Çölde Sayım 17 - 18

Bu iki bölüm kahinliğin kaynaklarını, sorumluluklarını ve ayrıcalıklarını bize takdim eden farklı bir kısım teşkil ederler. Kahinlik tanrısal bir kurumdur. “Kahinlik onurunu hiç kimse kendiliğinden üzerine alamaz; ancak Harun gibi Tanrı tarafından çağrılmış olan kişi kahin olabilir.” Bu konu, Çölde Sayım 17.bölümde çok çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır.  "Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına her oymak önderi için bir tane olmak üzere on iki değnek getirmesini söyle. Her önderin adını kendi değneğinin üzerine yaz. Levi oymağının değneği üzerine Harun’un adını yazacaksın. Her oymak önderi için bir değnek olacak. Değnekleri buluşma çadırında sizinle buluştuğum Levha Sandığının önüne koy. Seçeceğim kişinin değneği filiz verecek. İsrail halkının sürekli sizden yakınmasına son vereceğim. Musa İsrail halkı ile konuştu. Halkın önderleri her oymak önderi için bir tane olmak üzere on iki değnek getirdiler. Harun’un değneği de aralarında idi.” Çölde Sayım 17: 1-6.

Bu düzenlemede ne kadar da eşsiz bir bilgelik parlamaktadır! Konu insanın ellerinden alınıp da ait olduğu yere yani diri Tanrının ellerine yerleştirildiği zaman nasıl da tam bir hale gelir! Söz konusu olan insanın kendisini ataması ya da bir insanın başka bir insanı ataması değil idi. Ama önemli olan Tanrının Kendi seçimi ile yaptığı kişi idi. Tek bir kelime ile söyleyecek olur isek, sorunun kesinlikle tanrının Kendisi tarafından çözümlenmesi gerekiyor idi, öyle ki tüm şikayetler sonsuza kadar tamamen susturulabilsinler ve artık hiç kimse Tanrının baş kahinini çok ileri gitmek ile suçlayamasın. İnsan iradesinin bu ciddi sorunu çözümleyebilecek bir gücü yok idi. Hepsi birbirinin aynı olan on iki değnek Rabbin önüne kondular ve insanlar huzurdan çekildiler ve Tanrıyı harekete geçmek üzere yalnız bıraktılar. Yer ya da fırsat yok idi, çünkü insan düzenlemesi yapılacak bir ortam mevcut değil idi. İnsanın düşüncesinden çok uzak olan kutsal yerin sonsuz sükunetinde tanrısal karar aracılığı ile kahinlik ile ilgili önemli sorun çözülecek ve artık bundan böyle asla tekrar ortaya çıkmayacak idi.

“Musa değnekleri Levha Sandığının bulunduğu çadırda Rabbin önüne koydu. Ertesi gün Musa Levha Sandığının bulunduğu çadıra girdi. Baktı, Levi oymağını temsil eden Harun’un değneği filiz vermiş, tomurcuklanıp çiçek açmış ve badem yetiştirmiş. “ Ölüler arasından dirilen güce sahip Tanrının Oğlunun” beyan edilişine ilişkin çarpıcı ve güzel bir örnek! On iki değneğin hiç birinde başında yaşam yok idi. Ama Tanrı, diri Tanrı sahneye geldi ve Kendisine özgü gücü aracılığı ile Harun’un değneğine yaşam verdi ve onu dirilişin hoş kokulu ürünleri ile donattı.

Bunu kim inkar edebilir? Akılcı kişi küçümseyerek dudak bükebilir. Ve binlerce soru sorabilir. İman badem veren o değneğe bakar ve onda her şeyin Tanrıdan olduğu yeni yaratığın güzel bir örneğini görür. İmansızlık ise kuru bir değneğin ucunda bir gece zarfında ortaya çıkan bir bademin var olmasının imkansız olduğunu ileri sürer. Ama bu durum kimin gözüne imkansız gibi görünür? İmansızın, akılcının ve kuşkucunun! Ve neden böyle olur? Çünkü onlar Tanrıyı her zaman dışarda bırakırlar. Bunu her zaman aklımızda tutalım. İmansızlık değişmez bir şekilde Tanrıyı dışarda bırakır. İmansızlığın ileri sürdüğü mantıklar devam eder ve bunların sonuçları gece yarısı karanlığının koyuluğuna ulaşırlar. İçinde imansızlığın çalıştığı o alanın tamamında gerçek ışığın tek bir ışını bile mevcut değildir. Işığın tek kaynağını bile dışarda bırakır ve canı hissedilebilir bir karanlığın gölgelerine ve derin hüznüne sarılı halde bırakır.

Genç okuyucu için burada biraz durması ve bu ciddi gerçek üzerinde derin bir şekilde düşünmesi iyi olur. İmansızlığın- akılcılığın ve kuşkuculuğun bu özel karakterine sakin ve ciddi bir şekilde bakmalıdır. Bu durum Tanrıyı dışarda bırakmakla başlar, devam eder ve son bulur. Harun’un filiz veren, tomurcuklanıp çiçek açan ve badem yetiştiren değneğinin gizemine tanrısız biri “Nasıl yani?” şeklinde bir tepki verecektir. Bu tutum imansızın en büyük sorunudur. İmansız kişi on binlerce soru sorabilir ama hiç birine yanıt veremez. İmansız kişi size nasıl kuşku duyacağınızı öğretir ama asla nasıl inanacağınızı öğretmez. Sizi her şeyden kuşku duymaya yönlendirir ama size inanmanız için hiç bir şey vermez.

İşte sevgili okuyucu, imansızlık böyledir. İmansızlık şeytandandır. Şeytan her zaman soru sormanın babası olmuştur, öyledir ve öyle de olacaktır. Şeytan ile nerede karşılaşırsanız karşılaşın onu her zaman soru sorar iken bulacaksınız. Şeytan yüreği her tür “eğerler” ve “nasıllar” ile doldurur. Böylece canı koyu bir karanlığa sokar. Eğer yalnızca bir soru sorma konusunda başarılı olabilir ise, o zaman hedefine ulaşmıştır. Ama Tanrının VAR OLDUĞUNA ve KONUŞMUŞ OLDUĞUNA sadece iman eden tek bir can karşısında tam olarak güçsüzdür. İşte imanın, imansızların sorularına verdiği soylu yanıt : İman her zaman imansızlığın dışarda bıraktığı Tanrıyı içeri getirir. İman Tanrı ile düşünür; imansızlık Tanrısız düşünür.

O zaman bu durumda imanlı okuyucuya ve özellikle genç imanlıya söyleyeceğimiz şudur. Tanrı konuşmuş olduğu zaman asla soruları kabul etme! Eğer kabul eder isen şeytan seni bir anda ayaklarının altına alacaktır. Şeytana karşı olan tek güvencen o harika gerçekte, ölümsüz cümlede bulunur: “Yazılmıştır!” Şeytan ile deneyim, duygu ya da gözlem temelinde tartışmanın asla yararı olmayacaktır. Şeytan ile mücadelede tek mutlak ve geçerli temelin şudur: Tanrı vardır ve Tanrı konuşmuştur. Şeytan bu kesin kanıta asla karşı koyamaz. Bunu yapması imkansızdır. Bunun dışındaki her şeyi paramparça edebilir ama bu gerçek onu kahreder ve zihnini karıştırır ve bir an önce kaçıp gitmesine neden olur.

Bu gerçeğin örneğini çok çarpıcı bir şekilde Rabbimizin denenmesi esnasında görürüz. Düşman alışılmış tarzı olarak yüce Rabbe bir soru ile yaklaştı. “ Eğer sen Tanrının Oğlu isen?” Rab ona ne yanıt verdi? Şöyle mi dedi? “ Tanrının Oğlu olduğumu biliyorum – gökler açıldı ve Tanrı buna göklerden tanıklık etti ve üzerime inen ve mesh eden Ruh da buna şahitlik etti – Tanrının Oğlu olduğumu biliyorum, bunu hissediyorum, buna inanıyorum ve bunun farkındayım” mı dedi? Hayır; O’nun ayartıcıya karşılık verme tarzı böyle olmadı. O halde nasıl yanıt verdi? “ Yazılmıştır !” İtaatkar ve bağımlı İnsan’ın üç kez tekrar ettiği yanıt böyle idi. Ve ayartıcıyı bozguna uğratmak isteyen herkesin vermesi gereken yanıt da böyle olmalıdır.

Eğer Harun’un ürün veren değneği ile ilgili olarak “Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Bu olan şey, doğanın yasalarına aykırı ve Tanrı nasıl olur da doğal felsefenin bina edilmiş felsefelerini tersine çevirebilir?” tarzında bazı sorular gelir ise, imanın bu sorulara vereceği yanıt çok basittir. Tanrı istediği her şeyi yapabilir. Evreni var olmaya çağıran Tanrının bir değneği bir an içinde filizlendirmeye, tomurcuklandırmaya ve badem oluşturmaya gücü elbette vardır. Tanrıyı içeri alın ve o zaman her şeyin en kolay ve en basit şekilde gerçekleşeceğini göreceksiniz. Tanrıyı dışarda bırakın ve o zaman her şey umutsuz bir kargaşalık halini alacaktır. Saygı ile söylüyoruz, engin evrenin Her Şeye Gücü Yeten Yaratıcısını doğanın belirli yasaları ya da insan felsefesinin belirli prensipleri ile bağlama girişiminde bulunmak dindar küfürden başka bir şey değildir. Hatta Tanrının varlığını tamamen inkar etmekten daha bile kötüdür. Hangisinin daha kötü olduğunu söylemek zor: Tanrının olmadığını söyleyen ateist mi yoksa Tanrının istediği her şeyi yapabileceğine inanmayan akılcı mı?

Şu anda gündemde olan tüm olası teorilerin gerçek köklerini görmek için güce sahip olmanın yoğun önemini hissederiz. İnsan zihni şekil veren sistemler ile, sonuçlar çıkarmak ile ve kutsal yazıların hepsini dışarda bırakmak için mantık yürütmek ile ve Tanrıyı kendi yaratılışının dışında tutmak ile meşguldür. Genç imanlı kardeşlerimizin bu konular hakkında ciddi şekilde uyarılmaları gerekir. Bilimin gerçekleri ve bilim adamlarının vardığı sonuçlar arasında var olan yoğun farklıların genç imanlılara öğretilmeleri gerekir. Bir gerçeğe nerede rastlarsanız rastlayın gerçek, gerçektir; Jeoloji, astronomi ya da bilimin herhangi bir başka dalında gerçek değişmez. Ama insanın yürüttüğü mantıklar, sonuçlar ve sistemler bir arada çok farklı bir durum oluştururlar. Kutsal yazıların bilimin gerçeklerine asla dokunmayacaklarını söylemeliyiz ama bilim adamlarının ileri sürdükleri mantıkların kutsal yazılar ile sürekli olarak çarpıştıkları görülür. Ne yazık! Ah, ne yazık! Bilim adamlarına çok yazık! Ve durum böyle olduğu zaman, bu tür mantıkların tümünü net bir kararlılık ile reddetmeli ve elçi ile birlikte şu sözleri söylemeliyiz: “Gerçeği yalnızca Tanrı söyler ve her insan bir yalancıdır.”

Bu konu üzerinde memnuniyet ile duracağız, çünkü ne kadar ciddi olduğunu çok derin bir şekilde hissediyoruz. Ama yine de okuyucuya yüreğinde ve zihninde kutsal yazılara en üstün yeri vermesi için ciddi bir şekilde ısrar etme gereği duyuyoruz. Mutlak bir boyun eğiş ile önünde eğilmemiz gereken yetki şunlar değildir: “Kilise böyle dedi” – “atalar böyle söylediler” – “Doktorlar böyle diyorlar”; mutlak boyun eğişimiz yalnızca “Rab böyle dedi”, “Yazılmıştır!” sözlerindeki yetkiye olacaktır. Hristiyanlığın her boyutunun düşünce ve duygusunda inanç temellerini sökme tehdidinde bulunan sadakatsizliğin yükselen gelgitine karşı “tek” güvence bu sözlerdeki yetkidir! Rabbin sözü tarafından öğretilenlerin ve yönetilenlerin dışında bu sorunlardan kaçan olmayacaktır. Tanrı, sözü tarafından öğretilen ve yönetilen böyle kişilerin sayısını çoğaltsın!

Şimdi bölümümüzde ilerleyelim.

“Musa bütün değnekleri Rabbin önünden çıkarıp İsrail halkına gösterdi. Halk değneklere baktı ve her biri kendi değneğini aldı. Rab Musa’ya ‘Başkaldıranlara bir uyarı olsun diye Harun’un değneğini saklanmak üzere Levha Sandığının önüne koy’ dedi. ‘Onların benden yakınmalarına son vereceksin, öyle ki ölmesinler.’ Musa Rabbin buyruğu uyarınca davrandı.” Çölde Sayım 17: 9-11

Böylece bu sorun da tanrısal bir şekilde çözüme ulaştı. Kahinlik ölümden yaşam çıkartan Tanrının o değerli lütfunun üzerinde bina edildi. Kahinliğin kaynağı budur. İnsanın, geri kalan on bir değnekten birini alması ve onu kahinlik görevi için kullanması mümkün olamaz idi. Güneşin altındaki tüm insan yetkisi ölü bir değneğe hiç bir şekilde yaşam veremez ya da o değneği canlara bereket sağlayacak bir kanal haline getiremez idi. On bir değneğin hepsi bir araya getirilecek olsalar ne tek bir filiz verebilir ne de tomurcuklanabilirler idi. Ama dirilten gücün değerli kanıtlarının olduğu her yerde – tanrısal yaşamın ve bereketin tazeleyici güçleri – yetkin lütfun hoş kokulu ürünleri – yalnızca ihtiyaç içinde olan değil ama aynı zamanda şikayet eden ve baş kaldıran halkı taşıyabilecek o kahinlik hizmetinin kaynağı orada ve yalnızca orada dirilten gücün olduğu yerde bulunabilir idi.

Ve şimdi bu noktada doğal olarak şu tür sorular sorabiliriz. “Musa’nın değneğine ne oldu? Neden on iki değnek arasında Musa’nın değneği yok idi?” Şükürler olsun ki bunun nedeni çok basittir. Musa’nın değneği güç ve yetkinin ifadesi idi. Harun’un değneği ise ölüleri dirilten ve var olmayanı var olmaya çağıran o lütfun harika bir ifadesi idi. Ama yalnızca güç ve yetki çöldeki topluluğa yeterli değil idi. Güç, baş kaldıranları ezebilir idi; yetki günahkara vurabilir idi, ama yalnızca merhamet ve lütuf ihtiyaç içinde çaresiz ve günahkar erkeklere, kadınlara ve çocuklara yardımcı olabilir idi. Ölü bir değnekten bademler çıkartabilen bir lütuf İsrail’in çölde devam etmesini sağlayabilir idi. Yehova yalnızca Harun’un badem veren değneği ile bağlantılı olarak şunları söyleyebilir idi, “Onların benden yakınmalarına son vereceksin, öyle ki ölmesinler.” Yetkinin değneği şikayet edenlerin yakınmalarına son verebilir idi, ama lütfun değneği şikayetleri ortadan kaldırabilir idi.

Okuyucu İbraniler 9.bölümün başlangıcındaki bir kısımda Harun’un değneğinin konusu ile bağlantılı olarak ilgi duyduğu ve yararlanacağı bir noktaya işaret edebilir. Levha sandığından söz eden elçi şöyle der: “Sandığın içinde altından yapılmış man testisi, Harun’un filizlenmiş değneği ve antlaşma levhaları vardı.” İbraniler 9: 4. Bu olay çölde oldu. Değnek ve man İsrail’in çöldeki yolculukları ve çöl ihtiyaçları için tanrısal lütfun sağlayışları idi. Ama eğer 1.Krallar 8:9 ayetine dönecek olur isek, orada şunları okuruz: “Sandığın içinde Musa’nın Horev dağında koyduğu iki taş levhadan başka bir şey yok idi. Bunlar Mısır’dan çıkışlarında Rabbin İsrailliler ile yaptığı antlaşmanın taş levhaları idi.” Çöl yolculuğu sona ermiş idi ve Süleyman’ın döneminin görkemi ışınlarını ülkenin üzerine gönderiyor idi ve bu yüzden filizlenmiş değnek ve man testisi atlanmış ve kaydedilmemiş idi ve Tanrının halkının ortasındaki adil yönetiminin temeli olan iki taş levhadan oluşan yasadan başka bir şey kaydedilmemiş idi.

Şimdi bize burada yalnızca kutsal yazıların tanrısal titizliğine ilişkin değil ama aynı zamanda Çölde Sayım kitabının özel karakteri ve konusunun tamamı da örnek olarak sunulur. Harun’un değneği çöldeki yolculuk sırasında Levha sandığının içinde idi. Ne kadar değerli bir gerçek! Okuyucu bu değerli gerçeğin derin ve bereketli önemine sımsıkı tutunmayı arzu etsin diye dilekte bulunuyorum. Musa’nın değneği ve Harun’un değneği arasındaki farklılık konusunda iyice düşünsün. Daha önceki zamanlarda ve diğer olaylarda Musa’nın değneğinin karakteristik görevini görmüş idik. Mısır ülkesinin bu değneğin ağır darbeleri altında nasıl dehşete düşmüş olduğunu hatırlıyoruz. İleri uzatılan değnek aracılığı ile Mısır ülkesine bela üstüne bela gelmiş idi. Yine bu değnek aracılığı ile denizin sularının nasıl yarıldığını okumuş idik. Özetleyecek olur isek Musa’nın değneği bir güç değneği ve bir yetki değneği idi. Ama İsrail halkının şikayetlerini susturmak için yeterli olamadı. Ve aynı şekilde halkın çöldeki yolculuğunda onlara destek sağlayamadı. Tüm bunları yapabilecek tek şey lütuf idi ve saf lütfun – özgür ve egemen lütuf – ifade edilişine Harun’un filizlenen değneğinde tanık oluyoruz.

Bundan daha güçlü ve daha güzel bir şey olamaz. O kuru ve ölü değnek İsrail’in durumunun tam bir örneği idi ve gerçekten de her birimizin doğal durumunu ortaya koyuyor idi. Değnekte hiçbir öz, yaşam ya da güç yok idi. Biri, “bundan nasıl olur da iyi bir şey çıkar?” diye sorabilir. Eğer lütuf gelmemiş olsa idi ve dirilten gücünü göstermemiş olsa idi o kuru cansız değnekten hiç bir şey olmaz idi. Aynı durum çöldeki İsrail için de söz konusu idi. Her gün çöl boyunca nasıl yönlendirilecekler idi? Zayıflıkları ve ihtiyaçları için nasıl destek alacaklar idi? Tüm günah ve ahmaklıklarının içindeki bu halka nasıl tahammül edilecek idi? Bu soruların yanıtı Harun’un filizlenen değneğinde bulunur. Eğer bu kuru ve ölü değnek doğanın kısır ve yararsız durumunun bir ifadesi ise filizlenme, tomurcuklanma ve ürün verme çöldeki topluluğun durumuna tek tahammül edebilecek olan kahinlik hizmetini bina eden Tanrının o diri ve yaşam veren lütuf ve gücünün ifadesidir. Saldırgan bir kalabalığın binlerce ihtiyacına yalnızca lütuf yanıt verebilir. Güç bu konuda yeterli olamaz. Yetki de yarar sağlamaz. Yalnızca kahinlik ihtiyaç olanı sağlayabilir. Ve bu kahinlik kuru bir değnekten meyve çıkartabilecek o yetkin lütfun temeli üzerine kurulmuştur.

Eski dönemdeki kahinlik hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar. Ve kahinlik hakkında şimdi hali hazırdaki duruma bakalım. Tanrının kilisesindeki her görev tanrısal lütfun ürünüdür – Kilisenin Başı olan Mesih’in armağan edilmesi! Tanrısal lütuf dışında bir hizmet kaynağı kesinlikle yoktur. Elçilik armağanından diğer en küçük armağanlara kadar hepsinin kaynağı Mesih’in Kendisidir. Tüm hizmet prensibinin asıl kökü Pavlus’un Galatyalılar’a yazdığı şu sözler ile belirtilir; Pavlus bu sözlerinde kendisinden şöyle bahseder: “İnsanlarca ya da insan aracılığı ile değil, İsa Mesih ve O’nu ölümden dirilten Baba Tanrı aracılığı ile elçi atandım.” Galatyalılar 1:1.

Burada tüm hizmetin çıktığı üstün kaynağın ne olduğuna dikkat edilmelidir. Hizmet hiç bir biçimde ya da şekilde bir insandan ya da bir insan aracılığı ile çıkmaz. İnsanlar kuru değnekler alabilir ve onları isteklerine uygun olarak şekillendirip biçim verebilirler. Bir insan düzenleme ve atama yapabilir ve bunlara önemli görünen resmi adlar verebilir. Ama bunu yapmanın ne faydası olur? Haklı olarak onların yalnızca kuru ve ölü değnekler olduklarını söyleyebiliriz. “Üzerlerinde tek bir meyve var mıdır? Tek bir tomurcuk görülebilir mi? Hayır, filiz bile vermemişlerdir. “ Tek bir tomurcuk bile tanrısal bir şeylerin olduğunun kanıtı olmak için yeterlidir. Ama bunlar olmadığı zaman Tanrının kilisesinde diri bir hizmet var olamaz. Hizmet, Mesih’in bir armağanıdır ve yalnızca bu armağan bir kişiyi hizmetkar yapabilir. Bu armağan olmadığı sürece bir kişinin kendisini ataması ya da diğer insanlar tarafından bir hizmetkar olarak atanması boş bir harekettir.

Okuyucu bu önemli prensibi gerçekten anlamış mıdır? Bu prensip canında bir güneş ışığı kadar netleşmiş midir? Bu prensibe saygı duymakta herhangi bir zorluk çekiyor mudur? Eğer böyle ise, okuyucumuzdan ricamız zihnini yanlış kaynaklardan gelen hatalı düşüncelerden temizlesin ve geleneksel dinin üzerine yükselsin, Yeni Antlaşma’yı eline alsın ve 1.Korintliler 12. Bölümü, 1.Korintliler 14.bölümü ve aynı zamanda Efesliler 4:7-12 ayetlerini Tanrının huzurunda incelesin. Bu bölümlerde hizmet konusu ile ilgili tüm açıklamaları bulacaktır ve onlardan tüm gerçek hizmeti öğrenecektir; elçiler, peygamberler, öğretmenler, çobanlar ya da müjdeciler, hepsi de Tanrıdandır – hepsinin kaynağı kilisenin yüce Başı olan Mesih’tir. Eğer bir kişi Mesih’ten aldığı bir armağana sahip değil ise o zaman bir hizmetkar değildir. Bedenin her üyesinin yapması gereken bir iş vardır. Bedenin hareketi tüm üyelerin uygun hizmetlerini bir arada yapmaları ile sağlanır. Üyelerin önemlilik derecelerinin ya da birinin diğerine göre daha sıradan olup olmadığının bir anlamı yoktur. Kısaca, hizmetin hepsi Tanrıdandır ve insandan değildir. Tanrı tarafındandır ve insan tarafından değildir. Kutsal yazılarda insanlar tarafından atanan bir hizmet diye bir şey mevcut değildir. Her şey tanrıdandır.

Hizmet ile ilgili armağanları görev ya da yerel işler ile karıştırmamamız gerekir. Elçilerin ya da onların delegelerinin ihtiyarları ya da önderleri atadıklarını görüyoruz ama bu hizmet ile ilgili armağanlardan oldukça farklı bir durumdur. Bu ihtiyarların ve önderlerin bedende bazı özel armağanlara sahip olmaları ya da bazı özel armağanlar uygulamaları mümkün olabilir. Elçi onları bu tür bir armağanı uygulamaları için atamaz, amaç yalnızca yerel görevin yerine getirilmesidir. Ruhsal armağan Kilisenin Başından idi ve tüm yerel işlerden bağımsız idi.

Tanrısal armağan ve yerel iş hakkındaki farklılık konusunda net düşünceye sahip olmak çok gereklidir. Ağzı ile iman ikrarında bulunan tüm kilisede iki şey konusunda zihin karışıklığı vardır ve bunun bir sonucu olarak o hizmet anlaşılmaz. Mesih’in bedeninin üyeleri yerlerini ya da yerlerinin işlevlerini anlamazlar. Bir şekilde ya da bir başka şekildeki insan seçimi ya da insan yetkisi kilisedeki hizmet uygulaması için elzem görülür. Ama kutsal yazılarda bu şekilde bir kayıt yoktur. Eğer olsa idi, bunu kolayca görebilir idik. Okuyucudan Yeni Antlaşma’nın başından sonuna kadar bir inceleme yapmasını ve içinde bir insan çağrısından bir insan atamasından ya da bir insan yetkisinden söz eden tek bir satır olup olmadığına bakmasını rica ediyoruz. Ama biz bu konuda cesaret ile iddia ediyoruz ki tek bir satır bile bulunmayacaktır. 12 Ah, hayır, Tanrıya övgüler olsun ki O’nun kilisesindeki hizmet insan ya da insanlar aracılığı ile değil, yalnızca İsa Mesih ve O’nu ölümden dirilten Baba Tanrı aracılığı ile gerçekleşir. “ Gerçek şu ki, Tanrı bedenin her üyesini dilediği biçimde bedene yerleştirmiştir .” 1.Korintliler 12:18. “Ama lütuf her birimize Mesih’in lütfu ölçüsünde bağışlandı. Bunun için Kutsal Yazı şöyle der: ‘Yükseğe çıktı ve tutsakları peşine taktı, insanlara armağanlar verdi.’ Şimdi bu ‘çıktı’ sözcüğü Mesih önce aşağılara yeryüzüne indi demek değil de nedir? İnen de O’dur, her şeyi doldurmak üzere bütün göklerin üzerine çıkan da O’dur. Kendisi kimini elçi, kimini peygamber, kimini müjdeci, kimini önder ve öğretmen atadı. Öyle ki, kutsallar hizmet görevini yapmak ve Mesih’in bedenini geliştirmek için donatılsın. Sonunda hepimiz imanda ve Tanrı Oğlu’nu tanımada birliğe, yetkinliğe ve Mesih doluluğundaki olgunluk düzeyine erişeceğiz.” Efesliler 4:7-13.

Burada hizmet ile ilgili tüm armağanların derecelerinin tek ve aynı temel üzerine yerleştirildiklerini görüyoruz; elçilerden başlayarak müjdecilerden öğretmenlere kadar atamaları yapan yalnızca Mesih’tir. Onlara bu armağanları veren kilisenin Başı’dır ve armağanlar ile donatılanlar göklerdeki Baş’a ve yeryüzündeki üyelere karşı sorumluluk taşırlar. Tanrıdan alınmış bir armağana sahip olan kişinin insan yetkisini beklemesi düşüncesi tanrısal görkeme karşı yapılan büyük bir hakarettir; sanki Harun’un elinde filizlenmiş olan değneği ile gidip bazı arkadaşlarından kahinlik için atanmayı istemesi gibi bir hakarettir. Harun daha iyisini biliyor idi. Harun Tanrı tarafından çağrılmış idi ve bu kendisi için tamamen yeterli idi. Ve öyle ise şimdi tanrısal bir armağana sahip olan herkes Tanrı tarafından hizmete çağrılmıştır ve hizmetleri için beklemek ve armağanlarını geliştirmekten başka hiç bir şeye ihtiyaçları yoktur.

Kişiler armağanlara gerçekten sahip olmadıkları sürece onları hizmetkar olarak atamanın boş bir davranış olduğunu açıklamamıza gerek var mı? Bir armağana sahip olması kişinin hoşuna gidebilir ve bu yalnızca onun kendi zihninde yarattığı boş bir düşünce olabilir. Bir kişinin kendi akılsızca hayal gücü ile yaratmış olduğu iş için çalışması başka bir kişinin diğerlerinin yetkisinin gücü ile verilen bir işte çalışması kadar kötüdür, hatta belki de daha kötüdür. Bu konuda söylenecek tek söz şudur: hizmet, kaynağı, gücü ve sorumluluğu Tanrıdan olduğu sürece hizmettir. Bu ifadenin, yalnızca ayetler ile öğretilmiş kişiler tarafından sorgulanacağını düşünmüyoruz. Armağanı ne olur ise olsun her hizmetkarın kendi ölçüsünde şu sözleri söyleyebilmesi gerekir: “Beni bu hizmete Tanrı yerleştirdi.” Ama herhangi bir armağana sahip olmadan bu dili kullanan biri için bundan söz etmek değersiz olmaktan daha kötüsüdür. Gerçek Tanrı halkı, ruhsal armağanın tam olarak nerede olduğunu kolayca söyleyebilir. Bu konudaki gücün hissedileceği kesindir. Ama insanlar eğer gerçekte sahip olmadan armağana ve güce sahipmiş gibi davranıyorlar ise bu akılsızlıkları kısa sürede herkesin önünde görünecektir. Sahtelik yapan herkesin er ya da geç gerçek seviyelerini bulacakları kesindir.

Hizmet ve kahinlik hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar. Her birinin kaynağı tanrısaldır. Her birinin gerçek temeli filiz veren değnekte bulunur. Bunu her zaman aklımızda tutalım. Harun şöyle diyebilir idi: “Tanrı bana kahinlik görevi verdi” ve eğer bunu kanıtlaması için Harun’a meydan okunsa idi o zaman Harun onlara üzerinde badem olan değneğini gösterebilir idi. Pavlus’a gelince o da şu sözleri söyleyebilir idi: “Bana bu hizmeti Tanrı verdi” ve eğer ona da bu sözlerini kanıtlaması için meydan okunsa idi, o da yaptığı işlerin binlerce diri mührüne işaret edebilir idi. Ölçü ne olur ise olsun prensip açısından durumun her zaman böyle olması gerekir. Hizmet yalnızca söz ile ya da dil ile olmamalı ama aynı zamanda işte ve gerçekte olmalıdır. Tanrı konuşmayı bilmeyecek ama gücü bilecektir.

Ama bu konudan ayrılmadan önce okuyucuya hizmet ve kahinlik arasındaki farklılığın önemi üzerinde ısrar etmeyi gerekli görüyoruz. Korah’ın günahı bu konu ile ilgili idi; o bir hizmetkar olmaya razı değil idi ve bir kahin olmayı hedefliyor idi ve Hristiyanlıktaki günah işte bu aynı karakterden oluşur. Hizmetin Yeni Antlaşma’nın uygun temeline dayandırılması yerine uygun özelliklerini sergilemesi ve hizmetin uygun işlerinden sorumlu olmak yerine hizmet kahinlik düzeyine yükseltilmek istenir. Giysilerin tarzı ve belirli ünvanlar tarafından kardeşlerinden farklı olmak isteyen üyeler olabilir. Yeni Antlaşma’da bu gibi şeyler için hiç bir temel yer almaz. Bu bereketli kitabın basit öğretişine göre tüm imanlılar kahindirler. Bu nedenle Petrus’un mektubunda şunları okuruz: “ama siz seçilmiş soy, kralın kahinleri, kutsal ulus ve Tanrının öz halkısınız.” 1.Petrus 2:9. Aynı şekilde bu konuya Vahiy kitabında da değinilir: “yücelik ve güç sonsuzlara dek bizi seven, kanı ile bizi günahlarımızdan özgür kılmış ve bizi bir krallık haline getirip Babası Tanrının hizmetinde kahinler yapmış olan Mesih’in olsun. Amin!” Vahiy: 1: 5,6. Önceki bölümlerde ortaya konmuş olan gerçeğin peşinde olan Tanrı Kutsal Ruh aracılığı ile elçi Pavlus’a İbrani imanlıların en kutsal yere cesaret ile yaklaşmaları için esin vermiştir. İbraniler 10:19-22. Ve daha sonra şu sözleri söyler: “Bu nedenle İsa aracılığı ile Tanrıya sürekli övgü kurbanları yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım. İyilik yapmayı, sizde olanı başkaları ile paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşlanır.” İbraniler 13:15,16.

Musa’nın düzeninin kuruluşu içinde eğitilmiş olan Yahudi kutsallar için bu sözler onlara ne kadar harika gelmiştir; İsrail’de yalnızca baş kahinin yılda bir kez girebildiği en kutsal yere girmeleri için şimdi teşvik ediliyor olmaları Yahudileri çok sevindirmiştir. Ve sunmaları gereken kurban yalnızca övgülerdir; tüm bunlar ne kadar da harikadır! Ama bu gerçek yalnızca Yeni Antlaşma ayetleri tarafından öğretilir. Tüm imanlılar kahindirler. Tüm imanlılar elçi, peygamber, öğretmen, çoban ya da müjdeci değildirler ama hepsi de kahindirler. Kilisenin en zayıf üyesi de aynı Petrus, Pavlus, Yakup ya da Yuhanna gibi bir kahin idi. Burada kapasite ya da ruhsal güçten söz etmiyoruz, değindiğimiz nokta Mesih’in kanından dolayı herkesin sahip olduğu konumdur. Yeni Antlaşma’da belirli bir sınıf insan, belirli bir ayrıcalığa sahip bir grup ya da kardeşlerinden daha yüksek ya da daha aşağı getirilmiş olan bir konum yoktur. Tüm bu ayrıcalıklar Hristiyanlığa tamamen zıttır. Tanrı sözündeki tüm buyrukların karşıtıdırlar ve biricik Rabbimiz ve Kurtarıcımızın özel öğretişlerine uymazlar.

Hiç kimse bu şeylerin önemsiz olduğunu düşünmesin. Aklına bile getirmesin. Bunlar Hristiyanlığın asıl temellerini etkilerler. Bu hizmet ve kahinliğin uygulamadaki sonuçlarını görmek için yalnızca gözlerimizi açmamız ve çevremize bakmamız gerekir. Bu sonuçlar daha da kötü bir karakter olarak ortaya çıkıp diri Tanrının ağır yargılarını aşağı çektikleri zaman o anın hızla yaklaştığından emin olabiliriz. Korah’ın inkar edilişinin karşıt örneğini henüz tam olarak görmedik. Ama çok yakında görünecektir ve bizler imanlı okuyucuyu ciddi bir şekilde uyarıyoruz, öyle ki hizmet ve kahinlik olarak birbirinden çok farklı olan iki şeyi karıştırmak gibi ciddi bir hata yapmamaya dikkat etsinler. Okuyucumuza vereceğimiz öğüt tüm konuyu ayetlerin ışığında ele almasıdır. Biz okuyucunun Tanrı sözünün yetkisine boyun eğmesini ve Tanrı sözü üzerinde temellenmemiş olan her şeyden vazgeçmesini istiyoruz. Her şeyin ne olduğu önemli değildir; zaman ile ilgili bir kurum, değişik bir düzenleme; gelenek tarafından desteklenen bir tören ve en iyi kişilerden oluşan bir grup olabilir. Önemeli değildir. Eğer bu şeyin kutsal yazılarda temeli yok ise o zaman bir hatadır, bir kötülüktür ve canları kandırmak için şeytanın kurmuş olduğu bir tuzaktır. Ve bizi Mesih’te var olan sadelikten ayırmayı amaçlamaktadır. Örneğin bize Tanrının kilisesinde bir grup kişinin kardeşlerinden daha kutsal olduğu, sıradan imanlılardan daha yüce olduğu ve Tanrıya onlardan daha yakın olduğu öğretiliyor ise, bu Yahudiliğin canlanmasından ve imanlı şekline bürünmesinden başka bir şey değildir. Ve böyle bir tavrın etkisi ne olacaktır? Tanrının çocuklarından bu tür ayrıcalıklarını çalmak ve onları Tanrıdan uzaklaştırarak esaret altına yerleştirmek olacaktır.

Şu an için artık bu konu üzerinde daha fazla durmayacağız. İlgiyi bir okuyucuyu bu konuyu kendisinin daha fazla araştırması için yeterince yönlendirdiğimize güveniyoruz. Özellikle vurgulayarak ekleyeceğimiz tek şey okuyucunun bu konuyu yalnızca ayetlerin ışığı altında incelemesi olacaktır. Okuyucu Tanrının lütfu aracılığı ile yazılı sözün sağlam ve kutsal temeline dayanmayan her şeyi bir kenara bırakmalıdır. Okuyucu böylelikle ve yalnızca böylelikle her tür hatadan korunabilir ve bu çok önemli ve ilginç konu hakkında sağlıklı bir sonuca yönlendirilebilir.

Çölde Sayım kitabının 17.bölümünün son satırları insan zihninin bir uçtan diğer bir uca ne kadar çabuk geçebildiğinin dikkate değer bir örneğini sunarlar. “İsrailliler Musa’ya, ‘Yok olacağız! Öleceğiz! Hepimiz yok olacağız!’ dediler. ‘Rabbin konutuna her yaklaşan ölüyor. Hepimiz mi yok olacağız?” Çölde Sayım 17: 12,13. Bir önceki bölümde Yehova’nın görkemli huzurunda çok büyük bir alçakgönüllülük içinde bulunmaları gerektiği halde onları küstahça bir cesaret içinde görmüş idik. Burada tanrısal lütfun ve onun sağlayışlarının huzurunda yasal bir korku ve güvensizlik gözlemliyoruz. Bu durum her zaman böyledir. Doğa, kutsallığı da lütfu da anlamaz. Bir an, “Topluluğun hepsi kutsaldır” gibi seslere kulak veririz ama hemen ardından söylenen sözler şunlardır: “Yok olacağız! Öleceğiz! Hepimiz öleceğiz! “ doğal zihin sessiz kalması gereken yerde haddini aşar ve güvenmesi gereken yerde güvensizlik gösterir.

Ama yine de Tanrının iyiliği aracılığı ile tüm bunlar bizler için bir fırsattır; bize bu şekilde kahinliğin değerli ayrıcalıkları kadar aynı zamanda da kutsal sorumluluğu da tam ve bereketli bir şekilde açıklanmış olur. Bu davranış ne kadar da lütufkardır – Tanrımız halkının hatalarını Kendi yollarında daha derin eğitilmeleri için bir fırsat haline dönüştürür. O’nun adına övgüler olsun ki O her zaman her kötülüğü iyilik için işler ve kötülükten iyilik çıkartır. Bu nedenle, “Korah’ın isyanı” Harun’un değneği ile ilgili eğitim sunan örnekte bir fırsat teşkil eder. Ve 17.bölümün son satırları Harun’un kahinliğinin işlevlerinin örnek bir ifadesini ortaya koyar. Bu son konuyu şimdi 18. Bölümün başlangıç ayetleri ile doğrudan okuyucunun dikkatine sunacağız.

“Rab Harun’a, ‘Sen, oğulların ve ailen kutsal yere ilişkin suçtan sorumlu tutulacaksınız’ dedi. ‘Kahinlik göreviniz ile ilgili suçtan da sen ve oğulların sorumlu tutulacaksınız. Sen ve oğulların Levha Sandığının bulunduğu çadırın önünde hizmet eder iken, atanız Levinin oymağından kardeşlerinizin de size katılıp yardım etmelerini sağlayın. Senin sorumluluğun altında çadırda hizmet etsinler. Ancak, siz de onlar da ölmeyesiniz diye kutsal yerin eşyalarına ya da sunağa yaklaşmasınlar. Seninle çalışacak ve buluşma çadırı ile ilgili bütün hizmetlerden sorumlu olacaklar. Levililer dışında hiç kimse bulunduğunuz yere yaklaşmayacak. Bundan sonra İsrail halkına öfkelenmemem için kutsal yerin sunağından ve hizmetinden sizler sorumlu olacaksınız. Ben İsrailliler arasından Levili kardeşlerinizi size bir armağan olarak seçtim. Buluşma çadırı ile ilgili hizmeti yapmaları için onlar bana adanmıştır. Ama sunaktaki ve perdenin ötesindeki kahinlik görevini sen ve oğulların üstleneceksiniz. Kahinlik görevini size armağan olarak veriyorum. Sizden başka kutsal yere kim yaklaşır ise öldürülecektir.” Çölde Sayım 18: 1-7.

Burada İsrailoğullarının sorduğu soruya tanrısal bir yanıt görürüz, ‘Hepimiz ölerek yok mu olacağız?’ Tanrı tüm lütfu ve merhameti ile bu soruya ‘Hayır’ der. Ve neden ‘hayır’ der? Çünkü “Harun ve oğulları sunaktaki ve perdenin ötesindeki kahinlik görevini üstlendiler, öyle ki, tanrı İsrail halkına öfkelenmesin. “ Böylece küçümsenen ve hakkında olumsuz konuşulan kahinlik halka ancak bu şekilde güvenlik içinde olacaklarını öğretsin.

Ama özellikle Harun’un oğullarının ve onun babasının evinin Tanrının yüce ve kutsal ayrıcalıkları ve sorumlulukları ile bağlantılı olduklarına dikkat etmemiz gerekir. Levililer Harun’a buluşma çadırının hizmetini yapmaları için armağan olarak verilmişler idi. Levililer kahinler evinin başı olan Harun’un altında hizmet etmek ile yükümlü idiler. Bu nokta bize çok yararlı bir ders öğretir ve bu ders imanlıların şu anda en çok ihtiyaç duydukları derstir. Zeki ve kabul edilebilir olması için hepimizin aklında tutması gereken şey bu hizmetin kahinliğe özgü rehberliğe ve yetkiye boyun eğmesi gerektiğidir. “Atanız Leviinin oymağından kardeşlerinizin de size katılıp yardım etmelerini sağlayın. Senin sorumluluğun altında çadırda hizmet etsinler.” İşte bu buyruk Levili hizmetine ait farklı karaktere mührünü basmaktadır. İşçilerin tüm oymağı büyük baş kahin ile birlikte olmalı ve ona boyun eğmelidir. Her şey her an baş kahinin kontrolü ve rehberliği altında idi. Şimdi de Tanrının işçileri ile ilgili olarak her şeyin böyle olması gerekir. İmanlı hizmetinin tamamının yüce Başkahinimizin başkanlığında ve O’nun yetkisine kutsal bir boyun eğiş ile yapılması gerekir. Aksi takdirde yapılan hizmetin hiç bir değeri olmaz. Çok fazla miktarda iş yapılabilir ve çok büyük sayıda aktiviteler söz konusu olabilir ama eğer Mesih yürekte en önde gelen tek konu değil ise ve eğer O’nun rehberliği ve yetkisine tam olarak sahip çıkılmaz ise yapılan işin hiç bir yararı olmaz.

Ama öte yandan en küçük bir hizmet eylemi ve Mesih’in bakışları altında yapılan en ufak ve önemsiz bir iş bile eğer doğrudan O’nunla ilgili olarak yapıldı ise Tanrının gözünde değere sahiptir ve hiç kuşkusuz uygun ödülünü alacaktır. Bu gerçek, her gayretli işçinin yüreğini teşvik eder ve ona huzur verir. Levililerin Harun’un sorumluluğu altında çalışmaları gerekiyor idi. Aynı şekilde imanlıların da Mesih’in altında çalışmaları gerekir. Bizler Mesih’e karşı sorumluyuz. Rabbin korkusu ile sevgili çalışma arkadaşlarımız ile paydaşlık içinde yürümemiz ve birimizin diğerine boyun eğmesi çok yararlı ve iyidir. Her iyi işte kardeşlerimiz ile birlikte içten ve yürekten çalışmamızı engelleyecek olan kibirli bir bağımsızlık ruhu ve canın o kötü huyları düşüncelerimizden uzak tutulmalıdırlar. Tüm Levililer yaptıkları her işte Harun ile paydaşlık içinde idiler ve bu nedenle birbirlerine bağlanmışlar idi. Bu yüzden birlikte çalışmaları gerekiyor idi. Eğer bir Levili kardeşlerine sırtını döner ise sırtını Harun’a dönmüş gibi olur idi. Bir Levili düşünelim; bu Levili bir şeye ya da kardeşlerinin bir davranışına gücenmiş olsun ve kendisine şöyle desin: “Kardeşlerim ile anlaşamıyorum. Tek başıma yürümem gerekir. Ben Tanrıya hizmet edebilirim. Ve Harun’un altında çalışabilirim, ama eğer kardeşlerim ile çalışmanın imkansız olduğu bir an gelir ise o zaman tek başıma devam ederim.” Ama bu sözlerdeki hatayı görebilmemiz kolayca mümkündür. Bir Levili için bu tür bir eylem çizgisine sahip olmak zihin karışıklığından başka hiç bir şey üretmez. İşleri birbirlerinden ne kadar farklı olur ise olsun hepsi birlikte çalışmaya çağrılmışlardır.

Ama yine de hatırlamamız gerekir ki, işleri birbirinden farklıdır ve bunun da ötesinde her biri Harun’un altında çalışmak için çağrılmışlardır. Birlikte yapılan en uyumlu işte bile bireysel sorumluluk taşınması doğaldır. Elbette mümkün olan her şekilde yapılan eylemlerde birliktelik sağlanması kesinlikle arzu edilir. Ama bu asla kişisel hizmete engel olmamalı ya da bireysel işçinin Rabbine olan doğrudan referansı ile birbirine karışmamalıdır. Tanrının kilisesi Rabbin işçilerine çok yoğun bir iş alanı sağlar. Her tür işçi için yeterli yer mevcuttur. Hepsini tek bir ölü düzeye indirme girişiminde bulunmamamız gerekir ya da Mesih’in hizmetkarlarını kendi performansımız ile sınırlayarak onların çeşitli enerjilerine engel olmamaya dikkat etmeliyiz. Böyle yapmak hiç bir işe yaramaz. Hepimiz gayret ile eylemde var olabilecek en olası çeşitlilik ile en yürekten birliği arzu etmeliyiz. Mesih’in altında birlikte hizmet edilmeye çağrıldığımız gerçeği her birimiz ve toplu olarak hepimiz tarafından sağlıklı bir şekilde hatırlanmalıdır.

İşte büyük sır burada yatar. Hep birlikte ve Mesih’in altında ! Bunu aklımızda tutalım. Böyle yaptığımız takdirde bizim kendi işimizden farklı olsa da bir başka kişinin iş çizgisinin farkına varmamıza ve bunu takdir etmemize yardımcı olacaktır. Ve öte yandan bu gerçek bizi kendi hizmet bölümümüzün bezginliğinden koruyacaktır, çünkü o zaman bir kişinin herkes olduğunu anlarız, ama tek bir çalışma alanında birlikte çalışan işçiler ve Efendinin yüreğindeki o büyük amaç ancak her işçinin kendine özgü çizgisini izlemesi ve bunu herkes ile birlikte mutlu bir paydaşlık ile yaparak elde edilebilir.

Bazı zihinlerde kendi iş çizgisinden başka her iş çizgisinden yoksun kalmak inatçı bir eğilimdir. Bu tür bir tehlikeye karşı kendimizi özen ile korumamız gerekir. Eğer herkes aynı çizgiyi izlemiş olsa idi o zaman Rabbin işini ve O’nun dünyadaki işçilerini karakterize eden o hoş çeşitlilik nerede kalır idi? Konu, yalnızca iş çizgisi meselesi değildir, ama aynı zamanda aslında her işçinin kendine özgü tarzıdır. İki müjdeci olabilir, her biri canların kurtulması için aynı gerçeği vaaz etme konusunda yoğun bir arzuya sahiptir. Ama yine de her birinin aynı hedefe ulaşma konusunda farklı arayışları olabilir. Bu konu için hazırlıklı olmamız gerekir. Aslında böyle bir durumu beklememiz de gerekir. Aynı şey imanlı hizmetinin her branşı için geçerlidir. Eğer imanlı hizmetinin her branşı ve tarzı için izin verilmiş yeterli yer yok ise o zaman bir imanlı topluluğu tarafından meşgul olunan temel konusunda güçlü kuşkular duymamız gerekir, çünkü her çizgideki iş için kahinlik evinin büyük Başına olan sorumluluk bireysel özellik taşır. Mesih’in altında ve O’nunla paydaşlıkta olmadan hiç bir şey yapmamamız gerekir. Ve Mesih ile paydaşlık içinde yapılabilecek her şey kesinlikle O’nunla birlikte yürüyen kişiler ile paydaşlık içinde de yapılabilir.

Harun ve onun oğulları ile bağlantılı olarak bölümümüzde Levililier hakkında anlatılanlar konusunda yazacaklarımız bu kadar. Harun ve onun oğullarına kısa bir süre sonra geri döneceğiz ve onlara verilmiş olan zengin sağlayış üzerinde derin düşüneceğiz; kahinlik konumlarında Tanrının iyiliği aracılığı ile onlara verilmiş olan ciddi işlevler üzerinde de duracağız.

“Rab Harun ile konuşmasını sürdürdü, ‘Bana sunulan kutsal sunuların bağış kısımlarını sana veriyorum. Bunları sonsuza dek pay olarak sana ve oğullarına veriyorum. Sunakta tümü ile yakılmayan, bana sunulan en kutsal sunulardan şunlar senin olacak: Tahıl, suç ve günah sunuları. En kutsal sunular senin ve oğullarının olacak. Bunları en kutsal sunu olarak yiyeceksin. Her erkek onlardan yiyebilir. Onları kutsal sayacaksın.” Çölde Sayım 18: 8-10.

Burada Tanrı halkının başka bir görünümde olanlarından söz edilir. Onlar burada işçiler olarak değil, tapınanlar olarak, Levililer olarak değil ama kahinler olarak takdim edilirler. Tüm imanlılar – tüm Hristiyanlar – Tanrının tüm çocukları kahindirler. Yeni Antlaşma’nın öğretişi ile uyumlu olarak tüm imanlıların kahinler olmasının dışında yeryüzünde kahin diye biri yoktur. Özel bir kahinlik durumu – kahinler olarak ayrılmış belirli bir insan sınıfı -  Hristiyanlıkta yalnızca bilinmediği gibi bu konu ile ilgili ruha ve prensiplere tamamen düşmandır. Bu konuya daha önce de değinmiş ve ilgili ayetlerin çeşitli bölümlerinden alıntılar yapmış idik. Biz, göklerden geçmiş olan yüce Başkahinimize sahibiz, çünkü eğer O yeryüzünde olsa idi kahin olmayacak idi. (İbraniler 4:14 ve 8:4 ayetlerini karşılaştırınız.) “Rabbimiz Yahuda oymağından geliyor idi ve Musa bu oymak hakkında kahinlik ile ilgili hiç bir şey söylemedi.” Bu yüzden yeryüzünde kurban sunan bir kahin ayetlerin doğruluğunu kesin bir şekilde inkar etmiş olur. Ve Hristiyanlığın temel aldığı görkemli gerçeği, yani başarılmış kurtuluşu tamamen bir kenara atar. Eğer şimdi günahlarımız için sunulmak amacı ile bir kahine ihtiyaç duyulsa idi, o zaman kurtuluş kesinlikle başarılmış ve tamamlanmış bir gerçek olamaz idi. Ama yüzlerce yerde var olan ayetler kurtuluşun tamamlanmış olduğunu beyan eder ve bu nedenle artık günah için hiç bir sunuya ihtiyacımız yoktur. “Ama Mesih gelecek iyi şeylerin baş kahini olarak ortaya çıktı. İnsan eli ile yapılmamış, yani bu yaratılıştan olmayan daha büyük ve daha yetkin çadırdan geçti. Tekeler ile danaların kanı ile değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanı ile kutsal yere ilk ve son kez olarak girdi.” İbraniler 9: 11,12. Aynı zamanda İbraniler 0nuncu bölümde şu ayeti okuruz: “İsa Mesih’in bedeninin ilk ve son kez sunulması ilen sonsuza dek kutsal kılındık.” Ve aynı konuda bir başka ayet daha: “Onların günahlarını ve suçlarını artık anmayacağım. Bunların bağışlanması durumunda artık günah için sunuya gerek yoktur.” İbraniler: 10:17,18.

Bu ayetler kahinlik ve günah için sunu hakkındaki büyük meseleye ışık tutar. İmanlılar bu konu ile ilgili olarak yeterince anlayışa sahip olamazlar ya da kararlı davranamazlar. Oysa bu gerçek Hristiyanlığın temelinin ta kendisidir ve tam kurtuluşun net ışığında yürümek ve imanlının gerçek konumuna sahip olmak arzusuna sahip herkesin derin ve ciddi dikkatini talep eder. Yahudiliğe yani dindarlığa karşı çok güçlü bir eğilim mevcuttur; imanlının özgürlüğünü eski Yahudi kökü ile esir kılmak için çok güçlü bir çaba hüküm sürmektedir. Bu çaba yeni bir şey değildir, ama düşman özellikle şimdi bu konuda çok büyük bir çaba sarf etmektedir. Hristiyanlığın uzunluk ve genişlik gibi boyutlarında Romanizme karşı büyük bir eğilim algılayabiliyoruz. Ve bu eğilim en çok Tanrının kilisesi içindeki özel bir kahinlik düzeni ile ilgili kurumlarda çok çarpıcı bir şekilde mevcut bulunmaktadır. Ve biz bu kurumun Hristiyanlığa tamamen karşı bir kurum olduğuna inanıyoruz. Bu kurum tüm imanlıların ortak kahinliğini inkar eder. Eğer belirli bir insan grubu özel yakınlık ve kutsallığın yerini işgal etmek için düzenlendi ise o zaman imanlıların üzerinde duracakları temel nerededir?

Sorun buradadır. Konunun tamamının ne kadar önemli olduğunun görünür hale geldiği nokta tam buradadır. Okuyucu herhangi bir belirli imanlı sınıfı ya da grubundan söz ettiğimizi düşünmesin. Hiç bir şey bizim düşüncelerimizin ötesinde değildir. İkna olmamızın temeli Hristiyan imanımızın temelinin bu kahinlik konusuna dahil oluşudur. Bu konunun önemini ilişki içinde olduğumuz herkese duyurmak için ısrarlıyız. İmanlılar tamamlanan kurtuluşun temeli hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olur ve bunu ne kadar iyi kavrarlar ise Tanrının kilisesindeki kahinler düzenine giren Romanizm ve Yahudilik’ten yani dindarlıktan o kadar uzak kalabilirler. Ve ayrıca öte yandan canların aydınlanmadığı, bina edilmediği ve ruhsal olmadıkları yerde, yasacılık, dindarlık ve dünyasallık mevcuttur; insanlar tarafından atanan kahinliğin bulunduğu yerler buralardadır. Ve bunun nedenini anlamak hiç de zor değildir. Eğer bir kişinin kendisi Tanrıya yaklaşmak için uygun bir durumda değil ise Tanrıya kendisi adına yaklaşması için bir başkasına iş vermesi kendisini rahatlatmış olacaktır. Ve şurası kesindir ki hiç bir insan günahlarının bağışlandığını bilmeden kutsal bir Tanrıya yaklaşabilecek o uygun durumda değildir; hiç kimse sadece Mesih’in kanına güvenmeden tamamen temizlenmiş bir vicdana sahip değildir ve bu nedenle canı kuşku duyan, karanlık ve yasal bir konumdadır. En kutsal yere cesaret ile gelmek için Mesih’in kanının bizim için ne yapmış olduğunu çok iyi bilmemiz gerekir. Tanrı için kahinler yapıldığımızdan haberimizin olması lazımdır. Ve Mesih’in kefaret eden ölümünün değeri sayesinde – bir insani düzenin sağlamasının imkansız olduğu bir şekilde- Tanrıya yakın kılındık. “Yücelik ve güç sonsuzlara dek, bizi seven, kanı ile bizi günahlarımızdan özgür kılmış ve bizi bir krallık haline getirip Babası tanrının hizmetinde kahinler yapmış olan Mesih’in olsun! Amin.” Vahiy 1: 6. “ ama siz seçilmiş soy, kralın kahinleri, kutsal ulus ve Tanrının öz halkısınız. Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrının erdemlerini duyurmak için seçildiniz. “ Ve yine başka bir ayet: “O sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle İsa Mesih aracılığı ile Tanrının beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu olursunuz. “1.Petrus 2: 9 ve 5.ayetler. “Bu nedenle İsa aracılığı ile Tanrıya sürekli övgü kurbanları yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım. İyilik yapmayı ve sizde olanı başkaları ile paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur.” İbraniler 13:15 ve 16.

Burada kahinler olarak sunma ayrıcalığına sahip olduğumuz ruhsal kurbanların iki büyük kısmını yani Tanrıyı övmeyi ve insanlara iyilik yapmayı görürüz. En genç, en deneyimsiz ve en eğitimsiz imanlı bile bu tür konuları anlayabilecek kapasitededir. Tanrının ailesinde olan, tanrısal Başkahinimizin kahinler evinde olan birinin yüreğinden “Rabbe övgüler olsun” dememesi mümkün müdür? Ve böyle birinin diğer insanlara iyilik yapmaması mümkün müdür? Ve kahinlerin tapınması ve kahinlik hizmeti işte budur- tüm gerçek imanlıların ortak tapınması ve hizmeti. Evet, ruhsal gücün ölçüsünün değişebileceği doğrudur, ama Tanrının tüm çocuklarının her biri eşit şekilde kahindirler.

Şimdi Çölde sayım 18.bölümde bize Harun ve ev halkı için sunulan sağlayışın tam bir ifadesi takdim edilir. Ve bu sağlayış da Hristiyan kahinliğinin ruhsal payının bir örneğidir. Elbette görmeden, nasıl bir kraliyet payının bize ait olduğunun kaydını okuyamayız. “Bana sunulanların bağış kısımlarını sana veriyorum. Bunları sonsuza dek sana ve oğullarına pay olarak veriyorum. Sunakta tümü ile yakılmayan, bana sunulan en kutsal sunulardan şunlar senin olacak: Tahıl, suç ve günah sunuları. En kutsal sunular senin ve oğullarının olacak. Bunları en kutsal sunu olarak yiyeceksin. Her erkek onlardan yiyebilir. Onları kutsal sayacaksın.” Çölde sayım 18: 8-11.

Bu harika bölümün anlamının derinliğine ulaşabilmek çok geniş bir ruhsal kapasite talep eder. Günah ya da suç sunusunu yemenin mecazi anlamı bir başka kişinin günahını ya da suçunu kendi günahı ya da suçu yapmaktır. Nu çok kutsal bir iştir. Herkes kendisini ruhta, kardeşinin günahı ile özdeşleştiremez. Aslında böyle yapmanın yani bir başkasına kefaret etmenin hiç bir şekilde mümkün olmayacağını söylememize gerek yoktur. Bunu yapabilecek yalnızca tek bir kişi var idi - ve O’nun adına sonsuzlara kadar yücelik olsun! – O bunu mükemmel bir şekilde gerçekleştirmiştir.

Ama yine de kardeşinin günahını kendi günahı yapmak gibi bir şey vardır ve bu günahı sanki kendi günahıymış gibi Tanrının önünde ruhta taşımaktır. Bu, en kutsal yerde Harun’un oğulları tarafından günah sunusunun yenilmesi ile ortaya konulur. Bunu yapan yalnızca oğullar idi. “Her erkek ondan yiyecektir.” 13 Bu, kahinlik hizmetinin en yüksek düzeyinde gerçekleşir idi. “Sunuyu en kutsal yerde yiyeceksin.” Tüm bunların ruhsal anlamını ve uygulamasını kavramak için Mesih’e çok yakın olmamız gerekir. Bu, harika bir berekete ve kutsal bir uygulamaya sahiptir. Ve yalnızca Tanrı ile tam bir birliktelik halinde iken bilinebilir. Yüreğin tanıklık edeceği bu konu hakkında aslında ne kadar da az bilgimiz vardır. Bu tür konularda bizim gösterdiğimiz eğilim, bir kardeş günah işlediği zaman, onu yargılamaktır; onun günahına sanki bizim hiç bir zaman yapmayacağımız bir şeymiş gibi yaparız. Bu tutum ne yazık ki kahinlik işlevlerimizde üzücü bir şekilde başarısızlığa uğradığımızı gösterir. En kutsal yerde günah sunusunu yemeyi reddetmektir. Hata yapan bir kardeşin günahını sanki kendi günahımızmış gibi Tanrının önünde ruhta o günahı üstlenmek ve o kardeş ile özdeşleşebilmek lütfun en değerli meyvesidir. Bu, gerçekten de kahinlik seviyesinin en üst düzeyidir ve Mesih’te ruhun ve zihnin geniş bir ölçüsünü talep eder. Ancak gerçekten ruhsal bir kişi bu konuları kavrayabilir. Ve ne kadar yazıktır ki, aramızda çok az sayıda kişi gerçekten ruhsaldır! “Kardeşler, eğer biri suç işler iken yakalanır ise ruhsal olan sizler, böyle birini yumuşak ruh ile yola getirin. Siz de ayartılmamak için kendinizi kollayın. Birbirinizin ağır yükünü taşıyın, böylece Mesih’in yasasını yerine getirirsiniz.” Galatyalılar 6:1,2. Rab bize bu bereketli “yasayı” yerine getirebilmemiz için lütuf versin! Bu, içimizdeki her şeyin ne kadar tersidir! Bizim kabalığımızı ve bencilliğimizi nasıl da azarlar! Ah! Diğer konularda olduğu gibi bu konularda da Mesih’e benzemek!

Ama üzerinde düşündüğümüz yüksek kahinlik ayrıcalığının seviyesi kadar yüksek seviyesi olmayan bir başka kahinlik ayrıcalığı düzeni daha var idi. “Ayrıca şunlar da senin olacak: İsraillilerin sundukları sallamalık sunuların bağış sunularını sonsuza dek pay olarak sana, oğullarına ve kızlarına veriyorum. Ailende dinsel açıdan temiz olan herkes onları yiyebilir.” Çölde Sayım 18: 11.

Harun’un kızlarının günah ya da suç sunularını yememeleri gerekiyor idi, bu sunular onların kapasitelerinin en üst sınırlarına uygun olarak sağlanmışlar idi. Ama onların destekleyemeyeceği kadar ağır olan belirli sorumluluklar ve belirli işlevler nedeni ile bu ayrıcalıklara sahip değiller idi. Bir şükran sunusunda diğer bir kişi ile paydaşlıkta bulunmak o kişinin günahını kendi günahı yapmak çok daha kolaydır. Bu konu, örneğini Harun’un “kızlarında” değil de “oğullarında” bulan bir kahinlik enerjisi ölçüsü talep eder. Kahinlerin ev halkının üyeleri arasındaki bu çeşitli ölçüler konusunda hazırlıklı olmamız gerekir. Tanrıya övgüler olsun ki hepimiz aynı temel üzerinde bereketlendik ama kapasitelerimiz çeşitlilik gösterir. Ve hepimizin kahinlik standardının en yüksek seviyesini ve kahinlik kapasitesinin en yüksek ölçüsünü hedef almamız gerekir iken sahip olmadığımızı kullanmak mümkün değildir.

Ama yine de her şeye rağmen 11.ayette öğretilen net bir şey vardır ve o da kahinliğin ayrıcalığının ya da herhangi bir kahinlik yiyeceğini – Mesih’in değerli kanı aracılığı ile vicdanımıza uygulanan temiz bir yiyecek- yiyerek tadını çıkartmamız için temiz – Kutsal Ruh aracılığı ile Söz’ün alışkanlıklarımıza, düşüncelerimize ve yollarımıza uygulanması - olmamız gerekir. Bu şekilde temizlendiğimiz zaman kapasitemiz ne olur ise olsun Tanrının değerli lütfu aracılığı ile canlarımız için verilmiş olan en zengin sağlayışa sahip oluruz. Şu sözlere kulak verelim: “Rabbe verdikleri ilk ürünleri –zeytinyağının, yeni şarabın ve tahılın en iyisini – sana veriyorum. Ülkede yetişen ilk ürünlerden Rabbe getirdiklerinin tümü senin olacak. Ailende dinsel açıdan temiz olan herkes onları yiyebilir.” Çölde Sayım 18:12,13. 14

Burada kesinlikle, Tanrı için kahinler yapılmış olan o kişilere harika bir pay sağlanmış olduğunu görürüz. Onların en iyisine ve Rabbin ülkesinin ürettiği her şeyin ilkine sahip olmaları gerekiyor idi. Burada: “Yüreklerini sevindiren şarap, yüzlerini güldüren zeytinyağı ve güçlerini artıran ekmek” var idi. Mezmur 104:15.

Tüm bu konular ile ilgili verilen örneklerde Mesih’te sahip olduğumuz payı görürüz. Zeytin, üzüm ve tahılın en iyisi Tanrının kahinlerini beslemek ve sevindirmek için sıkılmış ve ezilmişler idi. Ve tüm bunların bereketli Örneği olan Mesih sınırsız lütuf sayesinde incinmiş ve ezilmiş idi, öyle ki eti ve kanı aracılığı ile Kendi ev halkına yaşam, güç ve sevinç hizmeti verebilsin. O, tahılların en değerli tanesi olarak toprağa düştü ve öldü, öyle ki biz yaşayabilelim ve diri Asma’nın ürünleri bizim şimdi Tanrının huzurunda içtiğimiz ve sonsuza kadar içeceğimiz kurtuluş kasesini doldurmak için ezilsin.

Bu yüzden şimdi geriye kalan nedir? Çarmıha gerilmiş, dirilmiş ve yüceltilmiş bir Kurtarıcıda sahip olduğumuz payımızın doluluğunun ve bereketinin tadını çıkartmak için genişletilmiş bir kapasite dışında ne istiyoruz? “Her şeye ve her şeye bolluk ile sahibiz” diyebiliriz. Tanrı bize verebileceğinin en iyisini verdi – sahip olduğunun en iyisini verdi. Tanrı bize Kendi payını vermiştir. O bizi kutsal ve mutlu bir paydaşlık içinde birlikte oturmaya ve besili dana ile şölen yapmaya çağırmıştır. “Yiyelim ve sevinçli olalım” sözleri ile Tanrı bizi bu en harika sözleri yaşamaya çağırır ve bu çağrısını kulaklarımızın ve yüreğimizin işitmesini sağlar.

Tanrının yüreğini ve zihnini en çok tatmin eden şeyin halkını çevresinde toplamak ve onları beslemekten zevk duymak olması nasıl da harika bir düşünce! “Bizim paydaşlığımız Baba ile ve Oğlu İsa Mesih iledir!” 1.Yuhanna 1:3. Tanrının sevgisi bizim için bundan daha fazla ne yapabilir idi? Ve Tanrı bunu kimin için yaptı? Suçları ve günahları içinde ölü olanlar için – yabancılar, düşmanlar ve suçlu isyankarlar için- diğer uluslardan olan köpekler için – O’ndan çok uzakta yaşayan, umudu olmayan ve dünyada Tanrısız yaşayanlar için – ve Mesih olmasa idi şimdi cehennemin sonsuz alevleri içinde yanması gerekenler için! Ah, ne kadar da harika bir lütuf! Egemen merhametin ne kadar da uçsuz bucaksız derinlikleri! Ve şunu da eklememiz gerekir ki, tanrısal açıdan ne kadar da değerli bir kefaret kurbanı! Kendi kendilerini mahvetmiş, zavallı ve suçlu ve cehennemi hak eden günahkarlara böyle söz ile anlatılamaz bir bereketin lütfedilmesi! Bizi sonsuza kadar yanmaktan çekip çıkartan ve Tanrı için kahinler yapan sevgi ve lütuf! Tüm “kirli giysilerimizi” üzerimizden çıkartan ve Kendi huzurunda bizi giydiren ve taçlandıran ve bunu Kendi yüceliği için sevgi ile yapan Tanrımız! O’nu övelim! Yüreklerimiz ve yaşamlarımız ile O’nu övelim! Kahinlik konumumuzun ve bize verilen payın tadını çıkartalım ve doğruluk giysilerimizin değerini bilelim. Tanrıyı övmekten daha iyi hiç bir şey yapamayız. O’na İsa Mesih aracılığı ile dudaklarımızın ürünü olan övgüleri ve şükranları sunmaktan başka bir şey yapamayız. İlerlemekte olduğumuz o parlak ve bereketli yerde sonsuza kadar yapacağımız tek şey bu olacaktır ve biz orada bizi seven ve Kendisini uğrumuza feda etmiş Olan ile biricik Kurtarıcımız yüce Tanrı ile sonsuza kadar birlikte olacağız.

Bölümümüzün 14-19 ayetlerinde bize “insanın ve hayvanın ilk doğanı” hakkında bilgi verilir. Burada insanın kirli sayılan hayvanlar ile aynı seviyeye yerleştirildiği dikkatimizi çekebilir. Her ikisinin de kurtarılması gerekmektedir. Kirli sayılan hayvan Tanrı için uygun değil idi ve aynı şekilde insan da kan aracılığı ile kurtarılmadığı sürece Tanrının önünde uygun değil idi. Temiz hayvanın kurtarılması gerekmiyor idi; o Tanrının kullanımı açısından uygun idi. Ve tüm kahinlik ev halkına yiyecek olarak verilmiş idi – hem oğullar hem de kızlar için. Burada Mesih’in bir örneğini görüyoruz; Tanrı Mesih’te yüreğinin zevk aldığı tam sevinci bulabilir – uçsuz bucaksız evrende Tanrının tek mükemmel huzuru ve doyumu bulabildiği yegane Kişi. Ve ne harika bir düşüncedir ki, Tanrı O’nu bize vermiştir, O, Tanrının önünde kahinlik ev halkının yiyeceği, ışığı, sevinci ve sonsuza kadar bizim Her Şeyimiz olsun diye. 15

“İsa, senden asla vazgeçemeyiz:
Yeni ve diri yiyecek yüreğimizin arzusunu tatmin edebilir
Ve yaşam Senin kanındadır!

Okuyucu diğer bölümlerde olduğu gibi bu bölümlerde de her yeni konunun başlangıcının şu sözler aracılığı ile yapıldığına dikkat edecektir, “Ve Rab Musa’ya dedi” ya da “Rab Harun’a dedi”. Böylece 20-32. Ayetlerde bize kahinlerin ve Levililerin – Tanrıya tapınanların ve Tanrının işçilerinin – İsrailoğulları arasında hiç bir mirasa sahip olamayacakları ama kendilerini tüm ihtiyaçlarının karşılanması için yalnızca Tanrıya mutlak bir şekilde kapatmaları gerektiği öğretilir. En bereketli konum! Hiç bir şey burada sunulan örnekten daha iyi olamaz. İsrailoğulları sunularını getirecek ve onları Yehova’nın ayaklarının önüne bırakacaklar idi ve O sınırsız lütfu ile işçilerine bu değerli sunuları – halkın adanmışlığının ürünleri - kaldırıp almalarını buyurdu ve onlar Tanrının bereketli huzurunda şükran dolu yürekler ile beslendiler. Böylece bereket halkası çevreye yayıldı. Tanrı, halkının tüm ihtiyaçlarına hizmet etti; O’nun halkı kahinler ve Levililer ile birlikte Tanrının bolluğunun zengin ürünlerine sahip olma ayrıcalığına sahipler idi. Ve Levililer Tanrıdan almış olduklarını O’na geri vermenin ender ve eşsiz zevkini tatmak için izine sahipler idi.

Tüm bunlar tanrısaldır. Şimdi Tanrının kilisesinde aramamız gereken şeyler için bu örnek gerçekten de çarpıcı bir örnektir. Daha önceden de fark etmiş olduğumuz gibi bu kitapta sunulan Tanrı halkı üç farklı grup halinde sunulmaktadır: yani, savaşçılar, işçiler ve tapınanlar. Ve her üç grupta bulunanlar da diri Tanrıya olan mutlak bağımlılık tutumları ile göze çarparlar. Savaşımızda, işimizde ve tapınmamızda kendimizi Tanrıya kapatmış durumdayızdır. Çok değerli bir gerçek! “tüm kaynaklarımız O’ndadır.” Bundan daha fazla ne isteyebiliriz? Huzura ya da kaynağa kavuşmak için insana ya da bu dünyaya mı döneceğiz? Tanrı yasaklasın! Hayır, aksine, tüm tarihimizde, karakterimizin her özelliğinde ve işimizin her bölümünde kanıtlamamız gereken tek konu Tanrının yüreklerimiz için yeterli olduğudur!

Tanrı halkını ve Mesih’in hizmetkarlarını destek ve yardım almak için dünyaya bakar iken görmek gerçekten yıkıcıdır ve böyle bir düşünce dahi insanı dehşete düşürmelidir. Pavlus’un zamanındaki Tanrı kilisesini Yalnızca düşünmeye çalışalım; önderlerinin, öğretmenlerinin ve müjdecilerinin destek almak için Roma hükümetine bel bağladıklarını gözlerinizin önüne getirin! Ah, hayır! Sevgili okuyucu, Kilise göklerdeki tanrısal Başına baktı yalnızca ve ihtiyaç duyduğu her şey için tanrısal Ruh’a güvendi. Şimdi bu durum neden farklı olsun ki? Dünya hala dünyadır ve Kilise dünyadan değildir ve dünyanın altınına ve gümüşüne bakmaması gerekir. Eğer yalnızca Tanrıya güvendikleri takdirde Tanrı halkına ve hizmetkarlarına bakacak ve onların ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Buna güvenebiliriz; Tanrının kilise için armağanı hükümetin armağanından çok daha iyidir – ruhsal bir zihin bunu takdir etmek için kıyaslama dahi yapmaz.

Tanrının tüm kutsalları ve Mesih’in tüm hizmetkarları her yerde yüreklerine gayretli bir şekilde bu değerlerin düşüncelerini yerleştirsinler. Ve Tanrısız, Mesihsiz ve hain bir dünyanın yüzüne karşı şu gerçekleri haykıracak lütfa sahip olmamızı diliyorum: Diri Tanrı yalnızca zamanın dar kapısından geçer iken değil ama aynı zamanda sonsuzluğun sınırsız okyanusundan geçerken de her ihtiyacımız için yeterlidir. Tanrı bu lütfu Mesih’in uğruna ihsan etmiştir.


12 Elçilerin İşleri 6.bölümde saygın kişilerin atanması konusunda bile bunun elçilere özgü bir eylem olduğunu görürüz. “Bu nedenle kardeşler, aranızdan Ruh ile ve bilgelik ile dolu yedi saygın kişi seçin. Onları bu iş için görevlendirelim.” Elçilerin İşleri 6:3. Kardeşlerin kişileri seçmek için izinleri var idi. Söz konusu olan, elçilerin maddi işler ile uğraşmamaları idi. Ama atama tanrısal idi. Ve ayrıca şunu da hatırlayalım: seçilecek yedi saygın kişi kilisenin maddi işlerini düzenleyecekler idi. Ama elçi, peygamber, müjdeci, önder ve öğretmenlerin atanmasının insan seçimi ve insan yetkisi ile hiç bir ilgisi yok idi ve bu atama konusu tamamen Mesih’e ait idi. Efesliler:4:11.

13 Genel bir prensip olarak, “oğul” tanrısal düşünceyi sunar; “kız” bununla ilgili diğer evladı belirler: “erkek” düşünceyi Tanrının verdiği şekilde ortaya koyar; “dişi” ise onu fark ettiğimiz ve gösterdiğimiz şekilde ortaya konan bir ifadedir.

14 Yukardaki bölümü birebir almak ve onu Tanrının kilisesi içindeki belirli bir kahinlik sınıfına uygulamak ne gibi bir ahlak etkisi yaratır idi konusunda okuyucunun düşünmesi gerekir. Bunu hem örnek olarak hem de ruhsal açıdan düşünelim, o zaman kahinlik ailesinin tüm üyeleri için sağlanmış olan ruhsal yiyeceğin yani tek bir kelime ile söyleyecek olur isek, tüm değerliliği ve doluluğu içindeki Mesih’in çarpıcı ve güzel bir örneğine sahip oluruz.

15 Çölde Sayım 18: 14-19 ayetlerinde sunulan konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için okuyucuya “Mısır’dan Çıkış hakkında Notlar” adlı kitaptaki 13. Bölüm tavsiye edilir. Daha önceki bölümlerde belirtilmiş olan herhangi olası tekrarlardan kaçınmak için dikkatli olmak isteriz.