Bölüm 30

Kefaret Bedeli

Mısır’dan Çıkış 30:11-16

Kefaret bedelinden, daha önce Buluşma Çadırı’nın tahta döşemelerinin altındaki oyuklardan söz edildiğinde bahsedilmiştir. İlk bakışta, bu yerde bulunan öznenin sunumu garip gibi görünür; ama aslında bu, Tanrı’nın Ruhu’nun tasarımının mükemmelliğine ilişkin bir başka işarettir. Kahinler atanmış ve adanmışlardır; altın sunak, hizmetinin ne olduğu açıklanarak tanımlanmıştır. Ama Harun’un, buhur yakarak yaklaşabilmesinden önce, kahinin, yerlerine geçmesi gereken kurtarılmış bir halkın mevcut olması lazımdır. Çünkü kahinliğin en önemli özelliği diğer kişilerin yerine atanmış olmalarıdır. Bu yüzden, altın sunak verilir verilmez, halk, kefaret bedeli tarafından temsil edilmiş olarak Buluşma Çadırı ile özdeşleşir. Öznelerin düzenindeki her ayrıntı bu yüzden tanrısal bir şekilde düzenlenmiştir.

“Rab, Musa’ya şöyle dedi: ‘İsraillilerin sayımını yaptığın zaman, herkes canına karşılık bana bedel ödeyecektir. Öyle ki, sayım yapılırken başlarına bela gelmesin. Sayılan herkes armağan olarak bana yarım kutsal yerin şekeli (yaklaşık 5 gr.) verecektir.- Bir şekel, yirmi geradır.- sayılan yirmi yaşındaki ve daha yukarı yaştaki herkes bana armağan verecektir. Canlarınızın bedeli olarak bu armağanı verdiğiniz zaman, zengin yarım şekelden fazla, yoksul yarım şekelden eksik vermeyecek. İsrailliler’den bedel olarak verilen paraları toplayacak, Buluşma Çadırının hizmetinde kullanacaksın. Bu paralar canlarınızın bedeli olarak ben, Rabbe İsrailliler’i hep anımsatacak.” (11-16. ayetler)

Verilen bu talimatın ilk ayetinde iki şey bulunur – durum ve kefaret bedelinin nesnesi. Durum, “İsrailliler’in sayımını yaptığın zaman” idi. Sayıldıkları zaman her kişi bireysel olarak Tanrı’nın önüne getirildi; ve bu, kendilerine içinde bulundukları durumu hatırlatmak ve kurtarılmaları için duydukları sürekli ihtiyaç için seçilmiş olan kesin an idi. Günah konusunda gereken yapılmadığı sürece, eğer Tanrı bu tür kişiler ile temasa geçirilir ise, Doğasının kutsallığını görüp kendi suçlarının farkına varmalıdırlar. Bu yüzden bu lütufkar sağlayışta bulunulmuştur. Bunun tipik önemi, Kutsal Yazıların her sayfasında bulunan gerçektir; tüm insanlar canları için bir bedele ihtiyaç duyarlar. Nedeni, sayım yapılırken, “başlarına bir bela gelmemesidir.” Çünkü, daha önce belirtildiği gibi, eğer Tanrı, günahları içindeki günahkarın farkına varır ise, kişi, kefaretin koruması altına girmedikçe, sonu yargı olacaktır. Bu konu ile ilgili çarpıcı bir örnek, Davut’un krallığında görülür. Kral, ordularının gücü ile gururlanarak, halkı saymak için kışkırtıldı. Ve ordu komutanı Yoav’a: “Git, İsrail ve Yahuda halkını say ki, halkın sayısını bileyim” dedi. Ama her kişinin, canının bedeli olarak, armağan verme düzenini uygulamayı ihmal etti ve “Rab o sabahtan belirlenen zamana dek İsrail ülkesine salgın hastalık gönderdi. Ve Dan’dan Beer-Şeva’ya dek halktan yetmiş bin kişi öldü.” (2. Samuel 24) Bu, Davut’un, halk sayıldıktan hemen sonra günahını itiraf ettiği gerçeğinden daha dikkat çekici bir durum idi; ama Rab Davut’a lütuf ve şefkat ile davranmasına ve ona cezasının ne olacağı konusunda seçim yapma hakkı vermesine rağmen, adil yargı kaçınılmaz idi. Rabbin taleplerinin yerine getirilmeleri gerekir. Sayılan halktan her kişi O’nun adil yargısına boyun eğdi ve bunun nedeni kefaret bedelinin kabul edilmesi içindi.

Sayımı yapılan kişiden adam başına bir beka, yani yarım kutsal yerin şekeli (yaklaşık 5 gr.) düşüyordu [Bakınız Mısır’dan Çıkış 38:25-28], örneğin, açıklanmış olduğu gibi on gera. On, Tanrı’ya olan sorumluluğun sayısıdır; ve bundan çıkartılacak olan ders, insanın bir günahkar olarak Tanrı’ya olan sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğidir. Gümüş ise, Mesih’in kanı ile ilgili bir örnektir – örneğin, kefaret bedelinin gümüşü. Petrus, şu sözleri ile bu konuya değinir, “Biliyorsunuz ki, atalarınızdan kalma boş yaşamınızdan altın ya da gümüş gibi geçici şeyler ile değil, kusursuz ve lekesiz kuzuyu andıran Mesih’in değerli kanının fidyesi ile kurtuldunuz.” (1. Petrus 1:18, 19) Petrus’un burada, gümüşten olduğu kadar altından da söz ettiği gözlemlenir. Bunu yapmasının özel bir nedeni vardır. Halk, savaşın tehlikelerinden kurtarıldıktan ya da korunduktan sonra bir defasında, sayım yapıldığı zaman tek bir kişinin bile eksik olmadığı ortaya çıktığı zaman, kefaret bedeli olarak gümüş yerine altın sunuldu. (Çölde Sayım 31:49-54) Elçi, bu nedenle birbirleri ile zıt olan iki şeyi Mesih’in kanının bir örneği olarak bir araya getirir. Rabbimizin Kendisi, yaşamını (ve yaşam kandadır), pek çokları için bir kefaret olarak verdiğinden söz eder. Böylelikle, yarım şekel gümüş, Mesih’in kanının sade bir örneğidir; ve bu yüzden günahkarlar olarak Tanrı’ya olan sorumluluğumuzu karşılayabilecek ve canlarımız için kefaret edebilecek tek şeyin sadece Mesih’in kanı olduğunu öğreniriz. Kurtuluşa yalnızca Mesih’te, O’nun kanı aracılığı ile sahibiz- kurtuluşa sahip olmanın başka hiç bir yolu yoktur. Bu, çok iyi bilinen bir gerçektir. Öylesine iyi bilinir ki, her gün kullanılan bir ifade haline gelmiştir. Ancak böylesine iyi bilindiği için önemini yitirme tehlikesi yok mudur? Bunun yanı sıra, Şeytan’ın tüm hilekarlığı, sinsiliği ve kötülüğü ile saldırdığı nokta, bu en çok kutsanmış ve değerli gerçektir. Bu yüzden Hıristiyanlıkta pek çok kişi, hatta inançlı öğretmenlerin bile bu gerçeği ya reddetmiş oldukları ya da bu gerçek ile ilgili imalı kuşkular ile meşgul oldukları görülmüştür. Bu nedenle, bu gerçeğin ilan edilmesi, artan bir gayret ile sürekli olarak ilan edilmesi gerekir. Ancak bu gerçeğin kabul edilmesi için ilk önce anlaşılması gereken şudur: insan hem doğası hem de uygulaması itibarıyla kaybolmuş, suçlu bir günahkar olduğu ve kendisini kurtaramayacağı için kurtarılmaya muhtaçtır. Mezmur yazarı bu konuda şöyle der: “Kimse kimsenin hayatının bedelini ödeyemez, Tanrı’ya fidye veremez.” (Mezmur 49:7) Eğer önce bu kabul edilir ise, sonra can için Mesih’in değerli kanının dışında hiç bir kefaret olmadığı gerçeği kabul edilir; kan dökülmeden bağışlama olmadığı; ve tüm günahın temizlenebilmesinin yalnızca Tanrı Oğlu İsa Mesih’in değerli kanı aracılığı ile mümkün olabileceği kavranır.

Özel dikkat talep eden bir başka konu daha vardır. Zengin ya da yoksul herkesin değeri, Tanrı’nın gözünde tam olarak eşittir. “Zengin fazla, yoksul eksik vermeyecek.” (ayet 15) Günah sorunu söz konusu olduğu zaman, Tanrı’nın gözünde insanlar arasında farklılık yoktur. “Herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı.”Bazı kişiler dışsal zayıflıklar ve alenen işlenen suçlar konusunda daha ileri gitmiş olabilirler; ama Tanrı’nın önünde, herkes – dışardan ahlaklı ya da ahlaksız olan ve hem zengin hem yoksul – mahkumiyet altındaki günahkarlardır. Varlık, konum, başarı ya da hata ahlaklı bir karakterin Tanrı huzurunda hiç bir geçerliliği yoktur. Herkes aynı şekilde günah işlemiştir, çünkü doğru kimse yoktur, tek kişi bile yok, ve herkesin yalnızca Mesih’in kanı aracılığı ile elde edilen kurtuluşa aynı şekilde ihtiyacı vardır. İnsan yüreği buna karşı isyan eder; ama burada önemli olan, bunun Tanrı’nın gerçeği olup olmadığıdır. (Bakınız Romalılar 1-3)

Bu gerçek göz önüne alındığı zaman herkesin kendisi için vermesi gerekiyordu. Hepsi canları için bir kefaret vereceklerdi. Bu konuda, zenginler fakirler için veremezdi, ama herkesin kefareti ya da kurtuluşu ile ilgili olarak Tanrı’yla farklı ve kişisel bir ilişkiye götürülmesi gerekiyordu. Sayılan her bir kişinin parası gümüş soketler içinde sunulmadıkça, kişi kurtulmuş olarak görülmezdi. Şimdi de aynıdır. Herkesin Mesih’in kanı ile kişisel bir ilişkiye sahip olması gerekir, yoksa kurtulamaz. Başka birinin kendileri için ettiği dualar onları kurtarmayacaktır. Kişinin, Tanrı’nın lütfu ile Mesih’i kişisel Kurtarıcısı olarak kabul etmesi gerekir. Temizlenmesi gereken günahlar, benim kendi suçlarım ve kendi günahlarımdır ve bu yüzden ben kişisel olarak Mesih’in kanının değeri altında olmadığım sürece kutsal bir Tanrı’nın adil yargısına hala maruz olduğum anlamına gelir. Okuyucu bu konuyu tartıp biçsin ve bunu Tanrı’nın önünde ciddi bir şekilde yapsın ve iman aracılığı ile Mesih’in değerli kanının etkinliği üzerinde bir talebe sahip olup olmadığı konusunda emin oluncaya dek bu değerlendirmeyi yapsın. Bunun Tanrı ile ve Kan ile kişisel bir ilişki olması gerekir. Sonra, ancak ondan sonra Mesih’in kanı aracılığı ile kurtuluş bilinebilir ve bu kurtuluşun keyfine varılır.

Dikkat edilecek son nokta, kefaret bedelinin nasıl kullanılacağıdır. (ayet 16) Kefaret bedeli buluşma çadırının hizmetlerine atandı. Aslında, daha önce de görülmüş olduğu gibi, kutsal yerin temeline şekil veren gümüş soketler için kullanıldı. Tanrı’nın evi, kurtuluş üzerine kuruldu ve kurtarılmış olan kişiler böylelikle bununla özdeşleşmiş olurlar – onlardan her biri verilmiş olan para aracılığı ile temsil edilirler ve bundan dolayı gümüşün karakterize ettiği tüm değer içinde temsil edilmiş olurlar. Konu gerçekten de, “İsraillilerin canlarının bedeli olarak bu paralar Rabbe İsraillileri hep anımsatacağıdır.” Bu yüzden buluşma çadırının altında bulunan gümüş, İsrailoğullarının adına, canları için yapılan kefarete tanıklık etti. Onlar, sahip oldukları bu kutsanmış gerçeği zayıf bir şekilde kabul edebilirler; ama bu gerçeğin anısı her zaman Rabbin önündedir, ve o zaman şimdi sorulması yerinde olan soru şudur: Tanrı bize kurtulmuş kişiler olarak bakar mı? Tanrı, kurtuluş bedelimizi kabul etmiş midir? Çünkü eğer Tanrı tatmin oldu ise, o zaman bizim de huzur için de dinlenebileceğimiz kesindir.

Böylece Tanrı lütfu aracılığı ile içinde Kendisinin yaşadığı buluşma çadırını insanlar ile birbirine bağladı ve kahinlerin bu buluşma çadırına insanlar adına girmesi gerekti. Çadıra kendi başlarına girmelerine izin verilmemiş olabilir, ama hepsi de kefaret bedeli ile temsil edildiler ve bu nedenle Rabbin önünde her zaman anımsandılar.