Süleymaniye Camii
Süleymaniye Camii

Bölüm 4

GÜNAHKARLARIN BEREKETLENMESİ KONUSUNDA LÜTFUN YOLLARI

İkinci bölümde kaydedilmiş olan olaylar insanın tamamen mahvolduğunu kanıtladıktan sonra üçüncü bölümde insan adına çalışan Tanrının egemen olduğunu sunma için yol hazırlanır. Düzeltilemez şekilde kendini mahvetmiş insan için tüm bereketin Tanrıdan gelmesi gerekir. Bu neden ile üçüncü bölümde gerçek, Tanrının bakış açısı ile sunulur. Bereketleri elde etmek insandaki Ruhun egemen işleyişine bağlıdır. Bereketimizin temeli, Mesih’in çarmıhta tamamladığı iştir. Bereketimizin kaynağı ise Tanrının insana olan sevgisidir.

Gerçek, dördüncü bölümde bizim açımızdan sunulur; bir günahkarın berekete nasıl götürüldüğü gösterilir. Bu konuda kuyu başındaki kadının öyküsü aracılığı ile örnek verilir. Kuyu başındaki bu kadın sefaletin ve aşağılanmanın en düşük düzeydeki derinliklerinden bereketin en üst düzeydeki yüksekliklerine getirilir. Doğduğundan beri eğri bir yaşam süren ve davranışları nedeni ile aşağılanan bir kadına göksel bereketin en yücesi – diri sular – sunulur ve doyum bularak tapınabilmesi için ona sonsuz yaşama götüren kaynaklar verilir.

Bölümde yer alan gerçek,  2.bölümde yer alan gerçek ile çarpıcı bir zıtlık içinde bulunur. Burada saygın ve dindar adam ile bağlantılı olarak yersel sevinç ortaya çıkar ve tapınaktaki tapınma bozulur. Burada ise alçaltılmış bir kadının öyküsü ile bağlantılı olarak asla çürümeyen göksel sevinçlere ve ruhta ve gerçekte Baba’ya tapınmaya tanık oluruz. Göksel sevinç yersel sevince üstün gelir ve tapınaktaki tapınma Baba’ya tapınma aracılığı ile önemini kaybeder.

Bölüm, İsa Mesih’te açıklanan Tanrının görkemini gözlerimizin önüne serer ve Tanrının bize olan sevgisinin niteliğini, Mesih’in işinin etkinliğini ve 3.bölümde açıklandığı gibi Kutsal Ruhun egemen eylemini gösterir. Öyle ki, yeryüzündeki en kötü günahkarların bile göğün en iyi bereketlerine götürülebileceklerini görmüş oluruz. İnsanın yüreği diri sular ile doyurulabilir ve Babanın yüreği ruhta ve gerçekte yapılan tapınma ile hoşnut kalabilir.

Kuyu Başındaki Kadının Öyküsü (ayetler 1-30)

Burada öğrendiğimiz şudur: Tanrı, bizim güvenimizi kazanmak için şöyle bir yol izler: amacı, günahkarın, günahkarların en kötüsüne bereketlerin en büyüğünü veren Tanrı sevgisine inanmasına yönlendirmektir.

1-3 ayetlerinden şunu öğreniriz: Rab, Yahudi alanının dışında bir konumda yer alır ve Tanrının insana vermeyi amaçladığı göksel bereketlerin Yahudiler ile sınırlı kalamayacağını ima eder. Mesih’i reddetmiş olan Ferisilerin, Rabbin Kendisine Yahya’dan daha fazla öğrenci çekmesinden hoşnut kalmadıkları aşikardır.

Bize söylenen “İsa’nın Kendisi vaftiz etmedi, ama O’nun öğrencileri vaftiz ettiler” ifadesindeki gerçeğe değinelim; Mesih’in önündeki Tanrı amacı olan günahkarları göksel bereketlere götürmek görevi bir tören olarak yerine getirilemez idi; bu görevin halkı suçlu ulustan ayırmasına rağmen onları yalnızca yeryüzünde Kendisine bağlıyor idi. O anda öğrencilerin vaftiz etmeleri doğru idi çünkü onlar canlarındaki iman ile Mesih’i yalnızca yeryüzünde tanıyorlar idi. Mesih, o dönemde yersel krallığının bir önemi olmadığını biliyor idi. Bu nedenle diğer uluslara ait olan Celile’ye gitmek için Yahuda’dan ayrıldı.(Matta 4:15) amacı bize tüm dünya ile ilgili gerçekleri öğretmek idi.

Celile’ye varmak için “gider iken Samiriye’den geçmesi gerekiyor idi” (ayet 4). İsa’nın neden Samiriye’den geçmesi gerekiyor idi? Celile’ye giden doğrudan yolun Samiriye’den geçtiği gerçektir. Ancak Samiriye halkını hor gören katı yürekli Yahudilerin bu yoldan geçmemek için gittikleri başka yollar da vardı. Bu yüzden buradaki olay bir yol ve uluslar ile ilgisi olan bir mesele değil idi. İsa’nın bu yolu seçmesinin nedeninin Tanrının yüreğindeki amaç ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Tanrı, dünyanın kuruluşundan önce Samiriye’deki zavallı ve günahkar bir kadını bereketlemeyi ve onu kazanarak Tanrının yüreğini hoşnut etmeyi amaçlamış idi; işte bu nedenden dolayı İsa’nın Samiriye’den geçmesi gerekiyor idi.

Rabbin zamanındaki Samiriyeliler haklı olarak çürümüş ve bozulmuş bir soy olarak görülüyorlar idi; Samiriye halkının öyküsünün başlangıcı 2.Krallar 17: 24-41 ayetlerinde kaydedilmiştir. On oymağın esaretini izleyen dönemde Asur kralı, ülkeyi Babil’den gelen halk ve diğer putperest kentlerin halkı ile doldurmuş idi. Bu kişiler hem Yehova’nın ülkesinde yaşıyor hem de O’ndan korkmuyorlar idi ve Rab bu yüzden onlara sıkıntı gelmesine izin verdi. Bu sıkıntıdan kurtulmak için Asur kralı, Yehova’nın bir kahinini onlara Yehova’nın yollarını öğretmesi için gönderdi. Ve halk “Rab’den korkan ve kendi tanrılarına hizmet eden” bozulmuş bir halk haline geldi. Ama yine de az da olsa Rab hakkında bazı bilgiler edindiler ve Mesih’in geleceğine ilişkin gerçeğe sahip oldular.

Bize 5-8 ayetlerinde gösterilmiş olduğu gibi Rab ihtiyaç sahibi bir kişiyi bereketlemek için yolculuğunu bu bozulmuş inanca sahip ülkeden geçerek yaptı; Yakup’un kuyusunun bulunduğu yere geldiği zaman “yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturdu. Rab İsa yalnızca yorulmamış ama aynı zamanda susamıştı da. Böyle olduğunu biliyoruz çünkü o anda su çekmeye gelen bir kadından O’na içmesi için su vermesini istedi. Ayrıca belirtelim ki, İsa’nın öğrencileri yiyecek satın almak için yakındaki kente gitmişler idi ve Rab İsa kuyunun başında yalnız idi.

Kuyu başındaki bu sahne ne kadar harikadır! Sonsuz Söz ve evrenin Yaratıcısı Babanın bağrında olan sonsuz Oğul et ve kan olmuştur ve insan bedenine büründükten sonra lütuf ve gerçek ile dolu olarak aramızda yaşamıştır; kraliyet konumunu ve yüceliğini bir kenara bırakıp yeryüzünde bir yabancı olarak alçalma yolunda yürümüştür. Bir kral konumunda ve kraliyet alayında olmadan bu ülkeden geçer ve konumunun aksine O’nun yoksulluğu ile bizlerin zengin olabilmesi için yoksul bir Kişi haline gelir. Böylece biz O’nu bizi şaşkınlığa düşüren ve hayran bırakan bir şekilde yorgun, susamış ve yalnız bir İnsan olarak kuyunun yanında oturur iken görürüz.

Sonsuz Tanrı, Rab, yerin ve göğün dört bir bucağının Yaratıcısı, “ne yorulan ne de zayıflayan” Tanrı, bir yabancı olarak bir ülkeye gelir ve yaptığı yolculuk nedeni ile yorgun düşmüştür. Evrende var olan tüm suların her damlasını Yaratan, şimdi Kendi ellerinin yapmış olduğu dünyada susamış olan bir İnsan’dır. Göksel görkemi içinde çevresi melekler ordusu ile dolu olan Tanrı, dünyada yalnız bir İnsan olarak görülür.

Tanrı neden yorgun, susamış ve yalnız bir İnsan olmuştur? Çünkü zavallı düşmüş günahkara yaklaşabilmesi ve böyle yaparak günahkarın güvenini kazanması ve onun suçluluktan kaynaklanan korkularının uzaklaştırması için başka bir çaresi yoktur; amacı, tüm günahlarına rağmen Tanrının günahkarı sevdiğine onu inandırmaktır. İsa, Tanrının yüreğindeki sevgiyi günahkara bildirmek için yorgunluğu, susuzluğu ve yalnızlığı tecrübe etmek zorundadır. Ve Çevresinde O’nu yoracak her şey mevcuttur. Günah ve üzüntü, umursamazlık ve nankörlük, nefret ve düşmanlık O’nu her yanından kuşatmış idi ama O, Tanrının sevgisi ile ilgili verdiği tanıklıktan asla yorgun düşmedi, zavallı günahkarlara verdiği sevgi hizmetinden bezmedi ve başarısızlığa uğrayan öğrencilerinden yumuşak ilgisini esirgemedi.

İsa’nın, görüşmek için geldiği bu kadın hakkında ne diyebiliriz? Bu kadın yalnızca bozulmuş ve küçümsenen bir soya ait değil idi, ama aynı zamanda günah kasesini sonuna kadar içmiş olan birisi idi; zevk ve şehvet peşinde yaşamış idi ve kötü bir üne sahip idi. Bu kadın Tanrının ve insanların yasalarını ihlal etmiş idi ve bu neden ile günah ve utancın en alt düzeydeki derinliklerine batmış durumda idi. Ve tüm bunların sonucunda her zaman olduğu gibi bulduğu şeyler yalnızca acılık ve doyumsuzluk, yorgunluk ve utanç idi. Diğer kadınlar ile  temas etmekten kaçındığı için kuyudan su çekmeye diğer kadınların oraya gelmediği bir saatte geliyor idi; her zaman olduğu gibi günah onu yalnız bir insan haline getirmiş idi.

Tanrının planında bu yorgun, susamış ve yalnız günahkar, kendisini yorgun, susamış ve yalnız Kurtarıcının önünde bulur. Kadın günaha hizmet etmekten yorulmuş idi; İsa ise sevgi hizmetinde yaptığı yolculuktan yorulmuş idi. Kadını yalnız bir hale getiren günahları idi; İsa’yı yalnız bir İnsan yapan ise sevgisi idi; günahın kadını getirdiği aynı yere İsa’yı getiren İsa’nın sevgisi idi. Böyle olsa bile yine de kısa bir süre sonra O’nun sevgisi O’nu, günahın bizi getirdiği yere götürür- sevenleri ve dostları tarafından terk edilmiş olduğu çarmıhın söz ile anlatılamaz yalnızlığı; O, çarmıhta O’na merhamet edecek olanlar aradı ama bir kişi bile bulamadı; Kendisini teselli edecek kişiler aradı ama tek bir kişi bile yok idi. Sahte bir öğrenci tarafından ihanete uğradı, gerçek bir öğrenci tarafından üç kez inkar edildi; tüm öğrencileri tarafından terk edildi; gök ve yer arasında yukarı kaldırıldı, insanlar tarafından dışlandı ve Tanrı tarafından terk edildi ve çarmıhın dehşet verici yalnızlığını tecrübe etmek zorunda bırakıldı. O’nu bu yalnızlığa iten şey ne idi? Sevgi idi – suların söndüremediği ve sellerin boğamadığı sevgi. Sihar’daki kuyuda O’nu yalnız bir insan yapan sevgi, Golgota’daki çarmıhta O’nu daha da büyük bir yalnızlığa terk etti. Eğer insanlar böyle bir sevgiyi reddederler ise sonunda kendilerini kaybolmuş bir sonsuzluğun yalnızlığında bulacak olmalarına şaşırmamak gerekir.

Eğer biz de kendimizi bu kadın gibi bir lütuf gününde İsa ile birlikte yalnız bulur isek bu bizim için yararlı olacaktır! Eğer O’nun ile yalnız kalmaktan korkan biri var ise o zaman şimdi bu harika öyküde anlatılan o bereketten hemen içsin ve İsa’nın bu günahkar kadına nasıl davrandığına özellikle dikkat etsin. İsa, bu kadına hiç bir sert, kaba ya da kötü söz söylemedi ve ağzından hiç bir acı söz ya da paylama kelimesi çıkmadı. İsa ona yalnızca, “Bana su ver, içeyim” dedi. İsa kadından neden içmek için su istedi? Evet, kuyu derin idi ve kuyudan su çekeceği bir aracı yoktu ama İsa, susuzluğunu gidermek amacı ile Kendisi için bir mucize yapamaz mıydı? O’nun diğer insanlar için gerçekten de lütuf mucizeleri yaptığını biliyoruz ancak Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için bir mucize yaptığını hiç bir yerde okumadık. Bu davranışının tek bir nedeni vardır. Dünyanın kurtarıcısı olarak Baba tarafından gönderilen sonsuz Oğul yüceliğine uygun bir şekilde düşmüş bir kadının kırık yüreğinin güvenini kazanmak için ondan bir bardak soğuk su istemeye razı olacak kadar alçakgönüllüdür çünkü onu sevmektedir.

Dan Ayet 9 Samiriyeli kadının şaşkınlığını belirtir; bir Yahudi Samiriyeli bir kadından nasıl olur da su isteyebilir idi?

10.ayette Rabbin kadına verdiği yanıt, ne kendi ihtiyacını ne Tanrının sevgisini ne de huzurunda bulunduğu Kişi’nin yüceliğini bilmediğini ortaya koyar. Eğer kadın tüm bunları bilse idi O’na sorardı ve O da kadına yanıt verirdi. Kadın, Tanrının sevgi ile veren bir Tanrı olduğunu henüz öğrenmemiş idi ve yalnızca lütuf aracılığı ile alabilen biri olduğunu bilmeye ihtiyacı var idi.

11-12 ayetlerinde Rab, Tanrının armağanından ve diri suları vermekten aldığı keyiften söz etmektedir. Ama kadın yalnızca kendi ihtiyacı ve maddesel değerler ile ilgilendiği için kendi düşüncelerinin ardından gitmektedir ve bu neden ile kuyudan, doğal sudan ve o kuyuyu onlara vermiş olan Yakup’tan söz eder.

Rab (ayetler 13-14) kadına verdiği yanıtta kadının düşüncelerini meşgul eden su ile Kendisinin sözünü ettiği diri suları karşılaştırır. Kuyu suyu diğer tüm yersel sevinçler gibi bir semboldür ve hiç bir yersel sevincin asla tatmin edemeyeceğine dair bir sembol teşkil eder. Yersel değerlerde kalıcı doyumun kaynağı yoktur. Para, zevk, hırs, görevler ve yersel ilişkiler gibi bu değerlerin ardından gidilir ise geçici sağlayışlar elde edilir ama kalıcı doyuma kavuşulmaz. “Mesih’i tanımayan bir kişinin ya hayal kırıklığına uğramış bir yüreği vardır ya da yüreği onu hayal kırıklığına uğratacak bir şeyin peşindedir.” (JND)

Rab bunun aksine zavallı bir günahkara diri sular vermeyi amaçlıyor. Diri sular yani sonsuz yaşamdan kaynaklanan Ruh’un gücündeki yaşam. Mesih yalnızca biz günahkarların ihtiyacını karşılamak ile kalmaz ama aynı zamanda bize tüm ihtiyaçlarımızın ötesinde olarak sonsuz doyum sağlayan ve kişiyi bu dünyanın ihtiyacından çıkaran ve başka bir dünyaya –arzulara doyum sağlayan bir dünyaya -yönlendiren bir yaşam verir.

“Günahın, ihtiyacın, lanetin ya da ölümün giremeyeceği
Yaşamın sonsuz yuvasında Mesih ile birlikte yaşamak.”

Ayet 15 göksel değerlerin ne yazık ki kuyu başındaki bu kadının düşüncelerinde yer almadığını gösterir. Kadın yalnızca günlük ihtiyaçlarını düşündüğü için Rabbin söylediği sözlere maddesel bir anlam verir. Tüm insanlık gibi bu kadın da ilk günahın sonucu olan günlük zahmetlere girişmeksizin günlük ihtiyaçlarının karşılanması için can atmaktadır. İnsanlar lanetlerin uzaklaştırılmasını ve yersel bereketler ile hoşnut olmayı arzu ederler. Aslında bu elbette ki yanlış bir istek değildir. Çünkü Rab İsa tüm lanetleri üzerine alarak bize bereketlerini lütfetmiştir. “Doğal kişi, Tanrının Ruhu ile ilgili gerçekleri kabul etmez çünkü bunlar ona saçma gelir ve ruhça değerlendirildikleri için bunları anlayamaz.” (1.Korintliler 2:14) İnsan zekası Kutsal Ruh olmadan tanrısal konuları anlayamaz ve değerlendiremez.

Bu neden ile Rabbin 16.ayette verdiği yanıtında şunları anlarız: Rab, kadının sözlerine hiç aldırmaz. Çünkü sözlerini anlayabilecek kadar ruhsal bir zihne sahip olmayan birine konuşması yara sağlamayacaktır. Rab bu yüzden farklı bir şekilde davranır ve düşüncelerdeki karanlığa ışık tutabilecek tek yolu dener; Rab vicdana konuşur ve yüreği kazanır. Tanrısal konulardaki anlayış, zihin değil vicdan aracılığı ile elde edilir.

Rabbin başvurduğu bu yumuşak yol ne kadar harikadır! Rab kuyunun yanında bu zavallı çaresiz kadın ile birlikte tek başına oturur; amacı kadına hem onu hem de Kendisini tanıtmaktır; kadının yüreğini kazanmak için ona yaşamını ifşa eder ama bunu yanlarında başka kimse yok iken yapar. Ve kadının yaşamındaki karanlık noktaya parmağını basar ve şu sözler ile onun vicdanına dokunur: “Git, kocanı çağır ve buraya gel!”

Bu kısa cümledeki “git” ve “gel” sözcüklerinin anlamları ne kadar büyüktür! “Git, kocanı çağır” sözleri ile on yaşamındaki günahtan söz eder; “buraya gel” sözleri ile ise Yüreğindeki lütfu açıklar. “git” sözcüğü sanki şunları söyler gibidir: “Günahların aramıza sınırsız bir mesafe koyuyor”; “gel” sözcüğü ise sanki şu anlamı taşımaktadır: “Sana olan sevgim seni Yanıma çekiyor!” Ah, değerli Kurtarıcı, hakkımızdaki en kötü şeyi bilirsin ama yine de bizim Senin yanına gelmemizi arzu edersin! Gerçekten de İsa gibi bir Dost’u nereden bulabiliriz? Bu evrende, yapmış olduğumuz her şeyi bilen ve yine de bizi seven ve O’na gitmemizi isteyen başka hiç kimse yoktur! Tanrısal sevgiye dair bu açıklama müthiş bir açıklamadır!

17-18 ayetlerinde kadın Rabbin ağzından çıkan sözlerin vicdanına ulaştığını hisseder ve ışıktan kaçmayarak gerçeği söylemeyi tercih eder. Kadın, burada gerçeği gizlemek için gerçeği söyler, çünkü “kocam yok!” der. Ancak sevgi tam gerçek konusunda kadını sıkıştırır. Kadının beyaz yalanı açığa çıkar. Kocasının olmadığı doğrudur çünkü beş kocaya varmıştır ve hali hazırda günah içinde yaşamaktadır.

Ayet 19 da kadın hemen tüm gizlide olan şeyleri bilen Biri’nin huzurunda olduğunu fark eder. Yürekte gizlenen her şeyi bilecek olan tek kişinin Tanrı olduğunu bilmektedir; bu yüzden hiç bir bahaneye başvurmaya gerek duymadan ya da tam gerçeği gizlemeye kalkışmaz ve şu açıklamada bulunur: “Efendim, anlıyorum, sen bir peygambersin.” İsa’nın bir peygamber olduğunu kadına hiç kimsenin söylemesine gerek yok idi; kadının vicdanına ulaşılmış idi ve anlayışı açılmaya başlamıştı ve “anlıyorum” diyebiliyor idi. Kadının öğrenmesi gereken çok şey vardı ama ışık karanlık canından içeri girmeye başlamıştı. İnanlar İsa’nın kim olduğunu neden anlamazlar? Kutsal Kitap’ın tanrı Sözü olduğunu neden “anlamazlar”? Bunun tek ve yalnızca tek bir nedeni vardır! O neden de şudur: vicdanlarına asla ulaşılmamıştır. J.N.Darby şöyle demiştir: Bana şimdiye kadar yapmış olduğum her şeyi söyleyen bir kitap bulduğum zaman onun ne olduğunu bilirim. Böyle bir kitabın insan tarafından kanıtlanması gerekmez. Bu kitabın yetkisi, vicdana ulaşan Tanrı Sözü ile kanıtlanır.”

Ayet 20 de kadının zihninin hala kendi doğal düşünceleri ile meşgul olduğunu görüyoruz; yine de her şeye rağmen kadının güveni yeterince kazanılmıştır çünkü kadın Rabbe, kendi inancı ile ilgili duyduğu zorluğu anlatır.

Bir Kişinin Baba’ya Ruh’ta ve Gerçekte Tapınması

Rab 21-24.ayetlerde vermiş olduğu yanıtında kadının yanıtını bir fırsat olarak değerlendirir ve Hristiyanlığın başlaması ile birlikte tapınma yerinde ve şeklinde bir değişiklik gerçekleşeceğinden söz eder. Rab, sahip olduğu yetkisini kullanarak kadından şuna inanmasını ister: “Baba’ya ne Samiriye’deki bu dağda ne de Yeruşalim’deki tapınakta tapınacaksınız! Artık nerede tapınılacağı konusu bir yer meselesi değildir. Bir Kişi’ye tapınma meselesidir. Ayrıca, açıklanmamış olan bir Kişi’ye tapınılmayacaktır. Tanrı tarafından açıklanmış olan ve Baba’nın lütuf aracılığı ile bildirmiş olduğu Kişi’ye tapınılacaktır. Ayrıca tapınma artık şekle ve törenlere dayalı dışsal bir tapınma olmayacak, ruhta ve gerçekte yapılan bir tapınma olacaktır. Ve Tanrı artık tapınanları talep etmeyecek ve Kendisine Baba olarak tapınanları arayacaktır. Hristiyan tapınması sonunda Tanrının gerçek doğası ile uyumlu hale gelmiştir. “Tanrı ruhtur ve O’na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar.”

Rabbin sözlerinde bulunan derin anlam kadının anlayışının tamamen ötesinde olabilir ama kadını en azından Mesih’siz yapamayacağı konusunda ikna etmişlerdir (ayetler 25-26); çünkü kadının sözlerindeki anlam kesinlikle şudur, “Mesih denen mesh edilmiş Olan’ın geleceğini biliyorum ve O gelince bize her şeyi bildirecek.” Mesih Peygamber olarak kadının vicdanına konuşmuş ve onu günahları ile yüzleştirmiştir. Kadın, var olan günahlarının bilinci ile yeri neresi olur ise olsun yersel dinin işe yaramadığını hissetmiştir. Günahları açığa çıkartılan ve dini kurutulan kadın, artık,  gelecek olan Mesih’ten başka hiç kimsenin onu kurtaramayacağını bilmektedir. Mesih, Peygamber olarak kadının bir Kurtarıcı olan Mesih’e duyduğu ihtiyacını kabul etmesi için kadını ikna etmiştir. Kadının söylediği sözler gerçekten de Mesih’e duyduğu arzuyu ifade etmektedir. “Ah, keşke Mesih gelse!”

Böylece Mesih kadının vicdanına ulaşarak onun yüreğine Kendisini açıklamak için bir yol hazırlamıştır. “Senin ile konuşan Ben, O’yum!” Kadın Kurtarıcı’nın huzurunda kendisini bir günahkar olarak açıklanmış halde görür ve bu Kurtarıcı kadının tüm günahlarını lütfu aracılığı ile üstlendiğini ve tüm sevgisi ile kadının yüreğini kazanmak istediğini ona açıklamış olur.

27-28.ayetlerde öğrenciler kentten geri dönerler ve “O’nun bir kadın ile konuşmasına şaşırırlar.” Öğrenciler, Tanrı lütfunun yüceliğini kavramakta ağır davrandıkları için bizim böyle bir öyküye hala şaşırdığımız gibi şaşırırlar. Ne üzücüdür ki, lütuf hakkındaki bilgisizliğe Rabden ahlaki açıdan uzak durmak çok sık rastlanan bir şekilde eşlik eder. Bu nedenle Rabbe, zihinlerinden geçen düşünceleri söylemeye çekinir hatta korkarlar. Ve hiç biri O’na ne yaptığını ya da kadın ile neden konuştuğunu sormaz. Öğrenciler, Tanrının lütfunun yüceliğinin gerçekten tapınanları aramak için Oğul Kişiliğinde bu dünyaya gelmiş olduğunu anlamamışlar idi. Tapınan birini bulmak için Tanrının başvurduğu yol ne kadar harikadır ve Tanrıya ne kadar yakışır! Tanrı sanki şu sözleri söylemektedir: “Benim bu mahvolmuş dünyada bulmak istediğim yürekler Benim ile öylesine dolu olmalılar ki, Bana hayran kalıp tapınmak zorunda kalsınlar!” İşte böyle kişileri bulmak için Sonsuz Söz beden aldı ve alçalmış bir İnsan olarak büyük Yeruşalim kentinden geçerek görkemli tapınağı, dindar Ferisileri, eğitimli yazıcıları ve törenler düzenleyen kahinleri hiçe saydı. Ve inancı bozuk ve küçümsenen bir ülkede yolculuk yaptı. Yorgun ve susamış olarak o ülkedeki bir kuyunun yanında oturdu; günahın serseme çevirdiği ve aşağıladığı zavallı çaresiz bir günahkar kadının yanında oturmasına izin verdi ve o kadının güvenini kazanmak için ondan bir bardak su isteyerek Kendisini onun yardımına ihtiyaç duyan bir Kişi olarak gösterdi. Sonra da yumuşak bir şekilde ışığın kadının karanlık canına girmesini sağladı; kadını, yüreğindeki günahı fark etmesi için yönlendirdi, öyle ki kadına olan sevgisini ona açıklayabilsin ve sonunda kadının yüreği aydınlandı ve temizlendi, orada tapınmasına engel olan hiç bir şey kalmadı. Ve kadın İsa’da açıklanmış olan Tanrı görkeminin huzurunda O’na hayranlık duyarak tapındı.

Kadın İsa’ya Tanıklık Eder

Eğer öğrenciler Rabbin lütfunun bereketi tarafından harekete geçirilme konusunda ağır davranırlar ise bu davranışlarının kadın üzerinde ani ve pratik bir etkisi olur (ayetler 28-30). Günlük işlerine gömülmüş olan kadının su testisi bir sembolden başka bir şey değil idi. Ama kadın artık şimdi yaşamı için yeni bir obje bulmuş idi. Kadının canını dolduran artık Mesih idi. Ve işte bu yüzden kadın su testisini bıraktı ve kendisini günahından özgür kılmış Olan’a tanıklık etmek üzere kente döndü.

Kadının buradaki tanıklığı ne kadar güzeldir. Rab ona “buraya gel!” dedi, kadın Rabbin bu sözünü aldı ve o sözü kenttekilere söylemek için gitti, “gelin, Adam’ı görün.” Kadın konuştuğu kişileri bir yere ya da bir insan topluluğuna değil, bir Kişi’ye çağırdı. Yahya, öğrencilerini Tanrı Kuzusu isa’ya yönlendirdi; Andreas, Simun’u İsa’ya götürdü; filipus ise “O’nu bulduk… gelin ve görün” dedi; ve bu kadın da, “gelin ve Adam’ı görün” diye tanıklık etti.

Ve bu bereketlenmiş olan Adam kimdir? Kadın O’nun için, “yaptığım her şeyi bana söyleyen Adam” der; bana söyledi, ama başka hiç kimseye söylemedi. Sonra sözlerine şu kelimeleri ekler: “Acaba Mesih bu mudur?” Evet, kadın gerçekten haklıdır. Bu Adam’ın Mesih olması gerekir çünkü bana şimdiye kadar yapmış olduğum her şeyi Mesih’ten başka kim söyleyebilir ve buna rağmen beni hala sevecek ve kendisine çekecek olan Mesih’ten başka kim olabilir?

Rabbiin yüreğinden gelen söz kadının yüreğine ulaştı. Bu neden ile şu sözleri okuruz: “Halk, kentten çıkıp İsa’ya doğru gelmeye başladı.”

>Baba’nın Günahkarların Hizmetindeki İsteği (ayetler31-38)

31-34.ayetlerde öğrencilerin ruhsal ihtiyaçlardan çok maddesel ihtiyaçlar ile meşgul olduklarını okuruz. Ama yine de sözcükleri ile Rabbi ne kadar çok sevdiklerini göstermektedirler. Çünkü şu sözleri okuruz: “Bu arada öğrencileri O’na ‘Rabbi, yemek ye’ diye rica ediyorlar idi.” Rab onlara verdiği yanıtında bedeninin ihtiyaçlarını inkar etmez ama onların ya çok az ya da hiç bilmedikleri bir destek ve sevinç kaynağına sahip olduğunu ima eder: “Benim sizin bilmediğiniz bir yiyeceğim var.”

Öğrenciler ise hala doğal ihtiyaç konusunda düşündükleri için şöyle dediler: “acaba biri O’na yiyecek mi getirdi?”

Rab onların bu sorusuna verdiği yanıtı ile bize yürüdüğü yolun ne kadar bereketli olduğunu açıkladı ve şöyle dedi: “Benim yemeğim beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O’nun işini tamamlamaktır.” Burada gördüğümüz Kişi, yeryüzünün tüm üzüntülerinin ve yürüdüğü yolun tüm denemelerinin ortasında aldığı desteğin Babasının isteğini yerine getirmek olduğunu söylemektedir. O’nun yürüdüğü yolunun mükemmelliğini düşünerek yüreklerimize günlük yolumuzda yürür iken bizi destekleyen motifler hakkında yüreklerimize meydan okuyabiliriz. Eğer kendimize karşı içten davranır isek o zaman motiflerimizin en iyi hallerinde bile çok karışık olduklarını itiraf etmemiz gerekecektir. Babanın bizim için bir isteği ve bizim ile ilgili bir planı olduğunu eğer kendi küçük ölçümüz ile dahi olsa fark eder isek yaşamlarımız ne kadar sade ve kolay hale gelecek ve tek arzumuz Babanın isteğini yerine getirmek ve yapmamız için bize vermiş olduğu işi tamamlamak olacaktır. (2.Timoteos 2:4; 4:7; Elçilerin İşleri 20:24)

35-38.ayetlerde öğrencilerin ve bizim eğitilmemiz için Babanın diğer kişileri sevmemiz ile ilgili isteğini ve bu yolda yürümenin bereketini önümüze koyar. Ve böylece bizi Kendi yürüdüğü yolun aynısında yürümemiz için teşvik eder.

Birinci olarak, Rab bizi doğal değil, ruhsal hasat ile ilgilenmemiz için yönlendirmek ister. Eğer öğrenciler doğal hasadı biçerler ise dört ay beklemek zorunda kalacaklar idi; ruhsal ihtiyaç her zaman mevcuttur. Ruhsal tarlalar “ekinler sararmış vehasat için zaten olgunlaşmışlardır.”

İkinci olarak, Rab bize bu sevgi hizmetinde bulunan kişinin “ücret aldığını” söyler. Kişinin bu ücreti “kazanması” gerekmez; aldığı ücret gerçekte kazanmış olduğundan daha fazlası olabilir. Rab hiç kimseyi borçlandırmaz ve hizmetkarlarını ödüllendirirken egemenliğine lütfunu da katar. (Matta 20:1-16)

Üçüncü olarak, bu hizmetin ürünü kalıcıdır. Çünkü insan doğal çalışması ile yalnızca kullandıkça kaybolan değerleri garanti eder. Bu tür bir ruhsal hizmette işçi “sonsuz yaşam için ürün toplar.” (1.Selanikliler 2:19)

Dördüncü olarak, böyle bir hizmet insana sevinç verir ve bu sevinç diğer kişiler ile paylaşılan bir sevinçtir. “Hem eken ve hem de biçen birlikte sevinebilirler. Eski dönemdeki peygamberler ve tanrısayar kişiler çalışmışlar idi ve öğrenciler onların emeklerinin ürünlerini biçiyorlar idi. Bu durum bir anlamda Rabbin Kendisi için de geçerli değil mi idi? Baba, peygamberler ve diğer kişiler aracılığı ile zamanın başlangıcından beri zaten çalışmış idi (ayet 17) ve Rab işi tamamlamak için gönderildiğini söyleyebilir idi (ayet 34). Bir başka açıdan bakıldığı takdirde Rab, eken Kişi olarak tamamen yeni bir işi tamamlamış idi (Matta 13). Bunun bir sonucu olarak Rabbin hizmetkarları, “ekmek” yerine “biçiyorlardı” ve böylece ekini ekmek için eğitiliyorlar idi. Yine de her şeye rağmen genel bir ilke olarak şu gerçek kesinlikle baki kalır: “Biri eker, başkası biçer.”

Dünyanın Kurtarıcısı (ayetler 39-42)

Yanlış öğretiş sonucu bozuk inançlı Samiriyelilerin kentinde Rabbe dünyanın Kurtarıcısı olarak sahip çıkılır. Rab, kuyu başındaki kadına kurtuluşun Yahudilerden olduğunu söyledi: Rab şimdi, kurtuluşun Samiriyeliler için olduğunu söylemekten zevk alır. William Kelly’nin söylediği şu sözler çok doğrudur: “İsa, Samiriye’nin bu köyüne bir belirti, bir harika ya da bir mucize yapmadan işitildi, bilindi ve dünyanın gerçek tek Kurtarıcısı olarak kabul edildi.” Kadının Mesih’in lütfu ile ilgili yaptığı tanıklık onların yüreklerini İsa’ya çekti ve O’nun kendileri ile kalmasını rica ettiler.

Kendi doğruluğuna ve dini açıdan önemli olduğuna inanan hiç bir Yahudi Mesih’in dünyanın Kurtarıcısı olduğunu asla itiraf edemeyecektir. Ama kendisini, tüm günahlarını bilen ve yine de yüreği günahkar için lütuf ile dolu olan Biri’nin huzurunda bulan bir kişi bir bereket kapısının her günahkar için açık olduğunu hemen görebilir. Ve her ne kadar bir insanın bilgiyi çok aşan böyle bir sevginin derinliklerini ölçmesi mümkün olmasa dahi şu sözleri söyleyebilir:

Ama ben biliyorum ki, O, kırık yürekleri iyileştirir
Ve tüm günahlarımızı üstlendiği için korkularımızı defedebilir
Ve ağır yüklerin zahmetini üzerimizden kaldırabilir,
Çünkü dünyanın Kurtarıcısı gelmiştir, O buradadır.

Saraya Bağlı Bir Memurun Öyküsü (ayetler 43-54)

Kadının öyküsünden günahkarların en kötüsü için lütuf- hak edilmemiş iyilik – olduğunu öğrendik. Öğrencilere verilen öğretişten ise şunu öğreniyoruz: her yerde bağışlanmaya ihtiyaç duyan dünya kadar günahkar vardır. Samiriye’nin bu kentinde Mesih’in “dünyanın Kurtarıcısı” olduğunu öğreniyoruz. Ve şimdi öğrenmemiz gereken ise bereketin yalnızca iman aracılığı ile alınabileceğidir.

Rab, Samiriye’nin Sihar denilen bu kentinde iki gün geçirdikten sonra yoluna Celile’ye doğru devam eder. Sihar kentinde yaşayanların bir çoğu Rabbi yapılan tanıklığın temelinde kabul etmişler idi: şöyle dediler: “O’nu kendimiz işittik.” Celileliler ise bunun aksine O’nu “Yeruşalim’de yaptıklarını gördükten sonra” kabul ettiler. Saraya bağlı bir memur, ihtiyacı ile Rabbe geldikten sonra Rab, bu durumu Yahudi ulusunu bir iman etme temeli olarak “belirtiler ve harikalar” aradığı için azarlama fırsatı buldu.

Saraya bağlı bu memur Rabbe çocuğu ölmeden yetişip onu iyileştirmesi için yalvarır. Rabbin söylediği sözlere baktığımız zaman, bu memurun, Rabbi denediğini düşünebiliriz. Memur eğer Mesih oğlunu mucizevi bir şekilde iyileştirir ise O’na iman edecektir. Rab, bu düşünceyi azarlar. İman, göz ile görülen dışsal belirtilere değil, Tanrının sözüne dayanır. Bu nedenle Rab şu sözleri ile bereketin imana dayanmasını sağlar: “Git, oğlun yaşayacak.” Saraya bağlı memur bu sözler ile denenir. Harikalar ve belirtiler görmeden İsa’nın sözüne inanacak mıdır? Şükürler olsun ki, bu memur enenmeden başarı ile çıkar, çünkü şu sözleri okuruz: “Adam, İsa’nın söylediği söze iman ederek gitti.

Sonra iman ettiği için imanının bir onayı olarak mucizeyi tecrübe etti. Hiç bir belirti imanı sağlayamaz ya da veremez ama mucizeler var olan imanı onaylayacaktır.

Bu, İsa’nın yapmış olduğu ikinci mucize idi – bu mucize Rabbin ölmek üzere ya da tam ölüm anında olan birinin ölümünü durduracak güce sahip olduğunu göstermektedir. Saraya bağlı memurun oğlu gibi İsrail de bir ulus olarak ölmek üzere idi ve Mesih ölümü durdurmak ve ulusu iyileştirmek için gelmiş idi ve bereketi elde etmek için O’nun sözüne iman etmeye çağrılmış idi. Çok üzücü ama ulus mucizeler görmek istediği için iman eksikliğini kanıtlamış oldu.