzden Mısır ordugahı İsrail ordugahından ayrılmıştı ve “bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı.” (ayet 20) Tanrı’nın bizden yana olduğuna dair bu gerçek, böylesine açık ve net bir şekilde dile getiriliyor ise, o zaman bizlerin asla korkmaması gerekmez mi? Elişa, Tanrı’nın bizden yana olduğu gerçeğinin ve bu gerçeğin gücünün farkındaydı, ve bu nedenle uşağı, korkusunu dile getirdiği zaman, ona şu yanıtı verdi: “Korkma, çünkü bizim yandaşlarımız onlarınkinden daha çok.” Ve sonra peygamberin duası üzerine genç uşağın gözleri açıldığı zaman, “Elişa’nın çevresindeki dağların atlılar ile, ateşten savaş arabaları ile dolu olduğunu gördü.” (2.Krallar 6:15-17) Ancak yine de tekrarlayalım; bizim için Tanrı’nın koyduğu tek temel, Mesih’in değerli kanıdır. O zaman, burada öğretilen ilk şey, Tanrı’nın, halkını, Şeytan’ın gücüne karşı koruduğudur.

Üzerinde durulması gereken ikinci nokta, Kızıl Deniz’in sularının ikiye bölünmesidir. Musa’nın değneğini havaya kaldırması ve elini denizin üzerine doğru uzatması gerekiyordu. (ayet 16) Değnek, Tanrı’nın yetkisinin ve gücünün sembolüdür; ve bu yüzden O’nun önünde sular ikiye ayrıldı.

Güçlü doğu rüzgarı bir araç olarak kullanıldı, ama değneğin kullanılışında ifade edildiği gibi O’nun gücünün buyruğu ile bağlantılı idi. Böylece Tanrı, ölüm aracılığı ile halkı için bir yol açtı. Onlara bir yandan şeytanın gücüne karşı kalkan olurken, bir yandan da ölüm aracılığı ile onları ölümden kurtardı. Kızıl Deniz’in karakteristik önemi budur – ölüm ve aynı zamanda diriliş – halkın diğer kıyıya geçirildiğini göz önünde bulundurun. Bu nedenle, başka bir deyiş ile, “Ahlaki bir örnek olarak, Kızıl Deniz İsa’nın ölümünü ve dirilişini belirtir, kurtuluş aracılığı ile kefaretin kendi yeterliliği içinde ve O’nun halkının O’nda görülmesi ile yapılan iş gerçek etkinlik sağlamıştır; Bu eylem, Tanrı’nın işidir; halkını ölüm aracılığı ile günahın ve şimdiki dünyanın dışına çıkartmış, onlara Mesih’in ölümü aracılığı ile mutlak kurtuluş vermiş ve bunun bir sonucu olarak düşmanın, Kendi halkına ulaşma olasılığını ortadan kaldırmıştır.” Bu gerçek, iki konu ile uygun bir şekilde resmedilir. İsrailliler “kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler.” Neden? Çünkü – karakteristik öğretişten söz ediyoruz – Mesih alçalarak ölüme indi ve ölümün gücünü tüketti. İsa, ölüm aracılığı ile şeytanın tüm gücünü etkisiz kıldı. Bunu ölüm korkusu yüzünden yaşamları boyunca köle olanların hepsini özgür kılmak için yaptı. (İbraniler 2:14,15) Bu yüzden ölümün tüm etkisi ve gücü Mesih’in üzerinde harcanmış oldu ve bunun bir sonucu olarak imanlılar kuru toprak üzerinden geçerler. Sonra, bunun da ötesinde, “suların sağlarında ve sollarında onlara duvar oluşturduğunu” okuruz. (ayet 22) Ölümün onlar üzerinde gücü yoktur, ama buna ek olarak ölüm bir savunma haline bile dönüşmüş durumdadır. Böylelikle, “korktukları ve kendilerini firavunun önüne atacağını düşündükleri deniz, kurtuluşlarında kullanılan bir araç haline gelir.” Kızıl Deniz, onların Mısır’dan kurtuluşlarının yolu idi, ve onlara düşman olmak yerine onların dostu oldu. Her imanlının tüm bu bereketlerin Mesih’in ölümü ve dirilişi ile yerine geldiğini bilmesi gerekir. Serpilen kan aracılığı ile yalnızca yargıdan kurtarılmakla kalmayız, aynı zamanda Mesih’in ölümü ve dirilişi aracılığı ile ve bizlerin O’nda ölmemiz ve dirilmemiz aracılığı ile Mısır’dan dışarı çıkartıldık ve şeytanın ve ölümün gücünden kurtarıldık. Daha şimdiden ölümden yaşama geçtik, eski konumumuzdan tamamen dışarı alındık ve İsa Mesih’teki eski konumumuza yerleştirildik. Bundan daha öteye bile gidebilir ve bu örneğin bir başka şekilde nasıl yerine getirilebileceğine işaret edebiliriz. Günahkarın düşmanı olan ölüm, imanlının dostu olmuştur ve Rab İsa geri dönmeden önce bedenden ayrıldığımız takdirde, onun huzuruna gideceğimizin kanıtıdır.

Dikkat edilmesi gereken son nokta, Mısırlıların yok edilmesidir. Küstahlıkları nedeni ile aşırı cüretkar davrandılar, “İsraillileri izlediler ve denizin orta yerine kadar onların ardından gittiler, hatta firavunun atları, savaş arabaları ve atlılarının hepsi de denize daldılar.” O ateş sütunu bile onları geride tutmadı, ama kendi güçlerine duydukları boş ve yararsız güven ile ilerlediler, ancak bu ilerleyişleri kesin felaketlerine neden oldu. “Sabah nöbetinde Rab ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. Arabalarının tekerleklerini çıkardı, öyle ki, arabalarını zorluk ile sürdüler.” Şimdi artık bulundukları durumun umutsuz olduğuna ikna oldular ve kaçmayı düşündüler; ancak bunun için artık çok geçti. Rabbin buyruğu üzerine Musa, elini denizin üzerine uzattı ve denizin geri dönen suları Mısır’ın tüm ordusunu yuttu, öyle ki, “onlardan bir kişi bile sağ kalmadı.” (ayet 28) “İman sayesinde İsrailliler karadan geçer gibi Kamış Denizi’nden (Kızıl Deniz) geçtiler. Mısırlılar bunu deneyince boğuldular. (İbraniler 11:29) Ölümün gücü ile insana duyulan güvenle karşılaşmak, kesin yıkımdır; buradan alınacak ciddi ders budur.

Yalnızca kan ile satın alınmış olan kişiler güvenlik içinde geçebilirler. Tüm diğerleri kesinlikle yenilgiye uğrayacaklardır; ve ölüm ve yargı ile kendi gücüyle karşılaşmaya cesaret edebilecek kaç tane can vardır? Böyle kişiler firavunun ve onun ordusunun başına gelenlerden ders alarak uyarılsınlar. Mesih’in dışında başka hiç bir kaçış olamaz. Yalnızca O güvenlik yoludur, çünkü yalnızca O ölüm ile karşılaştığında ölümü yenmiştir; O ölmüş, tekrar dirilmiştir ve sonsuza kadar diri kalacaktır ve ölümün ve ölüler diyarının anahtarları O’nun elindedir.

Bölüm üç konu ile son bulur. Önce, İsraillilerin, denizi kuru toprak üzerinde yürüyerek geçtikleri ve suların sağlarında ve sollarında onlara bir duvar oluşturduğu gerçeği tekrarlanır. İsraillilerin kurtuluşu ve Mısırlıların ölümü arasındaki karşıtlık vurgulanır. O zaman yalnızca iki grup mevcuttur. Başka bir grup olamaz – kaybolanlar (Mısırlılar) ve kurtulanlar (İsrailliler). Öncekiler ölüm ve yargı tarafından yutuldular, sonrakiler ise güvenlik içinde karşı kıyıya geçirildiler, çünkü Kuzu’nun kanının değeri ile örtülü idiler. Sonra, “Rab, o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı” ifadesini okuruz. (ayet 30) Onları önce yargıdan korumuştu, ama şimdi düşmandan kurtardı. Şeytan’ın gücü hiçe indirildi ve onlar sonunda kurtuldular. Bu ifadenin tam anlamı bir sonraki bölümde ortaya çıkacaktır. Ama “kurtardı” sözcüğünün tam öneminin talep edilmesi ilk kez burada dikkat çekebilir. Son olarak, zihinlerde sağlanan etkiye – İsrailoğullarının canında – dikkat çekilir. “Rabin Mısırlılara gösterdiği büyük gücü gören İsrail halkı Rab’den korkup O’na ve kulu Musa’ya güvendi.” Gücün bu şekilde gösterilmesi – bir yandan yıkıcı ve diğer yandan kurtarıcı – onların yüreklerine boyun eğdirdi ve canlarında saygılı bir korku doğurdu. Mısır’da iken hiç kuşkusuz Rab’den dehşete kapılarak korkarlardı – O kutsal bir Yargıç idi; ama şimdiki korkuları farklı türde bir korku idi – O’nun mucize yaratan gücünün sergilenmesinden kaynaklanan ve bu nedenle O’nu Rableri olarak görmeye yönlendiren türde bir korku. Yakın bir ilişkinin korkusu – hoşnut etmeyi arzu eden bir korku ve gücendirmek istemeyen bir korku. Bu korkunun kaynağı, kurtuluşlarındaki Tanrı kutsallığının fark edilmesidir. Aynı zamanda Rabbe ve O’nun kulu Musa’ya duydukları güven ile sergilenen bir korku. O’nun ne ve kim olduğuna ilişkin tanıklık gözlerinin önünde açıklanmıştı. Bu tanıklığı aldılar, ve şimdi onları Halkı olmaları için seçen yalnızca Yehova değildi, artık onlar da iman aracılığı ile O’nu Rableri olarak fark etmişler ve O’na sahip olmuşlardı. Aynı zamanda Musa’ya da güvendiler – Tanrı tarafından atanan önderleri olduğuna inandılar. “Musa’ya bağlanmak üzere hepsi bulutta ve denizde vaftiz edildi.” (1.Korintliler 10:2) Bu nedenle hem onlar için hem de onların içinde bir iş yapıldı. Ve bu her iki iş de Tanrı’nın gücünden ve lütfundan kaynaklandı. O, halkını öylesine büyük bir mucize ile Mısır’dan çıkarttı ve Kızıl Deniz’den geçirdi ki, bu mucize araclığı ile yüreklerinde O’nun ne olduğuna ve onlar için ne yaptığına bir karşılık verme durumu oluştu. Bu iki şey bir araya gelmedikçe kurtuluşa asla girilemez ya da kurtuluştan keyif alınamaz. Günahkarları yalnızca Tanrı’nın kurtarabileceği temeli üzerinde bina edilen iş böylelikle tamamlanmış oldu; ama günahkarın buna inandığı söylenmediği sürece günahkar kurtulmaz. “size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.” (Yuhanna 5:24)


1. “Bir kefaret” dediğimiz zaman, anlaşılacak olan, kanın karakteristik değerinden konuşuyor olmamızdır. Kefaret için kanın merhamet kapağının üzerine serpilmesi gerekirdi. (Levililer 16:14 ve Romalılar 3:25 ile karşılaştırın)