Bölüm 22

Buluşma Çadırının Çerçeveleri

Mısır’dan Çıkış 26:15-30.

Bu kısımda kıyaslanan çeşitli farklı konular mevcuttur. Öncelikle, Buluşma Çadırının temelleri ile birlikte çerçeveleri tanımlanır.

“Konut için akasya ağacından dikine çerçeveler yap.Her çerçevenin boyu on (yaklaşık 4.5 m), eni bir buçuk (yaklaşık 70 cm) arşın olacak. Çerçevelerin birbirine uyan iki paralel çıkıntısı olacak. Konutun bütün çerçevelerini aynı biçimde yapacaksın. Konutun güneyi için yirmi çerçeve yap. Her çerçevenin altında iki çıkıntı için birer taban olmak üzere, yirmi çerçevenin altında kırk gümüş taban yap. Konutun batıya bakacak arka tarafı için altı çerçeve yap. Arkada konutun köşeleri için iki çerçeve yap. Bu köşe çerçevelerinin alt tarafı ayrı kalacak, üst tarafı ise birinci halka ile birleştirilecek. İki köşeyi oluşturan iki çerçeve aynı biçimde olacak. Böylece sekiz çerçeve ve her çerçevenin altında iki taban olmak üzere on altı gümüş taban olacak.

Konutun bir yanındaki çerçeveler için beş, öbür yanındaki çerçeveler için beş, batıya bakan arka tarafındaki çerçeveler için de beş olmak üzere akasya ağacından kirişler yap. Çerçevelerin ortasındaki kiriş çadırın bir ucundan öbür ucuna geçecek. Çerçeveleri ve kirişleri altın ile kapla. Kirişlerin geçeceği halkaları da altından yap. Konutu, dağda sana gösterilen plana göre yap.” (15-30. ayetler)

Verilen bilgilere dikkat edildiği zaman, konutu oluşturan çerçevelerin sayısının kırk sekiz olduğu görülür. Konutun güneyi için yirmi çerçeve (ayet 18); konutun kuzeyi için yirmi çerçeve (ayet 20); konutun batıya bakacak altı tarafı için altı çerçeve (ayet 22) ve arkada konutun köşeleri için iki çerçeve (ayet 23) yapacaktı – bu çerçevelerin toplamı kırk sekiz yapıyordu. Sonra bu çerçevelerin her birinin birbirine uyan iki paralele çıkıntısı olacaktı (ayet 17); ve her çerçevenin altında iki çıkıntı için birer taban olmak üzere kırk gümüş taban yapılacaktı; böylece sekiz çerçeve ve her çerçevenin altında iki taban olmak üzere on altı gümüş taban olacaktı (ayet 19,25). Bunlara ek olarak, perde, dört gümüş taban üstünde duran akasya ağacından altın kaplı dört direk üzerine asılacak ve çengelleri altından olacaktı (ayet 32); öyle ki, altında yüz gümüş taban bulunacak ve konutun çerçevelerini destekleyecekti.

(1) O zaman temelde başlandığında, gümüş tabanlar ile ilgili özel öğretişin öncelikle gözden geçirilmesi gerekiyordu. Ancak yine de 30. bölümdeki konuya ulaşıncaya kadar, öğretişin ana hatlarının belirlenmesi şimdi için yeterli olacaktır. O zaman şunu görüyoruz; kişiler sayıldıkları zaman, her birinin Rabbe canı için bir kefaret olarak yarım şekel gümüş vermesi gerekiyordu. “Rab, Musa’ya şöyle dedi: ‘İsraillilerin sayımını yaptığın zaman, herkes canına karşılık bana bedel ödeyecektir. Öyle ki, sayım yapılırken başlarına bela gelmesin.Sayılan herkes armağan olarak bana yarım kutsal yerin şekeli (yaklaşık 5 gr) verecektir. Bu paralar buluşma çadırının hizmetinde kullanılacak.” (Mısır’dan Çıkış 30:11-16) Bir başka ayette, direklerin çengelleri, başlıkların kaplanması ve çemberleri için 1 775 şekel (yaklaşık 3.2 ton) harcandı. Adanan tunç 70 talant 2 400 şekel (yaklaşık 2.1 ton) idi. (Mısır’dan Çıkış 38:28) Direklerin çengelleri ile çemberlerinin gümüşten yapılmış olması, bir kefaret örneğidir; “canını bir çokları için fidye olarak vermeye gelen Mesih’in kanının bir örneğidir. (Matta 20:28) Bununla ve Çölde Sayım 31:49-54 ayetleri ile ilgili bir ima olarak Petrus,Yahudi imanlılara şunları yazar, “Biliyorsunuz ki, atalarınızdan kalma boş yaşayışınızdan altın ya da gümüş gibi geçici şeyler ile değil, kusursuz ve lekesiz kuzuyu andıran Mesih’in değerli kanının fidyesi ile kurtuldunuz.” (1.Petrus 1:18) Bu nedenle kutsal gerçek hakkında şu öğretilir: Tanrı’nın konutu, Mesih’in değerli kanı aracılığı ile sağlanan kefaretin üzerinde temellendirilmiştir. Ama Tanrı’nın konutu şimdi imanlılardan oluşur ve bu yüzden kilise ve kiliseyi biçimlendiren her bireysel imanlı (çünkü belirli bir yaşa gelmiş her İsrailli’den fidye parası alındı), Tanrı’nın önünde tamamlanmış her kefaretin sağlam ve etkili temeli üzerinde yerleştirilmiştir. Her imanlının üzerinde durduğu zemin, Mesih’in değerli kanıdır ve bu yüzden her imanlı, Tanrı’nın önünde söz ile anlatılamaz ve sınırsız değerinin tümü içinde görünür.

Şimdi, açıklanmış olduğu gibi, bu çengellerden yüz tane vardı – yani, on çarpı on. On rakamı, Tanrı’ya olan sorumluluğun sayısıdır. Bu nedenle gümüş aracılığı ile temsil edilen Mesih’in kanı, Tanrı’ya karşı olan sorumluluğumuzu en yüksek derecede karşılamıştır – Tanrı’nın tüm taleplerini karşılayan, yeterli, tam yeterli bir kefaret sağlamıştır ve böylelikle bizi tam olarak ve sonsuza kadar temizlemiştir. O zaman, yapılan bu mükemmel işi algılayan can sevinç ile şöyle haykırabilir –

“Ben sağlam Kaya Mesih’in üzerinde duruyorum,
O’nun dışındaki tüm diğer zeminler yıkılan kumdur.”

(2) Çerçevelerin malzemesi, biçimi ve uzunluğuna gelince, onlar da sandık ve üstüne ekmek konan masa gibi akasya ağacından yapıldılar ve üzerleri altın ile kaplandı. Bu nedenle, öncelikle Mesih’e işaret ederler; ama aynı zamanda görüleceği gibi, imanlıya da işaret ederler. Her çerçevenin iki geçme parçası vardır – ve gümüşten yapılmış çengelleri ile uyumludurlar. İki rakamı, Kutsal Yazılar’da yeterli tanıklığı ifade eden sayıdır: örneğin, “Her suçlama iki ya da üç tanığın tanıklığı ile doğrulanmalıdır.” (2. Korintliler 13:1; Yasa’nın Tekrarı 19:15) Her çerçeve bu nedenle kendi içinde üzerinde bulunduğu kefaretin değerine ve bütünlüğüne ilişkin yeterli bir tanıklık içerir. (1. Yuhanna 5:6 ile kıyaslayın) Her birinin boyu on arşın (yaklaşık 4.5 m) idi. (ayet 16) Bu durum tekrar, Tanrı’ya karşı olan sorumluluğa işaret eder – bu durumda imanlılara uygulanabilir. Tanrı’nın önünde kefaret zemini üzerinde bir konuma sahip olmak, asla unutulmaması gereken bir sorumluluktur. Konum, aslında bunun ölçüsüdür; ve bunun ile uyumlu olarak her çerçeve on arşın boyunda idi.

Görmüş olduğumuz gibi, hepsi birlikte kırk sekiz tane idiler – yani, on iki çarpı dört. On iki rakamı, yöneten mükemmelliğin sayısıdır; ve dört yeryüzündeki bütünlüğün sayısıdır. Bu nedenle sayının tamamı, Mesih’teki tüm bütünlüğünde sergilenen yönetime özgü mükemmellik olacaktır. Ya da eğer çerçeveler Tanrı’nın evi aracılığı ile kutsal konutla bağlantılı olarak ele alınırlar ise, on iki rakamı yönetime özgü mükemmelliğe işaret edecektir. Önceki duruma bin yılık dönem sırasında tanıklık edilecektir; ve bir açıdan, ikincisi de Mesih olarak, kiliseden ayrı bir şekilde egemenlik sürmeyecektir. İki rakam, yani on iki ve dört, böylelikle kutsal kent Yeruşalim’in özelliklerine işaret ederler. Belki de, Yeruşalim’deki Pentikost kilisesi, on iki elçi tarafından organize edilmiş olarak bu yönetime özgü mükemmelliğin geçici bir gölgesi idi.

Dikkat çeken bir nokta daha bulunur – çerçevelerin güvenlikleri altlarındaki gümüş tabanlar tarafından sağlanır. Konutun bir yanındaki çerçeveler için beş, öbür yanındaki çerçeveler için beş, batıya bakan arka tarafındaki çerçeveler için de beş olmak üzere akasya ağacından yapılmış kirişler vardı. Çerçeveler ve kirişler altın ile kaplı idi, kirişlerin geçeceği halkalar da altından yapılmıştı (25-29. ayetler); ve konutun arkadaki çerçevelerinin alt tarafı ayrı idi, üst tarafı ise birinci halka ile birleştirilmişti (ayet 24). Halka güvenliğin bir sembolüdür; halkanın sonu yoktur; ve kirişler çerçeveyi güçlendirmek ve sağlamlaştırmak için var olduklarından, her ikisi birlikte sonsuz güvenliği ifade ediyor olabilirler. Ve bu durumdan hem kilise hem de bireysel imanlı sevinç duyar. Önceki ile ilgili olarak Rabbin Kendisi şöyle dedi: “Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus’sun (Grekçe: Petra, yani büyük taş kütlesi, kaya) ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.” (Matta 16:18); ve ikincisi ile ilgili olarak: “Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz.” (Yuhanna 10:27,28)

Çerçeveler tamamlandıktan sonra yerlerine yerleştirilmeleri gerekiyordu. Ve bir kez daha dikkat etmeniz gereken nokta şudur: Musa’ya, her şeyi, dağda kendisine gösterilen modele uygun olarak yapması söylendi. Buluşma çadırı gerçekten, “göksel değerlerin bir örneği ve gölgesi” olmalı idi ve bunun bir sonucu olarak da buluşma çadırında insan düşüncelerine ya da hayallerine yer yoktu. İtaat etmek, ve göksel plana sadık kalmak Musa’nın sorumluluğu idi. Bu nedenle Tanrı’nın sözüne bağlı kalmak, onun her kısmına itaat etmek, Tanrı’nın, kilisesi ile bağlantılı olarak imanlılardan talep ettiği şeydir. Kilise, bir kez insan uygulamalarını ve insan yetkisini kabul ettiği takdirde, Tanrı’nın gerçek bir tanığı olmaya son verir. Buyruk, buraya kadar üç kez verilmiştir ve bu da Tanrı’nın gözünde, itaat etmenin ne kadar önemli olduğunu gösterir.