Üçüncü Tanrisal Mutluluk

Bölüm 3

Matta 5:5. Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar. Üçüncü tanrısal mutluluk üzerindeki düşüncelerimizde, kendimizi “yüreğinde alçakgönüllü ve yumuşak huylu” olan kutlu Rabbin bize mutluluk veren refakati altında buluruz. Bu üçüncü bölümde canın kutsanması ile ilgili büyük bir ilerlemenin mevcut olduğu aşikardır. Yücelik mirasçısı Mesih’in okulunda bu yaşamın sıkıntılarını nasıl karşılayacağını, O’nunla görüştükçe öğrenmektedir. Bu, çok önemli bir derstir ve bu derse çok ihtiyaç duyulur. Bu dersi tam olarak öğrendiğimizden emin olalım.

İlk dersimizde bizi, Tanrıyı gerçekten tanıyan ve Mesih’in karakterine - “ruhta yoksul” – benzeyen her canın durumu hakkında bilgi verildi. Kendisini Tanrının huzurunda ne olduğunu gören her canın sonucu olan bu durum can ve Tanrı arasında bulunan temel bir meseledir. Tüm canlar Tanrının huzurunda bereketli ve mutludurlar. Ama dünyada yaşamaya devam ettikçe ve bu yaşamın çeşitli görevlerine katıldıkça, yolumuza o kadar çok sıkıntı nedeni çıkar ki, ruhlarımızda inleriz. Bu, bizim ikinci dersimizdir. Bu ders, günlük tecrübelerden biridir. Üçüncü sınıftaki büyük ilerleme şu şekilde görünür: can, lütufta öylesine büyümüştür ki, artık şimdi sorgulamak, muhakeme etmek ve bu deneme sahnesinde sergilenmekte olan kendi iradesine güvenen ruh, öğrencide Babanın isteğine boyun eğmek için alçak gönüllükle teslim olur ve İsa’dan, yürekte alçak gönüllü ve yumuşak huylu olmayı öğrenir; çünkü her şeye rağmen bu koşullardaki durum, ya kişinin kendi iradesine güvenmesi ya da Rabbe boyun eğmesine bağlı bir meseledir.

Yürekte yumuşak huylu olan kişi, çevresinde bulunan her şeye rağmen, Tanrının, Kendi iradesinin öğütlerini yerine getirdiğini ve Kendisini sevenlerin ve amacına uygun olarak çağrılmış olanların yaşadıkları her durumda etkin olduğunu daha net olarak görmeye başlarlar. Tanrıyı ve O’nun yollarını daha iyi tanımak, derin terbiye görmüş bir zihin durumu üretir. İman adamı, ruhta inleyerek, ve insanın kötülüğü nedeni ile yas tutarak, sevdiklerimizin Mesih’i reddetmesi ve O’nun adını taşıyan kişilerin uğradıkları başarısızlıklar ile sessizleşir ve alçalır! Tanrı adamı tüm bu durumların ortasında Tanrı ile yürür ve her konuda O’na danışır. Düşmanın en alçak sesli şikayetlerinde ya da en yüksek sesli kükremelerinde Babasının sesini işitir; en küçük incinmede ya da en büyük zulümde O’nun eline yapışır; dünyanın zevklerine ya da kötünün refahına imrenmez, tüm kaynaklarının diri Tanrı olduğunu bilir ve O’na dönebilir, O’nda dinlenebilir, O’nda sevinç duyar ve bu üzüntülü durumlar ile ilgili çatışmaların üstüne çıkarak O’nunla yürür. Ama sen ey canım, güvenlik içinde dinlen, çünkü bu bereketlilik durumundan yalnızca bu koşullar sonucunda Tanrıyı tanımış olan kişiler keyif alırlar ve O’nun, Sevgisinin gizli amaçlarını, insanın çok sayıdaki kötülük amaçlarına rağmen, yerine getirdiğine inanırlar. Bir Babanın sesi, bir Babanın eli, bir Babanın isteği ve bir Babanın amacı alçak gönüllü ve yumuşak huylu bir ruhu yaratma ve muhafaza etme konusunda başarısız olmayacaktır. İman böylelikle, kendisini, aşağıda yer alan en güzel şarkılarımızdan birinde güçlü bir şekilde ifade etmiştir:-

“Tanrı benden yana mı? O zaman, her şey bana karşı olsa bile korkmam;
Kurtarıcım Mesih’e seslendiğim zaman, kötülük orduları kaçarlar.
Dostum, gücü Her Şeye Yeten ve beni seven Tanrım!
Bir sel gibi üstüme gelse bile, hangi düşman bana zarar verecektir?
Biliyorum, inanıyorum ve korkusuzca söylüyorum,
O en yüce, en kudretli olan Tanrı beni seviyor.
Her zaman, her yerde benim yanımda yer alıyor;
Savaş kızıştığı zaman, şiddetli fırtınalarda ve gelgit akıntılarında egemen olan O’dur.
Ne melekler, ne gökyüzü, ne taht, ne güç, ne kudret,
Ne sevgi, ne derinlik, ne de yaratılmış ya da yaratılacak olan bir yaratık
Beni Senin göğsünden çekip alamaz, beni Senden ayıramaz.
Yüreğim sevinç ile sıçrar, ve orada üzüntü barınamaz;
Yüreğim güneşin parlayan ışığının ortasında yücelik içinde bağırarak şarkılar söyler;
Üzerime parlayan güneş Rabbim ve O’nun sevgisidir,
Şarkılarımın çeşmesi yukarda, gökyüzündedir.”

Ama eğer ey canım, mutlak mükemmellik içinde sözünü ettiğimiz yumuşak huyluluğu görecek olur isen, o zaman, yeryüzünde iken, Halkından hiç kimsenin asla bilemeyeceği daha derin acılar tanıyan ve gökte daha derin paydaşlıklar bilen O’na, derin düşüncelere dalarak geri dönmen gerekir. Rab, Krallık halkı ile karşılıklı konuşur iken ve onların sordukları sorulara yanıt verirken, insanların gerçek konumlarını sezmiştir ve O’nu Yahudilerin Kralı Mesih olarak reddettiklerinin farkına varmıştır. Rabbin yüreğini dolduran üzüntü kim bilir ne kadar büyüktü! Ve Babasının bağrında bulduğu rahatlık ve dinlenme ne kadar harika idi!

Şimdi kısa bir süre için, Matta 11:20-30 ayetlerine döneceğiz. Burada gördüğümüz, farklı bir ifadedir ve İsa’da var olan bu iki şeyin – çevrede var olan kötülük nedeni ile ruhta inlemek ve O’nun, Babasının isteğine mutlak boyun eğmesi -mükemmel bileşimini övgü ve şükran ile görürüz. O’nun dudaklarından, “Eyvah,eyvah” sözcükleri hiç bir zaman çıkmadı. O, göğe baktığı zaman daima şöyle dedi: “Göğün ve yerin Rabbi olan ey Baba, sana teşekkür ederim.” O, sevdiği kişilerin imansızlıklarının giderek büyüdüğünü ve derinleştiğini sezdiği zaman, ve İmmanuel olarak aralarında yaşamasına rağmen, ruhsal körlükleri nedeni ile O’nu reddettiklerinde, yumuşak huyluluk ile Babasının isteğine boyun eğer. Böyle durumlarda O, yalnızca önündeki mükemmelliği ve yüceliği görür. “Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana teşekkür ederim. Evet, Baba, senin isteğin bu idi.” O günden bu güne olan bu durumlar her zaman aynı kalmıştır ve şimdi de hala aynıdır. Ey canım, şu anda yazdığını aklında iyi tut, önünde itaat eden insan olarak İsa duruyor ve Baba’nın yumuşak huylu ve alçakgönüllüler için lütuf ile dolu yolları bulunuyor. Tanrı, biricik Oğlu’nun Kişiliğini kutsal olmayan imansız bakışlara karşı sığınak olarak korur ve Yüceliğini insanın gururundan gizler. “Oğul’u Babadan başka kimse tanımaz. Baba’yı da Oğul’dan ve Oğul’un O’nu tanıtmak istediği kişilerden başkası tanımaz.” O’nun Kişiliğinin derin sırlarına insan zekasının gururu ile nüfuz etmeye cüret eden herkes, sadece kendi körlüğünü ve akılsızlığını açıklamış ve bu yüzden kendisini düşmanın tuzaklarına maruz bırakmıştır. Ama İsa’nın ve O’nun yollarının bilgisinin tam bereketi alçakgönüllü yüreğe- tapınan yüreğe – bildirilir. Rab, alçakgönüllülere adalet yolunda öncülük eder, kendi yolunu öğretir onlara…. Alçakgönüllüler ülkeyi miras alacak, derin bir huzurun zevkini tadacak.” (Mezmur 25, 37) Bu bölümlerin yeryüzündeki bin yıllık dönemlere işaret ettiklerine hiç kuşku yok; bu dönemde Tanrıdan korkan kişiler yücelik kralları Mesih ile birlikte yeryüzüne sahip olacaklardır. Dikkat edin, burada söylenen onların gökyüzünü değil, yeryüzünü miras alacaklarıdır, bir zamanlar deneme ve sıkıntı yeri olan yeryüzü bir gün onlar için dinlenme, yücelik ve bereket yeri olacaktır. Hıristiyan, yeryüzünü, Mesih ile birleşmiş olarak daha üstün bir şekilde sahiplenecektir. Mesih o zaman, yoksulları ekmek ile besleyecek ve bu kez, göksel kutsallar, eskiden öğrencilerin yapmış olduğu gibi, ekmeği dağıtma ayrıcalığına sahip olabileceklerdir.

Ama, özellikle denenmiş olan hizmetkar Hıristiyan’ın, kutlu Rab ve Efendi’yi tek kaynağı olarak Babasına dönmeye yönlendiren hayal kırıklıklarının doğasına daha yakından bakmak için geri dönüp incelemesi kendisi için yararlı olacaktır.

O, Kendisine ait olanlar için gelmişti, ama Kendi halkından olanlar O’nu kabul etmediler. Sevdiği ve kurtarmak için geldiği kişiler, yüreklerinde O’na yer vermediler. Vaftizci Yahya, üzücü haberler ile geldiği zaman, yas tutmayı reddettiler. İsa sevinçli haberler ile geldiği zaman, sevinmeyi reddettiler. Onlar, O’na hiç bir koşulda sahip çıkmayacaklardı. Müjdenin her çağdaki orantısal küçük başarısının sırrı budur. Doğal yürek, reddedilmiş bir Mesih yerine şimdiki değerlerin sevincini tercih eder ve cennetin çok uzaklarda bir yerde olduğunu düşünür. Bu kuşak, Yahya’nın en ciddi uyarılarına ve İsa’nın en lütufkar davetlerine kulak asmıyor gibi idi. Bu kadarı bile herhangi bir vaizin yüreğinin kırılması için yeterlidir. Lütfun eylemleri, sevginin çekiciliği, adaletin tehditleri, cehennemin sefaletleri, cennetin yücelikleri, özensiz davranan kişileri yakalamak ya da uyandırmak için yeterli değildir. Vaizin yüreği, insanların yüreklerinin katılığı nedeni ile kırıldığı zaman, nasıl hareket etmesi ya da ne yapması gerekir? Tanrının huzuruna girmesi ve O’nunla paydaşlık yaparak O’nun hem hizmet hem de boyun eğme konusundaki dersini daha yetkin bir şekilde öğrenmesi gerekir. Hayal kırıklığına uğramış işçi için tek sığınak ve dinlenme yeri budur. Şimdi Rabbin nasıl hareket ettiğine bakalım.

Rab, insanların durumu hakkında mükemmel bilgiye sahipti ve Tanrının, hem O’nun Kişiliğindeki hem de hizmetindeki iyiliğini nasıl geri çevirdiklerini çok iyi biliyordu. Böyle bir imansızlığın kaçınılmaz sonucunun yargı olması gerekir. Bu konu ile uyumlu olarak şunları okuruz: “Rab, sonra, mucizelerinin çoğunu yapmış olduğu kentleri, tövbe etmedikleri için şöyle azarlamaya başladı: Vay haline, ey Horazin! Vay haline, ey Beytsayda! Ya sen, ey Kefarnahum! Göğe mi çıkarılacaksın? Hayır, ölüler diyarına indirileceksin! Çünkü sende yapılan mucizeler Sur’ ve Sayda’da yapılmış olsa idi, çoktan çul kuşanıp kül içinde oturarak tövbe etmiş olurlardı. Sana şunu söyleyeyim, yargı günü sizin haliniz Sur ve Sayda’nın halinden beter olacaktır!” Bunlar çok ciddi sözlerdir! İsrail bölgesinde büyük rağbet gören bu kentlere karşı ilan edilen yargı, kötülüğü ile ün salmış Sodom hakkındaki yargıdan bile daha korkunç ve daha acımasızdır. Ama bu sözler, günümüzün üstün ayrıcalıklı müjde işiticisine hitap eden sözler değil midirler? Kesinlikle öyledirler. Sapkın Hıristiyanlığın herhangi bir döneminde yer alan herhangi bir yargı böylesine ağır ve merhametsiz olmamıştır. Ayrıcalık konumu ne kadar yüksek olur ise, gerçeklik olmaksızın yalnızca Mesih’in adını taşıyan sadık olmayanların düşüşünün de o kadar derin olması gerekir. Ve şimdi Horazin, Beytsayda ve Kefarnahum günleri gibi günler yaşanmamakta mıdır? Ne yazık! Bu soruya yanıt verilmesi gerekmez; bunun yerine şu sorunun sorulması gerekir: O’nun Kişiliğinin yüceliği ve O’nun sözünün yetkisi için gerçek ve sadık tanıklar nerededirler? Bu düşünce baskı vericidir. Ne yapılması gerekir? Rab ne yaptı? Babasına döndü.

“İsa bundan sonra şöyle dedi: ‘Baba, yerin ve göğün Rabbi, sana teşekkür ederim.” Kısaca belirtecek olur isek, Rab, diğer kişilerin Kendisine olan davranışlarından şikayet etmek ve Kendini haklı çıkarmak yerine, yumuşak huyluluk ile Babasının egemen isteğine boyun eğer ve Kendisini göğün ve yerin Rabbi olan ve her şeyi bilgece düzenleyen Babasının ellerine bırakır; ve bunun sonucu ne olur? Sonuç, yalnızca her zaman olması gereken olur – O, bereketi elde eder. Yalnızca bir vaade değil, her şeye sahip olur. “Babam her şeyi bana teslim etti.” Ve bu ifade, lütuf aracılığı ile Tanrının daha tam bir açıklamasının ve insanlık için daha zengin bir bereketinin fırsatı olduğunun kanıtıdır. “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm.” Bu sözler bize hitap eden bir örnek olarak ne kadar güzel ve değerlidirler! Bereket yolu, her zaman hem bizler hem de diğer kişiler için düşünülmüş bir yoldur. İsa, bir insan olarak aşağılandığı, Mesih olarak reddedildiği ve Yüceliğinin tacını reddettiği zaman, Haklarını savunmak için ayağa kalkmadı, ama yumuşak huyluluk ile boyun eğdi ve yerin ve göğün Rabbi olan Babasına baktı. O, her şeyi Babasının ellerine bırakabildi ve O’nun egemen isteğini bekleyebildi. Bu arada bereket, bir yaşam dalgası gibi sonsuz sevgi okyanusundan akar ve tüm Yahudi sınırlamalarının üzerinden akar.

Diğer uluslar bu noktada gündeme getirilir. Baba, tüm bereketin kaynağı olarak açıklanır. “Bana gelin … ben size rahat veririm.” Yahudi gibi yoksul olan diğer uluslara ait kişi; yorgun musun ve yükün ağır mı? “Bana gel …” Şimdi söz konusu olan saf lütuftur. Yorgun olma ve ağır yük taşıma dışında hiç bir özellik talep edilmez. Kutlu Rab, burada söz ettiği rahatı bize nasıl vereceğini söylemez, ama bizim O’na güvenmemiz gerekir. O, artık insana güvenmez, şimdi insanın O’na güvenmesi gerekir. Artık bereket için başka bir yol mevcut değildir. Mevcut olan, yalnızca tek bir sorudur: Tanrı, güvenmek için uygun Biri midir? Hepsi bu kadar. O’na güvenin. “Ne mutlu O’na sığınanlara!” Mezmur 2:12.

Ama bu dolu ve bol akan lütuf, insan aksini söyleyebilse de, yürüyüşte özensizliğe neden olmaz. “Boyunduruğumu yüklenin, benden öğrenin; çünkü ben yumuşak huylu ve alçakgönüllüyüm. Böylece canlarınız rahata kavuşur. Boyunduruğumu taşımak kolaydır, yüküm hafiftir.” İki ayet arasındaki farklılık çok belirgindir ve çok sık olarak fark edilir. 28.ayette şunlar yazılıdır: “Bana gelin, ben size rahat veririm”; 29.ayet ise şöyle der: “Boyunduruğumu yüklenin.. böylece canlarınız rahata kavuşur.” İlk ayette, günahkara gösterilen saf, mutlak ve koşulsuz lütuf yer alır; ikinci ayette ise imanlı için Mesih’in boyunduruğunu yüklenmesinden söz edilir. Bu yaşamın sıkıntılarını O’nun karşıladığı şekilde karşılamayı çok az kişinin öğrenmesinin nedeni O’nun boyunduruğunu yüklenmemeleri ve O’ndan öğrenmemeleridir. İnsanlar kendi karakterleri hakkında düşünürler; ne kadar çok yanlış anlaşıldıklarını, ne kadar yanlış temsil edildiklerini, nasıl haksız yere suçlandıklarını ve kendilerine nasıl adil olmayan bir şekilde ya da kabaca davranıldığı üzerinde dururlar. Kendi ünlerinin düşünmeleri gereken en son şey olduğunu öğrenmemişlerdir; artık ilgilenmeleri gereken tek şey, Mesih’in karakteridir. Aynı boyunduruk altında olan bu kişiler yan yana ve adım adım birlikte yürümelidirler. Atlı arabanın tekerlekleri çöl kumunun derinliklerine gömüldüğü zaman, güçlü olanın, zayıf olanı çekip çıkartması gerektiği doğrudur; ama yine de her ikisinin birlikte yürümesi gerekir. Rab böylelikle bize üçüncü tanrısal mutluluğun büyük gerçeğini öğrenmemiz için fırsat verir. “Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar.”

Rab, yaşamın dalgalarının alçak olmasına izin ver.
Yüksek dalgalarda Senin koluna yaslanmaz isem, düşmek zorunda kalırım.
Ama Sen, destekleyen lütfun aracılığı ile beni tutarsan,
Sakince yürür ve yüksek dalgaların üstünden geçerim.
Ve Senin bulunduğun yere, Sana bakarsam –
Yaşamın büyük ve vahşi kargaşasının içsel denizi,
Bu huzursuz yüreğin ateşli titremeleri,
Sen, dirilmiş Rabbimle yürüdüğüm zaman, sakinleşirler.
Çünkü ben Seni, yükseklerde, Tanrının sağındaki
Görkemli yerinde otururken görmüş olduğum için,
Beni o sevgi yerine götüren ışık
Bana burada, yeryüzündeki her şeyin enkaz olduğunu açıkladı!”