Yeni Antlaşma

Zekeriya ve Elizabet

Yeni Antlaşma’da üzerinde duracağımız ilk anne ve baba Zekeriya ve Elizabet’tir. Onlar ile ilgili tanrısal kayıtta şunları okuruz: “Yahudiye kralı Hirodes zamanında Aviya bölüğünden Zekeriya adlı bir kahin var idi. Harun soyundan gelen karısının adı ise Elizabet idi. Her ikisi de Tanrının gözünde doğru kişiler idi. Rabbin tüm buyruk ve kurallarına eksiksizce uyarlar idi. Elizabet kısır olduğu için çocukları olmuyor idi. İkisinin de yaşı ilerlemiş idi.” Luka 1:5-7.

Geceleri İstanbul
Geceleri İstanbul

Zekeriya ve Elizabet YahZekeriya Yahuda’nın tepelik bölgesinde yaşarlar idi; ama Zekeriya’nın payına Yeruşalim’deki tapınakta tüm halk dışarda bekler iken buhur yakmak düşmüş idi. Bir gün Zekeriya buhur yakar iken Melek Cebrail ona görünerek şöyle dedi: “ Zekeriya onu görünce şaşırdı ve korkuya kapıldı. Melek ise ‘Korkma Zekeriya, duan kabul edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak ve çocuğun adını Yahya koyacaksın. Sevinip coşacaksın, bir çokları da onun doğumuna sevinecek. O, Rabbin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek. Daha annesinin rahminde iken Kutsal Ruh ile dolacak. İsrailoğullarından bir çoğunu Tanrıları Rabbe döndürecek, babaların yüreklerini çocuklarına döndürmek, söz dinlemeyenleri doğru kişilerin anlayışına yöneltmek ve Rab için hazırlanmış bir halk yetiştirmek üzere İlyas’ın ruhu ve gücü ile Rabbin önünden gidecektir.” Luka 1:13-17.

Zekeriya kendisi ile konuşanın bir melek olduğunun farkına vardığı kesindir çünkü çok şaşırmış ve korkuya kapılmış idi. Ama tüm bunlara rağmen yine de meleğin ona söylediklerine inanmadı ve meleğe şu soruyu sordu: “Bundan nasıl emin olabilirim?” Ama işte insanın yüreği böyledir hatta Zekeriya gibi onurlu bir adamın yüreği bile böyledir. Onun hakkında kaydedilen şu dikkat çekici ifadeyi biraz önce okumuş idik: “Tanrının önünde doğru kişi idi ve Tanrının tüm buyruk ve kurallarına eksiksizce uyar idi.” Ama buna rağmen yine de Cebrail’in sözüne inanmakta istekli davranmadı. Bizler bu konuda ondan daha mı iyiyiz? Cebrail’den çok daha Yüce Olan’ın sözünü her zaman ciddiye almaya hazır mıyız? Ama ne yazık ki çoğumuzun söylemesi gereken sözler şunlardır: “ah Zekeriya, seni nasıl suçlayabilirim ki? Seni suçladığım zaman kendimi suçlamış olurum.” Belki biz bu konuda ondan daha bile kötüyüz çünkü hiç sorgulamadan hatta genellikle olduğu gibi kabul etmekte tereddüt ettiğimiz söz Rab Tanrının Kendisinin sözüdür.

Ve yine de Zekeriya imana sahip idi. Eğer imana sahip olmasa idi, “Tanrının önünde doğru” olamaz idi. Çünkü Tanrının gözünde yasa ile hiç kimse aklanamaz, çünkü ‘doğrular iman aracılığı ile yaşayacaklardır’. (Galatyalılar 3:11) Aynı zamanda Zekeriya’nın dua ederek Rabden bir oğul istediği de aşikardır. Çünkü melek ona şöyle demiş idi: “Korkma Zekeriya, duan kabul edildi. Zekeriya’nın dua etmesine neden olan şeyin iman olması gerekiyor idi ve belli ki iman ile edilen bir dua idi çünkü işitilmiş idi. Sanırım Zekeriya biz gerçek Hristiyanların pek çoğuna çok benziyor. Bir imanımız vardır ama yine de buna rağmen bu yaşamın günlük olayları – çocuk yetiştirmek, günlük işler ve ihtiyaçlar – söz konusu olduğu zaman Rabbimizin sözlerini sorgulama konusunda ne kadar da sık ayartılırız!

Sanırım bu güzel öyküde biz anne ve babalar için alınacak ders şudur: “Tanrıya iman edin, O’na güvenin.” Eğer bir meleğin sözlerini sorgulaması Zekeriya’nın uzun bir süre dilsiz kalmasına neden olacak kadar üzüntü verici bir durum ise o zaman sizin ve benim Rabbin sözüne güvenmemiz konusunda yavaş davranmamız Rabbimizin sevecen yüreğini ne kadar çok üzecektir! Biz insani varlıklar bile bize güvenilmesinden hoşlanırız ve bir melek de kendisine güvenilmesini bekler. O zaman meleklerden çok daha üstün Olan’dan mı kuşku duyacağız? O’nun yalan söylemesinin imkansız olduğunu bildiğimiz halde bile O’ndan kuşkulanacak mıyız? Ancak burada Tanrının lütfuna dikkat edin. Zekeriya’nın imansızlığı onun aylar boyunca konuşamamasına neden oldu. Ama sonunda yine de dua ederek Tanrıdan dilemiş olduğu küçük oğluna kavuştu. Ve bu küçük oğlan çocuğu Rabbe ait olan bir kişi olarak büyüdü ve onun hakkında şu sözler yazıldı: “Size şunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Yahya’dan üstün olanı yoktur. Bununla birlikte Tanrının egemenliğinde en küçük olan ondan üstündür.” (Matta 11:11; Luka 7:28) Ve işte bu nedenle bana öyle geliyor ki, vaftizci Yahya’nın ve onun anne ve babasının öyküsü biz anne ve babalar için çok bol teşvik ile doludur. Ama aynı zamanda çoğumuz için bir paylama özelliğine de sahiptir. Diliyorum ki her ikisini de alçakgönüllülük ile kabul edebilelim ve Rabbimizin sözlerine inanmak için daha hazırlıklı olalım; bu sözler zamanı gelince yerine geleceklerdir.

Ama ben bu öyküde bizim için bir başka tatlı ders daha olduğunu düşünüyorum. Dördüncü ayet birebir olarak şöyle tercüme edilmiştir: “O, senin için sevinç ve mutluluk olacaktır.” (Yeni Çeviri) Rabbin, çocuklarımızın her birinin bizim için sevinç ve mutluluk olmalarını istediğinden eminim. Rab Mezmur 127 de bize şunları söyler: “Çocuklar Rabbin verdiği bir armağandır. Rahmin ürünü bir ödüldür.” Bu nedenle O’nun, çocuklarımızın her birinin bize sevinç ve mutluluk olmasını arzu ettiğinden kuşkum yok. Ama ne yazık ki yine de bunun her zaman böyle olmadığını biliyorum: ama bu konuda utanç duyması gereken genellikle ya da belki de her zaman biz anne ve babalar değil miyiz?

Nasıra’daki Yuva

Yeni Antlaşma’da inceleyeceğimiz birkaç ailenin öyküsüne şaşırmadan edemeyeceğiz. Ama şu anda önümüze gelen Öykü eşsizdir ve hepsinden üstündür. Önce ya da sonra Beytlehem’deki ahırda doğan o küçük Bebek gibi bir bebek asla var olmamıştır. Çünkü handa O’nun için bir yer yok idi.

Ah, sen yeryüzünde yuvasız Yabancı,
Bunu yaparak bana en yakın dost oldun.
Bizim ile birlikte olabilmek için bir ahırda dışlanmaya razı oldun.
 
O harika gece nasıl gökyüzünde yükseltilen övgüler Senin hakkın idi;
Çobanlar, meleklerin ışıklarından çıkan parlaklık nedeni ile yüzlerini örtmek zorunda kaldılar.
 
Şimdi gelin ve o ahıra bakın:
Yücelik Rabbinin bu zavallı dünyada yaşayan senin için nasıl evsiz ve yuvasız bir yabancı olduğunu görün.
 
Yücelerdeki Tanrıya ve yeryüzüne esenlik olsun.
İnsanoğlu bu harika öyküyü görsün öğrensin ve esenlik bulsun.
 
Alçalarak orada ahırdaki yemliğe yatırılmış olan kutsal Bebek,
Tüm acılarımızı paylaşmak için gökten aşağı indi.
 
Yemlik ve çarmıh – acından ve kaybından dolayı
Çektiğin sıkıntının arasından gözlerimizi dikerek senin alçakgönüllülüğüne bakıyoruz.
 
O insan peçesinin arasından parlayan Tanrı yüceliğine dikkat edin;
Ve şifa vermek için gelen o sevgi öyküsüne kulak vermeye istekli olun.
 
Canım O’nun sevgisinin adımlarını gizlenerek izler-
Sınırsız lütfunu kanıtlamış olan Acılar Adamının ardından giderim.
 
O büyürken çocuk olmasına rağmen eşsiz bir bilgeliğe sahip idi.
O’nun sözleri ve yolları insan bedenine bürünmüş yüce Oğul olduğunu beyan etti.
 
Ama O buna rağmen alçakgönüllü bir boyun eğiş ile yürüyeceği yola sabır ile katlandı.
Tanrıdan başka hiç kimsenin bilmediği göksel görevini yerine getirene kadar bekledi.
(J.N.Darby)

Nasıra’daki o sevgi dolu yuvada neler yaşandığını tam olarak bilmiyoruz ama Tanrının bilgeliği bu çocukluk yıllarının nerede ise tamamının üzerine bir örtü kapatmayı uygun gördü. Çocukluk yaşamı ile ilgili sahip olduğumuz az sayıdaki bilgilerden biri de, O on iki yaşında iken annesine söylediği şu sözler idi: “Babamın evinde bulunmam gerektiğini bilmiyor muydunuz?” Luka 2:49. Bu sözlerdeki birebir anlamı şöyle ifade edebiliriz. “ Babamın bulunduğu yerlerde olmam gerektiğini bilmiyor muydunuz?” Babasının bulunduğu yerler O’nun Babasının bulunduğu yerler ile aynı idi. Ama yine de görüyoruz ki, Yücelik Rabbi anne ve babası ile birlikte yaşadığı o mütevazi eve geri döner ve “onlara bağımlı” olur.

Rabbimiz İsa Mesih Nasıra’daki o marangoz evinde “yetiştirildi.” Kutsal Ruh Efesliler 6:4 ayetinde (Trepho ve Ektrepho) bizim çocuklarımız ile ilgili yazdığı sözlerde hemen hemen aynı anlamda bir sözcük kullanmıştır. “Çocuklarınızı Rabbin terbiye ve öğüdü ile büyütün.” Ama yine de bu konudan söz etmeyi daha sonraya bırakmayı tercih ediyorum. Ancak şimdi bizler yani anne ve baba olanlar bir an için bu “yetiştirme” konusuna dikkatimizi verelim. Böyle bir Çocuk asla var olmamış idi ve olamaz idi. O, asla itaatsizlik etmedi; öfkelenmedi, şımarmadı, kaba davranmadı, kendi istekleri konusunda dayatmadı ve asla yalan söylemedi. Kendi çocukluğumuzu hatırlayacak olur isek bizden ne kadar da farklı bir çocuk! Şimdi Tanrının lütfu ile yetiştirmeyi arzu ettiğimiz çocuklarımızdan da ne kadar farklı bir çocuk! O’nun dört erkek kardeşi vardı: Yakup, Yose,Yahuda ve Simun. Ayrıca kız kardeşleri de var idi. Markos 6:3. Bu ayette O’ndan marangoz olarak söz edilir ve hiç kuşkusuz O çocuk yaşlarında ve genç bir delikanlı iken Yusuf’un marangoz dükkanında çalışmış idi. Belki de bu söz ettiğimiz zamanlarda Yusuf vefat etmiş idi. Çünkü burada Rabbimizden Meryem’in oğlu olarak söz edilir ve Yusuf’tan hiç bahsedilmez.

Rabbimiz İsa halk önünde görevine açıkça başladıktan sonra erkek kardeşlerinin bir süre için O’na inanmadıklarını biliyoruz. (Yaratılış kitabındaki o güzel öyküde) Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf’u nasıl kıskandıklarını hatırlayalım; belki de bu olay Nasıra’daki imansız erkek kardeşler için verilmiş olan bir ön örnek idi. Tüm bunlar Çocuk için yaşamı zorlaştıran olaylar idi, ancak ne kadar hoştur ki bir sonraki sayfada belki de Kendisine en yakın kardeş olan Yakup’un (Galatyalılar 1:19) O’nun en sadık izleyicisi olarak kaydedildiğini okuruz. Yakup elbette ki O’nun tarafından kazanılan tek erkek kardeş değil idi; çünkü 1.Korintliler 9:5 ayetinde, Rabbin diğer kardeşleri ile birlikte Kefas’tan da söz edildiğini okuruz. Bence biz bu konuda hem inançlı hem de beklenti içinde olabiliriz, öyle ki Nasıra’daki bu ailenin her bir bireyi Rabbimiz İsa Mesih’in gayretli, ciddi ve adanmış izleyicileri haline geldiklerinden emin olabiliriz.

Yakup’un yazmış olduğu mektuba döndüğümüz zaman (bu mektubun Rabbimizin kardeşi Yakup tarafından yazıldığından oldukça emin olduğumuzu söyleyebilirim; bu mektubun ilk ayetinde şunu okuruz. “Tanrının ve Rab İsa Mesih’in hizmetkarı olan ben Yakup.” Yakup’un Rab İsa Mesih’i Tanrı ile bu kadar bağlantılı görmesi canları çok tazeleyen bir gerçektir. Yakup bu sözleri ile Mesih’in Tanrılığına olan mutlak imanını göstermiş olmaktadır ve ayrıca Yakup’un O’nu tüm yüreği ile Rab olarak ve kendisini ise O’nun kulu olarak kabul ettiğini görmek çok hoştur. Çünkü “hizmetkar” olarak tercüme edilen sözün anlamı aslında “kul”dur. Kul ya da köle bir bedel karşılığı satın alınır ve Rabbimizin erkek kardeşi Yakup yazdığı bu mektubun ilk sözlerinde kendisi ile ilgili bu ifadeyi açıkça kabul etmiş ve yazmıştır.

Rabbimizin ‘kardeşi’ Yakup ile aynı evde büyüdüğü yıllarda neler olduğunu tahmin etmeye çalışmak için biraz hayal gücümüzü çalıştıracak olur isek acaba Yakup O’nun yalnızca kardeşi değil ama aynı zamanda ‘Rabbi’ olduğu konusunda izlenim edinmiş olabilir miydi? 1.Petrus 3:1 ayetinin ışığında düşünecek olur isek bunun mümkün olduğunu anlayabiliriz. Petrus burada imansız kocalardan söz eder ve şu sözleri söyler: “Öyle ki, kimileri Tanrı sözüne inanmasa bile söze gerek kalmadan karılarının yaşayışları ile kazanılsınlar; ”yaşayış” olarak tercüme edilen sözcüğün asıl anlamı ‘yaşam biçimi, davranış ya da tutum’ olarak ifade edilir. Bu sözcük, Petrus tarafından severek kullanılır. Petrus bu sözcüğü iki küçük mektubunda sekiz kez kullanır; ama aynı sözcüğü Yeni Antlaşma’nın tamamında yalnızca beş yerde daha kullanıldığını görürüz. Böylece imanlı eşin yaşayışı imansız kocasının kazanılmasına neden olur. Yakup da mektubunda aynı sözcüğü kullanır. (Yakup 3:13) Merak ettiğim şu: acaba Yakup bu sözcükleri yazar iken çocukluk, delikanlılık ve bir erkek olarak birlikte geçirdikleri yıllar boyunca çok yakından incelemiş olduğu O’nun yaşam tarzını, davranışlarını ve tutumunu düşünmüş müydü? O’nun annesi tüm bu sözleri yüreğinde saklamış idi ve ben aynı şekilde O’nun davranış ve sözlerinin ve yaşam tarzının Yakup’un yüreğinde de derin izler bırakmış olduğundan hiç kuşkusuz eminim.

“Bırakın Çocukları”

Burada “küçük çocuklarını” Ellerini üzerlerine koyup dua etmesi için Rabbimize getiren annelerden söz etmeden geçemeyeceğim: Matta 19:13-15; Markos 10:13-16; Luka 18:15-17. Luka bize, bu küçük çocukların aralarından “yeni doğmuş bebeklerin” (Brephos) de bulunduğunu söyler. Rabbimizin görünüşünü, sözlerini ve eylemlerini genellikle titiz bir dakiklik içinde kaydetmiş olan bir doktor idi ve bu konuda şu sözleri yazdı: “İsa çocukları kucağına aldı, ellerini üzerlerine koydu ve onları kutsadı.” Burada Tanrının Ruhu kutsama ile ilgili sözcük için anlamı çok güçlü bir kelime kullanır. Bu sözcük yalnızca küçük çocuklar hakkında kullanmak için ayrılmış olan bir sözcüktür ve Yeni Antlaşma’nın başka hiç bir yerinde kullanılmamıştır. Aslında tam olarak şöyle tercüme dilebilir: İsa onları “hararet ile kutsadı”. Ve O’nun öğrencileri çocuklarını O’na getiren anneleri azarladıkları zaman aynı zamanda Markos’un da yazmış olduğu gibi Rab bu durumdan “hiç mi hiç hoşnut olmadı”! Kutsal ruh ayrıca yine başka bir kutsal sözcük daha kullanır ve bu sözcük, “üzülmüş, kızmış ve hatta hiddetlenmiş” anlamına gelir. Rabbimizin söylemiş olduğu şu sözleri tekrar hatırlayalım: “Bırakın çocukları, Bana gelsinler, onlara engel olmayın!” (Yeni Çeviri) Yeni Antlaşma’da diğer kişilerin altı kez memnun olmadıklarından ya da üzüldüklerinden, kızdıklarından ya da hiddet duyduklarından söz edilir. Öğrenciler de bu duyguları birden fazla kez yaşamışlardır; ayrıca bu duyguları hisseden diğerlerinin de Ferisiler ve havra yöneticileri olduklarını söylememe bilmem gerek var mı? Ancak Rabbimiz ile ilgili olarak bu sözcüğün yalnızca bir kez kullanıldığını görmekteyiz. Ve O bu sözcüğü kendi öğrencilerine hitap eder iken kullandı; öğrenciler annelerin küçük çocuklarını O’na getirmek istedikleri zaman! Bu sözcük bizler için çok ciddi bir dersi kapsar; çünkü bunu söylemesi üzücüdür ama bu gün öğrencilerin izinde yürüyen ve temelde iyi olan pek çok kişi vardır ama imanlı anne ve babaların küçük çocuklarını rabbe getirmelerine engel olmaktan yanadırlar. Bu kişiler böyle yapmak ile tanrıya hizmet ettiklerini düşünürler ancak üzülerek ve korkarak söylüyorum ki Rab bu tutumları yüzünden hoşnut kalmaz, üzülür ve onlara öfke duyar. “Ey sevgililer, kötü olanın değil, iyi olanın ardından gidin.”

Yalnızca Babanın Bağrında Bulunan Çocuklar

Luka’nın müjdesinde üzerlerinde iyi düşünmemiz gereken özel bir aile grubu ile karşılaşırız. İşte bu aile gruplarında “biricik- Babanın bağrında bulunan çocuklar” ifadesi ile belirtilen bu dokunaklı sözler karşımıza çıkar. Bu sözcüğü İsa’nın sevdiği öğrenci elçi Yuhanna’nın yazılarından iyi tanırız. Ve hemen o anda aklımıza onun yazdığı şu sözler gelir.” Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik oğlunu verdi.” Yuhanna 3:16. Ya da “Babadan gelen lütuf ve gerçek ile dolu biricik Oğul” Yuhanna 1:14; ya da Babanın bağrında bulunan biricik Oğul”. Yuhanna 1:18. Yuhanna’nın ilk mektubunda bir kez olmak üzere tüm yazılarında bulunan Rabbimiz İsa Mesih ile ilgili bu güzel sözcük tam beş kez kullanılır. Ancak Luka, daha önceki kutsal yazılarda yer alan müjdesinde üç aile ile ilgili olarak aynı sözcüğü kullanır; Kutsal Ruh bu sözcüğü daha önce Luka’nın müjdesinde kullanarak sanki bize bir şeyler öğretmek istiyor gibidir.

Nain Kentindeki Dul Kadın

Hatırlayacağınız gibi Luka bir doktor idi. Ve zihnini ayrıntıları görebilme ve inceleme konusunda eğitmiş idi. Yine hiç kuşkusuz bu günkü pek çok doktor gibi insan ile ilgili hastalık ve üzüntülerin ayrıntıları konusuna asla yabancı biri değil idi. Luka 7:11-15 ayetlerinde yer alan öyküde Rabbimiz İsa Mesih Nain kentinden çıkmakta olan bir cenaze alayı ile karşılaştı. Ölen kişi dul annesinin tek oğlu olan bir adam idi. Ve Rab bu dul kadını gördüğü zaman ona acıdı ve “Ağlama!” dedi. Ve sonra yaklaşarak cenaze sedyesine dokundu, o zaman sedyeyi taşıyan kişiler durdular. Ve Rab ölü genç adama, “Delikanlı, sana söylüyorum, kalk!” dedi. Ölü genç adam doğruldu ve oturdu sonra da konuşmaya başladı. Böylece İsa onu annesine geri verdi.

Bu öyküde Rabbimizin sempatisinin, anlayışının ve lütfunun ne kadar büyük olduğunu ve Kendisinden ihtiyaç sahiplerine Rabbimizin o annenin yüreğinin acısını ne kadar iyi bildiğini ve onun üzüntüsünü nasıl da onun ile birlikte paylaştığını ve hem oğulun hem de annenin üzerine ne yüce bir ışık ile parladığını görmekteyiz. Rab bu olaydan sonra genç adamdan Kendisini izlemesini istemedi ama dul annesinin teselli olması ve oğlunun yanında kalması için onu annesine geri verdi. Ve “Rab İsa Mesih, dün, bu gün ve sonsuza kadar aynıdır. O, asla değişmez. Ve biz O’nun sempati, anlayış ve sevgisinin değişmediğini, uzun zaman önce Nain kentinin dış kapısında olduğu gibi bu gün de aynı olduğunu çok iyi biliriz.

Yair

Luka 8: 41-56 ayetlerinde Havra yöneticisi olan Yair’in harika öyküsünü okuruz. Yair’in yaklaşık on iki yaşlarındaki kızı hatta biricik kızı ölüm döşeğinde yatmakta ve ölmek üzere idi. İsa karşı yakaya döndüğü zaman Yair gelip O’nun ayaklarına kapandı ve O’na evine gelmesi için yalvardı. Ama daha sonra kalabalık İsa’yı her yandan sıkıştırdı ve O’nun Yair’in evine gitmesini geciktirdi. Ve İsa havra yöneticisi Yair’in evine ulaşmadan önce Yair’in evinden biri geldi ve İsa’ya küçük kızın öldüğünü söyledi. İsa Yair’in evine geldiği zaman herkesin ağladığını ve dövündüğünü gördü. Ve bu kişilere, “Ağlamayın. Kız ölmedi, uyuyor!” dedi. Sonra herkesi dışarı çıkardı (odada yalnızca Petrus, Yuhanna, Yakup ve kızın annesi ve babası kaldı) ve dışardaki hiç kimsenin Kendisi ile birlikte içeri girmesine izin vermedi. Onlar ise, kızın öldüğünü bildikleri için O’nun ile alay ettiler. İsa ise kızın elini tuttu ve ona “Kızım, kalk!” diye seslendi. (Markos, müjdesinde Kurtarıcının kullandığı sözleri birebir olarak şöyle yazar: ‘Talita, kumi!’ dedi. Bu sözün anlamı, ‘küçük sevgili, sana söylüyorum, kalk’ demektir). Kızın ruhu hemen bedenine döndü ve kız hemen ayağa kalktı. İsa, kıza yemek verilmesini buyurdu. Kızın annesi ve babası şaşkınlık içinde idi. Ama İsa olup bitenleri kimseye anlatmaması için onları uyardı.

Burada yine Rabbimizin ince düşünceli sevecen sempatisine tanık oluruz. Ve şimdi tekrar O’nun bu gün de aynı olduğunu ve değişmediğini hatırlayalım. Belki çocuklarınızdan birini kaybetmiş olabilirsiniz. Bu “küçük sevgili” kaybolmamıştır. İsa onu size tekrar geri verecektir. Bu tam olarak Yair’e küçük sevgilisini vermiş olduğu gibi olmayacaktır ama bundan daha iyi şekilde olacaktır. Eyüp’ün tüm çocuklarını ve malını mülkünü kısaca her şeyini nasıl kaybettiğini hatırlayın. Eyüp malının ve mülkünün iki katını geri aldı ama kaybettiği çocuklarını aynı sayıda geri aldı çünkü Rab ona diğer çocuklarını geri verecek idi. Bu çocuklar kaybolmamış idiler. Yalnızca babalarından kısa bir süre önce Rabbin yanına gitmişlerdir. Ve Rabbin bu gün de çocuklarımızı “küçük sevgililer” olarak gördüğünü hatırlamak bize ne büyük teselli verir ve rahatlamamızı nasıl da sağlar! Belki diğer kişiler hatırlamaz ama Rab hatırlar! Ve Rab onları Kendi kanı ile satın almıştır ve onları öylesine içtenlik ile sever ki ve her sevgili çocuğun Kendisi ile birlikte sonsuza kadar Kendi Yuvasında olmasını arzu eder.

Kötü bir ruhun yakalamış olduğu oğul

Luka 9:38 ayetinde perişan olmuş çaresiz ve zavallı bir babanın haykırışlarını okuruz. Bu baba daha önce oğlunu İsa’nın öğrencilerine götürmüş ve kötü ruhu kovmaları için onlara yalvarmıştır am öğrenciler bunu başaramamışlardır. Kötü ruh, bu adamın tek çocuğu olan oğlunun vücudunu şiddet ile sarsmakta ve çocuğun her yerini yara bere içinde bırakmaktadır, özetle durum fecidir! Ve duyduğu acı nedeni ile adeta can çekişen baba Rabbe haykırır: “Öğretmenim, yalvarırım oğlumu bir gör, çünkü o tek çocuğumdur.” Kutsal Ruhun bu dokunaklı sözcüğü gördüğümüz üç öyküde de kullanmış olması elbette tesadüf değildir: bu sözcüğü üç kez kullanmış olmasının nedeni, bizim yüreklerimizi şu gerçeğe hazırlamaktır, öyle ki, Tanrının sizin ve benim uğrumuza Kendi biricik Oğlunu feda etmesinin ne gibi bir anlam ifade ettiğini yüreklerimizin derinliklerinde daha iyi anlayabilelim. En azından kısmen bile olsa bu dersi öğrenelim çünkü aksi takdirde bu bizim için en yararlı gerçeği anlamamız asla mümkün olmaz. Ama bu üç olay bize Baba Tanrının biz zavallı kaybolmuş günahkarları kurtarmak için Kendisinin nasıl bir bedel ödediğinin biraz anlatıyor olması gerekir. İncelediğimiz öyküdeki baba büyük bir imana sahip değil idi ama Rab yine de kötü ruhu azarladı ve kovdu, babaya çocuğunu geri verdi. Her öyküde Rab çocuğu anne ve babasına geri verdi. Aslında bunu yapmayabilir ve bu çocukları Kendine alabilir idi ama O,

“bir annenin ve babanın yüreğini yaratan
ve o yürekleri tüm sevgisi ile donatan bir Rab idi.”

Ve O herkesten, çocuğa en yakın olan ve çocuğu en çok seven anne ve babalardan çok daha fazla bilir ve anlar ve ilgilenir. Ve bizler şimdi çocuklarımız ile ilgili üzüntüler içinde iken bu gün O’nun sempatisinin aynı uzun zamanlar önce olduğu kadar gerçek ve doğru olduğunu her zaman hatırlayalım!

Hastalıkta ya da sağlıkta, yaşamda ya da ölümde çocuklarımız için yapabileceğimiz en iyi şey, onları Rabbimiz İsa Mesih’in eline teslim etmektir.

Zebedi’nin çocukları

“İsa Celile gölünün kıyısında yürür iken Petrus diye de anılan Simun ile kardeşi Andreas’ı gördü. Balıkçı olan bu iki kardeş göle ağ atıyorlar idi. Onlara, ‘Ardımdan gelin, sizleri insan tutan balıkçılar yapacağım” dedi. Onlar da hemen ağlarını bıraktılar ve O’nun ardından gittiler. İsa daha ileri gidince başka iki kardeşi, Zebedi’nin oğulları Yakup ile Yuhanna’yı gördü. Babaları Zebedi ile birlikte teknede ağlarını onarıyorlar idi. İsa onları da çağırdı ve onlar da hemen tekneyi ve babalarını bırakıp O’nun ardından gittiler.” Matta 4:18-22. Yeni Antlaşma’da Zebedi ve çocukları ile ilgili olarak bize verilen bilgi budur. Luka 5.bölümden öğrendiğimize göre Simun ve Andrea balıkçılık işinde ortak idiler. Ve Markos müjdesinin 1.bölümünden öğrendiğimize göre Zebedi’nin ona yardım eden yalnızca iki oğlu yok idi, Zebedi’nin aynı zamanda “ücretli hizmetkarları” da var idi.

Geceleri İstanbul

“Onlar da hemen teknelerini ve babalarını terk ettiler ve O’nu izlediler.”
“O’nun çağrısını işittim: ‘Ardımdan gel ve Beni izle! bu kadarı yeterli oldu.
Sahip olduğum altınların değeri kayboldu ve canım O’nun ardından gitti.
Kalktım ve O’nu izledim; yaptığım yalnızca bu oldu.
Biri O’nun çağrısını işittiği takdirde O’nu nasıl olur da izlemez?!”

Zebedi’nin aile bireylerinin evden ayrılıp gitmeleri konusunda tek bir azar sözü bile söylediğini işitmiyoruz. Ve daha sonra Zebedi’nin karısı da diğer kadınlar ile birlikte İsa’nın ardından gidip O’na hizmet eden kadınların arasına katıldı (Matta 27:55-56). Bu noktada dahi herhangi bir itiraz işitmiyoruz. Adından müjdelerde yaklaşık on iki kez söz ediliyor olsa dahi bizler Zebedi hakkında çok az bilgiye sahibiz. Öyle görünüyor ki “Zebedi’nin çocuklarının annesinden” Zebedi’nin kendisinden biraz daha fazla söz edilmiş. Zebedi’nin karısının çocukları Rabbi izlemişler idi ve Efendi’nin Zebedi’nin karısının yüreğini kazanmış olduğu da aşikar idi. Zebedi oğullarının annesi O’nun bir Kral olduğunu biliyor idi ve bir gün O’nun krallığının geleceğinden emin idi. Belki de bundan daha fazlasını bile biliyor idi çünkü O’na tapındı. (Matta 20:20-21) Ama bu kadın O’nun reddedilen bir kral olduğunu ve kendisinin de O’nun reddedildiği zaman döneminde yaşadığını bilmiyor idi ya da bunun farkında değil idi. Çünkü oğulları için krallıktaki en yüce yeri istemek üzere – oğullarının İsa’nın egemenliğinde İsa’nın sağında ve solunda oturmaları için buyruk vermesini istedi) O’nun yanına geldi. İsa Mesih’in Kendisi hakkında bir unvan kabul etmediğini bilmiyor idi. Ama Rab yine de bu kadının isteğine yanıt verdi: “Siz ne istediğinizi bilmiyorsunuz! Benim içeceğim kaseden siz içebilir misiniz? Benim vaftiz olacağım gibi siz de vaftiz olabilir misiniz?” Onlar tüm bunları yapabileceklerini düşünüyorlar idi ve Rab de onlara, elbette Kendisinin kasesinden içebileceklerini hatta içmeleri gerektiğini ve O’nun vaftizi ile vaftiz olmaları gerektiği yanıtını verdi ama peşinde oldukları o yüce yerlere oturmalarına izin vermenin O’nun elinde olmadığını ve böyle bir vaatte bulunamayacağını bildirdi.

Zebedi’nin çocuklarının yürüdükleri yolların tümünde yürümelerinin üzerinde eğer derin düşünecek olsa idik bu belki bir kitabı belki de pek çok kitabın içeriğini kapsardı. Ama ben şu anda kısaca göz atmış olduğumuz bu olay üzerinde çok az durmak istiyorum. Rab yalnız onlara değil başka pek çok kişiye de şu yanıtı verme gereği bulmuş idi. “Sana gelince, büyük şeyler peşinde mi koşuyorsun? Sakın koşma!” (Yeremya 45:5) Ve bizler de bazen kendimiz bazen de çocuklarımız için büyük işlerin peşinden koşmak için ayartılırız. ”Sakın büyük şeylerin peşinden koşmayın!” Rabbimizin reddediliş günü bu gündür. O’nun acı ve üzüntüsünün kasesini paylaşma günü bu gündür. Çocuklarınızın üzerinde para ya da güç ile etkili olmaya çalışmayın. “Zengin olmak isteyenler ayartılıp tuzağa düşerler. Ve insanı çöküşe ve yıkıma götüren birçok saçma ve zararlı arzulara kapılırlar. Çünkü her türlü kötülüğün bir kökü de para sevgisidir. Kimileri zengin olma hevesi ile imandan saptılar. Kendi kendilerine çok acı çektirdiler.” 1.Timoteos 6:9,10. Elbette Yakup ve Yuhanna’nın yaptığı bunlardan çok daha iyidir; onlar her şeyden vazgeçtiler ve O’nu izlediler.

Yahudi’ye yersel bereketler ve yersel bir pay vaat edildi: ama bizim vatanımız göklerdedir ve bizler Cennet vatandaşlarıyız. Rabbimiz ve Efendimiz bildiğiniz gibi bu dünyadan değil idi; işte bizler de aynı şekilde bu dünyadan değiliz. Ve yücelik günü geliyor! Bizler, Mesih ile ortak mirasçılarız; böyle olduğu için eğer şimdi O’nun ile birlikte acı çekiyor isek aynı şekilde O’nun ile birlikte yüceltileceğiz de. Ama O’nun ile birlikte acı çekmenin ne demek olduğunu en iyi bilen kişinin şu sözlerine de kulak vermemizde yarar vardır: “Kanaatim şu ki, bu anın acıları gözlerimizin önüne serilecek yücelik ile karşılaştırılmaya değmez.” Romalılar 8:18.

“Ben topluluğuma Benim ile paylaşması için çarmıhımın acısını ve
Üzüntümün kasesini vereceğim.
Ama göklerdeki Evimde, orada hepsi sonsuz sevgi ile teselli edilecekler.”

Yuhanna’nın Annesi Meryem

(Markos diye tanınan Yuhanna)

Elçilerin İşleri 12.bölümde yer alan o geceyi hatırlarsınız: melek o gece Petrus’u zindandan çıkarmış idi. Ve Petrus zindandan çıkınca “Markos diye tanınan Yuhanna’nın annesi Meryem’in evine gitti. Ve o gece Meryem’in evinde bir dua toplantısı yapılıyor idi. Ve bu dua toplantısı özel olarak Petrus için yapılıyor idi. Ve Rab onlar dua eder iken dualarını işitti ve yanıt verdi. Ama bu toplantıda dua edenler, korkarım ki, çok büyük bir imana sahip değiller idi (belki de bu gün bazılarımız için de aynı durumun geçerli olduğu gibi), çünkü Petrus eve geldiği ve kapıyı çaldığı zaman Roda adlı bir hizmetçi kız kapıya bakmaya gitti ve sevincinden kapıyı dahi açmadı, hemen içeri gidip dua edenlere Petrus’un kapıda durduğunu haber verdi. Ama onlar kızın sözlerine inanmadılar. Hatta kıza “sen çıldırmışsın” bile dediler! Ancak kız doğruyu söylediği konusunda ısrar ettiği zaman “Petrus’un meleği (ya da onun ruhu) olmalı!” dediler.

Markos Barnaba’nın kuzenlerinden biri idi. (Koloseliler 4:10, Yeni Çeviri) Petrus, “Babil’deki topluluk ve oğlum Markos, size selam ederler” diye yazar. (1.Petrus 5:13) Kutsallar gayretli bir imanlı olan anne ve kuzen ile annenin evinde toplanmışlardır ve bu kişilerin Petrus ile bu kadar yakın ilişkileri olduğu için onu belki de çocukluğundan beri tanıyorlar idi; Markos Rabbi izleme konusunda karar vermek için oldukça genç bir yaşta olduğundan çok güçlü etkiler altında kalmış olması gerekir. Bazı kişiler bahçede İsa tutuklandığı zaman ardından giden ama yakalandığı zaman keten bezden sıyrılarak çıplak olarak kaçan “genç adamın” Markos olduğunu düşünürler. Markos 14:51 ve 52.ayetlere bakalım ve hatırlayalım: “İsa’nın ardından sadece keten beze sarınmış bir genç gidiyor idi. Bu genç de yakalandı, ama keten bezden sıyrılıp çıplak olarak kaçtı.” (Markos 14:51,52) Bize bu olaydan söz eden yalnızca Markos’tur ama bu gencin Markos olup olmadığı konusunda kesin bilgiye sahip değiliz.

Öyle görünüyor ki, Meryem’in tüm kutsalların bir araya gelip toplanabilecekleri kadar geniş bir evi var idi ve bu evini onların kullanımına sunmuş idi. Barnaba’nın toprağı vardı ve onu sattı ve parasını götürüp elçilerinin ayaklarının dibine bıraktı. Bu nedenle anladığımız şudur: kutsallar birbirleri ile iyi anlaşan örnek bir aile gibi idiler.

Barnaba ve Saul Yahudiye’deki kardeşlere götürmek üzere Antakya’dan yardım aldıkları zaman Markos Yuhanna’yı gördüler ve Yeruşalim’den geri döndükleri zaman onu beraberlerinde götürdüler. Bu olay Kutsal Ruhun Barnaba ve Saul’ü ilk hizmetleri ile ilgili görev yolculuğuna göndermesinden kısa bir süre önce oldu. Ve Yuhanna Markos onlar ile birlikte “hizmet etmeye” ya da onlara yardım etmeye gitti. (Bakınız Elçilerin İşleri 13:5) Ve bundan kısa bir süre sonra ise tehlikeli ve çetin koşulları olan bir ülkeye girdiler ve “Yuhanna onları bıraktı ve Yeruşalim’e döndü.” Elçilerin İşleri 13:13. Söz bize Yuhanna’nın onları neden bırakıp Yeruşalim’e döndüğünü açıklamıyor ya da dönüş nedeninin yoldaki tehlikeler ve zorluklar ya da annesini özlemiş olması ya da herhangi başka bir şey olup olmadığını söylemiyor ancak kesin olan bir şey var ise o da şudur: Markos Yuhanna Rabbi izlememiş oluyor idi.

Elçilerin İşleri 15:37 ayetinde Markos olarak anılan Yuhanna’dan tekrar söz edildiğini işitiriz; Pavlus ve Barnaba Yeruşalim’deki büyük toplantıya gelmişlerdir; bu toplantıda diğer uluslardan olan kişileri yasa altına sokmaya gerek olup olmadığı konusunda karar alınacak idi. (Elçilerin İşleri 15) Pavlus ve Barnaba Antakya’ya geri döndüler ve bundan bir süre sonra Pavlus Barnaba’ya şöyle dedi: “ Rabbin sözünü duyurduğumuz tüm kentlere dönüp kardeşleri ziyaret edelim ve nasıl olduklarını görelim. Barnaba, Markos olarak anılan Yuhanna’yı da yanlarında götürmek istiyor idi. Ama Pavlus, Pamfilya’da kendilerini yüz üstü bırakıp birlikte göreve devam etmeyen Markos’u yanlarında götürmeyi uygun görmedi ve aralarında öylesine keskin bir anlaşmazlık çıktı ki birbirlerinden ayrıldılar. Barnaba Markos’u alıp Kıbrıs’a doğru yelken açtı. Silas’ı seçen Pavlus ise kardeşler tarafından Rabbin lütfuna emanet edildikten sonra yola çıktı.” Elçilerin İşleri 15: 36-40. Aralarındaki bu tartışma çok ama çok üzücü idi ve ne yazık ki bu olaydan sonra Barnaba ve Pavlus’un bir daha asla birlikte çalışmak için bir araya geldiklerini okumuyoruz.

Bu öykünün sonunun böyle bitmemesi ne kadar iyi! Belki yaklaşık yirmi yıl kadar sonra Markos Yuhanna’dan söz edildiğini tekrar duyuyoruz. Kayıtlarda açıklanana göre yirmi yıllık bir hizmet kaybı söz konusu oluyor ve öyle anlaşılıyor ki bu kaybın nedeni, korkaklık ve sadakatsizlik olmuştur ve tövbe edildiğine dair herhangi bir kayıt yoktur ama yine de Rabbin hizmetinde dışsal açıdan bir ilerleme görülmektedir. Bu konular yüreklerimizi değiştirebilecek güçte konulardır. Markos olarak anılan Yuhanna başarısız bir hizmetkar idi ama buna rağmen bu başarısızlık daha sonra bir kenara atılmış görünüyor. Markos Yuhanna belki bu zamanın bir kısmında Petrus ile birlikte Babil’de idi; (1.Petrus 5:3) ve başarısız bir hizmetkarı tekrar doğru yola yönlendirme konusunda Petrus’tan daha uygun bir başka kişi olabilir mi? Petrus belki de Markos Yuhanna’ya kendi yaptığı o korkunç hatayı hatırlatmış olabilir idi (Markos Yuhanna’nın hiç kuşkusuz bu konudan önceden zaten haberi var idi) ve Petrus onun hizmeti hakkında ona önceki başarısızlığı nedeni ile şimdi bir kenara çekilmesinin gerekli olmadığına işaret etmiş de olabilir idi: geri dönüş için her zaman yol vardır. Böylece Koloseliler 4:10 ayetine göre Markos olarak anılan Yuhanna’yı Pavlus ile birlikte yani onun ile çalışmaya karşı çıkan kişinin ta kendisi ile bir arada görürüz. Her şey olması gerektiği gibi olmuştur. Markos Yuhanna’nın Pavlus ile orada nasıl buluştuğundan söz edilmez ancak eski kötü anıların ortadan silindiği aşikardır ve Pavlus şunları yazar: “Hapishane arkadaşım Aristarhus ve Barnaba’nın yeğeni Markos size selam ederler. Markos ile ilgili buyruklar aldınız; yanınıza gelir ise kendisini kabul edin. Yustus diye tanınan Yeşu da size selam eder. Tanrının egemenliği için çalışan emektaşım Yahudiler yalnız bu kişilerdir. Bunlar bana teselli oldular.” Koloseliler 4:10,11. (Yeni Çeviri) Öyle anlaşılıyor ki Markos Yuhanna hiç kimse tarafından kabul edilmemiş idi ama artık şimdi her şey yoluna konmuş idi, eski sorun çözüm bulmuş ve hata unutulmuş idi ve Markos Yuhanna mahkum Pavlus için bir teselli olmuş idi.

Ama günler giderek karanlık olmaya başladı ve pek çok kişinin cesareti kırıldı ve nerede ise herkes Pavlus’u terk etmiş ama Markos Yuhanna ona dürüst davranmış ve sadık kalmış idi. Markos Yuhanna dersini iyi öğrenmiş idi ve 2.Timoteos 4:11 ayetinde ise bu kez şunları okuruz: “Yanımda yalnız Luka var. Markos’u alıp beraberinde getir çünkü yapacağım hizmette bana yardım eder. Markos Yuhanna’nın eski konumuna tamamen geri getirilmiş ve bu konuda yenilenmiş olduğunu görmek çok hoştur! Artık yine “görev için hizmet edebilir!” Aynı kişi bir zamanlar hizmet dışı bırakılmış idi ama o günler artık geride kalmış idi ve Pavlus en karanlık saatinde yanına Markos’u istemektedir! Pavlus artık kendi kiraladığı evde değildir, ne yazık ki şimdi çok kötü bir Roma hapishanesindedir. O döneme ait bilgiler bize bu hapishanenin toprağın altında, karanlık ve rutubetli olduğunu, hapishane hücresinin kapısı olmadığını ve mahkumların hücreye yukardaki bir delikten konulduklarını söyler. Tahminimize göre Markos Yuhanna ve sevgili doktor Luka o hücrede Pavlus ile yalnız idiler. Ve artık yalnızca bu dünyadan ayrılma zamanını bekleyen yaşlı elçi Pavlus’a hizmet eder iken onun reddedilişine ve içinde bulunduğu tehlikeye paydaşlık ediyorlar idi.

Ve Markos Yuhanna ve Luka o zamandan sonra birbirleri ile çok yakın ilişki içinde kaldılar: hata yapan (ama yenilenen) hizmetkar bize asla hata yapmayan Yüce Hizmetkarın lütfunu sergiler. Ve yine sevgili doktor da insanlar arasında burada yaşamış olan İnsan’ın, Yüce Doktorun lütfunu sergiler.

Ama bu yazıdaki düşüncelerin bir anne ve babanın çocuğu ile olan ilişkisi hakkında olması gerekiyor idi ve ben bu yazdıklarım nedeni ile bu konuyu tamamen unutmuşa benziyorum. Bu konu ile ilgili olarak bizlerin öğrenmesi gereken ders nedir? Sanırım şudur: “Çocuğu tutması gereken yola göre yetiştir. Ve yaşlandığı zaman da o yoldan ayrılmayacaktır.” Süleyman’ın Özdeyişleri 22:6. Belki bir süre için öz irade nedeni ile o yoldan ayrılabilir ve benliğe yenik düşebilir ama yaşlandığı zaman Rab onu ilk yetiştirilme yoluna geri getirecektir ve o zaman o da “yürümesi gereken yolda” yürüyecektir. Sanıyorum ve umuyorum ki bu öykünün verdiği ders bizler için budur. En azından ben bu öyküden bu dersi aldım ve böyle yaptığım için Rabbimin beni azarlayacağını düşünmüyorum.

*  *  *  *  *

Diğer Ev Halklarından Birkaç Örnek

Kornelyus

Kutsal kitapta pek çok ev halkının öyküsünü inceledik. Ve şimdi Yeni Antlaşma’da hepsi de öbür uluslardan olan bazı dikkat çekici ev halklarının öykülerine sıra geldi. Öyle görünüyor ki Kutsal Ruh bu öyküleri özel bir amaç için kaydettirmiş bulunuyor. Bildiğimiz kadarı ile karşımıza ilk çıkan Kornelyus ile ilgili öykü. Kornelyus ve ev halkı, hepsi de Tanrıdan korkan kişiler idiler. (Elçilerin İşleri 10:2) Kornelyus ev halkının da kendisi ile birlikte Tanrıdan korktuğundan ve O’nu izlediğinden emin idi ve Tanrı da bu konuya özel olarak dikkat etmiş idi. Petrus Yeruşalim’deki kutsallara yaptığı ziyarette yaptığı konuşmada onlara Kornelyus’u hatırlatır ve şu sözleri söyler: “Varıp Kornelyus’un evine girdiğimiz zaman o bize evinde beliren meleği nasıl gördüğünü anlattı. Melek ona şöyle demiş: ‘Yafa’ya adam yolla ve Petrus diye tanınan Simun’u çağırt. O, sana senin ve tüm ev halkının kurtuluş bulacağı sözler söyleyecek’”. Elçilerin İşleri 11:14. Bir diğer ev halkı üzerinde düşünür iken onun hakkında da hemen hemen tıpatıp aynı sözcükler ile karşılaştığımızı göreceğiz. Öyle ki ev halkı ile ilgili bu aynı sözcüklerin Kutsal Ruhun kurtulmayı gerçekten yürekten arzu eden bu kişilere vermek istediği kendi özel mesajı olduklarını düşünebiliriz. Şu anda Kornelyus’un ev halkının kimlerden oluştuğu ile ilgilenmemiz gerekmiyor ama aynı ifade içinde yer alan sözcüklere dikkat etmemiz önem taşıyor. “Sen ve ev halkın.” Yaratılış 7:1.

Lidya

“Bizi dinleyenler arasında Tiyatira kentinden Lidya adında bir kadın var idi. Mor kumaş ticareti yapan Lidya Tanrıya tapan biri idi ve Pavlus’un söylediklerine kulak vermesi için Rab onun yüreğini açtı. Lidya ev halkı ile birlikte vaftiz olduktan sonra bizi evine çağırdı. ‘Beni Rabbin bir inanlısı kabul ediyor iseniz gelin evimde kalın’ dedi ve bizi razı etti.” Elçilerin İşleri 16:14-15. Rab Lidya’nın yüreğini açtı ve Lidya da evini açtı. Olup bitenlerin hepsi bireysel idi. Lidya’nın kendi kişisel kurtuluşu herhangi bir sorgulamaya yer vermiyor idi ve böylece Lidya vaftiz oldu. Peki, onun ev halkı hakkında ne söyleyebiliriz? Lidya’nın ev halkının üyeleri kurtuldular mı? Bu ev halkının arasında çocuklar var mıydı yoksa yok muydu? Tüm bu konular hakkında Kutsal Yazılar mutlak bir sessizlik içindedirler. Ve bu sessizliğin amacı bize bu konular ile ilgili değerlendirme yapabilmemiz için fırsat tanımaktır. Tanrının Ruhu bu çeşitli ev halklarının öykülerini kayıt ettirir iken izlemiş olduğu bu yolda farklı bir amaca sahiptir. Bu nedenle burada bizim için önemli olan nokta kutsal yazıların bize ne dediğine dikkat etmek ve bu kayıtlara kendi düşüncelerimizi eklememektir. Ve kutsal yazıların kayıtlarında Lidya’nın ev halkının bireylerinin imanları hakkında bir söz etmeden vaftiz edildikleridir. Bu konuda burada kaydedilmiş olanlar tamdır. Kutsal Ruh bize bilmemizi arzu ettiği her şeyi söylemiştir. Ve biz bu kayıtlara mantık ya da analizde bulunmadan bir ekleme yapmaya cesaret etmeyiz. Kutsal yazıların kaydetmiş olduğu gibi Lidya’nın tüm ev halkı onun imanı temelinde vaftiz edilmişlerdir.

Biz diğer uluslardan olan imanlıların eğitilmesi, teselli ve teşvik edilmesi için özellikle kaydedilmiş olan bu ev halklarının öykülerine bazı kişiler tarafından boş ve anlamsız ekler yapılması üzücü bir durumdur. Kutsal yazıları kendi düşünce ve fikirlerimize göre zorlamak yerine onların bize öğretmek istediklerine alçakgönüllü bir şekilde kulak vermeye gayret etmek ne kadar daha iyi olur idi! O zaman kendi düşünce ve fikirlerimizi bir kenara bırakarak lütfun ve alçakgönüllülüğün ardından gidelim ve yalnızca Tanrı sözünün söylediğinde kulak verelim. Bireysel imanın ve sorumluluğun temelinde ev halkının dışsal bereketlere ait bir konuma getirildiğini görmek kutsal yazılarda her zaman rastladığımız bir durumdur yani yeni bir şey değildir. Aynı durum Rahav’ın öyküsünde bir derece dikkatimizi çekmiş idi ve bu konudan diğer ev halkları ile bağlantılı olarak söz etmiş olabiliriz.

Nuh zamanından önce, Habil, Enok ve diğerlerinde olduğu gibi bireysel ilişki ve sorumluluk Tanrının farkında olduğu ve üzerinde hareket ettiği bir ilke idi. Ama Nuh ile birlikte Tanrının insan ile olan ilişkisinde yeni bir gelişme ortaya çıktı. Sorumlu yönetim ilkesi uygulandı ve Tanrı buyruk verdi: “Kim insan kanı döker ise kendi kanı da insan tarafından dökülecektir.” Yaratılış 9:6 Bu ilke Tanrının düzeninde yeni bir durum idi. Ve yönetim ilkesinin girişi ile birlikte Tanrı aynı zamanda ev halkı ile ilişki konusundaki sorumluluk durumunu ortadan kaldırdı: “Bütün ailen ile birlikte gemiye bin çünkü bu kuşak içinde yalnız seni doğru buldum.” Yaratılış 7:1. Burada ev halkının doğruluğu ya da imanı ile ilgili hiç bir söz yer almaz. Ancak ev halkının tamamı başları olan Nuh’un imanı temelinde gemiden içeri girmişlerdir. Ve hatta daha sonra çok kötü olduğunu kanıtlamış olan Ham bile babasının doğruluğu ve imanı temelinde dışsal bereketlerin bulunduğu bir konuma getirilmiş idi. “İman sayesinde Nuh henüz olmamış olaylar ile ilgili olarak Tanrı tarafından uyarıldığı zaman Tanrı korkusu ile ev halkının kurtuluşu için bir gemi yaptı. Bunun ile dünyayı yargıladı ve imana dayanan doğruluğun mirasçısı oldu.” İbraniler 11:7.

Eski Antlaşma’da bu ilke ile ilgili pek çok başka olay görebiliriz. İbrahim’in ev halkındaki tüm kişiler İbrahim’in imanının temelinde sünnet olmuşlar idi. (Yaratılış 17:27) Yaratılış 18:19 ayetinde İbrahim’in oğulları ve soyuna buyurması için seçildiği yazılıdır.

  • Tanrının Lut’un tüm ev halkını kurtarmaya hazır olduğuna dikkat edin. Melekler Lut’a şunu söylediler: “Senin burada başka kimin var? Oğullarını, kızlarını ve damatlarını kentte sana ait kim var ise hepsini dışarı çıkar.” Bu sözü geçen damatlar büyük olasılık ile Sodomlu idiler ama rab yine de Lut’un hatırına eğer kurtarılmaya istekli olsalar idi onları da kurtaracak idi. Yaratılış 19.
  • Potifar’ın tüm evi Rab tarafından Yusuf sayesinde kutsandı. Ve Yusuf Potifar’ın kölesi idi. Yaratılış 39:5.
  • Firavun İbrani çocuklarını Mısır’da tutmak istediği zaman aynı ilkenin uygulandığını ve firavuna şu güçlü yanıtın verildiğini görüyoruz: Oğullarımızı, kızlarımızı, davarlarımızı ve sığırlarımızı da yanımıza alacağız. … Bir tırnak bile kalmamalı burada.” Bu örnekte Tanrının bu büyük ilkesini çok net bir şekilde görmekteyiz; tüm ev halkı o ev halkının başı ile bir tutulmaktadır.
  • Fısıh Bayramında da aynı ilkenin geçerli olduğunu görürüz: “Bu ayın onunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu alacak.” Mısırdan Çıkış 12:3.
  • Tanrının Ruhu bize Yeni Antlaşma’da şu noktayı işaret etmeye özen gösterir. İsrail Kızıl denizden geçtiği zaman “Musa’ya bağlanmak üzere hepsi bulutta ve denizde vaftiz edildi. (1.Korintliler 10:1,2) Kutsal yazılar bize denizden geçen kişilerin sayısını kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkek olarak bildirirler. Mısırdan Çıkış 12:37. Bu erkeklerin çoğu ev halklarının başı idiler ve her biri ev halkını kendisi ile birlikte Mısırdan çıkardılar. Orada hiç kuşkusuz yüz binlerce kadın, bebek ve çocuk var idi ve onların hepsi de babaları ile birlikte “Musa’ya bağlanmak üzere” vaftiz edildiler. Ve dışsal olarak bu vaftiz aracılığı ile “hepsi” yani kadın, erkek, bebek ve çocuklar olarak Musa’nın yetkisi altına girdiler.
  • Harun’un günah sunusu olarak sunduğu hayvan “kendisi ve ev halkı için idi.”
  • Korah, Dathan ve Aviram’ın isyanları nedeni ile yer yarıldı ve Dathan ve Aviram’ın ev halklarını da yuttu ve bu ev halklarına çocuklar da dahil idiler. (Çölde Sayım 16:27, 32-33; Yasanın Tekrarı 11:6)
  • “Eğer köleniz sizi ve ailenizi seviyor ise ve yanınızdan ayrılmak istemediğinizi söylüyor ise, o zaman yaşam boyu köleniz olarak kalacaktır.” (Yasanın Tekrarı 15:16)
  • “Siz ve aileniz her yıl Tanrınız Rabbin önünde sığır ve davarlarınız içinde ilk doğan erkek hayvanları yiyeceksiniz.” Yasanın Tekrarı 15:20.
  • Aynı ilke Yasanın Tekrarı 26:11 ayetindeki ilk ürünler sepeti için de geçerlidir.
  • Yeşu 2:12,18 ve yine Yeşu 6:23-25 ayetlerinde yer alan ve öteki uluslardan olan Rahav adlı bir kadına dikkatinizi çekmiş idik. Burada görüyoruz ki, bu kadının tüm ev halkının tüm akrabalarının ve ona ait olan her şeyin yalnızca Rahav’ın imanına dayanarak kurtarılmışlar idi.
  • Hakimler 1:25 ayetinde yine öteki uluslardan olan bir başka kişinin kendisinin tek bir iman eylemi aracılığı ile tüm ailesine “bereket ve güvence” getirmiş olduğunu görebiliriz.
  • Gatlı Ovet-Edom Tanrının, kendisine yine aynı ilke ya da gerçek ile davranmış olduğu diğer uluslardan olan bir başka kişi idi: “Rab Ovet-Edom’u ve tüm ailesini kutsadı.” 2.Samuel 6:11,12.
  • Gatlı İttay (öteki uluslardan olan bir başka Gatlı daha) Tanrının bu konu ile ilgili düzenini çok iyi anladı. Davut, İttay’a : ‘Yürü, geç!’ dedi. Böylece Gatlı İttay yanındaki tüm adamları ve çocukları ile birlikte geçti. 2.Samuel 15:22. Çocuklar da babaları ile birlikte kralın reddedilişini paylaşmak için yürüyüp geçtiler.
  • Kral Yehoşafat’ın günlerinde İsrail çok büyük bir korku içinde iken “tüm Yahudalılar çoluk çocukları ile birlikte Rabbin önünde duruyor idi.” 2.Tarihler 20:13.
  • Nehemya’nın gününde “pek çok kurban kesildi ve halk coşku içinde idi çünkü Tanrı onlara büyük sevinç vermiş idi. Kadınlar ile çocuklar da bu sevince katıldılar.” Nehemya 12:43.
  • Aslında bu örneklere devam etmemiz mümkün ama ben zaten şimdiden sizi yormuş olmaktan korkuyorum; ancak şu ana kadar vermiş olduğum tüm bu örnekleri Tanrının büyük ilkesinin yani, “sen ve ev halkın” ifadesinin Nuh’un gününden bu yana geçerli olduğunu netleştireceğine güveniyorum.

Kornelyus ve Lidya’nın ev halkları tüm Eski Antlaşma boyunca bulduğumuz bu “ev halklarına” ilişkin dikkat çekici çizgi üzerinde devam ederler. Yeni Antlaşma’da yer alan bu ev halklarının çocuklarının olmadığı ya da hepsinin iman edecek yaşta olduklarını kanıtlamak için büyük çabalar sarf edilmiştir ve Kutsal Ruh bu konular ile ilgili olarak tamamen bilerek ve isteyerek tamamen sessiz kaldığı zaman bu tür sorular sormanın amacı yalnızca bu soruları soran kişinin Tanrının Ruhunun amacının hepsini bütünü ile gözden kaçırdığını göstermek içindir. Eski Antlaşma’yı iyi bilen bir kişi için “ev halkı” ifadesi çok tanıdık bir ifadedir. Ve neyi ima ettiğinin çok iyi anlaşılması gerekir. Bu ifadenin içeriği hakkında nerede ise “teknik bir terim” dahi diyebiliriz. Tanrının Ruhunun bu ifadeyi kullandığı zamanki anlamı onu daha önceki kutsal yazılarda kullandığı anlamda aranıp bulunmalıdır. Ve gördüğümüz gibi aslında bu ifade ne diyor ise tam olarak o anlama gelir. Yani: evde bulunan herkes. Bu ifade bebekleri, çocukları ya da hizmetkarları kapsayabilir ya da kapsamayabilir. Ve Tanrı, Rahav bu ifadenin anlamına anne ve baba, erkek kardeş, kız kardeş ve onların akrabalarını dahil ettiği zaman onu azarlamadı ya da ona çıkışmadı. Sanırım ona, “İmanına göre olsun” dedi. Bazı kişiler kutsal kitapta bebeklerin ya da çocukların vaftiz edildiklerine dair bir bilginin asla yer almadığı konusunda ısrar ederler. Bu nedenle bu şeyleri şimdi üzerlerinde düşündüğümüz ev halklarına dahil edemeyiz. Ama daha önceden de görmüş olduğumuz gibi belki yarım milyon ya da daha fazla ev halkının – bilinmeyen sayıda bebekler ve çocuklar dahil olarak – 1.Korintliler mektubunda işaret edildiği gibi vaftiz olduklarını biliyoruz. Eğer şimdi akmakta olduğumuz bu kutsal yazıları doğru anlamamız gerekiyor ise o zaman bu ev halklarını, Kutsal Ruhun bu sözcüğü kullandığı şekilde kabul etmek zorundayız ya da Tanrı sözünün daha önceki kısımlarında belirtildiği gibi bu sözcüğün temsilcisi, aile olarak ya da çocuklar şeklinde değerlendirmemiz doğru olacaktır; ve bu kutsal yazıları onlara hiç bir ekleme yapmadan oldukları gibi kabul etmemiz gerekir.

Filipeli Zindancı

Ama şimdi hala Kutsal Ruhun önümüze getirdiği ev halklarına bakmaya devam etmemiz gerekir. Aynı bölümde, 25’den 34’e kadar olan ayetlerde Lidya’dan sonra Filipe’deki zindancının ev halkı yer alır. Zindancının sorduğu soruya ve ona verilen yanıta dikkat edin: “Efendiler, kurtulmak için ne yapmam gerekir?” “Rab İsa’ya iman et ve sen de ev halkın da kurtulursunuz!” Sevgili okuyucu, bu yanıt bizler için de geçerlidir. Kabul edin, iman edin, sevinin ve Tanrıya bize ev halklarımıza dair böyle harika bir vaat vermiş olduğu için lütfu için teşekkür edin. Dikkat eder iseniz, bu sözler melek tarafından Kornelyus’a söylenen sözler ile hemen hemen aynıdır. Ama bu sözlerin “ İsa’ya iman et ve sen de ev halkın da kurtulacaksınız” ifadesi ile aynı şeyi söylemediğine de dikkat edin! İsa’ya gerçekten iman eden kişi hiç kuşkusuz kurtulacaktır. Ama “ev halkın da” sözleri ile verilen vaat Rab İsa Mesih’e iman eden kişi için verilmiş bir vaattir. Bu sözler O’nun Rab olduğuna boyun eğmek ve O’nun sözünü  yerine getirmek için O’nun lütfuna muhtaç olduğunu bilmek ve O’nu yaşamlarımızda ilk sıraya koymaktır.

Pavlus ve Silas ev halkının başı olan zindancıya ve onun evinde bulunan herkese Rabbin sözlerini konuştular. Ve bu konudaki anlatım şöyle devam eder: “Gecenin o saatinde zindancı onları evine götürüp yaralarını yıkadı. Sonra hem kendisi hem ev halkı hemen vaftiz oldu. Ve sonra Pavlus ve Silas’a sofra kurdu. Tanrıya inanmak onu ve evindekilerin hepsini sevince boğmuş idi.” Elçilerin İşleri 16:33,34. Bu sözleri okuyan biri onlardan şöyle bir anlam çıkarabilir: Pavlus ve Silas Rabbin sözünü söylediği zaman zindancının evinde bulunan herkesin bu sözlere iman etmiş olduğunu düşünebilir. Ama Grekçe olarak yazılmış Yeni Antlaşma’da Kutsal Ruh aracılığı ile yazdırılmış olan sözler aynı şeyi söylemezler. Yeniden gözden geçirilmiş çeviride şu sözler yer alır: Tanrıya iman ettiği için tüm ev halkı ile birlikte sevince boğuldu.” Bay Darby tarafından tercüme edilmiş olan yeni çeviride ise şu sözler yer alır: “Onların önüne sofra kurdu ve Tanrıya iman etmiş olarak tüm ev halkı ile birlikte sevince boğuldu.” Grekçe, “iman etmiş olarak” sözcüğü mastar halindedir, tekil ve eril haldedir ve yalnızca zindancıya işaret ediyor olabilir. Nehemya’nın gününde kadınların ve çocukların sevinci ile ilgili buna çok benzer bir örnek görmüş idik: ve bu “çocukların” bazıları bu sevincin nedenini tam olarak anlayamayacak kadar küçük idiler ama yine de anne ve babalarının sevinci ile birlikte sevinmişler idi. Burada tekrar görüyoruz ki kutsal yazılar ev halkının kimlerden oluştuğu ve onların ruhsal durumları hakkında tamamen sessizdirler. Zindancının imanı, tövbesi ve vaftizi hiç bir şekilde sorgulanamaz. Ama hem sevince boğulmak hem de iman etmek fiillerinin her ikisi de tekildir ve zindancı için kullanıldığı aşikardır. Her ne kadar ev halkı onun ile birlikte sevindi ise de aynı fiiller “ev halkı” ya da “ev halkınca” özneleri için kullanılamazlar. Kutsal Ruhun ev halkının imanı ya da ev halkının kimlerden oluştuğu konusunda sessiz kalmasının bir rastlantı ya da hata olduğunu düşünmeyin. O’nun bu sessizliğinin bir amacı vardır, diğer uluslardan olanları eve getirmek! Tanrının, ev halkının başının temeline dayanarak ev halkı için dışsal bereketin büyük ilkesini aynı zamanda bize de uyguladığının ifadesidir!

Krispus

Şimdi önümüze konan ev halkı, Krispus’a ait olandır. “Havranın yöneticisi Krispus bütün ev halkı ile birlikte Rabbe inandı.” Elçilerin İşleri 18:8. Burada kaydedilmiş olan tüm ev halkının iman etmiş olmasıdır. Bu durum daha önce incelemiş olduğumuz kişiler hakkındaki sessizlik ile zıtlık halindedir. Ancak burada gözlemlediğimiz şu nokta gerçekten çarpıcıdır: Kutsal yazılar Krispus’un ev halkının vaftizi hakkında hiç bir şey söylemez iken Pavlus bize Krispus’u vaftiz ettiğinden söz eder ama onun ev halkı hakkında tek bir söz bile etmez. (1.Korintliler 1:14) İman ettikleri söylenmeyen ev halklarının vaftiz edildiklerinin söylendiğine lütfen özen ile dikkat ediniz. Ama bu arada iman etmeyen birinden vaftiz edilmiş olarak söz edilmez. Bu, neden böyledir? Çünkü kutsal yazıların kayıt ve içeriklerinin –yazdıkları ve yazmadıkları- mutlak şekilde mükemmel oldukları kesindir. Krispus’un ev halkının vaftiz edildiğinden hiç kimse kuşku duyamaz. Çünkü hepsi iman etti ve elbette yine hepsi vaftiz edildi; kutsal yazılar böyle olduğunu söylemese de böyle oldu. Ama burada sorgulanabilecek olan şey şudur: iman etmemiş olan bir ev halkının vaftiz edilme hakkı var mıdır? Biz şuna inanıyoruz: bu durum her şeye rağmen –sessizlik -kutsal yazıların üstünlüğünü ve mükemmelliğini ortaya koymaktadır.

İstefanas

1.Korintliler 1:14-16 ayetlerinde bir başka ev halkından söz edildiğini okuruz: bu ev halkı İstefan’a aittir. “Aynı zamanda İstefanas’ın ev halkını da vaftiz ettim. 1.Korintliler 16:15 ayetine gelinceye kadar bize bu ev halkı hakkında hiç bir şey söylenmez. Bu ayette şu sözleri okuruz:” Ahaya’da ilk iman eden ve kendilerini kutsalların hizmetine adayan İstefanas’ın ev halkını bilirsiniz.” Kutsal yazılardaki bu mektuptan anlaşıldığına göre İstefanas’ın ev halkının bireyleri kutsallara hizmet edecek kadar yaşlı ve olgun kişiler idiler. Yani bebeklik ya da çocukluk çağını çoktan aşmışlardı. Ama ilk bölümde İstefanas’ın ev halkı için Grekçe dilinde kullanılan sözcük on altıncı bölümde kullanılan sözcükten çok daha geniş anlamlı bir sözcüktür. Bu durum bize İstefanas’ın ev halkının tüm bireylerinin vaftiz edildiklerini ima edebilir ama belki çok küçük bir kısmı yani yalnızca birkaç kişi büyük olasılık ile küçük çocukların dışında kendilerini kutsallara hizmet etmeye adamışlar idi. Ve yine görüyoruz ki kutsal yazılar İstefanas’ın ev halkını oluşturan kişiler ve onların ruhsal durumları konusunda tamamen sessiz kalmıştır. Ancak yine de Pavlus’un kendisi İstefanas’ın ev halkını vaftiz ettiğini yazar. Eğer Kutsal Ruh aracılığı ile bilge isek bize açıklanan bilgilerden nasıl bir şeyler öğreniyor isek aynı şekilde bu sessiz durumlardan da bir şey öğrenmemiz doğru olandır.

Çocuklarımızın vaftiz edilmeleri konusundaki karışıklığa değinmeye başladığım zaman düşüncelerimde bundan başka bir şey yok idi. Ama kutsal yazılarda yer alan ev halkları konusunda düşünür iken Yeni Antlaşma’daki ev halklarına ilişkin bu dikkat çekici konuları atlayıp geçmek bana uygun gelmedi. Kutsal Ruhun bizler için belirli bir amaç ile kaydettirmiş olduğu bu konuya işaret etmek gerekiyor idi. Kutsal yazılarda “Bebek vaftizi” ya da “Vaftiz aracılığı ile yeniden doğuş” hakkında hiç bir bilgi yer almadığını biliyoruz. Ama ben kutsal yazılara iman eden herhangi bir gerçek imanlının Tanrı sözünde net bir şekilde öğretilen ev halklarının vaftizi konusunu inkar edebileceğini sanmıyorum. Bazı kişiler bu konudan hoşlanmayabilir ve buna inanmayabilirler hatta bu sözlere boyun eğmeyi ret dahi edebilirler; çevremizdeki pek çok kişi kutsal yazılarda yer alan inkar edemeyecekleri gerçekleri netleştirmek için onlara boyun eğmeyi reddedebilirler. Ama ben şuna asla inanmıyorum: içtenlikle iman etmiş kişiler imanlarından herhangi bir şekilde söz etmenin tamamen dışında kalarak ev halklarının vaftizinin Tanrının sözünde açık bir şekilde öğretilmediğini söyleyemezler. Ah, benim değerli sevgililerim, Tanrı bize yalnızca sözünü işitmemiz için değil ama aynı zamanda sözünü yerine getirebilmemiz için de lütfetsin. (Bakınız Matta 7:24)

(Bir önceki bölümün kısımları şu iki kitaptan alıntı olarak yazılmıştır: “Cennetteki İki Ağaç” ve “Hristiyan Vaftizi”; her iki kitap da Walter Scott tarafından yazılmıştır.

Onisiforus’un Ev Halkı

Davut’un reddedilişini paylaşmaya istekli olmayan Yonatan’dan söz etmiş olduğumuzu hatırlayacaksınız. Onisiforus tüm sonsuzluk boyunca yaşayacak olan bir isimdir; o Mesih’in reddedilişini ve azarlanmasını paylaşmaya istekli değil idi ama yine de gayretli bir şekilde Pavlus’un nerede olduğunu bulmak için onu aramış ve onu Neron’un bir mahkumu olarak bir Roma zindanında zincire vurulmuş şekilde bulmuş idi. Pavlus bu zindandan şu sözleri yazar: “Biliyorsun, Asya ilindekilerin hepsi beni terk edip gittiler. Figelos ile Hermogenis de bunlardandır. Rab Onisiforus’un ev halkına merhamet etsin. Çünkü o çok kez içimi ferahlattı ve zincire vurulmuş olmamdan utanmadı. Tersine Roma’ya geldiği zaman beni arayıp buldu. O gün Rabden merhamet bulmasını dilerim. Efes’te onun bana ne kadar çok hizmet ettiğini sen de bilirsin.” 2.Timoteos 1:15-18. Efes, Küçük Asya’nın baş kenti idi. Ve Pavlus üç yıl süre ile orada emek vermiş idi. Elçilerin İşleri’nin yirminci bölümünün son kısmını okuyun. Orada Pavlus ve Efesli önderler arasındaki çok dokunaklı bölümde buna değinilmektedir. Hatırlayacağınız gibi hepsi acı acı ağlamışlar ve Pavlus’un boynuna sarılarak onu öpmüşler idi. Ama Pavlus şimdi Roma’da bir zindanda mahkum idi. Ve bir zamanlar ona sarılıp öpen ve onun için ağlayan kişiler şimdi ondan utanıyorlar idi. Ve aynı zamanda onun arkadaşlarından biri olarak bilinmeyi tehlikeli buluyorlar idi. İşte bu neden ile Asya’daki herkes onu terk etti ve onu terk eden bu kişiler arasında Efes’teki bu önderler de bulunmakta idiler. Bu sözlerin anlamı bu kişilerin Mesih’e sırt çevirdikleri ya da O’ndan vazgeçtikleri anlamına gelmez ve daha sonra elçi Yuhanna Efes’teki topluluğa bir mektup yazar ve bu mektubun içeriğinde onlar için iyi sözler yer alır ama bu topluluk dışardan doğru görünse de aslında düşmüş bir topluluktur, çünkü ilk sevgilerini terk etmişlerdir. (Vahiy 2:4) Ben onların bu düşüşünün Pavlus’a sırt çevirdikleri zaman başladığını düşünüyorum. Ve o zamanlar, bu alay edilen ve reddedilen adamı terk eden kişiler yalnızca Asya’da olan kişiler değiller idi. Pavlus Neron’un önüne ilk kez çıkarıldığı zaman yanında hiç kimse yok idi. Elçi, “herkes beni terk etti” diye yazar. Tüm sevgili emektaşlarının arasından yanında olan emektaşı yalnızca Luka idi. Bu günler gerçekten de karanlık günlerdi. Reddedilmiş hizmetkardan utanmayan birkaç kişinin adı daha yazılmış idi: uzun zaman ona sadık kalan “Priska ve Akvila” hala değişmemişler idi ve ona sadık idiler. Ve sonra Pavlus’un Milet’te hasta bıraktığı Trofimos da elçiye sadık kalmış idi; Roma’daki topluluktan olan Evvulus, Pudens, Linus ve Klavdiya (sonuncu isim büyük olasılık ile mavi gözlü ve sarı saçlı bir İngiliz kızı idi; kısa bir süre sonra “Pudens ve Klavdiya’nın” Roma’da karı koca olduklarını öğreniriz) Pavlus’un yanında idiler.

Onisiforus işte bu karanlık günlerde Efes’ten Roma’ya geldi. Elçi şöyle yazar: “Onisiforus Roma’ya geldi ve gayret ile beni buldu. O gün Rabden merhamet bulmasını dilerim. Efes’te onun bana ne kadar çok hizmet ettiğini sen de çok iyi bilirsin.” Sevgisi ve sadakati denemeye dayanan birini bulmak insanın canını ne kadar da tazeler! Yaşlı elçinin reddedilişini ve tehlikesini paylaşmaya istekli olan biri! Onisiforos Pavlus’un reddedilişini paylaşır iken aynı zamanda eski dönemde Musa’nın yaptığı gibi, Mesih’in reddedilişini ve azarlanmasını da paylaşmış oluyor idi. Ve hiç kuşkum yok ki, o bunu yapar iken yaptığının bu dünyanın sunduğu zenginliklerden daha değerli olduğuna inanıyor idi. İsa’ya adanmışlık ile çok yakından ilgisi olan bu arkadaşlıkta çok dokunaklı bir şey var idi – ve bir başkası şöyle demiştir: “İsa’ya adanmışlık, insan yürekleri arasındaki en güçlü bağdır.” Tüm her şey onları terk ettiği zaman, bir birlerine ne kadar da yakından bağlanırlar: eski Yahudi mahkum, Grek doktor, İngiliz kız ve Efes’ten gelen ziyaretçi. Tüm bu kişileri nerede ise görecek kadar gözümüzün önünde canlandırabiliriz ve aynı zamanda az da olsa düşünce ve duygularına bir giriş yapıp bazı şeyleri anlayabiliriz. Böylesine dehşet verici bir tehlike karşısında onlar gibi gerçek ve sadık olabilmemiz için Rab bize lütfetsin ve yardımcı olsun!

Ama bizim burada incelemeye niyetlendiğimiz konu, Onisiforos’un ev halkı idi. Ve ben bu konudan çok uzaklaştım. Elçi şöyle yazar: “Rab Onisiforos’un ev halkına yardım etsin.” (2.Timoteos 1:16) Ve yine aynı konunun uzantısı olarak devam eder: “Priska, Akvila ve Onisiforos’un ev halkına selam söyle.” 2.Timoteos 4:19. Ev halkının tamamı, onun başı olan kişinin sadakati ile bağlantılıdır. Onisiforos’un sadık ve sevgi dolu yüreği uğruna ev halkı özel bir şekilde Rabbin merhametine teslim edilmiştir. Eski dönemdeki Gatlı İttay gibi tüm ev halkı başı ile birlikte reddedilişi paylaşmıştır. Ve olması gereken de budur. Aynı şey bizim ev halklarımızda da olsun diye dua ediyorum.

*  *  *  *  *

Ve Rab halen reddedilmektedir. Ve Pavlus’bu gün pek çok kişi onun öğretişinden geri dönmüştür. Binlerce kişi sevinç ile Rab İsa Mesih’in kurtuluşunu kabul ederler. Ancak O’nun ile birlikte ordugahın dışına çıkmaya, O’nun azarlanmasını paylaşmaya istekli olan kişi sayısı çok azdır. Deneme işte budur. Rab İsa, bize Sana dikilmiş gözler ve senin sevgin ile dolu yürekler ver; öyle ki, Onisiforos ve ev halkı gibi bizler de Senin gerçek değerini bilelim.

“Ey unutulmuş ve reddedilmiş Rab İsa,
Biz gözlerimizi sana diktik!
Bu nedenle dünyanın görkemleri bizi üzerler ve biz onlar için yabancılarız.”

Sezar’ın Ev Halkı

“Bütün kutsallar, özellikle Sezar’ın ev halkından olanlar size selam ederler.” Filipeliler 4:22. Bu ev halkı hakkında söyleyecek hiç bir sözüm olmamasına rağmen, yine de bu ev halkından söz etmeden geçemeyeceğim. Bu ev halkı bir Hristiyan için belki de en zor ve en çetin ev halkıdır, ama orada imanlılar vardı. Bazı doğumlar soylu bazıları ise soylu olmayabilir ancak onları çağıran Rab tarafından her birinin adı bilinir. Ve onlar ile karşılaşacağımız günün gelmesi yakındır. Bildiğimiz gibi bazı kişiler Rableri ve Efendileri uğrunda canlarını feda ettiler. Şu anda önümüzdeki sırada çok zor bir halkı bulunmaktadır. Eğer cesaretimizin kırılması için bir ayartma ile karşılaşır isek “Sezar’ın ev halkında bulunan kutsalları” hatırlayalım. Bu noktada eklemem gereken bir şey var: çünkü 1.Korintliler 16:15 ayetinde aynı zamanda İstefanos’un ev halkı için de kullanılan “ev halkı” sözcüğü daha dar anlamlı bir sözcüktür.

Sezar’ın ev Halkındaki Kutsallar

(Filipeliler 4:22)

Neron’un sarayı! Görkemli ve parıltılı!
Bu kötülük yerinin avlularında Tanrı ile birlikte yürüyen kişiler var idi.
Kendisini dünyanın lekelerinden korumuş olan Sardis’teki birkaç can gibi
Burada Sezar’ın sarayında da lekesiz sancaklarını açmışlar idi.
Kurtarıcılarının çabalarına ve tamamladığı işe güveniyorlar
Ve O’nun gücüne dayanıyorlar idi.
Ayartmalara karşı O’nun kanı altında idiler.
Şimdi O’nun ak giysileri içinde O’nun ile birlikte yürüyorlar!
Rab, senin sevgin ve gücün Senin çocuklarını en kötü yerlerde dahi koruyabilir.
Onların üzerlerine gönderilen hiç bir ayartma Senin lütfundan daha güçlü değildir!
(Kathleen Cooke)

Narkis’in Ev Halkı

Bu ev halkı, hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmediğimiz bir başka ev halkıdır. “Narkis’in ev halkından Rabbe ait olanlara selam söyleyin.” Romalılar 16:11. Bu ayette bu ev halkı ile ilgili yer alan kısa bilgi yalnızca bu kadardır. Ve aslında Grekçe yazılmış Yeni Antlaşma’da “ev halkı” sözcüğü bile tercüme edilmemiştir, yalnızca “Narkisinkilere” ifadesi yer alır. Ama Rab bize biraz daha fazla bilgi verebilecek olan çok ilginç eski bir kaydın gün ışığına çıkması için izin vermiştir. Narkis ( aynı kişi olduğundan tam emin değiliz) özgür bırakılmış olan ve Klavdiyus Sezar’ın gözde adamı idi, ancak Neron tarafından öldürtülmüştür. “Doğruluk” anlamına gelen “Dikoeosyne” T. Klavdiyus Narkis’in karısıdır; bu kadın “adanmış ve çok sade bir yaşam süren” bir kadın olarak tanınır. Bu kadın belki de şimdi Narkis’in ev halkının başı olan dul idi. Ve bu kadın gerçek doğruluğun ne olduğunu Müjde’den öğrenmiş idi. Bu adanmış ve sade annenin Roma’daki ev halkını Rab için yetiştirdiğini ve O’nun doğruluğuna güvenerek sevindiğini düşünmek çok hoştur!

Aristobulus ve Kloi’nin Ev Halkları

Romalılar 16:10 ayetindeki “Aristobulus’un ev halkı” ve 1.Korintliler 1:11 ayetindeki “Kloi’nin Ev halkı” Narkis’in ev halkı ile ilgili belirtmiş olduğumuz söz düzenine benzer bir düzen içindedirler. O ilk günlerde ev halklarının başlarının ev halklarını kendileri ile birlikte Rabbi izlemeye getirdiklerine dair bereketli gerçeğe iki tanıklık daha eklerler.

Hanımefendi ve Çocukları

“Ben ihtiyardan Tanrının seçtiği ve gerçekten sevdiğim hanımefendiye ve çocuklarına selamlar! Baba tanrıdan ve Babanın Oğlu İsa Mesih’ten gelen lütuf, merhamet ve esenlik de gerçekte ve sevgide bizim ile olacaktır. Senin çocuklarından bazılarının Babadan aldığımız buyruğa uyarak gerçeğin izinden yürüdüğünü görünce çok sevindim. Tanrının seçtiği kız kardeşinin çocukları sana selam ederler.” 2.Yuhanna 1,3,4,13.

Burada Rabbi izleyen çocukları olan iki aile daha görmekteyiz. Ve bir aile anneleri ile birlikte kesinlikle gerçeğin izinde yürümektedirler. İşte Tanrının Ruhu elçi Yuhanna aracılığı ile bu aileye şu ciddi mesajı iletmektedir: “Evinize gelip de size Mesih’in öğretişini getirmeyen kişileri evinize almayın ve onlara selam bile vermeyin. Çünkü böyle birine selam veren onun kötü işlerine ortak olur.” Bu, hem sizin hem de benim bu gün içinde yürümemiz gereken “gerçektir.” Aynı elçi Yuhanna’nın günlerinde olduğu gibi bu ciddi mesaj bu gün için de geçerlidir. Ancak bu gün belki de Mesih’in öğretişini getirmeyen kişilerin sayısı Yuhanna’nın günlerinde olduğundan çok daha fazladır. Ve bizler, hatta bayanlar ve çocuklar bile bu ciddi öğüde eskisinden daha çok kulak vermemiz gerekir.

Arhippus

“Sevgili emektaşımız Filimon Mesih uğruna tutuklu olan ben Pavlusve kardeşimiz Timoteos’tan sana kız kardeşimiz Afiya’ya, birlikte mücadele verdiğimiz Arhippus’a ve senin evindeki inanlılar topluluğuna selam! Babamız Tanrıdan ve Rab İsa Mesih’ten sizlere lütuf ve esenlik olsun!” Filimon 1-3) Öyle görünüyor ki Filimon varlıklı bir adam idi ve kendisine hizmet eden pek çok kölesi var idi. Kölelerinden biri olan Onesimus evden kaçmış ve Roma’ya gitmiş idi. Ve büyük bir olasılık ile evden ayrılmadan önce efendisinden para da çalmış idi. Onesimus Roma’da Pavlus ile görüştü ve onun aracılığı ile Onesimus Rab ile birleşti ve Rabbin kölesi oldu.

Pavlus bu çok farklı kısa mektubu Onesimus’un eski efendisine yazar ve onu kendisine geri gönderir iken efendisine onun hakkında güzel sözler yazmayı da ihmal etmez. Bu, Tanrının düzenidir ve bizler rahatlıkla şuna inanabiliriz: “Filimon Onesimus’u kabul eder ve o artık kendisi için “köle değil, köleden üstün, sevgili bir kardeştir ve özellikle Pavlus için çok değerlidir. Ama hem bir insan hem de Rabbe ait biri olarak Filimon için daha da çok sevilecek bir kardeştir.”

Afiya’nın filimon’un karısı ve ev halkının kahyası olduğunu tahmin ediyoruz. Ve yine sanıyoruz ki, Arhippus da onların yetişkin çocuklarının adı idi. Bu adın anlamı “Atın Kaptanı”dır. Arhippus belki de roma ordusunda genç bir subay idi. Onların Kolose’de yaşadıklarına inanıyoruz (Koloseliler 4:1). Ancak bu konuda yine de emin olduğumuzu söyleyemeyiz. Ancak kesin olarak bildiğimiz şudur: kentteki imanlılar topluluğu onların evinde toplanıyor idi.

Oğul Arhippus’a özel bir hizmet emanet edilmiş idi. Bu hizmetin ne olduğu tam olarak açıklanmamıştır ancak elçi şu sözleri yazar: “Arhippus’a, ‘Rab yolunda üstlendiğin görevi tamamlamaya dikkat et’ deyin!” Koloseliler 4:17. Matta 25:14-30 ayetlerindeki adam uzak ülkelere yolculuk ettiği zaman hizmetkarları ile mallarını müşterilere gönderir idi; “adam, her birinin yeteneğine göre birine beş, birine iki, birine de bir talant vererek yola çıktı.”  Ve ben sanıyorum ki, Rabbimiz okuyucularımdan her birine bazı özel görevleri mutlaka emanet etmiştir; her birine vermiş olduğu yeteneğe göre. Bizler bir talantı olan hizmetkar gibi yapmayabiliriz ve talantımızı gizleyebiliriz. Ama Rabbin Arhippus’a söylediği söz O’na ait olan çocuklarından her biri için söylenmiştir: “Rab yolunda üstlendiğin görevi tamamlamaya dikkat et!”

Eğer bizler anne ve babalar ya da büyükanne ve büyükbabalar olarak bu yetenekleri ya da bu talantları eğitmek için yardımcı olabilir isek bunlar “yerine gelebilirler” ve tam olarak yerine geldikleri zaman çocuklarımızın her biri tarafından en iyi ve en üstün şekilde kullanılırlar. Bizler bu çocukların bize bu çocukları O’nun için yetiştirmek üzere Rabden yalnızca birer emanet olduklarını görmüş idik. O, her bir çocuğa yetenekler ve talantlar vermiştir ve bunların O’nun için kullanılmaları gerekir. Ve bizim çocuklarımıza bu görevi yerine getirmeleri için yardım etmek istememiz bizlerin mutlu ayrıcalığıdır. Çocuklarımız O’na aittirler ve O’na hizmet edeceklerdir, duam Rabbin bize Kendisi için hizmet edebilmeleri amacı ile onlara rehberlik edecek bilgeliği sadakati ve gücü vermesi içindir!

Timoteos

Şimdi Yeni Antlaşma’daki ailelerin en çekici olanlarından birine gelmiş bulunuyoruz. “Sendeki içten imanı anımsıyorum. Önce büyükannen Louis’in ve annen Evniki’nin sahip olduğu imana şimdi senin de sahip olduğuna eminim. Bu neden ile ellerimi senin üzerine koymam ile Tanrının sana verdiği armağanı alevlendirmen gerektiğini hatırlatıyorum.” 2.Timoteos 1:5. Elçi burada hem büyükanne hem de annenin imanları üzerinde durmaktadır. Ve 2.Timoteos 3:15 ayetinde şu sözleri okuruz: “Mesih İsa’ya iman aracılığı ile seni bilge kılıp kurtuluşa kavuşturacak güçte olan kutsal yazıları da çocukluğundan beri biliyorsun.”

Bir çocuk için nasıl da değerli bir miras! Kutsal yazıları bilmek! Belki çocuklarımıza yersel açıdan bırakacağımız mal ve mülk fazla olmayabilir ama eğer onlara küçüklüklerinden beri kutsal yazılar ile ilgili bilgi verebildi isek onlara zenginliğin ve hazinelerin en büyüğünü vermişiz demektir çünkü bu dünyada sahip olunabilecek en değerli şey kutsal yazılardır. Büyükanne Lois ve anne Evniki gerçek imana sahip olan kişiler idi ve Timoteos’a kutsal yazıları o henüz küçük bir çocuk iken (çünkü Grekçe sözcüğün anlamı budur) öğretenlerin bu iki hanım olduğundan eminiz çünkü Timoteos’un babası bir Grek idi.

Sonuç mu? Hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Timoteos’a yazılan birinci ve ikinci mektupları okuyun. Tüm dünya edebiyatında bu mektuplar kadar değerli başka yazı olduğunu sanmıyorum. Timoteos yapı olarak ürkek idi, kolayca ağlamaya hazır bir çocuktu ve yaşı açısından çok genç ve narin yapılı idi. Ama elçi Pavlus’un diğerleri arasında en çok güvendiği çocuk belki de timoteos idi. Neden mi? Kutsal Yazılar onun yüreğinde saklı idiler ve imanı sarsılmaz idi.

Bu herkesin izleyebileceği bir örnektir. Büyükanne ve büyükbaba ya da anne ve baba olabiliriz; o halde Lois ve Evniki’nin Timoteos için yapmış olduğunu kendi sevgililerimiz için yapabilecek gücü ve bilgeliği göklerden isteyelim! Elbette ki bu konuda güvenebileceğimiz tek kişi Rabdir! Yürekleri değiştirecek tek güç O’nun gücüdür; kutsal yazılarda yer alan “yeniden doğma” yukarıdan Kutsal Ruhtan olur ve imanımızı başlatan ve tamamlayan da yine Rabdir; kutsal yazılardaki bilgileri açıklayabilecek olan tek güç Kutsal Ruhtur. Bu nedenle O, her küçük sevgiliyi önündeki yolda kucağında taşıyacak ve onu koruyacaktır.

*  *  *  *  *

Anne ve Babalara Öğütler

Yeni Antlaşma

Çocukların anne ve babaları ile olan öykülerinin burada sonu gelmiş bulunmaktadır. Bunun nedeni elbette bu konudaki hazine kaynağımızın tükenmiş olması değildir. Çünkü bu konuda aklıma gelen daha pek çok öykü var, ama sanırım sizin sabrınızı tüketmiş bulunuyorum ve bu yüzden kısa bir an için kutsal yazıların anne ve balara vermiş olduğu öğütlere geri dönmeye karar verdim. Bunlardan bazılarına daha önce Eski Antlaşma’da zaten bakmış idik. Ama şimdi ben size Yeni Antlaşma’daki öğütlere götürmek istiyorum. Ama ne gariptir ki, anneler için verilmiş olan böyle bir öğüt bulamıyorum gibi görünüyor. Ama sanıyorum ki “ana sevgisi” herhangi bir öğüde gerek kalmadan her bir çocuk ile nasıl ilgilenilmesi gerektiği konusunda anneyi yeterince bilge kılar! Ama tabii ki annenin babaya verilen tanrısal öğütlerden haberdar olması gerekir.

Çünkü babalar için verilmiş olan çok az sayıda ve çok sade öğütler kesinlikle mevcuttur. Eğer yalnızca bu birkaç öğüt babanın yüreğine tam olarak yerleşir ise kişiler pek çok yürek acısı yaşamaktan korunmuş olurlar.

Efesliler 6:4 ayetini okuyalım: “Ey babalar, siz de çocuklarınızın öfkesini uyandırmayın. Onları Rabbin terbiye ve öğüdü ile büyütün.” “Öfkesini uyandırmayın” ifadesi ile tercüme edilmiş olan Grekçe sözcük çok ender olarak kullanılan bir sözcüktür. Bu sözcüğün yer aldığı diğer tek yer Romalılar 10:19 ayetindedir. Bu ifade isim şekli ile Efesliler 4:26 ayetinde bulunur ama Yeni Antlaşma’nın başka hiç bir yerinde bu sözcüğe rastlanmaz. Buradaki anlamı “sinirlendirmektir.” Siz sinirlenmişsinizdir (öfkelenmişsinizdir) ve Rab size şöyle der: “Öfkenizin üzerine güneş batmasın.” Belki de babalara verilen bu öğüt şöyle tercüme edilebilir: “Siz babalar, çocuklarınızı sinirlendirmeyin.” Çocukları sinirlendirmek ya da onların öfkelerini uyandırmak ne kadar da kolaydır. Burada kullanılan sözcük onları hiddetlendirmek kadar güçlü bir anlam taşımaz. Bazen çocuklarımıza takılırız, belki de bu ifade ile kast edilen bu tür bir davranıştır. Belki bunu yapmaya hakkımız olduğunu ya da böyle davranmanın yanlış olmadığını düşünürüz. Hatta bu davranışın çocuklar için yararlı olduğunu bile sanabiliriz. Ancak tam aksine bu davranış, Tanrının sözüne doğrudan bir itaatsizliktir ve kesinlikle üzücü bir sonuç getirecektir. Çocuklarımızı aşağı indirmemeli aksine onları “yukarı kaldırmalıyız”. Bu şekilde tercüme edilen sözcüğün Efesliler 5:29 ayetinde tekrar kullanılmış olduğunu görürüz; bu ayette Mesih’in kilisesini beslediğini okuruz. Çocukları “itmemeliyiz”, onları “getirmeliyiz.” Ve bu iki davranış arasından ne kadar da büyük bir fark vardır! Çocuklarımızı besleyerek ve kayırarak yetiştirmemiz gerekir. ‘Beslemek’ olarak tercüme edilen bu sözcüğün birebir anlamı “bir çocuğa öğretmek’tir. 2.Timoteos 3:16 ayetinde aynı sözcüğü ‘öğretmek’ şeklinde tercüme edilmiş olarak buluruz. Kutsal yazılar yani Tanrı Sözü bizi besler ya da bize öğretir. İbraniler 12: 5,7,8,11 ayetlerinde aynı sözcüğü tekrar bu kez şu şekilde tercüme edilmiş olarak buluruz: ‘azarlamak!’ Tüm bu sözcüklerin kapsamları içinde çocuklarımıza karşı sorumlu olduğumuz disiplin kavramı vardır. Ve kutsal yazılar bu konuda bize şunu söylerler: “Terbiye edilmek başlangıçta hiç tatlı gelmez, acı gelir. Ne var ki, böyle eğitilenler için bu sonradan esenlik veren doğruluğu üretir.” İbraniler 12:11. (Yeni Çeviri) Eğer çocuklarımızı terbiye etmez isek o zaman Tanrı’ya itaatsizlik etmiş oluruz. Ve biz daha önce Eli ve oğullarından söz eder iken bu konuya değinmiş idik. Kısaca aklımızda tutmamız gereken şudur: Çocuklarımızı besler ve onlara öğretir iken onları terbiye etmemiz de gereklidir ve bu da Rabbin isteğidir. Terbiye etmek sözcüğüne aynı zamanda eğitmek, öğretmek ve azarlamak da dahildir. Her biri, çocuğa farklı yararlar sağladığı için ayrı ayrı çok önemlidir. Ve hepsi de ‘beslemek’ ifadesi içinde yer alırlar. Ama bunlardan ayrı olarak bir başka sözcük daha mevcuttur; onları “Rabbin terbiye ve öğüdü ile büyütmemiz” gerekir. Öğüt sözcüğünün birebir anlamı “akla yerleştirmektir.” Çocukların çoğunun unutkan olması mümkündür ve onları terbiye etmenin bir yolu da “akıllarına yerleştirmektir.” Ah, bunu yapabilmek için anne ve babanın ne kadar da sabra ihtiyaçları vardır. Belki de bu sözcük aynı zamanda öğretme, öğüt verme ve uyarıda bulunma gibi davranışları da içerir; ama bunlara kesinlikle ‘tehdit etmek’ gibi bir kavram dahil değildir. Yukarda belirtilen tüm davranışları yerine getirmemiz gerekir ama bunların hepsi de Rabden olmalıdır. Ve şunu her zaman hatırlayalım: çocuklarımızı asla sinirlendirecek ya da öfkelendirecek şekilde davranmamamız gerekir.

Koloseliler 3:21 ayetinde babalara söylenmiş olan bir başka küçük sözcüğe daha rastlarız. Benim Grekçe Yeni Antlaşmamda bu ayet yalnızca tek bir satır olarak yer alır. Ancak bu tek bir satırda o kadar çok şey anlatılır ki! “Ey babalar, çocuklarınızı incitmeyin yoksa cesaretleri kırılır.” İncitmek ya da kışkırtmak sözcüğünün karşılığı aynı zamanda 2.Korintliler 9:2 ayetinde de yer alır. Ama Yeni Antlaşma’da bundan başka bir yerde bulunmaz. Tüm teşviğin kaynağı Babamız Tanrıdır. Ve bizlerin de çocuklarımızın cesaretini ya da teşviğini kıracak bir şeyi asla yapmamamız gerekir. Bizim onlara karşı olan davranışımızın Babamızın bize karşı olan davranışı ile aynı olması gerekir: TEŞVİK etmek! Bunu O’nun isteğine uygun olarak nasıl yapacağımızı bize Rabbin Kendisi öğretsin diye dua ediyorum. “Sevgili çocukları olarak Tanrıyı örnek almak”! Efesliler 5:1.

Galata Kulesi
Galata Kulesi

Bazılarımız zamanında bize verilen bu öğütlere kulak asmadığımız için geriye dönüp baktığımız zaman acı pişmanlıklar duyarız; çünkü artık onlara kulak asıp uygulama fırsatını artık kaybetmişizdir. Bu satırlar sevgili küçükler yararına kaleme alındı ve diliyorum ki onlara karşı yapılan bu hataları affedebilsinler. Ve yine onlar da yaşları ilerledikçe asla bu tür pişmanlıklar duymasınlar!

*  *  *

Her ne kadar anneler için özel bir öğüt verilmemiş gibi görünse de genç kadınlara verilmiş olan çok önemli bir mesaj vardır: ve bu mesajın genç anneler için verilmiş olduğu da böylelikle aşikar hale gelir. Elçi, Titus’a yaşlı kadınların görevlerinden söz eder ve burada sözü geçen görevin bir kısmı da genç kadınlara öğretmek ya da onlara öğüt vermektir. Bunlar dikkat çekici sözcüklerdir ve yalnızca burada Yeni Antlaşma’da kullanılırlar ve birebir olarak “birinin aklını başına getirmek” anlamında kullanılırlar. Bu bölümde üç farklı yerde bir birine çok benzeyen sözcükler kullanılır ve bu sözcükler uyanık olmak anlamına da gelirler. Bu durumda anlaşılıyor ki yaşlı kadınların genç kadınlara verdikleri öğütler şöyledir: “Kocalarınızı ve çocuklarınızı sevin, sağ duyulu, temiz yürekli ve iyi birer ev kadını olun ve kocalarınıza bağımlı olun. O zaman Tanrının sözü kötülenmez.” Titus 2:4,5.

*  *  *  *  *

Eski Antlaşma Öğütleri

Gelin şimdi birlikte tekrar biz anne ve babalara ya da büyükanne ve büyükbabalara verilmiş olan birkaç Eski Antlaşma öğüdüne daha dikkat verelim çünkü her ikisi de bu konuya dahildir.

“Ancak gördüklerinizi unutmamaya, yaşamınız boyunca aklınızdan çıkarmamaya dikkat edin ve uyanık olun. Bunları çocuklarınıza ve torunlarınıza öğretin(anlatın.)” Yasanın Tekrarı 4:9. Buradaki bu mesaj her birimiz içindir.

“Bu gün size verdiğim bu buyrukları aklınızda tutun. Onları çocuklarınıza belletin. Evinizde oturur iken, yolda yürür iken, yatarken ve kalkarken onlardan söz edin. Bir belirti olarak onları elinize bağlayın ve alın sargısı olarak takın. Evlerinizin kapı sövelerine ve kentlerinizin kapılarına yazın.” Yasanın Tekrarı 6:6-9.

“Onları çocuklarınıza öğretin. Evinizde oturur iken yolda yürü iken yatarken ve kalkarken hep onlardan söz edin. Evinizin kapı sövelerine ve kentlerinizin kapılarına yazın. Öyle ki, rabbin atalarınıza vermeye söz verdiği topraklar üzerinde sizin de çocuklarınızın da ömrü uzun olsun ve yeryüzünün üstünde gökler olduğu sürece orada yaşayasınız.” Yasanın Tekrarı 11: 19-21.

Bu kutsal yazılar bize çocuklarımıza Tanrı sözünü öğretmemizin aciliyetini çok iyi anlatırlar. Çocuklarımız büyüdükçe okuldaki çalışmaları ve ev ödevleri onların zamanını almaya başlayacaktır ve bu yüzden siz her geçen yıl fırsatlarınızın daha da azaldığını göreceksiniz. Çocuklarınız henüz küçük iken onlara bu kutsal kitabı öğretmek için en iyi zamana sahipsiniz. Bizler çocuk iken benim annem bizi her gün özellikle tatil günlerinde bir araya toplama alışkanlığını edinmiş idi. Ve bize yüksek ses ile kutsal kitaptan bölümler okurdu ve böylelikle bu sevgili eski kitabın her birimiz için yaşamasını sağlamış olur idi. Ailemizdeki her çocuğun geriye baktığı zaman annemiz ile birlikte kutsal kitap okuması yaptığımız o öğleden sonralarını çok net ve sınırsız bir zevk ile özlediğinden hiç kuşkum yok. Annemizin yanında oturmaktan ve onun bize kutsal kitaptan okuduğu öyküleri dinlemekten asla bıkmaz ya da usanmaz idik. Kutsal yazılardan öğrendiklerimizin çoğunu annemizden öğrendiğimizden eminim. Aynı şekilde babamız da bize sabahları ve akşam üstleri kutsal kitaptan öğretir idi ve aynı zamanda bir teyzemiz ve bir de büyükannemiz var idi; onlar da bize kutsal yazıları öğrettiler. Annemiz, babamız, teyzemiz ve büyükannemiz, her biri de kutsal yazıları çok sever idi. Ve bizler bunu çok iyi bilir idik. Ve belki de aynı zamanda bizlerin de kutsal yazıları farkında olmadan sevmemizin nedeni bu idi.

Yasanın Tekrarı kitabından Süleyman’ın Özdeyişleri kitabına döndüğümüz zaman burada anne ve babalara verilen tamamen farklı bir tür öğüt ile karşı karşıya geliriz.

“Bilge çocuk babasını sevindirir, akılsız çocuk annesini üzer.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 10:1; aynı zamanda bakınız Süleyman’ın Özdeyişleri 15:20; Süleyman’ın Özdeyişleri 19:13; Süleyman’ın Özdeyişleri 29:3).

Bu ayet bir anlamda Süleyman’ın Özdeyişleri kitabının öğretişinin özeti olarak görülebilir. Bu kitaba Genç Adamın Kitabı adı verilmiştir. Ve bu adın verilmesi oldukça yerinde bir davranıştır ancak elbette ki aynı zamanda genç kadınların da bu kitaba eşit şekilde kulak vermeleri ve onu önemsemeleri doğru olandır. Biraz önce alıntısı yapılan ayette ve yine ondan önce alıntısı yapılmış olan ayetlerde dikkatinizi çekecek olan nokta şudur: söz ile hitap edilen kişi “baba” değil “oğuldur”. Konuşan kişi, babadır ve bu baba Süleyman’dır. Ve bizler bu gayretli ve hararetli sözcükleri okuduğumuz ve daha sonra Süleyman’ın oğlu Rehovam’ı ve onun yaptığı tüm kötülükleri hatırladığımız zaman durumun feciliğini binlerce kez artmış olarak görürüz. Daha önce görmüş olduğumuz gibi hata Süleyman’ın kendisinde idi ve hatta bu sıkıntının tohumları Davut’un zamanına kadar geri gitmekte idi. Ama bu durum, bir gözünü Rehovam’a dikmiş olarak Süleyman’ın Özdeyişlerini okuyan birinin hissettiği üzüntüyü azaltmaz. Ancak yine de sözlerin hepsi gerçek ve doğrudur ve eğer bizim çocuklarımız bu sözlere kulak asmış olsalar idi o zaman kendilerinden ne kadar çok üzüntü ve sıkıntı azalmış olacak idi.

Şimdi oğula verilen bu öğütlerin bir kaçından alıntı yapacağız ve dikkatinizi çeken şu olacaktır: aslında biraz önce Yasanın Tekrarında görmüş olduğumuz öğretiş ile buradaki öğretişler aynıdır ancak farklı bir bakış açısından ele alınarak yazılmışlardır.

“Oğlum, babanın uyarılarına kulak ver. Annenin öğrettiklerinden ayrılma.” Süleyman’ın Özdeyişleri 1:8.

“Oğlum, unutma öğrettiklerimi. Aklında tut buyruklarımı. Çünkü bunlar ömrünü uzatacak, yaşam yıllarını ve esenliğini artıracaktır.” Süleyman’ın Özdeyişleri 3:1,2.

“Çocuklarım, babanızın uyarılarına kulak verin. Dikkat edin ki anlayışlı olasınız. Çünkü size iyi ders veriyorum. Ayrılmayın öğrettiğimden. Ben bir çocuk iken babamın evinde, annemin körpecik tek yavrusu iken, babam bana şunu öğretti: ‘söylediklerime yürekten sarıl. Buyruklarımı yerine getir ki yaşayasın. Bilgeliği ve aklı sahiplen. Söylediklerimi unutma ve onlardan sapma.” Süleyman’ın Özdeyişleri 4:1-5.

“Oğlum, sözlerime dikkat et ve dediklerime kulak ver. Aklından çıkmasın bunlar, onları yüreğinde sakla. Çünkü onları bulan için yaşam, bedeni için şifadır bunlar.” Süleyman’ın Özdeyişleri 4:20-22.

“Oğlum, bilgeliğime dikkat et ve akıllıca sözlerime kulak ver. Böylelikle her zaman sağ görülü olur ve dudakların ile bilgiyi korursun.” Süleyman’ın Özdeyişleri 5:1-2.

“Oğlum, şimdi beni dinle. Ve ağzımdan çıkan sözlerden ayrılma.” Süleyman’ın Özdeyişleri 5:7.

“Oğlum, sözlerimi yerine getir ve aklında tut buyruklarımı. Buyruklarımı yerine getir ki yaşayasın. Öğrettiklerimi gözünün bebeği gibi koru ve onları yüzük gibi parmaklarına geçir. Yüreğinin levhasına yaz.” Süleyman’ın Özdeyişleri 7:1-3.

“Bilgelik çağırıyor ve akıl, sesini yükseltiyor.” “Çocuklarım şimdi beni dinleyin, yolumu izleyenlere ne mutlu!” Süleyman’ın Özdeyişleri 8:1,32.

BİLGE BİR OĞUL BABASININ TERBİYESİNİ SEVER
(Süleyman’ın Özdeyişleri 13:1)

Biraz önce alıntısını yapmış olduğumuz kutsal yazıların Süleyman’ın Özdeyişleri kitabının ilk yarısına ait oldukları dikkatinizi çekmiştir. Bu kitabın daha sonraki kısmında anne ve babalara verilmiş olan daha fazla öğüde yer verildiğini görürüz. Süleyman yaşamının daha sonraki bölümünde bu derslerin kendisi için artık çok geç olduğunu ve umut kalmadığını gördüğü zaman onları bu günkü anne ve babaların öğrenip uygulaması için gayretli bir şekilde ve ısrarlı bir biçimde kaleme almıştır.

Eli ve oğullarının bize öğretmiş oldukları dersler üzerinde derin düşündüğümüz zaman anne ve babalara değnek kullanmaları için öğüt veren bir dizi bölüme bakmış idik. Bunların hepsini tekrar etmeyeceğiz ancak yalnızca bir tanesi üzerinde tekrar duracağız: “Uyarıları zihnine işle ve bilgi dolu sözlere kulak ver. Çocuğunu terbiye etmekten geri kalma. Onu değnek ile dövsen de ölmez. Onu değnek ile döver isen onun canını ölüler diyarından kurtarırsın.” Süleyman’ın Özdeyişleri 23:13,14. Bu ayet her anne ve babanın yüreğine işlemesi gereken bir ayettir. Bizler çoğu zaman Tanrının değnek kullandığımız takdirde çocuklarımızı cehennemden kurtaracağımızı söylediğini unuturuz. Değnek kullanılması hem çocuklara hem de anne ve babaya acı verir ama eğer çocuk küçük iken ona iyi gelecek birkaç vuruştan yoksun kaldığı için cehennemin sonsuz acılarına katlanması gerekecek ise o zaman durum her iki taraf için çok daha korkunç olacaktır.

Bir başka ayet üzerinde daha ciddi bir şekilde durup düşünecek olur isek iyi yapmış olacağız; o ayet de şudur: “Henüz umut var iken çocuğunu eğit, onun yıkımına neden olma.” Süleyman’ın Özdeyişleri 19:18. Bir dal genç ve yeşil iken daha kolay bükülür ama dal çok çabuk sertleşir ve rengi koyulaşır ve sonra artık onu bükmek için umut kalmaz. Çocuklar küçük iken onlar için umut vardır ve hiç kuşkusuz onları terbiye etmek için uygun olan zaman bu zamandır. Daha büyüdükleri zaman bile değnek ile dövülmeleri gereken zamanlar olabilir ama o zaman bu durum hm anne ve baba hem de çocuk için çok daha zor bir deneme olacaktır; bu nedenle küçük iken terbiye edilmeleri daha doğrudur. Umudun mevcut olduğu zamanların ne kadar çabuk geçtiklerini hatırlayalım ve terbiyenin acı veren bu kısmı için doğru zamanı değerlendirmekten geri kalmayalım. Öyle ki, daha sonra bu tür bir terbiyeye gerek kalmasın.

Daha önce söz etmiş olduğumuz bir ayet daha var ve ben size bu pratik kitaptan ayrılmadan önce o ayeti tekrar hatırlatmak istiyorum; bu ayet Süleyman’ın Özdeyişleri 22:6 dır: “Çocuğu tutması gereken yola göre yetiştir, yaşlandığı zaman o yoldan ayrılmaz.” Bu ayet bana anne ve babalar için çok teşvik edici bir ayet gibi görünüyor. Ve bu ayet aynı zamanda çocuklarımızı tutmaları gereken yola göre yetiştirmek ister iken yürüdüğümüz yolda yüreğimize sevinç verecek bir vaattir.

Büyükbabanın sözleri sona erer: ama onlar büyükbabayı çok suçlamışlardır. Ona kendisini hata yapmış gibi hissettirmişler ve böyle bir iş için uygun olmadığını söylemişlerdir. Ancak, bu sayfalar arasında vaatler ve uyarılar, öğütler ve teşvikler yer alır. Ve bunları kaleme aldıran “asla hata Yapmayan’dır.” Bu konular hakkında tam bir güvene sahip olarak içimizi rahat tutabiliriz. “Şunu bil ki, son günlerde çetin anlar olacaktır.” 2.Timoteos 3:1 (Yeni Çeviri). Bu nedenle bu ayetler bizler için kesinlikle iyi birer rehberdir. Kendi hata ve zayıflıklarımız genellikle bizi düşürürler ama biz yine de her zaman gözlerimizi “İsa’ya dikelim!” Çünkü gün için muhtaç olduğumuz gücü yalnızca O’nda buluruz. Ve her zaman ve daima hatırlayalım ki, “TANRI SADIKTIR.”

“Böylesi bir işe kim yeterlidir?”
(2.Korintliler 2:16)
“Bizi yeterli kılan Tanrıdır.”
(2.Korintliler 3:5)
“O’nun merhameti sonsuza kadar sürer.”
(Mezmur 136

*  *  *  *  *

Yazar Hakkında

Babam George Christopher Willis 1889 yılında Kanada Toronto’da dünyaya geldi. Küçük yaşta Rab İsa’yı Kurtarıcısı olarak kabul etti ve tüm yaşamını Efendisine adadı. Bir çocuk iken “Çin’in Milyonları” adlı bir dergi okuma alışkanlığına sahip idi. Bu dergi Çin’deki görevli hizmetkarlar tarafından yayınlanır idi. Babam bu dergiden çok etkilendi ve hep Çin’e gitmek istedi, amacı iyi haberi orada duyurmak idi. McGill üniversitesinde mühendislik okudu ve mezun olduktan birkaç yıl sonra evlendi. Anneme evlenme teklifi yaptığı zaman, ona “Benim ile evlenir misin?” diye sormadı, ama “Benim ile Çin’e gelir misin?” diye sordu.

Böylece annem ve babam 1921 yılında, üç çocukları ile birlikte Çin’e gittiler. Onlar “bağımsız” görevli idiler. Ve başlangıçta çok büyük zorluklar ile karşı karşıya kaldılar. Güney Çin’den, Kuzey Çin dağlarında bir yerde bulunan Killing’e gittiler. Çünkü Güney Çin’in havası çocuklarına iyi gelmemiş idi.

Babam Killing’de bir postanenin bina edilmesinde danışmanlık işini elde etti. Pek çok hizmetkar tatil yapmak için Killing’e gitmeyi alışkanlık haline getirmiş idi. Ve babam orada ilk kez “liberal” Hristiyanlar ile karşılaştı. Ve onların bazılarının imanları karşısında şoke oldu, öyle şaşırmıştı ki hemen İngiltere’ye yazdı ve onların öğretişlerini düzeltmek için kitaplar getirtti; öğle yemeği tatili sırasında postane binasının önünde yolun kenarında bu kitapları satmaya başladı; babamın bunu yapmaktaki amacı iyi doğru ve sağlam temelli bir Hristiyan kitapevi açmak idi. 1924 yılında Şangay’a taşındık ve babam Şangay’da halen çalışmakta olan Hristiyan Kitapevi’ni açtı.

Hem annem hem de babam İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonlar tarafından hapse atıldılar ve geri dönmeden önce yalnızca çok kısa bir süre için Kanada’da yaşadılar. Babamın tüm yaşamı Rabbe hizmet etmek ile geçti; Çin’deki insanları çok sevmiş idi ve onlar da babamı çok sevmişler idi.

Babam müjde için yoğun çalışmasına rağmen yine de birkaç kitap yazmak için zaman buldu ve genellikle kutsal yazıların metinlerini aydınlatmak için çalışmalar yaptı. Hristiyan Kitapevi’ni işletti ve çok yoğun bir şekilde müjdeyi duyurdu. Sonunda 1967 yılında Kanada’ya döndü.

Çok yaşlandığı dönemde bile hala yazıyor idi ve kutsal yazıların yorumları üzerinde zaman geçiriyor idi. Aynı zamanda da bir çok ziyaretler yapıyor idi. Artık kendisine bakamayacak hale geldiği zaman ona ben baktım ve babamın dizleri hiç aklımdan çıkmaz; dua etmek için geçirdiği yoğun zamanlarda dizlerinde kalın nasırlar oluşmuş idi. Babam şimdi Rabbin yanında olmasına rağmen onun işlerinin hala konuşuyor olduklarını hiç çekinmeden rahatlık ile söyleyebilirim.

Frances Mary Willis. (1989)