Çölde Sayım 15

Bu bölümümüzün başlangıcındaki sözler 14.bölümün içeriği ile bağlantılı olarak ele alındıkları zaman, garip bir çarpıcılığa sahiptirler. Her şey karanlık ve umutsuz gibi görünüyor idi. Musa’nın halka “gitmeyin” demesi gerekmiş idi, çünkü Rab onlarla birlikte gitmeyecek idi ve “düşmanları tarafından bozguna uğratılacaklar idi.” Ve Rab onlara tekrar şöyle dedi: “Varlığım adına ant içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım: Cesetleriniz bu çöle serilecek. Sizi götürmek için ant içtiğim ülkeye kesinlikle girmeyeceksiniz… size gelince cesetleriniz bu çöle serilecek.”

14.bölümden alıntı yaptığımız ayetler bu kadar. Ama şimdi önümüzdeki bölümü açar açmaz sanki hiç bir şey olmamış gibi, sanki her şey yolunda ve sakinmiş gibi ancak Tanrının söyleyebileceği şekilde kesin ve parlak olan şu sözleri okuruz: “ Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘Yerleşmek için size vereceğim ülkeye girince ..” Çölde Sayım 15:1. Bu harika kitabın en dikkat çeken bölümlerinden biri bu bölümdür. Gerçekten de yalnızca Çölde Sayım kitabında değil, ama Tanrının kitabının tamamında bundan daha karakteristik bir kısım yer almaz. “Ülkeye girmeyeceksiniz” cümlesindeki ciddi ifadeye baktığımız zaman bize hangi dersin verildiğini düşünürüz? Öğrenmekte çok yavaş olduğumuz insanın nihai değersizliği hakkındaki ders. “İnsan soyu ottur.”

Ve öte yandan şimdi “Yerleşmek için size verdiğim ülkeye girince” cümlesini okuduğumuzu zaman öğrenmemiz gereken değerli ders nedir? Kesinlikle kurtuluşun yalnızca Rab’den geldiğidir, O’ndan başkası kurtaramaz. Bir ayette insanın başarısızlığını, diğer ayette ise Tanrının sadakatini öğreniriz. Konunun insan ile ilgili kısmına baktığımız zaman, cümle şöyledir: “Hiç kuşkusuz ülkeye giremeyeceksiniz.” Ama konunun Tanrı ile ilgili kısmına baktığımız zaman, ifadeyi tersine çevirip şöyle diyebiliriz: “Hiç kuşkusuz gireceksiniz.”

İşte şu anda önümüzde olan olaydaki durum böyledir ve kitabın tamamında baştan sona kadar bu şekilde yer alır. İnsan hata yapar ama Tanrı sadıktır. İnsan her şeyi mahveder ama Tanrı her şeyi düzeltir. “İnsan için imkansız olan Tanrı için mümkündür.” Bu gerçeği resmetmek ve kanıtlamak için esin ile yazılmış kitapta yolculuk etmeye ihtiyacımız var mıdır? Okuyucuya cennetteki Adem’in tarihini göstermeye ihtiyacımız var mıdır? Ya da tufandan sonraki Nuh’un ya da İsrail’in çöldeki tarihinin ya da ülkedeki tarihinin? Yasa altındaki İsrail? Levililere özgü törenler altındaki İsrail? Peygamber, kahin ve kral olan insanların başarısızlıklarının kaydı üzerinde duracak mıyız? Ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisenin yeryüzünde sorumluluk taşıyan bir kase olarak başarısızlığına işaret edecek miyiz? İnsan her zaman ve her şeyde başarısızlığa uğramamış mıdır? Evet, uğramıştır. Ne yazık ki gerçek budur!

Resmin bir tarafı budur – karanlık ve alçaltıcı tarafı. Ama Tanrıya övgüler olsun ki, resmin aynı zamanda parlak ve cesaret verici yanı da vardır. Eğer “kesinlikle ülkeye girmeyeceksiniz” cümlesi var ise, aynı zamanda “kesinlikle ülkeye gireceksiniz” cümlesi de vardır. Ve bu neden böyledir? Çünkü devreye Mesih girmiştir ve Mesih’te herkes Tanrının yüceliği ve insanın sonsuz bereketi asla kaybolmayacak şekilde garanti altına alınmıştır. Tanrının sonsuz amacı, “her şeyi Mesih’te birleştirmektir.” İlk insanın başarısız olduğu her konuyu ikinci İnsan düzeltecektir. Mesih’te her şey yeni bir düzen içindedir. Mesih yeni yaratılışın Başı’dır; İbrahim, İshak ve Yakup’a ülke için verilmiş olan tüm vaatlerin Mirasçısı Mesih’tir; Mesih, taht ile ilgili olarak Davut’a verilmiş olan tüm vaatlerin Mirasçısıdır. Yönetim Mesih’in omuzlarında olacaktır. Yüceliği taşıyacak olan yüceliğin tek sahibi Mesih’tir. O, Peygamber, Kahin ve Kraldır. Tek bir kelime ile söyleyecek olur isek Mesih Adem’in kaybettiği her şeyi geri kazanır ve Adem’in sahip olduğundan çok daha fazlasını getirir. Bu yüzden ilk Adem’e ve onun yaptıklarına baktığımız zaman, ne zaman ve ne şekilde bakar isek bakalım, cümle, “kesinlikle ülkeye girmeyeceksinizdir.” Cennette kalmayacaksınız- egemen olmayacaksınız – vaatleri miras almayacaksınız – ülkeye girmeyeceksiniz- tahta çıkmayacaksınız- krallığa girmeyeceksiniz.

Ama öte yandan son Adem’e ve O’nun yaptıklarına baktığımız zaman, nerede ve nasıl bakar isek bakalım, tüm cümlelerdeki ifadelerin hepsi aksi anlam kazanır; olumsuzluk eki cümlelerden alınır, çünkü İsa Mesih’te “Tanrının tüm vaatleri Mesih’te ‘evet’tir. Bu nedenle Tanrının yüceliği için Mesih aracılığı ile Tanrıya ‘amin’ deriz. Tanrının oğlu İsa Mesih hem ‘evet’ hem ‘hayır’ değildir. O’nda sadece ‘evet’ vardır.” Yalnızca ‘evet’ – O’nda her şey tanrısal bir şekilde düzenlenmiş ve planlanmıştır. Ve işte böyle olduğu için de Tanrı bu ‘evet’ e mührünü basmıştır; tüm imanlıların sahip olduğu Kutsal Ruh ile bu ‘evet’i mühürlemiştir. “Silvanos ve Timoteos ile birlikte size tanıttığımız Tanrının oğlu İsa Mesih hem ‘evet’ hem ‘hayır’ değil idi. O’nda yalnız ‘evet’ vardır. Çünkü Tanrının tüm vaatleri Mesih’te ‘evet’tir. Bu nedenle Tanrının yüceliği için Mesih aracılığı ile Tanrıya ‘amin’ deriz. Bizi sizinle birlikte Mesih’te pekiştiren ve meşhetmiş olan Tanrıdır. O bizi mühürledi ve güvence olarak da yüreklerimize Kutsal Ruh’u yerleştirdi.” 2.Korintliler 1:19-22.

O zaman böylece Çölde sayım 15.bölümün ilk satırlarının Tanrının tüm kitabının ışığında okunması gerekir. Tanrının bu dünyada insan ile olan tüm yollarının tam tarihi bilinmelidir. İsrail ülke ile ilgili hakkını ceza olarak kaybetmiş idi. İsrail’in hak ettiği cesetlerinin çöle serilmesi idi. Ama yine de Tanrının engin ve değerli lütfu öylesine büyüktür ki, onlara ülkeye gireceklerinden söz eder ve yolları ve işleri hakkında onları eğitir.

Hiç bir şey burada anlatılandan daha bereketli ve bina edici olamaz. Tanrı tüm insanlığın hatası ve günahının üzerine yükselir. Tanrının tek bir vaadinin bile yerine gelmemesi imkansızdır. İbrahim2in tohumunun çöldeki davranışı tanrının sonsuz amacını yok edebilir mi ya da onun atalarına Tanrının vermiş olduğu kesin ve koşulsuz vaadin yerine getirilmesine engel olabilir mi? İmkansız! Ve bu yüzden eğer Mısır’dan çıkartılan kuşak Kenan ülkesine girmeyi reddeder ise, Yehova taşlardan O’nun vaadini yerine getirecek olan bir tohum ortaya çıkartacak idi. Çölde Sayım’in 14.bölümünün aşağılayıcı olaylarından sonra çok dikkat çekici bir güç ve güzellik ile gelen 15.bölümümüzün ilk cümlesi bu konuyu açıklamak için yardımcı olacaktır. 15. Bölümde İsrail’in güneşi karanlık ve öfkeli bulutların arasından sıyrılarak çıkar gibi görünür. Ama yine bir önceki bölümde İsrail’in güneşi “Tanrının armağanları ve çağrısı geri alınmaz” büyük gerçeği parlak bir aydınlık ile açıklama yaparak ve bina ederek yükselir. Tanrı çağrısından ya da armağanlarından asla geri dönmez. Ve bu yüzden imansız bir kuşak on binlerce kez şikayet etse de isyan etse de Tanrı vaat etmiş olduğu her şeyi yerine getirecektir.

İmanın tanrısal huzur veren yeri her zaman O’nun vaatlerini yerine getireceğine güvenmektir. Tüm insan planlarının ve eylemlerinin enkazı arasında canın emin ve güvenilir limanı bu gerçekte gizlidir. İnsanın elinde her şey paramparça olur ama Mesih’teki Tanrı her zaman yerindedir. İş konusunda insanı defalarca en iyi koşullar altına yerleştirin ve o iflas eden biri olacağından emindir. Ama Tanrı Mesih’i diriltmiştir ve O’na inanan herkes bir arada yeni bir konuma yerleştirilmiştir. Diriltilmiş ve yüceltilmiş Baş olan Mesih ile paydaşlığa alınmışlardır ve sonsuza kadar bu konumda kalacaklardır. Bu harikulade ortaklık asla bozulmayacaktır. Yeryüzünün ya da cehennemin hiç bir gücünün asla dokunamayacağı bir temel üzerinde güvenlik içindedirler.

Değerli Okuyucu, tüm bu anlatılanları kendine nasıl uygulayacağını anlıyor musun? Tanrının varlığının ışığında kendinin gerçekten iflas etmiş olduğunu keşfetmiş bulunuyor musun? Her şeyi bir enkaz haline getirmiş olduğunun farkında mısın? Kendin için yapabileceğin hiç bir şey olmadığını biliyor musun? Üzerinde durduğumuz, “Hiç kuşkusuz ülkeye girmeyeceksiniz” ve “hiç kuşkusuz ülkeye gireceksiniz” şeklindeki bu iki cümle için kişisel bir uygulama yapmaya yönlendirildin mi? “sen kendini mahvettin ama bende yardım bulacaksın” sözlerindeki gücü öğrendin mi? Tek bir kelime ile söyleyecek olur isek İsa’ya kaybolmuş ve kendini kaybetmiş bir günahkar olarak geldin mi ve O’nda kurtuluş, bağışlama ve esenlik buldun mu?

Sevgili dostum, lütfen bir an dur ve bu konular üzerinde ciddi olarak dur. “Çölde sayım Kitabı ile ilgili notlar” yazmaktan daha fazlasına sahip olduğumuz hakkındaki önemli gerçeği asla gözden kaybetmemeliyiz. Okuyucunun canına özen göstermemiz ve dikkate almamız gerekir. Bu konuda okuyucumuza karşı ciddi bir sorumluluk taşıyoruz ve bu yüzden zaman zaman bir an için üzerinde durduğumuz sayfadan dönüş yapmamız gerektiğini hissederiz. Öyle ki, okuyucunun yürek ve vicdanına hitap edebilelim ve eğer kendisi henüz tövbe etmemiş ve kararsız ise içinde bulunduğu durum ve sonsuz yazgısının bu önemli durumuna yüreğini ciddi bir şekilde uyarlayabilsin. Bu konu ile kıyaslandıkları takdirde diğer tüm konular çok önemsiz hale gelirler. Asla ölmeyecek olan canınızın sonsuzluğu ve kurtuluşu ile kıyaslandığında zaman içinde başlayan, devam eden ve sona eren tüm planların ve eylemlerin ne anlamları olabilir? Terazideki ufak bir toz parçasından farkları yoktur. “Eğer bir insan tüm dünyayı kazanır ama canını kaybeder ise bunun ona ne yararı olur?” Eğer bir para kralı Rotschild’in zenginliğine sahip olsa idiniz – ün ve politika kibrinin en üstün doruğunda dursa idiniz – bu dünyanın üniversitelerinin bahşedebileceği tüm onurlar ile donanmış bir adınız olsa idi – eğer göğsünüzde yüzlerce madalya taşıyor olsa idiniz – tüm bunların size ne yararı olur idi? Her şeyden vazgeçmeniz gerekir – Sonsuzluğun sınırsız okyanusundan içeri zamanın dar kemerinden geçerek girmeniz gerekir. Prenslere özgü bir zenginliğe, edebiyat alanındaki kişilerin ününe, Lordlar Kamarası’nı zihinsel güçleri ile yönetmiş olan kişiler – söyledikleri sözler ile binlerce insanları kendilerine bağlamış olan insanlar- askeri noktalarda en üst noktalara ulaşmış olan kişiler- hepsi de sonsuzluğa geçiş yapmışlardır ve bu konuda sorulacak olan korkunç soru şudur: “Can nerededir?”

Sevgili Okuyucu, sana yalvarıyoruz, doğru sonuca varmadığın sürece bu konunun ardından gitmekten vazgeçme, insanların canlarına yüklenen en ağır kanıtlar söz konusu olsa bile vazgeçme. Tanrının yüce sevgisi aracılığı ile – Mesih’in çarmıhı ve acıları aracılığı ile – Kutsal Ruh Tanrının güçlü tanıklığı aracılığı ile – asla son bulmayan sonsuzluğun korkunç ciddiyeti aracılığı ile – ölümsüz canının söz ile anlatılamaz değeri aracılığı ile – cennetin tüm sevinçleri aracılığı ile – cehennemin tüm dehşetleri aracılığı ile- bu yedi önemli kanıt aracılığı ile şu anda sana İsa’ya gelmen için ısrar ediyoruz. Gecikme! Tartışma! Muhakeme yürütme! Ama hemen şimdi tüm günahların ile, tüm sefil durumun ile, boşa harcayarak geçirmiş olduğun zamanın ile kaçırdığın merhametlerin sayısının ürkütücü kaydı ile kötü kullanılmış olan avantajlar ile ihmal edilmiş olan fırsatlar ile açık kolları ve sevecen kalbi ile seni kabul etmeye hazır olarak duran İsa’ya gel! İsa O’nun çarmıhta kefaret eden ölümünün gerçekliği ile senin o yaralarına işaret eder ve sana asla terk edilmeyeceğini garanti eder. Diliyoruz ki, Tanrının Ruhu tüm bunları şu anda senin yüreğine uygular ve sana sen Mesih’e dönerek kurtulana, Tanrı ile barışana ve vaat edilmiş olan Kutsal Ruh’un mührüne kavuşuncaya dek rahat vermez!

Şimdi bir an için bölümümüze geri dönelim.

Hiç bir şey burada takdim edilen örnekten daha iyi olamaz. Burada hemen ilk ayette gözümüze çarpan tamamıyla egemen lütfun üzerinde temellenmiş antlara, özgür irade sunularına, doğruluk kurbanlarına ve Krallığın şarabına sahibiz. Bize burada anlatılan İsrail’in gelecekteki durumunun sade ve güzel bir örneğidir. Ve bize peygamber Hezekiel’in son bölümündeki harika görümleri anımsatır. İmansızlık, söylenme ve isyan, hepsi bitmiş ve hepsi unutulmuştur. Tanrı Kendisinin sonsuz öğütlerini sunar ve sonra halkının doğruluk içinde bir sunu sunacakları ve O’na olan sözlerini yerine getireceklerini ve O’nun Krallığının sevincinin yüreklerini sonsuza kadar dolduracağı zamana doğru bakar. Ayetler: 3-13.

Ama bu bölümde çok çarpıcı bir özellik vardır ve “yabancılar” ile ilgili olan bölümdür. Ve başından sonuna kadar oldukça karakteristiktir. “Kuşaklar boyunca aranızda yaşayan bir yabancı ya da yerli olmayan bir konuk, Rabbi hoşnut eden koku olarak yakılan bir sunu sunar iken, sizin uyguladığınız kuralları uygulamalıdır. Kuşaklar boyunca kalıcı bir kural olacak bu. Rabbin önünde siz nasıl iseniz, aranızda yaşayan yabancı da aynı olacak. Size de aranızda yaşayan yabancıya da aynı yasalar ve kurallar uygulanacak.” Çölde Sayım 15: 14-16.

Yabancıya verilen ne güzel bir yer! İsrail için ne önemli bir ders! Favorileri olan ve övündükleri Musa’nın sayfasında yer alan ne kadar kalıcı bir tanıklık! Yabancı İsrail ile aynı konuma yerleştirilir. “Rabbin önünde siz nasıl iseniz, aranızda yaşayan yabancı da aynı olacak.” Mısır’dan Çıkış 12:48 ayetinde şunları okuruz: “Yanınızdaki yabancı bir konuk Rabbin Fısıh bayramını kutlamak ister ise önce evindeki tüm erkekler sünnet edilmeli sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz biri Fısıh etini yemeyecektir.” Ama Çölde Sayım 15.bölümde hepsinin sünnet edilmesine rağmen bir ima yer almaz. Ve neden böyledir? Böyle bir noktanın atlanması mümkün müdür? Hayır; ama biz buradaki atlamanın çok anlamlı olduğuna inanıyoruz. İsrail ceza olarak her şeydeki hakkını kaybetmiş idi. Asi kuşağın bir kenara ayrılması ve kesilmesi gerekiyor idi ama Tanrı lütfunun sonsuz amacının durması ve O’nun tüm vaatlerinin yerine gelmesi gerekir. Tüm İsrail kurtulacaktır; ülkeye sahip olacaklardır; özel adak kurbanı sunacaklardır; antlarını yerine getirecek ve krallığın sevincini tadacaklardır. Tüm bunları hangi temel üzerinde yapacaklardır? Egemen lütfun temeli üzerinde. Ve aynı temel üzerinde yabancılar da aralarında yaşayacaklar ve yalnızca aralarında yaşamak ile kalmayacaklar aynı zamanda Rabbin önünde onlar nasıl ise yabancılar da aynı olacaklar idi.

Yahudi Rabbin bu buyruğu konusunda tartışacak mıdır? Çölde Sayım 13.ve 14.bölüme gitsin ve bu konuyu incelesin. Ve dersin tamamına canının derinliklerinde sahip olduğu zaman da Çölde sayım 15.bölüm üzerinde düşünsün. Ve eminiz ki o zaman yabancıyı bulundan konumdan itmek istemeyecektir. Çünkü o zaman kendisinin merhamete muhtaç olan bir borçludan başka biri olmadığını itiraf etmek için hazır duruma gelecektir. Ve kendisine ulaşan aynı merhametin yabancıya da ulaşabileceğini kabul edecek ve o yabancı ile birlikte Yakup’un Tanrısının lütfu tarafından açılan kurtuluş kuyularından içtiği için sevinç duyacaktır.

Kitabın bu kısmındaki öğretiş tarafından bize çok güçlü bir şekilde Romalılar 9-11 bölümlerinde sunulan bir gerçek hatırlatılmıyor mu? Özellikle bölümün sonundaki o harika kısım tarafından! “Çünkü Tanrının armağanı ve çağrısı geri alınamaz. Bir zamanlar Tanrının sözünü dinlemeyen sizler şimdi İsraillilerin sözdinlemezliğinin sonucu merhamete kavuştunuz. Bunun gibi, İsrailliler de sizin kavuştuğunuz merhamet ile merhamete erişmek için söz dinlemez oldular. Çünkü tanrı merhametini herkese göstermek için herkesi sözdinlemezliğin tutsağı kıldı. Tanrının zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir. O’nun yargıları ne denli akıl ermez ve yolları ne denli anlaşılmazdır. ‘Rabbin düşüncesini kim bilebildi? Y da kim O’nun öğütçüsü olabildi? Kim Tanrıya bir şey verdi ki karşılığını O’ndan isteyebilsin? ‘ Her şeyin kaynağı O’dur, her şey O’nun aracılığı ile ve O’nun için var oldu. O’na sonsuza dek yücelik olsun. Amin.” Romalılar 11: 29-36.

Çölde Sayım 15:22-31 ayetlerinde bilmeden ve bilerek işlenen günahlar hakkında bilgi verilir – çok ciddi ve önemli bir farklılık. Bilmeden işlenen günahlar için Tanrının iyiliği ve merhametinde basit bir provizyon yer alır. Bölümün bu kısmında Mesih’in ölümü iki büyük görünüm içinde takdim edilir; yani yakmalık sunu ve günah sunusu. Birinin görünümü bizler diğerinin görünümü ise Tanrı içindir. Ve aynı zamanda O’nun bir insan olarak bu dünyadaki mükemmel yaşamının ve hizmetinin tüm değerliliğine, hoş kokusuna ve sevincine sahibiz. Tüm bunlar tahıl sunusu ve içki sunusu ile örneklenir. Yakmalık sunuda Mesih’in Tanrıya olan adanmışlığının ve tanrının O’ndan aldığı zevkin ölçüsü ile uyumlu olarak kefaretin nasıl işlediğini görürüz. Günah sunusunda Tanrının gözünde günahın iğrençliğinin ve günahkarın tutumunun ölçüsü ile uyumlu olarak kefaretin çalışma şeklini anlarız. İki sunu bir arada Mesih’in kefaret eden ölümünü tüm doluluğu ile sunarlar. Sonra ise tahıl sunusunda Mesih’in mükemmel yaşamını ve O’nun insan doğasının gerçekliğini bu dünyadaki yolunun ve hizmetinin tüm detayları ile gösterilen şekli ile görürüz. İçki sunusu ise O’nun Kendisini Tanrıya tam olarak teslim etmesinin örneğidir.

Bu bölümde sunulan kurbanların farklı sınıflarının zengin ve harika öğretişine şimdi değinme girişiminde bulunmayacağız. Bu konuyu daha detaylı olarak incelemeyi arzu eden okuyucu “Levililer Hakkında Notlar” adlı küçük bir kitaba başvurmalıdır. (1-140 sayfalar) Biz burada yalnızca çok kısa bir şekilde her sununun temel önemi hakkında yazdık. Detaylara girdiğimiz takdirde yapacağımız şey yalnızca daha önce yazmış olduklarımızı tekrar etmek olacaktır. Eklememiz gereken yalnızca Tanrının taleplerinin bilmeden işlenen günahların da üzerinde durduğudur. Bizler hissetmemize rağmen söylemesek bile en azından şunu düşünürüz: Bu tür günahların üzerinde durulmaması gerekir. Ama Tanrı böyle düşünmez. Tanrının kutsallığının bizim zeka ölçümüze düşürülmemesi gerekir. Lütuf, bilmeden işlenen günahlar için sağlayışta bulunmuştur. Ama kutsallık bu tür günahların yargılanmasını ve itiraf edilmesini talep eder. Her gerçek yürek bundan dolayı Tanrıyı bereketleyecektir. Çünkü eğer Tanrının lütfunun sağlayışları tanrısal kutsallığın taleplerini karşılamak için yeterli olmasa idi o zaman biz ne yapardık? Bilerek işlenen günahlar eğer bizim zekamızın ötesine geçmeseler idi yeterli olamayacakları kesin idi.

Ve yine de genel olarak konuşulduğu zaman ağzı ile iman ikrarında bulunan imanlıların bilgisizlik için özürler bulduklarını ve bilgisizliğin temelinde sadakatsizlik ve hatayı akladıklarını işitmek çok üzücüdür. Ama bu tür durumlarda çok sık olarak sorulan soru neden bilgisiz olduğumuz hakkındadır. Önümüze olumlu bir yargı talep eden bir soru geldiğini ve belirli bir eylem çizgisi için çağrıda bulunduğunu varsayalım. Bilgisizlik konusu kafamızı kurcalar. Bu doğru mudur? İşe yarayacak mıdır? Bizi sorumluluk için düzenleyecek midir? Tanrı bu tür bir olaydan sonra sorundan sıyrılmamıza izin verecek midir? Hayır, sevgili okuyucu, böyle olmayacağından emin olabilirsiniz. Bizlerin neden bilgisi yok? Konunun kökenine inmek ve doğru bir sonuca ulaşmak için tüm enerjilerimizi kullandık mı, mümkün olan her araçtan yararlandık mı ve her olası çabayı gösterdik mi? Gerçeğin ve kutsallığın isteklerinin tüm bunların hepsini bizden talep ettiğini aklımızda tutalım. Bundan daha azı ile asla tatmin olmamamız gerekir. İtiraf etmemiz gereken bir durum var ve o da şudur: eğer herhangi bir şekilde bizim kendi ilgilerimiz, adımız, ünümüz ve malımız ile ilgili bir sorunumuz olsa idi, sorun ile ilgili gerçekler hakkında tam bilgi sahibi olmak için her taşın altına bakan yoğun bir çabaya girerdik. Kendi sorunumuzu çözmek uğruna elimizden gelen her şeyi yapardık. Eğer bilgi edinilmesi gerekiyor ise, bilgiyi elde etmemiz gerekir. Sorun hakkındaki her ayrıntıyı çok iyi bilmemiz gerekir, öyle ki konu hakkında sağlıklı bir yargı oluşturabilelim.

Sevgili Okuyucu, okudukların doğru değil midir? O zaman neden Mesih ile ilgili konularda bilgisiz kalalım? Benlik söz konusu olduğu zaman, enerjik, gayretli ve canlı iken Mesih söz konusu olduğunda kayıtsız, ilgisiz ve hantal mı olmalıyız? Asla! Ama ne yazık ki gerçek budur. Bu gerçeğin bizi alçakgönüllü yapması gerekir. Diliyorum ki Tanrının Ruhu bizi Rabbimiz İsa Mesih ile ilgili konularda daha gayretli yapsın. Benlik ve benliğin ilgileri her gün giderek batsın ve Mesih ve O’na duyulan ilgiler gözümüzde her gün daha çok değer kazansın! Ve bizim kendi kutsal sorumluluğumuz olan Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in yüceliği için her konuda yürekten bir gayret gösterelim. Araştırmamızı uygular iken başarısızlık ile karşılaşsak bile O’nunla ilgili olan herhangi bir konunun bizim için bir kayıtsızlık konusu olduğunu söylemeye ya da düşünmeye ya da öyle davranmaya cesaretimiz olmasın. Tanrı bu konuda bize merhamet göstersin! Yalnızca kendimiz ile ilgili konulara değer vermeyelim ve yaşamlarımızda Mesih’in yetkileri üstün gelsin.

Tanrının gerçeğine ve okuyucunun canına duyduğumuz sorumluluk nedeni ile bilgisizlik konusunda söyleyeceklerimiz bu kadar. Bu konunu uygulamadaki yoğun önemini çok iyi hissediyoruz. Kayıtsızlık kelimesinin kullanılmasının daha doğru olduğu zamanlarda bizim genellikle bilgisizlik kelimesini kullandığımıza inanıyorum. Bu çok üzücü bir durumdur. Elbette sınırsız iyiliği içindeki Tanrımız eğer bilgisizlik nedeni ile işlenen günahlar için sağlayışta bulunmuştur. Enerjimizi kullanarak elimizin altında olan bol bilgiye sahip olmamız mümkün ise o zaman bilgisizliğin arkasına saklanmak için hiç bir nedenimiz yoktur.

Belki de bu nokta üzerinde yeterince durmamış olabiliriz; imanlılar olarak sahip olduğumuz tarihte ciddi bir ana ulaşmak için canımızdaki kanaatin her gün güçlendirilmesi gerekir. Her şeyden şikayet eden kişiler olmamamız gerekir. Şikayet konularına asla sempati duymamamız lazımdır. Bizim inancımız sevinçli bir güvence ile dolu olduğumuz ve yüreklerimizin ve zihinlerimizin her türlü kavrayışı aşan Tanrının esenliği tarafından korunduğudur. “Tanrı bize korku ruhu değil, sevgi, güç ve sağlıklı zihin ruhu vermiştir.” 2.Timoteos 1:7.

Ancak gözlerimizi Mesih’in istekleri ile ilgili şaşırtıcı gerçeğe – gerçeğin değerine – kutsal yazıların yetkisine kapatmamız ve onları her gün her hafta ve her yıl bir kenara atmamız imkansızdır. Tanrının gerçeği dışında herhangi bir şey ya da her şey için hoşgörünün olacağı bir ana yaklaştığımıza inanıyoruz. Bu nedenle bu konuda dikkatli olmalıyız. Tanrının sözü yüreklerde uygun yerine sahip olmalı ve vicdanın her konuda kutsal yetki tarafından yönetilmelidir. Yumuşak bir vicdan sahip olabileceğimiz en değerli hazinedir; her geçen gün Tanrının sözüne sorgusuz sualsiz boyun eğen bir vicdan bu uygun durumda olduğu zaman, kişinin karakterini düzenleyen bir güç her zaman mevcut olacaktır. Vicdan bir saatin düzenine benzetilebilir; saatin akrebi ve yelkovanı yanılabilir ama saatin regülatörü onlar üzerinde güce sahip olduğu sürece akrep ve yelkovanı düzeltecek bir sistem her zaman vardır. Eğer bu düzen sistemi kaybolur ise o zaman saatin parçalara ayrılması gerekir. Aynı şey vicdan için de geçerlidir. Kutsal Ruh aracılığı ile başvurulan ayetlerin gerçekliği devam ettiği sürece her zaman güvenilir ve kesin bir düzenleyici güç mevcut olacaktır. Ama eğer vicdan sert hale gelir ve yoldan sapar ise eğer “Rab böyle söyledi” ifadesine boyun eğmeyi reddeder ise o zaman umut azalacaktır. Bu durumda konu bölümümüzde işaret edilen şu ifadeye benzer hale gelecektir. “Yerli ya da yabancı biri bilerek günah işler ise Rabbe saygısızlık etmiştir. Bu kişi halkının arasından atılmalı. Rabbin sözünü küçümsemiş ve buyruklarına karşı gelmiştir. Bu nedenle o kişi halkının arasından kesinlikle atılacak ve suçunun cezasını çekecektir.” Çölde Sayım 15: 30,31.

Bu bir bilgisizlik günahı değildir; Tanrının yargısını gerektiren küstah ve istekli bir günahtır. “Başkaldırma falcılık kadar günahtır ve dikbaşlılık putperestlik kadar kötüdür.” 1.Samuel 15: 23.

İnsan iradesi kendisini böyle sıra dışı bir güç ile geliştirdiği zaman bu tür ağır sözlere maruz kalmaktadır. İnsan kendi iradesinde direnir ama ayetler bunun tam aksini öğretirler. İnsan mükemmeliyetinin – mükemmel insanlığın - önemli iki unsuru “bağımlılık” ve “itaattir”. Bu iki unsurdan ayrılan herhangi biri bir insanın gerçek ruhundan ve davranışından ayrılmış olur. Bu yüzden İnsanoğlu İsa Mesih’e- mükemmel insana – gözlerimizi çevirdiğimiz zaman, bu iki büyük özelliğin en başından en sonuna kadar O’nda mükemmel bir şekilde uyarlandığını ve mükemmel bir şekilde geliştiğini görürüz. Kutsanmış Rab bir an için bile asla mükemmel bağımlılık ve mutlak itaat davranışlarının dışına çıkmadı. Bu gerçeği kanıtlamak ve resmetmek için tüm Müjde’yi incelemek gerekir. Ama biz şimdi ayartılma sahnesini ele alalım ve orada bulacağımız tam kutsal bir yaşamın örneği olacaktır. O’nun ayartıcıya verdiği tek değişmeyen yanıt her zaman şu idi: “Yazılmıştır.” O hiç bir mantık yürütmedi, kanıt ileri sürmedi ve soru sormadı. O Tanrının sözü aracılığı ile yaşadı. Şeytanı, bir insanın tek gerçek konumuna sımsıkı tutunarak yendi – bağımlılık ve itaat. O ancak Tanrıya bağımlı olabilir ve O’na yalnızca itaat edebilir idi. Şeytan böyle bir tutum karşısında ne yapabilir idi? Kesinlikle hiç bir şey.

O zaman bizim örneğimiz işte budur. Bizler, Mesih’in yaşamına sahip olanlar olarak bağımlılık ve itaati alışkanlık haline getirerek yaşamaya çağrıldık. Bu ifade Kutsal Ruh’ta yürümek anlamına gelir. İmanlının güvenilir ve mutlu yolu budur. Bağımsızlık ve itaatsizlik el ele yürürler. Her ikisi de imanlılara ve insana özgü değildirler. İlk insanda bağımsızlık ve itaatsizlik görürüz, ama ikinci İnsan’da bu ikisinin tam karşıtı mevcuttur. Bahçedeki Adem bağımsız olmak istedi. Bir insan olmaktan hoşnut değil idi ve bir insanın tek gerçek yeri ve ruhunda kalmak istemedi ve itaatsiz oldu. İşte düşmüş insanlığın sırrı bu noktada bulunmaktadır. Bağımsızlık ve itaatsizlik gibi bu iki unsur düşmüş insanlığı oluşturdu. Bu durumu istediğiniz her yere yerleştirebilirsiniz: tufandan önce ve tufandan sonra; yasasız veya yasa altında; putperest, Tanrısız, Yahudi, Grek ya da ismen Hristiyan; lütfen elinizden geldiğince yakından analiz edin ve görecek olduğunuz şey her zaman şu iki unsurdur: bağımsızlık ve itaatsizlik. Ve bu dünyada insanlık tarihinin sonuna yaklaştığınız zaman, insana baktığınızda onu bu üzücü alanda nasıl görürsünüz? İnsan nasıl bir karakter ile görünür? “İrade sahibi kral” ve “yasasız insan” olarak.

Bu konular üzerinde doğru düşünebilmemiz için Rab bize lütuf versin. Ve bizler alçakgönüllü ve itaatkar bir ruh geliştirelim. Tanrı şöyle demiştir: “Ben ruhu kırık ve sözümden korkan insana bakarım.” Bu sözler kulaklarımıza ve yüreklerimize yerleşsinler ve canlarımızın alıp verdiği sürekli soluk şu olsun: “Ey Rab, hizmetkarını bilerek işlediği günahlardan uzak tut ve bunlar onun üzerinde egemen olmasınlar.” 11

Bu kısmı sona erdirmeden önce yalnızca şunu yapmamız gerekiyor; Şabat gününü tutmayan kişi ve “lacivert kordon” konularına değinmek.

“İsrailliler çölde iken Şabat günü odun toplayan birini buldular. Odun toplar iken adamı bulanlar onu Musa ile Harun’un ve bütün topluluğun önüne getirdiler. Adama ne yapılacağı onu belirlenmediğinden onu göz altında tuttular. Derken Rab, Musa’ya, ‘O adam öldürülmeli. Bütün topluluk ordugahın dışında onu taşa tutsun’ dedi. Böylece topluluk adamı ordugahın dışına çıkardı. Rabbin Musa’ya buyurduğu gibi onu taşlayarak öldürdüler.” Çölde Sayım 15: 32-36.

Bu günah kesinlikle bilerek işlenen bir günah idi. Rabbin çok açık ve kesin bir buyruğuna karşı gelinmiş idi. Bilerek işlenen bir günahı özellikle belirten nokta budur ve günahı özürsüz hale getirir. Tanrısal bir buyruğun karşısında bilgisizliğin özürü yoktur.

Ama akla şöyle bir soru gelebilir: Adamı neden ordugahın dışına çıkarmaları gerekiyor idi? Çünkü buyruk açıktı. İnsanların davranışları konusunda konuşmak için Rab yetki sahibi idi. Söylememize gerek yok; Tanrı her şeyi önceden başından sonuna kadar bilir. Ama şu anda önümüze örnek olarak verilen konuda Tanrı fırsat talep edilene kadar konuyu bilerek belirsiz bıraktı. Ama yine de ne yazık! Fırsat talepte bulundu çünkü insan hiç bir şey için güçlü değildir. Yüreğinde Tanrının huzur diyarına inanmaz. Şabat günü bir ateş yakmak yalnızca yasanın doğrudan bir ihlali değil idi ama Yasayı Koyan’ın zihninin bütünlüğünün kanıtı idi. Dinlenme günü yargının karşıt sembolü idi. Ateş yakmak yargının sembolüdür ve böyle olduğu için Şabat gününün tam ihlal edilmesi sayılıyor idi. Bu nedenle Şabat gününe ait dinlenmeyi ihlal eden kişi için yargıdan başka bir yol yok idi. Çünkü “insan ne eker ise, onu biçer.”

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘kuşaklar boyunca giysinizin yanına dört püskül dikeceksiniz. Her püskülün üzerine lacivert bir kordon koyacaksınız. Öyle ki, püskülleri gördükçe Rabbin buyruklarını anımsayasınız. Böylelikle Rabbin buyruklarına uyacak, yüreğinizin ve gözünüzün istekleri ardınca gitmeyecek ve hainlik etmeyeceksiniz. Ta ki, bütün buyruklarımı anımsayıp tutasınız ve Tanrınız için kutsal olasınız. Tanrınız olmak için sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız Rab Ben’im. Tanrınız Rab Ben’im.” Çölde Sayım 15: 37-41.

İsrail’in Tanrısı halkına Kendisinin kutsal buyruklarını sürekli hatırlamaları için destek verecektir. Bu nedenle göze hoş görünen lacivert kordonlu püsküller giysilerinin dört bir yanına dikilecek idi, öyle ki Tanrı sözü yüreklerinin düşüncelerinde sürekli kalsın. Bir İsraillinin gözleri ne zaman lacivert kordonu görse, Yehova’yı düşünecek ve O’nun tüm buyruklarına yürekten bir itaat gösterecek idi.

Lacivert kordonun uygulamadaki önemli amacı bu idi. Ama Matta 23:5 ayetine baktığımız zaman, insanın bu tanrısal tasarımı nasıl üzücü bir hale getirdiğini öğreniriz: “Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin hamaillerini (küçük kutular) büyük ve giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar.” Böylece yalnızca Yehova’yı hatırlamaları ve O’nun değerli sözüne alçakgönüllü bir itaat ile boyun eğmeleri için onları yönlendirmek için tasarlanmış tanrısal amaç kendilerini yücelten ve dini kibirlerini okşayan bir fırsat haline dönüştürülmüştür. Tanrıyı ve O’nun sözünü düşünmek yerine onlar kendilerini düşündüler ve diğer insanlara gösteriş yapmanın peşinden gittiler. “tüm yaptıklarını başka insanlar tarafından görülsün diye yaptılar.” Bu davranış Tanrıya ait bir düşünce değil idi. Başlangıçtaki düşüncenin ruhu tamamen yitirilmiş idi ve dışsal şekil bencil sonuçlar almak için kullanılıyor idi. Bu tür davranışları çevremizde ve aramızda da görmüyor muyuz? Bu konu üzerinde derinlemesine ve çok ciddi bir şekilde düşünelim. Göksel bir anının yersel bir rezalet haline dönüşmesine izin vermeyelim; alçakgönüllü bir itaatin insanın kendini yüceltme biçimine dönüşmesine engel olalım.


11 Özellikle genç imanlı okuyucuya şunu hatırlatmak isteriz: bilinmeden işlenen günahların gerçek koruyucusu Tanrı sözüdür ve bu sözü çalışmak ve ona boyun eğmek gerekir. Tüm bu doğruları akılda tutmaya hepimizin ihtiyacı vardır, ama buna özellikle genç kardeşlerimiz ihtiyaç duyar. Genç imanlılar arasında hali hazırdaki çağın akışına karışmak ve onun ruhundan içmek için güçlü bir eğilim vardır. İşte bu yüzden bağımsızlık, güçlü insan iradesi, kontrol konusundaki sabırsızlık, anne ve babaya itaatsizlik, baş kaldırma, kibir ve kendine güvenme, küstah tavırlar ve yaşça kendilerinden büyük olan kişilerden daha bilge olduklarını iddia etmek- tüm bunlar Tanrının gözünde nefret edilen davranışlardır ve imanlılık ruhuna tamamen karşıttırlar. İçten bir gayret ve sevgi ile tüm genç imanlı kardeşlerimizi bu tür düşüncelere karşı dikkatli olmaya çağırıyor ve alçakgönüllü bir zihin geliştirmeye davet ediyoruz. Lütfen şu ayeti hatırlasınlar: “Tanrı kibirlilere karşıdır ama alçakgönüllülere lütfeder.”