Vahiy 2-3

Yedi Kilise

İlk bölüm bize, birinci Mesih’in, İnsanoğlu’nun, Yargıç olarak karakterine ilişkin ilk görümü sunmuş, böylelikle Vahyin ilk kısmını biçimlendirerek, 19. ayette söz edilen “gördüklerini” ifadesini bildirmiştir. İkinci ve üçüncü bölümlerde önümüzde yer alan konular “şimdi olanlar” ifadesi ile belirtilirler. Vahyin 1:4, 11 ve 20 içeriğinde yer alan yazılanlardan, Vahyin, Küçük Asya’nın bir ilindeki Elçilerin zamanında var olan yedi kiliseye hitaben söylendiği aşikardır. Ancak, bu belirli kiliselerin, Elçilerin zamanından kilise döneminin kapanışına kadar Hıristiyan ikrarında başarılı olarak gelişecek ahlak koşullarının şimdiki koşullarını sunmak için seçilmiş oldukları konusunun sorgulanması zordur. Böylelikle, “görülenler”, kilisenin yeryüzündeki tarihinin tüm dönemini peygamberliğe özgü bir şekilde temsil ederler. Ayrıca, bu yedi kilise yedi altın kandillik sembolü aracılığı ile anlaşılırlar. Bu durumun, hitap şekillerinin kesinlikle Mesih’in yeryüzündeki yokluğu döneminde kilisenin Mesih için bir ışık olma sorumluluğunu ima ettiği kesindir.

Ayrıca, Rabbin kiliselerin arasında, Kilisenin Mesih için parlama sorumluluğuna ne derece karşılık verdiğini ortaya çıkarmak için Yargıç olarak yürürken sunulduğunu anlıyoruz. Bu hitap şekillerinden kilisenin tüm diğerleri ile birlikte sorumluluk konusunda tamamen başarısız olduğunu öğreniyoruz. Tüm başarısızlığın nedeninin ortaya çıkarıldığını görüyoruz, kilisenin yüz yıllar boyunca gösterdiği gelişmeden ve Mesih tarafından tiksinti duyularak tamamen reddedilecek olan iman ikrarında bulunan kilisenin önceden bildirilen sonundan söz ediliyor. Her şeye rağmen tüm başarısızlığın orta yerinde bile, Rabbin onay verdiği şeylerin var olduğunu öğreniyoruz ve Rabbin yargıladığı şey konusunda bireyin galip gelmesinin mümkün olduğunu görüyoruz; ve özel bereket vaatleri bulunuyor.

Hıristiyanlığın son günlerinde Hıristiyanlığın kötülükleri hakkında kendi yargımızı oluşturmak zorunda bırakılmamamız, başarısızlığın ortasında bile Rabbin onayını alan bir Hıristiyanlığın varlığı ne kadar teşvik edici! Bu hitap şekillerinde Rabbin zihnine sahibiz. Her hitapta, şu öğüt yer alıyor: “Kulağı olan Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin.” O zaman Ruh tarafından yazdırılan Rabbin sözlerini dinlememiz ve böylelikle Rabbin bir yıkım gününde ne düşündüğünü öğrenmemiz büyük bir önem taşır. Ama eğer yine de kilisenin yıkımından söz ediyorsak, şu söylenenleri her zaman hatırlamamız gerekir: “Tanrı’nın amacı uyarınca kilise yıkılamaz, ama yeryüzünde Tanrı için bir tanıklık olarak içinde bulunduğu şimdiki durum yıkıntıyı andırmaktadır.”

Ayrıca, eğer kilisenin yıkımının sorumluluğu bize ait ise, imanlılar olarak kurtuluşumuzun kesin olduğunu bilerek rahatlamamak için uyanık olalım ve yıkımın ortasında bile Rabbin hakkımızdaki düşüncesine ilgisizce kayıtsız kalmayalım. Birinin şu sözlerle ifade etmiş olduğu gibi düşüncelerimizde uyanık olalım: “gerçek yıkım olduğu zaman, Rabbin gücü zayıf düşer. O’nun işleyişi, kilisenin içinde bulunduğu duruma göre gerçekleşecektir, kilisenin içinde bulunmadığı duruma göre değil …. İstediğimiz şey …şimdiki koşulları karşılamak için Tanrı’nın kaynaklarının uygulanması için onlara duyulacak gerçek ve uygulamalı imandır.

Yaşayan iman yalnızca ihtiyacı görmez, ama aynı zamanda bu ihtiyaç konusunda Rabbin düşüncelerini ve zihnini de görür ve Rabbin mevcut sevgisini hesaba katar.”

O’nun zihnini bilmek arzusu ile, yedi kiliseye bulunulan hitaplar üzerinde düşünelim ve böylece O’nun onayına sahip olanın ne olduğuna yanıt ararken, Rabbin yargıladığı  her şeyi reddedebilelim.

1. Efes’teki Kiliseye Hitap (Vahiy 2:1-7)

Bu hitapta, elçilerin son günlerinde, kilisenin Mesih tarafından görüldüğü gibi bir sunumuna sahip olduğumuzu söyleyemez miyiz? Her hitapta Rabbin, Kendisini kilisenin durumuna uyan bir özellik içinde sunduğu görülecektir. Kilise tarihinin bu erken döneminde, ayrılmanın dışsal belirtileri mevcut değildi Mesih bu dönemde hala sağ elinde yedi yıldız tutan ve kiliselerin arasında yürüyen kişi olarak görülür. Bu durum, şunu ima etmez mi? Toplulukta Rabbin ilgilerini temsil etmek için Rabbin rehberliği altındaki ikinci yetkide yer alanlar hala O’nun gücü ve yönlendirmesi altında değil midirler? Buna göre Rab hala kiliselerin arasında yürüyebiliyordu ve Laodikya’da olduğu gibi kapının dışında değildi.

Kilise tarihinin bu erken döneminde hala Rabbin onaylayabileceği pek çok şey mevcuttu. Kutsallar, Rabbin hizmetindeki çalışkanlıkları ve dayanıklılıkları ile fark ediliyorlardı. Mesih’in adı uğruna denemeye göğüs germişler ve zayıf düşmemişlerdi. Şeytanın sahte öğretiş ve kötü işler aracılığı ile kiliseye her saldırışında kilise bozulmamış ve karşı koymuştu.

Her şeye rağmen yine de, dışarıdan bakıldığı zaman bir eksikleri olmasa da, yürekleri bilen Rab şu sözleri söylemek zorunda kaldı: “Başlangıçtaki sevginden uzaklaştın.” Bu sözlerde, sorumluluk sahibi kilisenin tüm hatalarının kökü yer almaktadır. Biri şöyle demiştir: “Yara açan ve sonunda yıkıma götüren, dışarıdan değil kesinlikle içerden gelendir. Mesih’in sevgisinde dinlenenleri ve yaşamlarının ve canlarının seveni olarak O’na sahip olanları Şeytan yıkmak için uğraşsa bile uğraşıları boş olacaktır.” Mesih’e duydukları ilk sevgiyi yitirenlere Rab şu ağır sözleri ilan eder: “Düştün.” Dünyanın önündeki tanıklıkları dışsal açıdan ne kadar lekesiz görünürse görünsün, kilise Rabbin gözünde düşmüş bir kilise idi. Tövbe etmedikleri takdirde kandilliklerinin yerlerinden kaldırılacakları konusunda uyarı alırlar. Eğer Mesih’e duyulan ilk sevgi kayboldu ise, insanların önündeki ışık başarısızlığa mahkumdur.

Bir bütün olarak kilise için gerçek olanın, her bireysel imanlı için de gerçek olduğu tarihte mevcut olan her yerel topluluk için geçerlidir. Her başarısızlığın kökü içseldir, yürektedir ve tövbe edilmediği takdirde, Tanrı’nın yönetimindeki dışsal tanıklık tüm gücünü kaybedecektir.

Ama her şeye rağmen yine de, kilisede bir bütün olarak iyileşme gerçekleşmedi, bireyler için bu ciddi içsel başarısızlığın üstesinden gelmek bireyler için mümkündü. Rab, bu kişilere Kendisini Yaşam Ağacı olarak açıklayacaktı – Tanrı’nın cennetindeki ruhsal gıdanın gizli kaynağı, burada hiç bir düşman yüreklerimizi Mesih’ten ayırma konusunda başarılı olamayacaktır.

2. İzmir’deki kiliseye Hitap (Vahiy 2:8-11)

İkinci hitapta, Kilise, elçilere özgü saflığından çöktükten sonra yüz yüze gelmesine izin verilecek olan zulüm günlerinden söz edildiğini kesin olarak biliriz.

Rab, Kendisini, ölüm derecesine varacak kadar zulmedilmekte olan kutsallarına en büyük teşviği sağlayarak gösterir. O, halkına karşı koyan her şeyin önüne geçer ve zulmeden kişiler sonsuza kadar ortadan kayboldukları zaman bile O, halkının önünde kalacaktır. Eğer kutsallar ölüm ile yüzleşmeye çağrıldılar ise, o zaman Mesih’in ölümde ve yaşamda var olmuş bulunduğunu hatırlasınlar.

İzmir’de yeni kötülükler aracılığı ile kiliseye saldırıldığını görüyoruz; bu çoğalan kötülükleri durdurmak için Rabbin izin verdiği zulüm; ve bireysel galiplerin denenmenin ortasında gösterdikleri adanmışlık, ölüm pahasına sadakatten söz edilir.

Kilise tarihinin bu döneminde Şeytanın kiliseyi çürütmek ve tüm tanıklığı bozmak için gösterdiği çaba iki yönlü bir şekil aldı. İlk olarak, Hıristiyan toplumunun içinde Hıristiyanlığa Yahudiliği eklemek isteyenlerin kötü etkileri arttı ikinci olarak ise, uluslara ait zalimler aracılığı ile Hıristiyanlığa dışarıdan müdahale edildi. Her iki kötülüğün kaynağı da şeytandı. Hıristiyanlığı Yahudileştirmeye çalışan öğretmenler, şeytanın Tanrının kilisesindeki bu çabalarının farkında olan elçiler tarafından yeryüzünde kaldıkları sürece, yenilgiye uğratıldılar. Elçiler ayrıldıktan sonra ise, Hıristiyanlığı Yahudileştirmeye çalışan bu kişilerin yerini başka gruplar aldı; burada öncelikli olan grup Şeytanın havrası olarak adlandırılıyordu ve bu grup Hıristiyanlığa Yahudiliğin öğretişlerini, törenlerini ve ilkelerini ekleme gayreti içindeydi. Bu kötülük, o günden bu güne işlemeye devam etmiştir, öyle ki bu günkü Hıristiyan ikrarı gerçek göksel karakterini kaybetmiştir ve göz alıcı binaları, öğretişleri ve törenleri ile doğal insanı Yahudi sistemine çekecek büyük bir dünyasal sistem haline gelmiştir.

Bu önemli ayrılık gerçekleştiği zaman Rab, kilisenin ışığa götüren bir sıkıntı döneminden geçmesine izin verdi. Giderek büyüyen bu denemenin karanlığının ortasında O’na gerçekten sadık kalanlardan “ölüm pahasına da olsa” sadık kalmalarını istedi. Bu kişiler, Rabbin her şeyin üzerinde egemen olduğuna güvendiler ve Rab halkının denenmesine bir sınır koydu Ölüm pahasına sadık kalanları bir yaşam tacı ile ödüllendirecek ve onlara, ölümden geçmelerine rağmen, asla “ikinci ölüm tarafından yaralanmayacaklarına” dair söz verdi.

3. Bergama’daki Kiliseye Hitap (Vahiy 2: 12-17)

Bu hitaplarda zulmü izleyen günlerde iman ikrarında bulunan kilisenin daha sonraki ayrılışını görüyoruz ve inancın açıklanması içindeki Yahudileştirme grubunun öğretiş ve uygulamalarının sonucu bu oldu.

Bu dönemdeki Hıristiyan inancı açıklamasına Rab, Kendisini “ağzından iki ağızlı keskin bir kılıç uzanan” kişi olarak takdim eder. Kilisenin içinde bulunduğu ciddi durum, Tanrı sözünün keskin kılıcı ile ifşa edilir. Yahudiliği Hıristiyanlık ile bağlamak girişiminin amacı şudur: doğal insanın gözü ile gördüğüne ve duyularına uygulanan aracılığı ile Hıristiyanlığı dünyaya intibak ettirmek ya da dünya ile uzlaştırmak. Bunun sonucunda insanlar dünyadan çekip çıkartılmıyorlardı, ama Hıristiyan inancı dünyaya doğru yönlendiriliyordu. Bu nedenle, Rabbin bu döneme ait kiliseye şu sözleri söylemesi gerekti: “Nerede yaşadığını biliyorum, Şeytanın tahtı oradadır.” Bulunduğumuz yer, yüreklerimizin neyi arzu ettiğini gösteren ciddi bir belirtidir. Şeytanın tahtının olduğu yerde bulunmak, kesinlikle yüreğin şu konumunu ifade eder: şeytanın prens olduğu bir dünyanın hükmü ve parlaklığı altında kalmayı arzu etmek.

Ancak her şeye rağmen yine de, dünyanın hükümranlığının aranmasına rağmen, kilise tarihinin bu döneminde Mesih’in Kişiliği ve İşi hakkındaki büyük ve belli başlı gerçekler hala muhafaza edilmiş durumdaydılar, çünkü Rab şu sözleri söyleyebiliyor: “Yine de adıma sımsıkı bağlısın ve bana olan imanını inkar etmedin.” Bildiğimiz gibi, Mesih’in Tanrılığını inkar etmek için, Aryanizmin her tür çabasını reddeden ve zulüm ve şehitlik karşısında imanın büyük gerçeklerini iddia ile beyan eden konseyler oluşturuldu.

Mesih’e ve imana duyulan bu sadakatin ölçüsüne bakmayan ve dünyanın egemenliği altına düşmüş olan kilise dünyanın yöntemlerini benimsedi ve eski dönemdeki Balam’a işaret eden kötülüklerin pençesine düştü Böylece, iman ikrarında bulunan kilisenin içinde bu kötü Balam’a benzeyen bir grup insan ortaya çıktı, hizmeti kendi çıkarları lehinde kullandılar ve böylece kiliseyi dünyaya bağladılar ve onun, Mesih ile nişanlı olan erden kız konumunu çaldılar. Bu durum, Nikola yanlılarına tekrar kapı açmış oldu; öyle görünüyor ki, uygulamalı tanrısayar yaşama çok az rağbet eden; imanlı, iman aracılığı ile aklandığı için ahlak kurallarına karşı gelen öğretiş ön plana geçti. Bu tutum, Tanrı’nın lütfunu şehvete düşkünlüğe dönüştürmekti. Rab, bu tür tutumlara karşı bize tanrı lütfunu gerçekten anlatan iki ağzı keskin kılıcı kullanacaktı. Tanrı lütfu bizi aynı zamanda “Tanrımızın yakıp tüketen bir ateş” olduğu konusunda da uyarır.

Yöntemlerini benimseyerek insanların peşinden giden dünyaya yerleşmeyi reddeden galip, Rabbin gizli onayı ile ödüllendirilecekti ve Mesih tarafından “gizli man” ile desteklenecekti, Mesih, bu  dünyada iken, başını yaslayacak yeri olmayan bir yabancı gibi yürüdü.

4. Tiyatira’daki Kiliseye Hitap (Vahiy 2:18-29)

Bu hitap şeklinde, ortaçağ döneminde iman ikrarında bulunan kilisenin durumu ile ilgili bir ön bildiriye sahip olup olmadığımız sorgulanabilir mi? Rab, ateş alevi ile yanan gözleri aracılığı ile her kötülüğün farkında olarak ve parlak tunca benzeyen ayakları ile kötülüğe karşı harekete geçmeye hazırlıklı olan Biri olarak takdim edilir.

Rabbin sözleri, iman ikrarında bulunan kilisenin bu dönemde önde gelen iki özelliğe sahip olduğunu belirtir. Rab ilk olarak, bu kilisenin yaptıklarını, sevgisini, imanını, hizmetini ve sabrını bildiğini belirtir. Tarih, Rabbin sözlerini onaylamıyor mu, çünkü cehaletin ve batıl itikatların mevcut olmasına rağmen biliyoruz ki, orta çağ boyunca kişisel adanmışlıkları ile fark edilen çok sayıda birey, kendilerini inkar etmeyi esirgemeden Mesih uğruna sabırla dayandılar.

İkinci olarak, bir kısım bireyin bu adanmışlığına rağmen, Rabbin sözleri, iman ikrarında bulunan kilisenin bu dönemde “Şeytanın derinliklerine” ulaştıklarını bildirir. Çünkü o zaman papalık sistemi olarak bilinen ve “İzebel adlı o kadın” olarak sembolize edilen o korkunç sistem varlığını sürdürüyordu. Bu sistemde benliğin yüceltildiğini görürüz, çünkü bu kadın “kendisini bir peygamber olarak adlandırdı”. Kilise, öğretişi ilan etmek için bir öğretmenin konumuna geçer, dünya ile, kutsal olmayan bir birliğe yönlendirir ve putlara ve kutsallara tapınan bir putperestlik sistemi başlatır. Burada, Bergama’daki kötülüğün hızla ilerlediğini görürüz. Kilise orada, Şeytanın taht kurduğu yerde, dünyanın egemenliği altına giriyordu. Tiyatira’da, dünyada kalmanın sonucunun iman ikrarında bulunan kilisenin kendisini dünya üzerinde hükmederek yüceltmek istediğini ve dünyanın tutkularına yaltaklık ettiğini görürüz. Bu korkutucu sistemin sonucu, iman ikrarında bulunan kilisenin içinde, ölüm yargısı altına giren ve yaptığı işlere göre Rabbin araştıran yargılarına uğrayan bir kuşak meydana getirir.

Ancak her şeye rağmen yine de, Rab, kötülüğün bu ahlaksız sisteminin varlığına rağmen, bu sistemin öğretişinden kişisel olarak özgür olan ve Şeytanın derinliklerinin içine düşmemiş olan bazı kişilere sahipti. Bu gibi kişiler Rab İsa gelene kadar gerçeğe sımsıkı yapışan kişilerdi ve bu korkunç sistem içinde değillerdi. Onlar, Rab İsa gelince ödülleriniz alacaklar. Mesih’in yokluğu sırasında dünyada egemenlik sürmeyi reddetmiş olanlar O’nun yücelik gününde uluslar üzerinde kudret ile egemenlik sürecekler. Bu arada, galip gelen Mesih’i Sabah Yıldızı olarak tanıyacak – tüm denenmeleri sırasında Halkı için yaşayan O, doğruluk Güneşi olarak geldiği zaman, şafak sökmemiş olacak.

5. Sart’taki Kiliseye Hitap (Vahiy 3.1-6)

Rab, bu kiliseye “Tanrı’nın yedi ruhuna ve yedi yıldıza sahip” Olan olarak takdim edilir. Her ne kadar Katolik mezhebinin usulleri ve inançları “uluslar üzerinde güç sahibi olmak” olarak kabul edilmiş ise de, “Tanrı’nın yedi ruhu” aracılığı ile ortaya konan gücün bütünlüğü hala gerçek olarak Rab ile birlikte kalır. Ve gerçekten sapma her ne kadar büyük olursa olsun, yedi  yıldız ile sembolize edilen kişiler mevcuttur ve O, bu kişiler aracılığı ile halkına göksel ışık verebilir. Böylece, Roma’nın gücüne ve gururuna rağmen, bu sistemin kötülüklerine karşı  koyan kişilerin var olduğunu biliyoruz. Ama ne yazık! Hataya direniş ne olursa olsun ve bu akımda gerçeğin uyanışı ne olursa olsun, Reformasyon olarak söz ettiğimiz bu hareket insanların elinde yıkıma uğramış ve çökmüştür. İnsan, sorumluluk yerine getirme konusunda her zaman başarısız olur. Sonuç, Protestanlığın gelişimi olmuştur ve aslında Protestanlığın hala yaşayan bir “adı” mevcuttur ve böylelikle gerçek adına insanların önünde ayakta durur. Ancak, Rabbin bu konuya nasıl baktığı şu sözler ile belirtilir: “Ama sen…. ölüsün.” Ama bu Katolik inancına karşı duruş aracılığı ile Kutsal Kitap okunabilir ve anlaşılabilir hale geldiği ve iman aracılığı ile aklanma konusundaki büyük gerçek yeniden ilan edildiği için müteşekkir olabiliriz. Ama ne yazık! Yalnızca Ortodoksluğa razı olmak ile Kutsal Kitap ölü bir mektuptan biraz daha fazlası haline gelmiştir ve Kutsal Kitap’ın gerçekleri, kitlelerin yaşamlarını değiştirmediği gibi kişisel iman ile de kabul edilmemiştir. Biri şu sözleri söylemiştir: “Protestanlar arasında en sık görülen şudur: bir şeyin eksiksiz bir şekilde gerçek olduğunu itiraf ederler, çünkü o şey Tanrı‘nın sözünde mevcuttur, ama onu uygulamak gibi bir niyetleri yoktur.”

Böyle bir durumun getireceği tek şey Rabbin yargısı olacaktır. Rab, gelişinde dünya gibi, imanlı olduklarını söyleyenleri de uykuda bulacaktır (1.Selanikliler 5:2-6). U neden

Ama yine de her şeye rağmen, çürümüş ve putperest Katolik inancı içinde bile adanmış kişiler vardır ve bu nedenle Protestanlığın ölü Ortodoksluğu arasında bir bakiyeyi oluşturan “birkaç isim” mevcuttur ve Rab, bu bakiye hakkında şunları söyleyebilir: “Aranızda giysilerini lekelememiş bir kaç kişi var ki, beyazlar içinde benimle birlikte yürüyecekler. Çünkü buna layıktırlar.” Ölü bir inancın ortasında kişisel olarak Mesih ile birlikte yürüdüler ve adları yaşam kitabından hiç silinmeyecek ve Baba’nın ve meleklerinin önünde o kişinin adı açıkça anılacak.

6. Filadelfya’daki Kiliseye Hitap (Vahiy 3:7-13)

Rab bu topluluğa Kendisini adil bir yargıç görünümünde takdim etmez ve topluluğa resmi bir şekilde yön de vermez, ama Kendi ahlak niteliklerinden söz eder ve Kendisini “Kutsal” ve “Gerçek” olarak takdim eder. Rab, topluluğun ahlak tutumu ile uyumlu olarak onları bereketler ve şu sözleri söyleyebilir:”sözüme uydun, adımı yadsımadın.” Genel ayrılmanın ortasında Rabbin sözünü bağırlarına bastılar ve ona itaat ettiler, ve her şeyden daha önemlisi, Mesih’in kişiliğinin yüceliğini gayret ile muhafaza ettiler ve O’nun adının her “reddedilişini” geri çevirip kabul etmediler.

Anahtarları elinde tutan Rab, onları bu tür kişiler için kullanabilir. Düşmanın tüm gücüne rağmen, Rab, onlar için İsteği ile uyumlu olarak hizmet kapıları açar ve Düşüncesine uymayan yollara götüren kapıları kapatır. Bu tür imanlıların güçleri az olabilir ve Tiyatira’da olduğu gibi dünyanın gözünde önemli görünmezler; Sart kilisesinin durumunda olduğu gibi büyük bir reformasyon konusunda üne de sahip değildirler. Ama dünyanın merak edip hayranlık duyacağı hiç bir özellikleri olmadığı halde, Rabbin onayına sahiptirler ve gelecek olan o günde onlara karşı çıkan herkes, onların Rab tarafından sevildiklerini öğrenecektir.

Bu topluluk içinde, Hıristiyanlığın giderek çoğalan bozulmalarının ortasında ve Hıristiyan döneminin sonundan önce, Mesih’in sözündeki gerçeklere ve O’nun adının üstün yetkisi ve değerine karşı bir tanıklığın ortaya çıkacağını Rab bize önceden bildirmemiş midir?

Ama yine de eğer Tanrı, baskın çıkan hüznün ortasında bu taze tanıklığı bildirir, bizler de aynı zaman da Şeytanın, Yahudiliği, usulleri ve törenleri ile canlandırarak ortaya bir karşı-tanıklık çıkartma peşine düşeceği konusunda uyarı alırız. Mesih’in sözünde bulunan kilisenin gerçeğinin uyanışına, Mesih’in sözünü yok etmek isteyen Şeytan’ın, hemen büyük bir törensellik ve batıl itikatlar patlaması ile karşılık verdiğini biliriz. Şeytan, yürekleri Mesih’in kişiliğinden ayırmak ve böylece Hıristiyan’ın tüm hizmetini ve tapınmasını çalmak ister.

Eğer bu kişiler, kendilerine Şeytan tarafından böyle bir karşılık verileceği konusunda uyarıldıkları takdirde, sabır ile dayanmak için teşvik edilmiş olurlar, eğer şimdiki denemelerden korunuyorlar ise, o zaman yakında “tüm dünyanın üzerine” gelecek olan sıkıntı saatinden de korunacaklarını bilirler.

“Güçlerinin az olması” ve sahte din sistemleri aracılığı ile gerçeği kutsallardan çalmak isteyen Şeytan tarafından sürekli bir çatışmaya maruz bırakılmaları sonucu bu topluluk, özellikle, onlara açıklanmış olan gerçeğe olan sıkı bağlılıklarından vazgeçmek tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu tehlikeye karşı durmak için sahip olduğuna “sımsıkı sarılma” uyarısı öğüdünü alır – sahip olduğu şudur: gerçek, Mesih’in Adı’nın değerliliği ve Rabbin sevgisi ve onayı. Bu büyük bereketlerin gitmelerine izin vermek, gelecek olan o günde ödül tacını kaybetmek ile sonuçlanacaktır Bu imanlıları “sımsıkı sarılmaları” için teşvik etmek amacı ile Rab, onlara geri geleceğini bildirir, O’nun gelişi için beklemeleri gerekecektir ama bu bekleyiş kısa sürecektir, çünkü O tez geliyor.

“Sımsıkı sarılarak” galip gelen, yücelik gününde harika bir ödüle sahip olacaktır. Bu topluluk, Rabbin “sımsıkı sarılma” uyarısına kulak vererek ve gücünün azlığına razı olarak günümüz dünyasının değerlerine aldırmayacak ve gelecek olan o günde güçlü bir konuma sahip olacaktır. O’nun reddedildiği günde, adını giderek önemsemeyen bir dünyada Mesih’in adını her şeyden üstün tutan kişinin, yücelik yuvası olan Yeni Yeruşalim’de Mesih’in adına sahip olduğu görülecektir.

7. Laodikya’daki Kilise’ye Hitap (Vahiy 3:14-22)

Bu son hitapta kilisenin, tüm kilise dönemi süresince artan başarısızlığının ciddi sonucunu öğreneceğiz. Aynı zamanda Rabbin uyanan lütfunun nasıl kötüye kullanıldığını ve O’nun uyarılarına ne kadar az kulak verildiğini anlıyoruz. Ama yine de her şeye rağmen, Rabbin, tüm bu başarısızlığın ortasında Halkının değişmeyen kaynağı olarak kaldığını ve bireysel imanlı için en karanlık günde bile en büyük bereketin var olduğunu görüyoruz.

Tanrı’ya sadık kalmamış olan ve insanların önünde gerçek bir tanık olmayan büyük Hıristiyan inancına çarpıcı bir karşıtlık içinde rab Kendisini, “Amin” olarak tanıtır. O’nun aracılığı ile Tanrı’nın her amacı yerine getirilecektir; O, “sadık ve gerçek tanık, Tanrı’nın yarattıklarının başlangıcı” olarak, her şeyin Tanrı ile uyumlu olmasını sağlayacaktır.

Sonra, iman ikrarında bulunan kilisenin son aşamasının ciddi bir resmi gözlerimizin önünden geçer. Mesih’e duyulan ilk sevginin kaybedilmesi ile başlayan başarısızlık, Mesih’e gösterilen öylesine büyük bir kayıtsızlık ile sona erer ki, Mesih, kapılarının dışında durup beklemesine rağmen, kilise hareketsiz kalır ve O’nun, kilisedekilerin yüreklerini kazanmak için başvurduğu her çaba ölü olur. Bize açılmış bir Kutsal Kitap’ı yenileyen ve Mesih ile ilgili büyük gerçekleri açıklayan lütuf, Hıristiyan inancı tarafından öylesine kötüye kullanılmıştır ki, büyük bir çoğunluk, sonunda, gerçeği kullanarak kendilerini yüceltmiştir. Zengin olmaları ve mallarının artması ile övünürler ve hiç bir şeye ihtiyaçları olmadığını düşünürler. Her zaman olduğu gibi, övüngenlerin yararsızlıkları onları içinde bulundukları gerçek durum önünde kör yapmıştır. Kendilerinden memnun olan çoğunluk, Rabbin gözünde ruhsal açıdan “zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak” olduğunun farkındadır. Mesih, bu tür kişilerin içinde bulundukları durumdan tiksinir. Ve bu tür kişilerin durumları yalnızca Mesih’e olan Hıristiyan inancının tamamının reddedilmesi ile son bulur.

Ama her şeye rağmen yine de, Rabbin lütfu, içinde bulundukları çaresiz duruma çözüm getirecek olanı O’nda bulmaları için O’na geri dönmelerini öğütler. Ancak bütünü ile harika ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek tek Kişi olan sayesinde gerçek zenginliği elde edebilirler, duydukları utanç yok olur ve gözleri Mesih’i görmeleri için açılır.

Sonra bu karanlık günlerin tam orta yerinde Rabbin sevdiği gerçek canların var olacağını öğreniriz. Rab onlara Kendisini, onları azarlayarak ve eğiterek hatırlatır. Rab, bu gibi kişilerin kapısında bulunur, kapılarını sabırla çalar ve onların yüreklerinde bir yer bulmak ister. O’na kapıyı açmanın anlamı kesinlikle şudur: O’na yüreklerimizde bir yer vermek ve böylece ilk sevgimize geri dönmek. Rab bu gibi kişilere şöyle der: “İşte kapıda durmuş kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle birlikte yemek yiyeceğiz.” O, tüm eylemlerimize ve denemelerimize ortak olacak ve bizi Kendi göksel değerlerine yönlendirecektir.

Bu durumda öğrenmemiz gereken şudur: Hıristiyan döneminin son günlerinde yol tamamen bireysel olarak büyüyecektir, ama birey için ilk sevgisine dönmek mümkün olacak ve böylelikle, açıkça bir geri dönüş ya da birleşmiş tanıklık mevcut olmamasına rağmen, birey Rab ile yakın paydaşlığın en büyük ruhsal bereketinin tadını çıkaracaktır.

Ruhsal zenginlik ile övünmeyen, insanlar önünde ün aramayan ve Rabbin gizli onayından hoşnut olan zaferli kişi, yücelik gününde O’nun tahtında Mesih ile birlikte görünecektir.