Bölüm II

BARNABA’NIN YAZARLIĞI
YAZAR MESİH’İN DÖNEMİNDEKİ BİR YAHUDİ MİYDİ?

Barnaba Müjdesi’ne göre, birinci tekil şahıs olarak konuşan yazar İsa’nın on iki öğrencisinden biri olduğunu iddia eder. Tüm Filistin’de İsa ile birlikte yolculuk etti. İsa mucizeler yaptığı zaman O’nun yanında bulundu. İsa’nın öğretişini ve Yahudi din önderlerinin öğretişini işitti ve biliyordu. Tüm bunları esas alarak aşağıdaki varsayımlarda bulunabiliriz:

  1. Roma Valisi Pilatus görevde iken, Yahudi Baş kahininin kim olduğunu bilmesi gerekirdi.
  2. Filistin’in neredeyse tamamını İsa ile birlikte yürüyerek gezdiği için Filistin’in coğrafyasını bilmesi gerekirdi.
  3. Tapınağın genel planını ve Yahudi dininin bayramlarını bilmesi gerekirdi.
  4. Ana dilinin Aramice olması gerekirdi, ama kendisinden Tevrat’ın klasik İbranice’sini de biraz bilmesi beklenirdi; ve eğer eğitimli biri ise, o zaman büyük olasılıkla Grekçe, hatta belki de Latince bile bilmesi gerekirdi.
  5. Nefret edilen Roma ordularının nerede olduklarından ve bunların kaç tanesinin kendi ülkesinde yerleşmiş olduklarından aşağı yukarı haberdar olması gerekirdi.

Mesih’in döneminde yaşayan bir Yahudi’ye ait bir resmi bina ettikten sonra şimdi Barnaba Müjdesi’nin yazarının bu bilgilere sahip olup olmadığını görmemiz gerekir. Keşfedeceğimiz şey şu olacaktır: Barnaba Müjdesi’nin yazarı tüm bu bilgi alanlarının hepsinde hatalar yapar.

A. Ülkesinde bulunan liderlerin kimler oldukları konusundaki bilgi hataları.

Barnaba Müjdesi bölüm 3’de şunları okuruz:

O zaman Yahudiye’de Sezar Avgustus’un emri ile Herod ve Pilatus, Hananya ve Kayafa’nın kahinlikleri döneminde egemenlik sürüyorlardı. Avgustus’un emri üzerine tüm dünya kaydedildi; bu yüzden herkes kendi ülkesine gitti… aynı şekilde Yusuf da bu emre uyarak bir Celile kenti olan Nasıra’dan, hamile eşi Meryem ile birlikte Beytlehem’e gitmek üzere yola çıktı.

Meryem’i “hamile” olarak ifade eden son cümle, bize yazarın Mesih’in doğduğu zamana ait dönem hakkında konuştuğunu anlatır. En sağlam tarihi ve arkeolojik kanıtlara göre İsa, İ.Ö. 4 yılında doğdu. Bu nedenle, Barnaba Müjdesi, Mesih doğduğu zaman, Yahudiye’de Herod’un egemenlik sürdüğünü söylediği zaman, söylediğinde haklıdır.

Ancak sözü edilen diğer kişiler hakkında ne diyelim? Dünyasal tarihe baktığımız zaman, Pilatus’un M.S. 26 yılına kadar vali olmadığını ve bu valilik konumuna M.S.26 yılından 36 yılına kadar devam ettiğini görürüz. Başka bir deyişle, Pilatus, İsa vaaz etmeye başladığı zaman, Luka’nın, Müjdesi’nin 3. bölümünde doğru olarak belirttiği gibi, valilik yapmaktaydı; ama Barnabas’ın yanlış olarak belirttiği gibi İ.Ö.4 yılında İsa doğduğu zaman vali değildi.

Kahinlere gelince, Hananya, Romalı maliye memuru tarafından azledilinceye kadar M.S.6 yılından 15 yılına kadar baş kahin idi. Ama azledildikten sonra da büyük yetkisine sahip olmaya devam etti ve önemli tüm konularda kendisine danışıldı ve İsa tutuklandığı zaman İsa’yı sorguya çeken Hananya idi. Hananya’nın damadı Kayafa, M.S.18 yılından 36 yılına kadar baş kahinlik yaptı. Bu bilgilerin ışığında, İ.Ö. 4 yılında İsa doğduğu zaman, her ikisinin de kahin olarak görev yapmadıklarını görüyoruz. Özetleyecek olur isek, İ.Ö. 4 yılından itibaren hesaplayacak olur isek, Barnaba’nın Hananya’dan on yıl ilerde, Kayafa’dan yirmi iki yıl ilerde ve Pilatus’tan otuz yıl ilerde olduğunu anlıyoruz.

Ayrıca buna ek olarak, Herod’un (Antipas) Yeruşalim ve Yahudiye’de güce ve buyruğunda askerlere sahip olduğundan söz edilir (Bölüm 214). Bu doğru değildir, çünkü Onun yetkisi altmış mil uzaktaki Celile’de geçerli idi (Bakınız Figür 2). 217. bölümde Herod’dan “sahte ve yalan söyleyen tanrılara tapınan” diğer uluslardan biri olarak söz edilir. Gerçek şudur ki, Herod Yahudi yasasını uyguladı ve tek bir Tanrı’ya inandı. İsa’nın yargılanması sırasında Yeruşalim’de bulunmasının nedeni, Fısıh bayramı için Celile’den oraya seyahat etmiş olması idi.

B. Coğrafya ile ilgili hatalar

Barnaba Müjdesi genelde Yeni Antlaşma’da bulunan topografik kanıtları tekrar eder, ama yazar çeşitli hatalar yapar.

1) Sur Şehri (Tiro) kentinin konumu

Barnaba Müjdesi’nin 99. Bölümünde beş bin kişiyi bş ekme ve iki balık ile doyurmasından sonra İsa’nın ne yaptığını okuruz.

İsa, Şeria nehrinin yakınındaki Tiro’nun oyuk bir kısmına geri çekildikten sonra on ikiler ile birlikte yetmiş iki öğrencisini bir araya çağırdı.

Bu cümle, Tiro’nun (Sur kentinin) Şeria Irmağı’nın yakınında olduğunu belirtir. Aslında Sur kenti, günümüzde Akdeniz’in kıyısındaki Lübnan kentidir (bakınız Figür 1), ve Şeria Irmağı’ndan 30 mil (50 km) uzaklıktadır.

2) Celile Gölü’nün kıyısındaki Nasıra

İtalyanca el yazması belgenin 20. bölümünde bu garip tanım yer alır. İsa ve öğrencileri Celile Gölü’nde tekneye bindiler ve Nasıra’ya doğru yelken açtılar. 1 Gölün üzerinde iken, şiddetli rüzgar fırtınasının dindirilmesi mucizesi gerçekleşti. Bu olaydan sonra metin şöyle devam eder:

Nasıra kentine vardıktan sonra, İsa’nın söylediği şekilde kentin içine dağıldılar.

İsa bir süre Nasıra’da kaldı ve sonra 21. bölümde İsa’nın “yukarıya, Kefarnahum’a gittiği” söylenir.

Böylelikle, Nasıra kenti, gölün kıyısına yerleştirilmiş, ve Kefarnahum ise gölden uzakta bir konumda belirtilmiş olur. Oysa, gerçekte, Kefarnahum Celile gölünün kıyısındadır ve Nasıra kenti Figür 1’de de görülebileceği gibi Celile gölünden on beş mil uzaktadır.

Aynı türde hata daha sonra İsa, Şam’dan Yahudiye’ye gitmeye karar verdiği zaman da karşımıza çıkar. Ferisiler ile yapılan tartışmalar ve gerçek bir Ferisi’nin tanımları hakkında bilgi verilen uzun bir bölümde 143. bölümün başlangıcında, İsa’nın Şam’dan ayrıldığını ve “Nasıra’ya geldiğini” okuruz. Bölümde daha fazla tartışma yer aldıktan sonra, Bölüm 151’de, “İsa’nın bir gemiye bindiğini” okuruz. Bu bölüm, bize, Barnaba Müjdesi’nin yazarının, Nasıra kentinin Celile gölünün kıyısında bulunduğunu daha da ayrıntılı bir şekilde ifade ettiğini onaylamış olur.

Figür 1 M.S.26 yılındaki Filistin kentleri

3) Yazar İsrail ve Samiriye’den Ayrı Yerler olarak söz eder.

İ.Ö. onuncu yüz yıldan altıncı yüz yıla kadar süren krallar dönemi sırasında, Filistin Figür 2’nin A haritasında görülebileceği gibi, İsrail kuzey krallığı ve Yahuda güney krallığı olarak ikiye ayrılmıştı. İsa’nın zamanında, Filistin’in kuzey kısmı, resmi olarak İsrail olarak adlandırılırdı; Samiriye ve Celile olarak isimlendirilen iki bölgeden oluşurdu. Bu söylediğimiz, Figür 2’deki B haritasında net bir şekilde görülebilir.

Barnaba Müjdesi’nin 100. bölümünde öğrencilerin tüm Yahuda ve İsrail’e gitmeleri ve vaaz etmeleri gerekiyordu. Ama bir kaç satır sonra metinSamiriye, Yahuda ve İsrail’den geçmekten söz eder. Yazarın Samiriye olarak adlandırdığı nedir? İsrail olarak adlandırdığı nedir? Her iki harita da görmüş olduğumuz gibi, “İsrail” ve “Samiriye” aynı bölge için kullanılan iki farklı isimdirler. Ama farklı zamanlar içinde kullanılırlar. Aynı hata 126. bölümde tekrar edilir: İsa’nın, öğrencilerini “İsrail”in her yerine gönderdiği söylenir. Bir tanığın, bu gibi konularda bundan çok daha titiz davranmış olması gerekirdi.

4) Ninova kenti Akdeniz’in yanına yerleştirilir.

Asur İmparatorluğu’nun başkenti olan Ninova kentinin Dicle nehrinin doğu kıyısında, kuzey Irak’ta El-khisr adı ile bilinen bir yol üzerinde bina edildiği herkes tarafından iyi bilinir. Ama Barnaba Müjdesi’nin 63. bölümünde şunu okuruz:

Orada Kendisinden korkan hiç kimse olmadığı için Tanrı’nın Ninova kentini yok etmeye karar verdiğini hatırlayın. Yunus Ninova halkından korktuğu için Tarsus’a (İspanya) kaçmaya çalıştı, ama Tanrı onu denize attı ve bir balık Yunus’u yuttu ve sonra onu Ninova yakınlarında ağzından dışarı attı.

Barnaba Müjdesi’nin yazarına göre Ninova kenti Akdeniz’in yanındadır, oysa Ninova kenti aslında 400 mil uzakta, Irak’ta idi. 2

Özetleyecek olur isek, Barnaba Müjdesi’nin yazarı kendisini dört Kanonik Müjde’den ayırır, yazar neredeyse her zaman hataya düşmektedir. Aynı zamanda The Raggs da 1907 yılında bunu belirtti. Çevirilerinin önsözünde şunu yazdılar:

Figür 2 İ.Ö. 900 ve M.S. 26 yıllarında Filistin

Yazarın coğrafya konusundaki bilgisizliği kronolojik konulardaki belirsizliği ile uyum içindedir. Filistin hakkında birinci elden bilgiye sahip olmadığı aşikardır, bizim dönemimizin ilk yüz yılındaki Filistin’den daha az bilgiye sahiptir. 3 

C. Kültür ve Din Bilgisi Konusundaki Hatalar

Bu kısmın giriş bölümünde tartıştığımız gibi, İsa’nın öğrencilerinden birinin birinci yüz yıla ait adetler ve dini bayramların hepsi hakkında bilgi sahibi olmasını beklerdik. Ama aslında gerçek şudur ki, bu kitabın yazarı pek çok hatalar yapar.

1) Kültür

a. Şarap Fıçıları

Romalı askerlerin İsa tarafından Tapınak’tan mucizevi bir şekilde atılmaları hakkında okuduğumuz 152.bölümde şunlar yazılıdır:

Bunun üzerine askerler, şarap ile doldurulmak üzere temizlenmiş tahta fıçılar nasıl yuvarlanırlarsa, askerler de aynı şekilde yuvarlanarak hemen Tapınak’tan dışarı atıldılar.

Bu şarap fıçıları nereden geldiler? Galler ülkesinde icat edilen şarap fıçıları, birinci yüz yıla kadar İtalya’da görünmediler. Bu güne kadar birinci yüz yıl Filistini’nde yapılan arkeolojik kazılarda bu fıçılardan hiçbir iz bulunmamıştır. Eğer mevcut olsa idiler, o zaman çok ender sayıda olurlardı. Yahudiler, şaraplarını muhafaza etmek için çömlek kaplar kullandılar. Şarap fıçıları orta çağa ait bir kelimeyi resmederler, ama birinci yüzyılda ne oldukları anlaşılamaz.

b. 200 Altın Parçası

Yuhanna Müjdesi’nin 6. bölümünde, tüm günü İsa ile birlikte geçiren ve artık karınları acıkan beş bin kişiden söz edilen yerde, Elçi Filip “iki yüz bakır para” nın herkese ekmek satın almaya yetmeyeceğini belirtir. Filip’in burada ifade ettiği şudur:

İki yüz gümüş para; her biri 31 gr.ın sekizde biri, o devirde çok iyi tanınan bir Roma parası türü ve aynı zamanda bir işçinin günlük kazancını temsil eder. Modern bir çeviri, ”sekiz aylık ücret” ifadesini kullanarak bu tutarı net anlaşılır hale getirir, 4  ve Fİlip, çocuklar için bir yorum yaparak “bir hazine değerinde” ifadesini kullanır. 5 

Barnaba Müjdesi’nin İtalyanca el yazması belgesinin 98. bölümünde Filip’in yanıtı şu ifadeye dönüşür: “Rab, iki yüz parça altın herkesin ucundan biraz tadabileceği miktarda ekmeği bile satın almaya yetmez.” Ama aslında iki yüz parça altın ile oradaki herkes için kolayca ekmek satın alınabilirdi, hatta geriye ekmek bile artardı. Bu durumda, Filip’in ifadesinin hiç bir değeri yoktur.

Bu değişiklik nasıl oluşmuştur? İngilizce’deki “pennies” sözcüğü, Latince’deki dinar sözcüğünü tercüme etmek için kullanılır. Ve aslında Grekçe Yeni Antlaşma’da geçen sözcük de budur. Orta çağ dönemine gelinceye kadar Latince denarius sözcüğü yavaş yavaş bir altın parçası anlamına gelen dinar şekline dönüşmüştür. Barnaba Müjdesi’nin orta çağa ait orijini zaman içinde kendini ortaya koymaya başlar.

2) Dini Adetler

a. “Kırk gün”

92. bölümde sözü edilen bu kırk günlük oruç nedir? 92. bölümde şöyle yazar: “Ve İsa orada öğrencileri ile birlikte kırk günü tuttu (allo quadragessima- İtalyanca)”? Yazar bu konudan, okuyucuları, yazdığını sanki tamamen anlıyorlarmış gibi söz eder. Daha sonraki Hıristiyan dönemlerinde bu gerçekleşecektir, çünkü bu sonraki bir Hıristiyan düşüncesidir. İsa’nın günündeki Yahudiler arasında bu tür bir oruç var olmamıştır.

b. Gece Yarısı dahil olmak üzere günde bir kaç kez edilen düzenli dualar

İsa’nın ve O’nun ile birlikte herkesin düzenli olarak ettikleri bu dualar nedir? Herkes tarafından bilindiği söylenen dualar mı?  Örneğin, aşağıda yazılı olanlara dikkat edin:

  • Bölüm 155: “Tapınak’tan dışarı çıkan ve Süleyman’ın verandasında oturan İsa, öğle duasını etmek için bekliyordu.”
  • Bölüm 156:  “Öğlen duasını yapmış olduğu zaman.” (Aynı zamanda Bölüm 163)
  • Bölüm 61:   “Sonra İsa akşam (duasından) sonra ağzını açıyor.”
  • Bölüm 100: “Her akşam gökte ilk yıldız göründüğü zaman, Tanrı’ya dua edilecek zamandır.”
  • Bölüm 83:   “Gece yarısı duasından sonra öğrenciler İsa’nın yanına geldiler.”
  • Bölüm 89:   “İsa yanıt verdi: ‘Şafak duasını söyleme zamanımız geldi.”
  • Bölüm 106:   “İsa şafak duasını bitirdikten sonra, oturdu.

Yazar, sanki herkes tarafından bilinen zamanlarda yapılırmış gibi en azından dört duadan söz eder. İlk yüz yılda yaşayan Yahudiler günde üç kez dua etmek gibi bir adete sahiplerdi, ama bunların içinde bir gece yarısı duası yoktu. Mesih’in döneminde yaşamış olan Barnaba adlı hiç kimse bir “gece yarısı duasından” söz edemezdi. Yazar, gece yarısı ya da sabaha karşı daha sonraki dönemde bazı Hıristiyanlar tarafından bir dua adetinden bahsetmiştir.

c. Jübile (Özgürlük Yılı)

Bölüm 82’de şunları okuruz:

İsa yanıt verdi: ‘ Ben gerçekten de İsrail evine bir kurtuluş peygamberi olarak gönderildim. Ama benden sonra Tanrı tarafından tüm dünyaya gönderilecek olan Mesih (Muhammed) gelecek; Tanrı dünyayı onun için yarattı. Ve ondan sonra tüm dünyada Tanrı’ya tapılacak, ve merhamet alınacak; şimdi her yüz yılda bir gelen jübile yılı Mesih aracılığı ile her yerde her yıl gelecektir.’

“Şimdi her yüz yılda bir gelen” bu jübile nedir? Yahudi özgürlük yılı ellinci yıl olacaktır (Musa’nın Tevrat’ı, Levililer kitabı 25:8-55). Olası tek açıklama Barnaba’nın, kitabını M.S. 1300 yılından sonra yazmış olmasıdır. Bu tarihten önce, yüz yıllık bir zaman süreci tam bir hata olarak görülür. Bu tarihten sonra her şey net hale gelir. Barnaba, Yahudi özgürlük yılı ile ilgili değil, ama Papa Boniface VIII. tarafından kurulan bir Hıristiyan Jübilesi ile ilgili hayali bir uydurma yapar. Bu Hıristiyan Jübilesinin her yüz yılda bir kutlanması gerekirdi ve ilk kez M.S.1300 yılında kutlandı. Bu Hıristiyan Jübilesinin bir kısmı imanlıların günahlarından bağışlanma elde etmeleri içindi. Daha sonra Papa bu zaman sürecini değiştirdi, önce elli yıla indirdi, sonra otuz üç yıllık aralar ile kutlandı ve son olarak yirmi beş yılda bire indirildi. 1450 yılından beri, Kutsal Yıllar bu aralıklar ile kutlanmıştır. 6 

Barnaba Müjdesi’nin yazarı, bu zaman indirimi konusunda da bilgi sahibi gibi görünür. Çünkü yukarıda da gördüğümüz gibi şöyle yazar, “jübile (özgürlük) yılı, Mesih aracılığı ile her yıla indirilecektir.” Bu bölüm tek başına eserin 1300 yılından sonra yazılmış olduğuna dair güçlü bir kanıttır ve gerçekten de 1300 yılından çok sonra yazılmıştır, öyle ki, aralıklardaki azalma çoktan başlamıştır bile. Durum ne olursa olsun, İsa Filistin’de yürüyerek dolaştığı zaman her yüz yılda bir tekrar edilen bir Yahudi Jübile (özgürlük) yılı gibi bir şey mevcut değildi.

D. Dil Hataları

1) Tapınağın Tepesi

Yazar Tapınağın tepesi (İtalyanca pinocholo) ile ne kast edildiğini bilmez. Kendisinin sözcüğü kullanımına göre bundan anladığı yazıcıların vaaz vermek için durdukları yer gibi görünür. Bölüm 12’de şunlar yazılıdır,

Bu nedenle kahinler İsa’ya yalvardılar ve şöyle dediler: “Bu insanlar seni görmeyi ve seni işitmeyi arzu ediyorlar. Bu yüzden Tapınağın tepesine çık ve eğer Tanrı sana bir söz verir ise, bu sözü Rabbin adı ile konuş.” Sonra İsa yazıcıların konuştukları yere çıktı.

Sonra tekrar Bölüm 127-129’da şunları okuruz,

Böylece İsa, Mezmurları okuduktan sonra yazıcıların çıktıkları tepeye çıktı ve elini kaldırarak sessizliği sağladıktan sonra şöyle dedi: “Tanrı’nın Kutsal adı bereketlensin….” Ve bunu söyledikten sonra İsa dua etti.. Duası sona erdikten sonra tepeden aşağı indi.

Arapça çeviriyi yapan kişi de sözcüğü aynı şekilde anlamıştır ve İtalyanca pinocholo sözcüğünü, camilerde çıkıp konuşulan platform olan Arapça sözcük dikka (دِكَّة) ile tercüme etmiştir. Ama, gerçekte, sözü edilen tepe, bir insanın kolayca başının dönebileceği ve düşme tehlikesi içinde bulunduğu bir yer olan Tapınağın tepesindeki dış kenarın üzerinde yer alan yüksek bir nokta idi. Böyle bir yerin, yazıcıların insanlara konuştuğu bir yer olamayacağı kesindi.

2) Ferisi sözcüğünün anlamı

Yazar Ferisilerden sık sık ve ayrıntılı olarak söz eder ve Bölüm 144’de Ferisilerin orijininden ve kelimenin anlamından bahseder. Şunları okuruz:

(İsa şöyle dedi), ‘Söyleyin bana, orijininizin ne olduğunu biliyor musunuz? Ve dünya Ferisileri kabul etmeye ne zaman başladı? Elbette söyleyeceğim size… Tanrı ile gerçekte yürüyen bir Tanrı dostu olan Enok cennete alındı… Ve bu konudan haberdar olan insanlar, cennet için duydukları arzu nedeni ile yaratıcıları Tanrı’yı aramaya başladılar. Çünkü “Ferisi” sözcüğünün tam anlamı, Kenan dilinde “Tanrı’yı arayan” demektir. İnsan eli ile tapınma olan putperestliğe kapılmış olan Kenanlılar’ın durumunu gören iyi kişiler tarafından bu isim türetildi. Kenanlılar arasındaki böyle birine, ‘Tanrı’yı arayan’ anlamına gelen ‘Ferisi’ denildi.

Ve bölüm 145’de şunları okuruz,

Tanrı’nın dostu ve peygamberi olan İlyas’ın döneminde on yedi bin Ferisi’nin yaşadığı on iki tane dağ vardı; ve böylesine kalabalık bir toplulukta bile tek bir günahkarın varlığı bile söz konusu değildi; hepsi de Tanrı’nın seçilmişleri idiler.

Bu bölümlerden anlaşıldığına göre yazarın “Ferisi” sözcüğünün anlamının “Tanrı’yı arayan” olduğuna inandığı ve Ferisiler olarak bilinen dindar Yahudi grubun Kenanlıların Filistin’de güce sahip oldukları dönemde başladığına inandığı aşikardır. Bu durum, o ülkedeki tüm yabancı kuralları yok eden Davud’un döneminden önce – yani İ.Ö. 1000 yılından önce – bu grubun var olduğuna işaret eder. Barnaba Müjdesi’ne göre bu grup öylesine büyüdü ki, İlyas İ.Ö. 9.yüz yılda bir peygamber iken, adı geçen gruptakilerin sayısı on yedi bin idi.

145-150 bölümlerini okumaya devam ettiğimiz zaman, Ferisilerin bir “cemaat” olarak organize olmuş, İlyas tarafından şekillendirilmiş “kuralı” izleyen ve özel bir üniforma ya da giysi giyen, dini bir hareket olarak tanımlandıklarını görürüz – “Ferisilerin alışkanlığı.” Ferisilere inzivada yaşamaları söylendi; insanlar ile ayda bir kez konuşmalılar; masadan aç kalkmalılar; her gece sadece iki saat uyumalılar ve yalnızca toprağın üzerinde yatmalıydılar; sanki orta çağlardaki manastırda yaşayan keşişler gibi hareket etmeleri gerekmekteydi.

Aslında, Ferisilerin hareketi, yalnızca İsa’dan önceki ikinci yüz yılın tarihini taşır.İ.Ö. 168-135 yılları arasındaki Makabean isyanları ile ilgili herhangi bir edebiyat türünde kendilerinden söz edilmez. Ferisiler bu tür vatanperverlik gayreti içindeki isyanlara katılmadılar. Ferisiler ile ilgili en erken tarihi referans, Josephus’un Antiquities of the Jews adlı eserinde tarihlendirilir, xiii.10. 5f. Josephus burada, Ferisiler ve aynı zamanda Baş kahin olan ve İ.Ö. 104 yılında ölen Yahudi bir önder olan John Hyrcanus arasında var olan bir ayrılıktan (hizipten)söz eder.

Ferisiler keşiş değillerdi, dünyada yaşayan ve genellikle evli olan kişilerdi. Hatta onlardan bazıları bir sadelik ve alçakgönüllülük ruhu içinde el ile ticaret yapmayı bile tavsiye ettiler. Ayrıca “ferisi” sözcüğü “Tanrı’yı arayan” anlamına gelmeyen İbranice bir sözcüktür. “Ferisi” sözcüğü, büyük bir olasılık ile “ayrılmış olan” anlamına gelir. Ferisiler, ayrılmış olan kişilerdi. İsa’nın Yahudi bir çağdaşı, Ferisileri hiç bir zaman Barnaba Müjdesi’nin yazarı tarafından kullanılan ifadeler ile tanımlamazdı.

3) Çadır Bayramı

Barnaba Müjdesi’nin 15. bölümünde şunu okuruz: “Çadır Bayramı yaklaştığı zaman, belirli bir varlıklı adam İsa’yı davet etti…”  İtalyanca’da “la festa di Tabernacholi” olarak yazılan bu ifade doğrudur. Yahudilerin böyle bir bayramları vardı (Musa’nın Tevrat’ı, Levililer kitabı 23:33-36) ve İsa’nın bu bayramı kutladığı kesindi. Ama her şeye rağmen, Barnaba Müjdesi’nin 30. bölümünde hala İsa’nın ilk hizmet yılı tanımlanır (bakınız Bölüm 47), şunları okuruz,

İsa, ulusumuzun bir bayramı olan Senofegia’ya yakın Yeruşalim’e gitti.

Sorun şuradan kaynaklanır: bu “senofegia” sözcüğü çadırlar anlamına gelen Grekçe sözcük skenopegia kelimesinin şekli bozulmuş halidir. Yazar, İsa’yı bir yılda iki kez “çadır bayramı” kutlar hale getirmiştir, çünkü yazar Grekçe senofegia sözcüğünün Latince’deki tabernacholi ile tam olarak aynı anlama geldiğini bilmez.

4) Probatika olarak adlandırılan Havuz

Bölüm 65’de Barnaba Müjdesi’nde şular yazılıdır,

Ve o (İsa) Probatika olarak adlandırılan havuza gitti. Havuzun bu ad ile çağrılmasının nedeni, Tanrı’nın meleğinin her gün havuzu karıştırması idi ve havuzun suyu karıştıktan sonra havuza ilk giren her tür hastalıktan şifa bulurdu.

Barnaba Müjdesi’nin yazarı için Probatika sözcüğünün anlamı, şu ifade ile ilgiliydi: ya “suların karıştırılması ya da hareketi” ya da belki “şifa.” Aslında, bu sözcüğün anlamı bunlar değildi. Grekçe’deki anlamı, yalnızca, “koyunların” idi. Ve Yuhanna Müjdesi 5:2 ayetinde şunları okuruz: “Yeruşalim’de Koyun (Probatika) Kapısı yanında, İbranice’de Beytesta denilen beş eyvanlı bir havuz vardır.” Yazar burada tekrar hata yapar, çünkü Grekçe’deki “probatika” sözcüğünün anlamını bilmez. 1907 yılındaki çevirilerinin giriş bölümünde The Raggs, Barnaba Müjdesi’nin yazarının aslında dördüncü yüz yıla ait bir Latin çevirisini kendi Kutsal Kitap bilgisinin temeli olarak kullandığını gösteren çeşitli örnekler verir ve yazarın, Yeni Antlaşma’nın büyük bir bölümünün orijinal olarak yazıldığı Grekçe dilini ya çok az anladığını ya da hiç anlamadığını ifade eder.

E. İsa’nın Hizmet dönemi sırasında Filistin’deki Roma askeri gücü ile ilgili hatalar

Roma’nın, Mesih’in döneminde askeri bölüklerini nasıl dağıttığına ilişkin hızlı bir genel görüş elde etmek için yapmamız gereken tek şey, M.S. yaklaşık 55-117 yılları arasında yaşamış olan Romalı tarihçi Takitus’un Annals adlı eserine bir göz atmaktır. Kitap IV, bölümler 4 ve 5’de M.S. 14-37 yılları arasında egemenlik sürmüş olan İmparator Tiberius’a ait askeri bölüklerin dağıtımı hakkında bilgi verir. Aşağıda aktarılanları okuyalım,

Tiberius aynı zamanda lejyonları ve onları yerleştirmesi gereken kentleri hızla düzenledi. Sanırım bu konu ile ilgili tüm ayrıntılara değinmem doğru olur ve böylelikle Roma’ya ait güçleri, hangi kralların müttefiklerimiz oldukları ve bu durumda imparatorluğumuzun sınırlarının daha ne kadar dar oldukları gösterilmiş olacaktır.

İtalya her iki denizde de donanmalar tarafından korunuyordu; Misennum’da ve Ravenna’da…Ama başlıca gücümüz, Almanlara ve Galyalılara (Fransızların eski adı) ve sekiz lejyona karşı bir savunma olarak Ren üzerinde bulunmaktaydı. Daha sonra boyun eğen İspanya üç lejyon tarafından kontrol altında tutulmaktaydı. Moritanya, Kral Juba’ya aitti; Juba Moritanya’yı Romalılardan bir armağan olarak almıştı. Afrika’nın geri kalan kısmına iki lejyon yerleştirilmişti ve Mısır’da da aynı sayıda lejyon mevcuttu. Daha sonra Suriye ile başlayarak ülkenin (Filistin’i dahil eden) Fırat’a kadar uzanan tüm bölgeleri içinde kontrolü dört lejyon muhafaza etmekteydi ve bu sınır bölgesi üzerinde İberyalı, Arnavut ve diğer krallar için bizim sahip olduğumuz güç herhangi yabancı bir kuvvete karşı bir koruma teşkil ediyordu. Trakya, Rhomatalceler’in ve Coty oğullarının kontrolü altındaydı; Tuna nehri kıyılarında Panonya’da iki lejyon, Mosya’da aynı şekilde yine iki lejyon ve Dalmaçya’da da iki lejyon bulunuyordu. Dalmaçya ülkesinin konumu nedeni ile diğer dört lejyon artçı olarak konuşlanmıştı ve İtalya, ani yardım talep ettiği takdirde dört lejyonun uzaktan çağrılmaları gerekmeyecekti. Ama başkente kendi özel askerleri yerleştirilmişti;üç kent ve dokuz özel imparatorluk muhafızlarından oluşan bir lejyonun onda biri olan piyade taburu (kohort) zorunlu olarak Etrurya ve Umbriya’nın büyük bir bölümünde ya da eski Latyum ve Roma sömürgelerinde toplanmışlardı.

Bu sayıları bir araya topladığımız zaman lejyon sayısının yalnızca yirmi beş olduğunu ya da İspanya’dan Fırat nehrine kadar yüz elli bin Roma askeri mevcut olduğunu anlıyoruz. Ayrıca buna ek olarak büyük olasılıkla, tüm Roma İmparatorluğu’ndaki huzurun korunması için toplam üç yüz elli bin kişiye yardım eden iki yüz bin destek güç daha mevcuttu.

1) Bir örnek olarak Tunus’taki Roma Güçleri

Tiberius’un döneminde Roma’nın askeri bölüklerini yerleştirdiği tarza bir örnek olarak Tunus’u gözden geçireceğiz. Roma askeri stratejisi ana taslak olarak Ammar Mahjoubi tarafından yazılan “Rome et L’Apogeekısmındaki Histoire de la Tunisie – L’Antiquite adlı eserde açık bir şekilde ifade edilmiştir. 7  Ammar Mahjoubi şunu belirtir,

İşgal edilmiş olan bölgenin savunması için Roma, yalnızca zayıf bir işgal ordusu oluşturdu: 5.500 kişiden oluşan bir lejyon ve çok az kişiden oluşan bir yardımcı güç – yaya askerler ve özellikle bir süvari grubu; hepsi toplam on üç bin kişi idi.

Ammar Mahjoubi, bizi ilgilendiren dönemdeki lejyonun Romalı vatandaşlar ile sınırlı olduğunu (bu durum daha sonra değişmesine rağmen) ve yardımcı askeri güçlerin Afrika dışındaki eyaletlerden toplandığını anlatmaya devam eder. İsimlerini İspanya’dan, Türkiye’deki Kadıköy’den (Chalcedon) v.b. alan pek çok yazıt bulunmuştur. Tiberius’un egemenliği sırasında III Augusta lejyonu, Tunus ile Cezayir arasındaki sınır üzerinde bulunan Thala’nın bir kaç mil batısında Haidra olarak adlandırılan küçük bir köy tarafından günümüzdeki Tunus’ta temsil edilen Ammaedara’da yerleşmişti. Aynı zamanda, askeri birliklerin sorunlu noktalara çabucak yerleştirilmelerine izin veren yolların sistemlerini tamamlamak için Tacapae’den (günümüzde Gabes) Ammaedara’ya (Haidra) giden bir yol inşa ettiler. Güney Tunus kendi bölgelerine dahil olmamasına rağmen, Figür 3’deki haritada da görülebileceği gibi, Constantine’e kadar olan Cezayir’in geniş bir kısmı onların nezareti altında idi. Son olarak, aynı kaynağa göre 8 üçüncü lejyona bağlı, genel valilerin yetkisi altında hareket eden altı yüz kişilik bir kohort tarafından başkent Kartaca’da düzen garanti altına alındı.

O zaman özetleyecek olur isek, 50.000 mil kareden fazla bir bölgede huzuru sağlamak için on üç bin asker yeterliydi.

Figür 3 Roma Döneminde Tunus

2) Filistin’deki Durum.

Filistin’de yaklaşık 10.000 mil karelik bir bölgenin durumu, Roma’nın Yahudiler tarafından nefret edilmesinin dışında benzer bir durum arz etmekteydi. Romalılar Yahudilerin ülkesini işgal ettikleri için elbette kendilerinden nefret ediliyordu, ama putperestlikleri nedeni ile kendilerine duyulan nefret daha da büyüyordu. Bu durumun bir sonucu olarak Yahudi grupları sık sık isyan ediyorlardı.

Romalılar, bu başkaldırma olasılığı yüzünden Yahudilere yardımcı askeri güçler olarak güvenemiyorlardı ve Yahudileri askere almıyorlardı. Pilatus yerel vali ve buyruğu altındaki Romalı askerler ile Sezar’ın temsilcisi idi. Ama Filistin daha küçük bir bölge olduğu için Pilatus’un, ülkede huzuru korumak için sahip olduğu asker sayısı az idi. Küçük bir süvari birliği ve her biri altı yüz kişiden oluşan bir kaç tane kohort mevcuttu, tüm ülkedeki toplam asker sayısı üç bin kişiden fazla değildi. 9

Büyük kalabalıklar Romalılarda kuşku uyandırıyordu. Yahudi halkının üzerindeki egemenliklerinden Yahudilerin hiç hoşnut olmadıklarının farkında idiler. Antonio kalesindeki bir Roma garnizonu, Tapınak’ta yirmi dört saat nöbet tutuyordu. Ve büyük bayram kutlamaları sırasında vali, Sezariye’deki başkentinden ayrılıp gerektiği takdirde harekete geçmeye hazır olmak için Yeruşalim’e gitti. Pilatus’un Yeruşalim’de bulunmasının nedeni, Fısıh Bayramı idi ve M.S. 30 yılında İsa’yı yargılayabilirdi.

3) Barnaba Müjdesi’ne Göre Filistin’deki askerler.

a. Bölüm 91’ de şunları okuruz,

Halkı yatıştırmak için baş kahinin baş kahinlik giysileri içinde alnında Tanrı’nın kutsal adını taşıyarak, teta gramaton 10, at üzerinde alayda yer alarak geçmesi gerekliydi. Ve vali Pilatus ve Herod da aynı şekilde at üzerinde olurlardı.

Böylece, her biri kılıç taşıyan iki yüz bin askerden oluşan üç ordu Mizpa’da bir araya geldiler.

Yahudi baş kahinin iki yüz bin askeri ve Yahudileri yöneten kral Herod’un iki yüz bin askeri olduğunu okuduğumuz zaman ne dememiz gerekir? Eğer bu kişiler Yahudiler ise – 400.000 Yahudi – bağımsızlıklarını elde etmek için iki yüz bin Romalıya karşı isyan etmiş olurlardı. Hepsinin Romalı askerler ve yardımcı güçler olduklarını anlayacak olur isek, o zaman tüm Roma İmparatorluğu’nda gerçekten var olan Romalı askerlerden daha fazlası ve Filistin’de var olan askerlerin sayısından iki yüz kez fazlası temsil edilmiş olacaktı.

Yukarıda Takitus’un şu sözlerini gördük,

Daha sonra (Mısır’dan sonra) Suriye ile başlayarak ülkenin tüm bölgesi içinde Fırat nehrinin bulunduğu yere kadar uzanan (Filistin dahil olmak üzere) kısım dört lejyon tarafından kontrol altında tutuluyordu.

Başka bir deyişle, yirmi dört bin askerin ve ayrıca ek olarak yardımcı güçlerin yaklaşık 100.000 mil karelik bir bölgede – Filistin’in on katı olan bir bölgede – huzuru muhafaza etmek gibi görevleri vardı. Filistin’de altı yüz bin askerin varlığından söz etmek bile başlı başına bir komedidir.

b. Benzer türde bir hata aşağıda yazılı olan Bölüm 210’da yer alır,

Sonra Vali Pilatus, senatodan korktu ve Herod ile dostluk kurdu …. Ve her ikisi, İsa’nın öldürülmesi konusunda anlaştılar ve baş kahine şöyle dediler: ‘Kötülük eden suçlu kişinin nerede olduğundan haberdar olduğun zaman onu bize gönder ve biz o zaman sana asker vereceğiz.’

Peki ama baş kahinin zaten iki yüz bin askeri var iken, neden başka askere ihtiyaç duysun ki?

c. Bölüm 214’de Yahuda tekrar konuşur,

‘Eğer bana vaat edileni verir isen, istediğin İsa’yı bu gece eline teslim ederim. Çünkü kendisine eşlik eden on bir kişi ile birlikte tek başına.’ Baş kahin onu şöyle yanıtladı: ‘Ne kadar istiyorsun?’ Yahuda, ‘Otuz parça altın’ dedi. O zaman baş kahin ona parayı hemen verdi ve bir Ferisi’yi asker getirmesi için valinin yanına ve Herod’a gönderdi ve onlar da bir lejyon23 (altı bin asker) verdiler, çünkü halktan korkuyorlardı.

Her şeyden önce, yalnızca on iki kişiyi tutuklamak için altı bin askerin gönderilmesi akıla sığmaz bir tutumdur. İkinci olarak, baş kahinin zaten iki yüz bin adamı ardı. Üçüncü olarak, yukarıda gördüğümüz gibi, Herod, Celile’nin dörtte birini yöneten bir vali olduğu için Yeruşalim’de asker sağlama konusunda güce ya da yetkiye sahip değildi. Dördüncü olarak, genel tarihi bakıştan anladığımız kadarı ile, tüm Filistin’de bir lejyon mevcut değildi ve o tarihlerde yaklaşık altmış bin kişilik normal sayıda nüfusa sahip olan Yeruşalim’de bir kohorttan fazlası bulunmuyordu. 12

d. Romalı askerler ile ilgili son hatayı bölüm 152’de görürüz. Romalı askerlerin bazıları Tapınak’ta İsa ile konuşmaktadırlar ve İsa onlara şunları söyler:

‘Yalnızca adı ile bile orduları ani korkuya sürükleyen ve her şeyi tek bir sözcük ile yaratmış olan Tanrı’yı terk etmeyeceğim kesindir.’ Askerler şu yanıtı verdiler: ‘Haydi şimdi görelim bunu, çünkü seni tutuklamaya geldik ve ellerini İsa’yı yakalamak için ileri doğru uzattılar. O zaman İsa, ‘Adonai Sabaoth!’ dedi. Bu sözleri duyan askerler şarap ile yeniden doldurulmak için yıkanan tahta fıçılardan birinin yerde yuvarlanması gibi o anda Tapınak’tan dışarı yuvarlandılar. Başları ve ayakları kendilerine dokunan hiç kimse olmadığı halde yerlerde yuvarlandılar. Ve öylesine ani bir korkuya kapılmışlardı ki, Yahuda’da bir daha asla görülmeyecek şekilde dehşete kapılarak kaçtılar.

Yukarıda söz edildiği gibi mucizevi bir şekilde Tapınak’tan dışarı atılan askerlerin korku ve dehşete kapılmaları ve Antonia kalesine geri kaçmaları gerçekten de doğru olan ve gerçekleştiği aşikar bir olaydır. Ancak, “Öyle bir korku ile kaçtılar ki, bir daha asla Yahuda’da görünmediler” ifadesi oldukça imkansız bir ifadeye benzer. Firar etmenin cezası, ölüm idi. Bir bowling oyunundaki dar yolda bulunan lobutlar gibi birbirlerinin üzerine yıkılarak Tapınak’tan dışarı yuvarlanmaları ve ülkeyi tamamen terk etmeleri ciddi olamaz. Bu ancak bir maskaralık ve bir komedi olarak görülebilir.

4) Luka’nın kaydettiği şekilde ilk yüz yıl tarihi.

Yukarıda yazılanlar ile karşıt olarak, Kutsal Kitap’ta yer alan Elçilerin İşleri kitabının 21. ve 23. bölümlerinde kayıtlı olan Pavlus’un Yeruşalim’deki mahkumiyeti ile ilgili öyküye baktığımız zaman, bu öykünün dünyevi tarih ile her açıdan uyum içinde bulunduğunu görüyoruz. Elçilerin İşleri 21:26-33 ayetlerinde bu konu ile ilgili olarak aşağıdaki şu olayı buluruz, Dini inançlarına en çok sadık olan Yahudilerden bazıları Pavlus’u, Yeruşalim civarında Grek bir Hıristiyan ile yürür iken görmüşlerdi. Pavlus’un, Tapınağa bir yabancı getirdiğini düşündüler ve bunu kutsal olana saygısızlık addettiler ve bu nedenle kalabalığı kışkırttılar.

Sonra tüm kent harekete geçti ve insanlar bir araya koşuşturmaya başladılar; Pavlus’u yakaladılar ve onu Tapınak’tan alıp dışarı çıkardılar ve kapılar hemen o anda kapatıldı. Ve onlar Pavlus’u öldürmeye çalışırlar iken, kohortun 13 sulh hakimine haber geldi ve kendisine tüm Yeruşalim’in birbirine girdiği mesajı iletildi. Sulh hakimi derhal askerlerini ve yüzbaşılarını yanına topladı ve birbirine girmiş kente doğru yola çıktı. Ve halk sulh hakimini ve askerleri gördüğü zaman, Pavlus’u dövmeye son verdiler. Sonra sulh hakimi geldi ve Pavlus’u tutukladı ve onun iki zincir ile bağlanması için emir verdi.

Daha sonra Yahudiler tarafından Pavlus’u öldürmek için bir tuzak kuruldu ve buna ilişkin öykü aşağıda belirtildiği gibidir (Elçilerin İşleri 23:16-24):

Ne var ki, Pavlus’un kız kardeşinin oğlu onların pusu kurduğunu duydu. Varıp kaleye girdi ve haberi Pavlus’a iletti. Yüzbaşılardan birini yanına çağıran Pavlus, ‘Bu genci komutana götür, kendisine ileteceği bir haber var’ dedi.

Yüzbaşı, genci alıp komutana götürdü. ‘Tutuklu Pavlus beni çağırıp bu genci sana getirmemi rica etti. Sana bir söyleyeceği varmış’ dedi. Komutan, genci elinden tutup bir yana çekti,’Bana bildirmek istediğin nedir?’ diye sordu? ‘Yahudiler söz birliği ettiler’ dedi, ‘Pavlus ile ilgili durumu daha ayrıntılı bir şekilde araştırmak istiyorlarmış gibi, yarın onu Yüksek Kurul’a götürmeni rica edecekler. Ama sen onlara kanma! Aralarından kırktan fazla kişi ona pusu kurmuş bekliyor. ‘Onu ortadan kaldırmadan bir şey yiyip içer isek, bize lanet olsun’ diye ant içtiler. Şimdi hazırlar, senden olumlu bir yanıt gelmesini bekliyorlar.’ Komutan, ‘Bunları bana açıkladığını hiç kimseye söyleme’ diye uyardıktan sonra genci salıverdi. Komutan, yüzbaşılardan ikisini yanına çağırıp şöyle dedi: ‘Akşam saat dokuzda Sezariye’ye hareket etmek üzere iki yüz piyade, yetmiş atlı ve iki yüz mızraklı hazırlayın. Ayrıca Pavlus’u bindirip Vali Feliks’in yanına sağ salim ulaştırmak için hayvan sağlayın’ dedi.

Elçilerin İşleri 23:31-33:

Askerler kendilerine verilen buyruk uyarınca Pavlus’u alıp geceleyin Antipatris’e götürdüler. Ertesi gün, atlıları Pavlus ile birlikte yola devam etmek üzere bırakarak kaleye döndüler. Atlılar Sezariye’ye varınca mektubu valiye verip Pavlus’u teslim ettiler.

Pavlus’un Tapınak’tan dışarı atıldığını gördük, çünkü Yahudiler, onun, sünnet edilmemiş bir putperest Grek vatandaşını Tapınak’tan içeri getirdiğini ve kutsal yere saygısızlık ettiğini düşündüler. Tapınağın kapısını kapattılar ve onu öldürmek için harekete geçtiler. Sesleri Roma taburunun komutanına ulaştı (Elçilerin İşleri 21:31,32);  tabur komutanı hemen yüzbaşıları ve askerleri yanına alarak kargaşayı bastırmak üzere kalabalığın olduğu yere koştu. Bölüm 23:16’da Pavlus’un yeğeni, onu uyarmak üzere kaleye geldi. Roma taburu komutanı kendisine ulaşan haberleri dinledikten sonra yüzbaşılarından ikisini yanına çağırdı ve onlara iki yüz piyade, yetmiş atlı ve iki yüz mızraklı hazırlamalarını buyurdu. Akşam saat dokuzda, otuz mil uzaklıkta bulunan Antipatris’e doğru, o ünlü Roma yollarından birini kullanarak tam donanımlı bir şekilde yürüyüş hızı ile harekete geçtiler. Sonra piyadeler kaleye geri döndüler ve atlılar ise Sezariye’ye ulaşmak için önlerindeki otuz mili süratli bir şekilde tamamlayıp Sezariye’ye vardılar.

Luka, birinci yüz yıla ait bir Hıristiyan yazar idi. Pavlus’un Yeruşalim’deki tutuklanmasına ilişkin yaptığı anlatım, Roma işgali altındaki Yeruşalim hakkında bildiklerimiz ile tam bir uyum içindedir.

Barnaba Müjdesi’nin yazarının verdiği sahte bilgi ile ne kadar büyük bir karşıtlık! Yazarın asla orada bulunmadığı aşikardır.

Özet

Şimdiye kadar tarihi, coğrafi ve kültürel yirmi beş hatayı ayrıntılı bir şekilde tartıştık. Şimdi devam edebilir ve bölüm 217’deki “Ferisi Yüksek Kurulu’nun” İsa’yı yargıladığı ifadesini tartışabilirdik. Aslında Sanhedrin ya da Yahudi Yüksek Kurulu, Sadukiler olarak adlandırılan bir başka Yahudi din grubunun güçlü üyeleri tarafından kontrol edilirdi. Bölüm 142’deki İsmailoğulları – Mesih’in zamanında kullanımdan kalkmış olan bir sözcük - sözcüğünün kullanımını tartışabilirdik. Ancak bunu yapmamız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. Mesih olmadığını tasdik eden İsa’nın genel konusu, sayısız hatalı tarihi, coğrafi, kültürel, dini ve dil bilim ile ilgili ayrıntıların hepsi aynı sonuca yönlendirirler.

Barnabas’a göre Müjde’nin ilk yüz yılın başlangıcında Filistin’de yaşamış olan bir” Barnabas” tarafından düzenlenmiş olması imkansızdır ve bu konuda bazı Müslüman bilginleri dahi aynı fikirdedirler.

Barnaba Müjdesi’nin sahte olduğuna ilişkin Müslüman yazarların tanıklığı

Aaod Siman adlı yazar The Gospel of Barnabas in the Light of History, Reason and Religion (Tarih, Mantık ve Din ışığında Barnaba Müjdesi) ismini verdiği kitabında şunları yazar: 14 

Bazı Müslüman bilginler Barnaba Müjdesi’ni yoğun bir şekilde araştırdılar ve bizim bulgularımızın hepsini tamamen kabul ettiler.

Aaod Siman özellikle aşağıdaki şu iki yazara dikkat çeker.

A.  26 Ekim 1959 yılında yayınlanan El-Akhbar gazetesinde Barnaba Müjdesi hakkında yazan Profesör Aabas Mahmud, beş ilke üzerinde durur.

Öncelikle, Barnaba Müjdesi’nde kullanılan pek çok ifadenin Arap dilinin Endülüs’e yayılmasından önce bilinmediklerine dikkat çeker. İkinci olarak, cehennem hakkındaki tanım, Mesih’in zamanındaki İbrani Hıristiyanlar arasında bilinmeyen son gerçeklere “dayanır” (bakınız Bölüm IV). Üçüncü olarak, Barnaba Müjdesi’nde bulunan bazı ifadeler, Arap kaynaklarından Avrupa kıtasına nüfuz etmişlerdi. Dördüncü olarak, Mesih, mesajını kalabalıklara alışıldığı şekilde “Tanrı’nın elçisi Muhammed’in” adı ile anlatmadı. Ve beşinci olarak, bu müjdede sözü edilen bazı hatalar şu tarzda idiler: Halkının kitapları hakkında bilgi sahibi olan Yahudi, onlardan habersiz olamazdı ve Kanonik Müjdelere inanan Batı kilisesinin Hıristiyanı, tekrarda bulunmaz, ve Barnaba Müjdesi’ndeki çelişkileri anlayan ve onunla Kur’an arasındaki zıtlıkların farkında olan Müslüman onlarla ilgilenmeyecektir.

B. Arap ansiklopedisi El-Misra ‘da ‘Barnaba’ başlığı altında yazan Dr. Muhammad Chafiq Ghorbal, aşağıda yazılı olanları ifade eder.

On beşinci yüz yılda bir Avrupalı tarafından üretilen sahte bir Müjde ve Mesih’in dönemindeki Filistin’deki siyasi ve dini koşulları tanımlaması hatalar ile doludur. Örneğin, İsa’nın (Yeşu) diline Mesih olmadığı sözünü yerleştirir, ama aynı zamanda da İsa’ya, Mesih olacak olan Muhammed’i ilan etmek için geldiğini söyletir.

Sonuç

Tüm bu bilginin ışığında, varacağımız tek sonuç, Barnaba Müjdesi’nin orijinal bir ilk yüz yıl belgesi olarak hiç bir tarihi değere sahip olmadığıdır. Bu noktadan itibaren Barnaba Müjdesi’nden Sahte Barnaba Müjdesi  olarak söz edeceğiz ve bu sahte müjdenin çok daha sonra, Mesih’in zamanından pek çok yüz yıl sonra düzenlenmiş olduğunu gösteren kanıtları gözden geçireceğiz.


1. Arapça’da “yelken açıldı” ifadesi bu zorluğu azaltmak amacı ile “seyahat etti” olarak hatalı bir şekilde tercüme edilmiştir.

2. İskender Jadeed, The Gospel of Barnabas “A False Testimony”. (Rikon, Switzerland: The Good Way).

3. Lonsdale and Laura Ragg, op.cit., sayfa xxi.

4. New International Version, (Wheaton: Tyndale, 1982)

5. The Living Bible, (Wheaton: Tyndale, 1982).

6. Jomier, op.cit., sayfa 223 üzerine not.

7. Histoire de la Tunisie – L’Antiquite (Tunis: societe Tunisienne de Diffusion) sayfa 137-139.

8. aynı kitapta, sayfa 242.

9. Bakınız E. Schurer, Geschichte des Judischen Volkes (Yahudi halkının tarihi)- (Leipzig, 1901) Cilt I, sayfa 458-465

10. “dört harflik sözcük” anlamına gelen doğru heceleme, “tetragrammaton” dur. Bu, Tanrı’nın adını yanlış hecelemeye benzer. Mümkün olmasına rağmen, İsa’nın bir Müjde yazması için buyruk verdiği bir ilk yüzyıl Yahudisi’nin bunu yapacağını düşünmek zordur.

11. Arapça’da lejyon (altı bin asker) sözcüğünü katiba  (كَتِبَة ) olarak tercüme etmişlerdir. Ama katiba Latince’de tabur ya da kohortun (altı yüz asker) karşılığıdır. Katiba , Yuhanna 18:12 ayetinde yazılanlar ile uyumludur. Bir kohort, roma sulh hakimi ile gelir, ama bu sözcüğü “lejyon” olarak kullanmak doğru değildir.

 

12. Bakınız F. F. Bruce, Peter, Stephen, James and John (Grand Rapids: Eerdmans, 1980), sayfa 99.

13. Bir Roma taburu komutanı (Bir sulh hakimi), 5 ila 6 refakatçisi olan bir kohort üzerinde yetki sahibi idi. Yüz kişilik her grubun başında buyruk veren bir yüzbaşı bulunurdu.

14.   إنجيل برنابا في ضوء التاريخ والعقل والدين (Kahire: Publishing and Distribution House of the Episcopal Church) 3. baskı.