Bir Yabanci Olan Rut

Rut 1

“RAB körlerin gözlerini açar; iki büklüm olanları doğrultur, RAB garipleri (yabancıları) korur; öksüze, dul kadına yardım eder.” (Mezmur 146:8,9)

Rut Kitabındaki ilk ayetten, bu dönemin “hakimlerin egemenlik sürdüğü günlere” ait bir dönem olduğunu anlıyoruz. Rut Kitabından önceki Kitabın son ayetinden ise hakimlerin günlerini belirten iki özellik öğreniyoruz: Bu özeliklerin ilki şöyledir: “O dönemde İsrail’de kral yoktu”, ikinci özellik ise şudur, “Herkes kendi gözünde doğru olanı (dilediğini) yapıyordu.”

Krallık ile ilgili konulardan vazgeçmiş olan her ülkenin içine girdiği koşullar gerçekten ciddidir; böyle bir durumda halk yöneten bir baştan ya da üstün olan bir yetkiden yoksundur. Bu tür koşullarda izlenen yol şudur: Herkes kendi gözünde doğru olanı yapar ve yaptığı her şey hata ile sonuçlanır.

Krallık ortadan kalktığı zaman, demokrasinin yükselmesi öz-iradenin egemenliğine yol açar, tüm sınırlamalar bir kenara atılır ve düzenin her şekilde ihlal edilmesine düşkünlük baş gösterir. Hakimlerin günlerinde Tanrı halkının içinde bulunduğu koşullar böyleydi. Ne yazık! Günümüzde de Tanrı’nın halkı olduklarını açıklayan kişiler arasında bu düşük koşulların aynı örnekleri görülür. Aynı prensipler yürürlüktedir ve aynı sonuçları üretirler. İnsanın öz-iradesi tüm sınırlamalara karşı sabırsızdır ve yetkiyi giderek daha fazla reddeder. Krallık, kendi gözünde doğru olanı yapmak isteyen insanların iradesinin önünde zayıf düşmeye başlar. Demokrasi, yaşamın her bölümündeki yetkinin gücünü tüketir. İnsanlar, Kral’ın ve Kral’ı temsil eden kişilerin yerine geçerek egemenlik sürmek isterler: İnsanlar, efendilerinin yerine ve çocuklar anne-babalarının yerine geçerek egemen olmayı arzu ederler. Ve bunun sonucu olarak tüm dünya sisteminin ahlakı bozulur ve mahvolmaya ve karmaşaya sürüklenmeye mahkum olur.

Ama ne kadar yazık! Çünkü dünyada karmaşa oluşmasına neden olan aynı ilkeler, aynı üzücü sonuçlar ile birlikte Tanrı’nın halkı arasında da işlemektedirler. Bu nedenle, Tanrı halkının da bölündüğünü ve dağıldığını görüyoruz, bu ayrılma ve dağılma olgusu ne yazıktır ki hala sürüyor. Öz-irade uygulaması Rabbin yetkisini kullanmasına ve Baş’ın yönlendirmesine engel oluyor. Hıristiyan topluluğu da aynı dünyanın yaptığı gibi kendi gözünde doğru olanı yapıyor. Bu kötü ilkeler, Elçi Pavlus’un zamanında bile işlemekteydiler. Çünkü Pavlus, kutsalları Baş’a tutunmadıkları için uyarmak zorunda kalmıştı ve büyük üzüntü duyarak onların “İsa Mesih’in isteklerinin değil, kendi isteklerinin ardından gittiklerini” ifade etmişti.

Tüm ihtiyaçlarımızı, Mesih’in Bedeni olan Kilise’nin Başı’ndan (Rab İsa’dan) sağlamaktan ve Rabbin rehberliği ve Ruh’un kontrolü altında hareket etmekten vazgeçtiğimiz an, kendi gözümüzde doğru olanı yapmaya başlarız. Beki ahlaksal açıdan dünyanın gözünde yanlış olan bir şey yapmayabiliriz, aslında hizmetimizde çok aktif, yetkin ve içten olabiliriz, ama yaptıklarımızda Rabbin istekleri ve Baş’ın rehberliği önemsenmediği takdirde, bizim öz-iradelerimiz, kendi gözlerinde doğru olanı yapacaklardır.

İsrail’in ahlak düşüklüğünün üzücü sonucu, bu ilk bölümün birinci ayetinde dile getirilir. Bu durum, “ülkede kıtlık başlamasına” neden oldu. Bu dünyada, süt ve balın aktığı bir ülke olan ve bu nedenle bir bolluk yeri olması gereken yerde Tanrı halkının ihtiyaçları yeterince karşılanmıyordu.

Ne yazık! Aynı kötülükler Hıristiyan Alemi’nde de benzer bir sonuca yol açmışlardır. Artık Baş’a tutunmayan ve Rabbin yetkisine boyun eğmeyen Hıristiyanlar, kendi gözlerinde en iyi olan ne ise onu yaptılar ve Tanrı halkının ruhsal yiyecek eksikliğinden dolayı açıktan ölmek üzere olduğu sayılamayacak kadar çok mezhepler oluşturdular. Bir bolluk yeri olması gereken Tanrı Evi, insanların ellerinde bir kıtlık yerine dönüştü.

1.

Kıtlık zamanı, bireysel imanlı için bir deneme zamanı haline gelir. Kıtlık, imanımızı dener. Elimelek, Tanrı’nın İsrail için belirlemiş olduğu ülkedeydi. Tapınak oradaydı, kahinler oradaydılar, sunak oradaydı, ama Tanrı’nın, halkı ile olan egemen yollarında kıtlık da oradaydı; ve bu durumda Elimelek’in karşı karşıya olduğu deneme şuydu: kıtlık zamanında Tanrı’ya güvenebiliyor ve kıtlığa rağmen Tanrı’nın belirlediği yolda kalabiliyor muydu? Beytlehem Kenti’nden olan bu adam ne yazık ki, denemeye uygun değildi. Bolluk zamanında çevredeki uluslardan ayrı yaşama ve Tanrı’nın belirlemiş olduğu şekilde ülkede kalma konusunda yeterince istekliydi, ama kıtlık baskısı altındayken ülkeyi terk etti.

Aynı şekilde Kilise tarihinde de binlerce kişi tövbe ettiği zaman, tüm inananlar tek bir yürek ve tek bir can halinde hareket ederken ve herkesin üzerinde “büyük güç” ve “büyük lütuf” bulunurken, pek çok kişi Tanrı halkı ile birlikte olmaya istekli olmuştur. Ama ağızları ile Hıristiyan olduklarını ikrar edenler, kendi gözlerinde doğru olanı yapmaya başladılar ve kendi isteklerinin ardından gittikleri zaman, büyük Elçi Pavlus hapishanedeydi ve müjdenin duyurulması açısından sıkıntılı bir dönemdi. O zaman bir kıtlık geldi. Ve kıtlık ile birlikte deneme zamanı da geldi ve deneme altına girince pek çok kişinin imanda uyanık kalamadı, Pavlus bu yüzden şu sözleri söylemek zorunda kaldı: “Asya İli’ndekilerin hepsi beni terk edip gittiler” ve “İsa Mesih’in isteklerinin değil, kendi isteklerinin ardından gittiler”.

Günümüzdeki kıtlık denemesinden kaçmamamız gerekir. Merhameti bol olan Tanrı, halkının bir araya gelebileceği gerçek temel konusunda bir kez daha pek çok kişiyi aydınlattı ve sözün hizmetini çekici bulan pek çok kişi, ayrılık yolunu sevinç ile kabul etti. Ama deneme geldiği zaman, kişiler sayıca az olsalar dahi, dışsal zayıflık göz ile göründüğü zaman, ve hizmet fırsatı azaldığı zaman, kıtlık yerini kendileri için gereğinden fazla güç, zayıflıklarını katlanılamaz ve çatışmayı gereğinden fazla ağır buldukları zaman, bu koşulların baskısı altında bulundukları konumu terk ettiler ve kendi tercihlerine göre gidecek bir yer seçtiler; seçtikleri bu yerde denemeden bir kaçış yolu bulabileceklerini ve çatışmadan uzak kalıp dinlenebileceklerini umut ediyorlardı

Elimelek’in içinde bulunduğu durum böyleydi. Elimelek’in adının “Tanrısı Kral Olan” anlamını taşıması çok büyük önem taşır. Belki anne-babası çok dindar kişilerdi; İsrail’de bir kral olmadığının farkındaydılar ve Tanrı’nın, oğulları Elimelek’in Kralı olmasını arzu ettikleri için ona bu adı koymuşlardı. Ama ne yazık! Genellikle her zaman olduğu gibi, insanlar adlarının anlamlarına bağlı kalmazlar. Deneme geldiği zaman Elimelek Kral’a itaat etme konusunda başarısız oldu. Eğer Tanrı Kral ise, bizi bolluk günlerinde desteklediği gibi kıtlık günlerinde de destekleyebilir; ancak Elimelek’in imanı adının anlamına sadık kalmadı ve koşulların baskısına dayanamadı. Böylece yürüdüğü iman yolundan kaydı ve iman eksikliği nedeni ile yalnızca kendisini değil, kendisine yakın olan kişileri de olumsuz etkiledi. Karısı ve iki oğlu doğal olarak Elimelek’in gittiği yere giderek onu izlediler.

Yehova’nın ülkesini terk ettikten sonra Elimelek kendi seçtiği bir yere gitti. Moav ülkesine gitmekle kötü bir şey yapmıştı, ama “orada kalmayı sürdürerek” daha da kötü bir şey yaptı. Yanlış bir konumda devam etmek, doğru bir konumda kalmaktan daha kolaydır. Elimelek’in seçtiği yer anlamlıdır. Vaat edilen ülkeyi çevreleyen topraklar, hiç kuşkusuz, farklı şekillerdeki dünyayı temsil etmektedirler. Mısır, zenginlik hazineleri ve günahlı eğlenceleri ile dünyayı temsil eder; ve bunun da ötesinde eğlence peşinde koşulduğu zaman karşılaşılacak her zamanki sonucu yani, Şeytan’a esareti simgeler. Babil, dünyanın Tanrı inancından ne kadar çok sapmış olduğunu ortaya koyar. Moav da burada aynı şekilde dünyanın farklı bir özelliğini gözler önüne serer. Moav’ın ruhsal açıdan önemi, peygamber Yeremya’nın şu sözleri ile ifade edilir: “Moav, gençliğinden bu yana güvenlikteydi, şarap tortusu gibi durgun kaldı, bir kaptan öbürüne boşaltılmadı, sürgüne gönderilmedi, o yüzden tadını yitirmedi, kokusu bozulmadı.” (Yeremya 48:11) Moav, kişinin tüm rahatsızlıklardan uzak sessiz ve kolay bir yaşam sürebileceği, fazla hareketliliğin bulunmadığı ve yaşamın büyük değişiklikler olmadan akıp gittiği bir ülke oldu. Peygamberin mecaz sözünü kullanacak olursak, Moav, bir kaptan öbürüne boşaltılmadı.

Keyif ve sefahat düşkünü Mısır ve sapkın inançları ile Babil Elimelek’e çekici gelmediler. Ama Moav, sakinliği ve güvenliği ile çatışma ve denemeden kaçış yolu arayan Elimelek için güçlü bir çekiciliğe sahipti. Ve Moav, tüm bu çekici özelliklerine rağmen, kıtlığın olduğu dönemde bir zamanlar Tanrı’nın, halkı için seçtiği yeri kabul etmiş olanlar için yine de büyük bir tuzak teşkil ediyordu. Kıtlık dönemindeki çatışmayı yaşayan bu kişiler farklı yolu sürdürmeyi, gereğinden fazla acı dolu bulabilirler, bu yolda devam eden hareketleri, denemeyi daha da ağırlaştırabilir ve imanın iyi savaşından vazgeçmek için ayartılırlar ve bir kaptan öbürüne boşaltılmamak için  Moav’ın sakin bir vadisine sessizce yerleşirler, amaçları kendi isteklerinin içinde durgunlaşmaktır. Ama Elimelek gibi bizlerin de öğrenmesi gereken şey şudur: genellikle yaşadığımız acı dolu deneyimler yüzünden imandan kaymamızın sonucu acı olur.

Görmüş olduğumuz gibi, Elimelek, karısı ve iki oğlu ile birlikte Moav’a gitmekle kalmadı, ama “orada yaşamaya devam ettiler”. Elimelek’in iyileşmesi mümkün olmadı. Moav ülkesi onun için ölüm gölgesinin vadisi oldu. Elimelek’in amacı, Yahuda ükesinde baş gösteren kıtlığın neden olacağı ölümden kaçmaktı, ama aslında kendisini Moav ülkesindeki ölümün kollarına atmış oldu. Ölümden kaçmak için atığı adım ona ölüm getirmiş oldu. Sıkıntıdan kaçmak için atılan yanlış bir adım, aslında kaçmak istediğimiz sıkıntıya atılan bir adımdır. Ayrıca bu dünyada huzur aramak, hatta ahlaksal açıdan yanlış olmayan şeylerde bile huzur aramak, ölümün bizden alabileceği şeylerde ya da ölüm aracılığı ile alınabileceğimiz şeylerde huzur aramaktır. Dünyanın en doğru olayları üzerinde bile ölümün gölgesinin varlığı mevcuttur. Ama Mesih dirildi, ölümün artık O’nun üzerinde hiçbir egemenliği yoktur ve bu dünyanın ölümün eşlik ettiği bolluğu ile kuşatılmış olmaktansa, dirilmiş Mesih ile bir kıtlıkta beraber olmak çok daha iyidir.

Elimelek ölür. Ancak yine de onun attığı yanlış adımın üzücü etkileri yalnızca kendisi ile sınırlı kalmadı. Karısı Naomi ve iki oğlu onu izlemiş ve Moav’a gitmişlerdi. Bu iki oğul, Yehova’nın yasasına aykırı olarak Moav’lı kadınlar ile evlendiler. Aradan on yıl geçti ve sonra ölüm Elimelek’in iki oğlunu da aldı. Kocasını ve iki oğlu kaybeden Naomi yabancı bir ülkede dul kaldı ve evlat acısı yaşadı. Rab, Naomi’yi gerçekten de sıkıntıya soktu ve başına felaket getirdi, ama onu terk etmedi. Yasa boğulan bu kadına vuran el, onu seven bir yürek ile davrandı. Rabbin izin verdiği sıkıntılar Naomi’ye yenilenmesi için bir yol hazırlıyordu.

2.

Elimelek’de imandan sapan birinin yolunu gördük, ama Naomi’de yenilenme ve tazelenme yolunu görüyoruz. Yehova’nın ülkesinden on uzun yıl uzakta kalmış ve rahat edeceğini düşündüğü Moav ülkesinde yalnızca üzüntü ile karşılaşmıştı. Ama sonunda Rabbin eğitici eli görevini yerine getirdi, çünkü Rut Kitabında şunları okuruz: “Naoi, gelinleri ile Moav’dan dönmeye hazırlandı” (ayet 6). Onu geriye dönmesi için harekete geçiren ne oldu? Katlandığı üzüntüler ve dayandığı kayıplar mı? Hayır! Ona ülkesine geri dönme arzusu veren, Rabbin lütfu ile ilgili iyi haberdi. “Naomi, Moav topraklarındayken, Rabbin kendi halkının yardımına yetişip yiyecek sağladığını duydu; ve bunu duyunca gelinleri ile oradan dönmeye hazırlandı” (ayet 6). Sorunlar, bize Rab’den uzaklaşmanın ne kadar acı verdiğini öğretebilseler de, bizi Rabbe geri dönmemiz için harekete geçirmezler, Rab ile ilgili iyi haberi ve O’nun halkına gösterdiği lütfu dinlemesi için yüreği hazırlamazlar. Kaybolan oğulun eve geri dönmesini sağlayan, çektiği sefalet, karşılanmayan ihtiyaçları, yaşadığı acı esaret, ve uzaklardaki ülkede çektiği açlık değildi, onun eve dönmesini sağlayan, Babasının evindeki bolluğu ve O’nun yüreğindeki lütuftu, bunları hatırladığı zaman şöyle dedi: “Kalkıp Babama gideceğim.” Onu evine döndüren, uzaklardaki ülkede yaşadığı sefalet değildi; onu evine döndüren, Babasının yüreğindeki lütuftu. Tekrar Naomi’ye dönelim; kendisinden her şeyinin alındığı Moav ülkesindeyken, Rabbin, halkına yiyecek sağladığı Yahuda ülkesinden gelen haberleri duydu. Ve Rab onun önünden yürüdüğü için Naomi tüm hatasının üzerine kaldırıldı ve geri dönmesi mümkün kılındı. Aynı bazen söylediğimiz şu şarkıda olduğu gibi:

“İsa’nın bize olan sevgisini düşünmek,

zavallı yüreklerimizi bu dünyanın üzerine kaldırır.”

Eve dönmek için harekete geçtiği zaman, attığı ilk adım Moav’ın sahte dostluklarını tamamen arkada bırakan tamamen net bir tavır sergiliyordu. “Bulunduğu yerden ayrıldı” (ayet 7). Ve Naomi’nin bu pratik adımı atması, diğerlerini aniden etkiledi. Her iki gelini de “onun ile birlikte” gittiler. Yanlış bir konuma karşı tanıklık edilmesine rağmen, o konumun içinde kalmayı sürdürmek, diğer kişiler üzerinde hiç bir etki üretmeyecektir. Eğer konum yanlış ise,  bu yanlış konumdan kurtulmak için atılacak ilk adım yeterince kararlı olmalıdır.

Naomi’nin öyküsünde bu adım atıldı. Naomi, Yahuda ükesine geri dönmek için yola koyuldu ve ki gelini de onunla birlikte yola çıktılar. Moav’daki yanlış bağlantılarını geride bıraktılar ve artık önlerinde yaşayacakları doğru yere sahiplerdi, çünkü “Yahuda ülkesine dönmek üzere yola koyulmuşlardı.”

3.

Ne yazık! Düşük bir konumdan ayrılmak ve doğru konumun görüşüne sahip olmak, her zaman herkesin bu gerçeğe uygun hareket edeceğini kanıtlamak için  yeterli olmaz. Bu üç kadından biri olan Naomi, önce yanlış yola sapmış ama şimdi yenilenme yolda olan bir kutsaldı; Rut, iman ile ve adanmış sevgi ile işaretlenmiş olan, Tanrı’nın egemen lütfunun bir tanığıydı. Orpa ise, vaat edilen ülkeye hiç bir zaman ulaşamayacak olan doğru ama boş sözlü bir kişiydi.

Hem Rut hem Orpa Naomi’ye bağlı olduklarını söylediler. Her ikisi de atalarının ülkesinden ayrılmaya hazır olduklarını ve Yahuda ülkesine gitmeye kararlı olduklarını bildirdiler. Ama her zaman olduğu gibi, sözler denenmeye tabi tutuldu. Naomi şöyle dedi: “Analarınızın evine dönün.” (ayet 8) Her iki geline de geri dönme fırsatı verildi. Bu fırsat, zihinlerindeki düşüncenin ağızlarından çıkan söz ile uyumlu olup olmadığını ışığa çıkaracaktı. Ayrıldıkları ülkeyi “düşünselerdi” geriye dönmeye fırsatları olurdu (İbraniler 11:15). Orpa’nın gerçek düşüncesi hemen ortaya çıktı. Yüreği, doğduğu ülkeye sımsıkı bağlıydı. Rut ise, daha sonra göreceğimiz gibi, “daha iyi bir ülkeyi” arzu ediyordu. Orpa, her şeye rağmen düşüncesini dürüstçe söyledi, ama yalnızca düşüncesini. Duyguları çok derinden etkilenmişti, çünkü sesini yükselterek hıçkıra hıçkıra ağladı (ayet 9). Duyguları çok hassaslaşmıştı, çünkü kaynanasına sarılarak öptüğünü okuyoruz (ayet 14). Ve söylediği sözleri içtendi, çünkü şöyle dedi: “Seninle birlikte senin halkına döneceğiz” (ayet 10). Ancak yine de burada önemli olan şudur: “Rut, Naomi’nin Tanrısından da söz eder, ama Orpa için önemli olan yalnızca Naomi ve Naomi’nin halkıdır. Böylece Orpa’nın tüm söylediklerine, göz yaşlarına ve öpücüklerine rağmen, Naomi’ye ve Naomi’nin Tanrısına ve bereket ülkesine, “onun halkına” sırt çevirir ve “kendi halkına”, “kendi tanrılarına” ve ölüm gölgesinin ülkesine geri döner.

4.

Rut’un öyküsü ne kadar farklı bir öyküdür; Rut, Tanrı lütfunun tanığı haline gelir. Rut da aynı zamanda iyi konuşmuştur; o da dürüst ve içten sözler söylemiştir; onun duyguları da aynı Orpa’nın duyguları gibi derinden etkilenmiştir; bağırarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştır. Ama Rut’ta Orpa’da olandan daha fazlası mevcuttur, çünkü onda mevcut olan şeyler, “kurtuluşa eşlik eden, iman, sevgi ve umuttur.” (İbraniler 6:9-12)

Orpa, sevgiyi yalnızca dışsal olarak ifade etti. O, Naomi’yi öpebildi ve sonra ondan ayrılabildi, aynı daha sonraki bir tarihte Yahuda İskaryot’un Rabbi öpebildiği ve sonra O’na ihanet edebildiği gibi. Rut’un, Naomi’yi öptüğü konusunda herhangi bir bilgi verilmiyor; ama dışsal bir sevgi ifadesi olmasa da gerçek sevgi mevcuttu, çünkü Rut’un “Naomi’ye sarılıp onun yanında kaldığını” okuyoruz (ayet 14). Sevgi, eğer gerçekse, sevdiğinden vazgeçemez ve sevdiğine refakat etmelidir ve bu nedenle Rut Naomi’ye şu karşılığı verir: “Seni bırakıp geri dönmemi isteme! Sen nereye gidersen ben de oraya gideceğim, sen nerede kalırsan ben de orada kalacağım.”

Ayrıca Rut’un imanı ve sevgisi birbirine eşitti. Rut, imanın verdiği enerji sayesinde doğduğu ülkenin çekiciliğini, annesinin evini, halkını ve tanrılarını önemsemez. Naomi’nin ülkesine bir yabancı olarak gitmeyi kabul eder, çünkü şöyle der: “Sen nereye gidersen ben de oraya gideceğim.” Tanımadığı bir ülkede bir yabancı olma yazgısını bağrına basar, çünkü şöyle der: “Sen nerede kalırsan ben orada kalacağım.” Rut, kendisini Tanrı’nın halkı ile özdeşleştirir: “Senin halkın benim halkım olacak.” Ve hepsinden önemlisi, tüm güvenini gerçek Tanrı’ya bağlıyor, çünkü yalnızca “Senin halkın benim halkım olacak” demekle kalmıyor”, ve söylediklerine şu sözleri de ekliyor: “Senin Tanrın benim Tanrım olacak.” Onu ölümün bile kararından döndüremeyeceğini anlıyoruz, çünkü “Sen nerede ölürsen ben de orada öleceğim ve orada gömüleceğim” diyebiliyor. Rut, kendisini, yaşamda ve ölümde Naomi ile tamamen özdeşleştiriyor ve bu nedenle Naomi’nin halkından kendi halkı ve Naomi’nin Tanrısından kendi Tanrısı olarak söz edebiliyor. Ve tüm bunları söylediği anda gözünün önünde olan tek şey yalnızca, yıkılış, yaşlı bir kadın; çünkü birinin bu konu ile ilgili olarak söylediği gibi, “dulluğuna, yabancılığına ve yoksulluğuna rağmen yazgısını Naomi’nin yazgısına bağlıyor.”

Dünyaya ait sağduyuya sahip insan, Rut’un yaptığı seçimin çok akılsızca olduğunu düşünür. Moav ülkesindeki kolay yaşamı, evinin rahatlığını ve doğduğu ülkeyi terk ederek hakkında hiç bir şey bilmediği bir çöl yolculuğuna çıkmayı daha önce hiç görmediği bir ülkeye yanında yoksul bir dul ile gitmesi, gerçekten de akılsızlıkların en büyüğü gibi görünüyor. Ancak yine de tüm bunlar öykünün yalnızca başlangıcı, öykünün sonu henüz gelmedi.Rut’un neler yaşayacağı daha belirgin değil. İman, yoksulluk ve güçsüzlük koşulları içinde ilk adımını atabilir, ama sonunda haklı çıkan iman olacaktır ve güçlü ve görkemli koşullar içinde parlak ödülüne sahip olacaktır. Öykünün başlangıcında Rut, yaşlı ve umutsuz bir dul ile tüm yüreğinde özdeşleşmiştir. Sonunda, güçlü ve varlıklı Boaz’ın gelini olarak görünecektir; ve tüm bunlara ek olarak Rut’un adı, Rabbin soy ağacı içinde yer alan kuşakların arasında var olacaktır.

Musa, kendi zamanında, doğanın ihsan edebileceği her türlü avantaj ile bu dünyanın tüm görkemini ellerinde tutarken, iman için parlak bir örnek oluşturdu. Günahın zevklerine ve Mısır’ın zenginliklerine sırt çevirdi. Mesih uğruna aşağılanmayı Mısır hazinelerinden daha büyük zenginlik saydı. Kendisini yoksul ve acı çeken insanlar ile birlikte bir çölde bulmak için dünyadan ve dünyanın tüm görkemlerinden vazgeçti. Bu durum, dünyanın bakış açısına göre büyük bir akılsızlıktır! Ama Musa’nın zamanında iman gerçekten de şöyle demiş olabilir, “Musa’ya ne olacağı henüz belirgin değil.” Musa’ya ne olacağının görünmeye başlaması için imanın on altı yıl beklemesi gerekir; o zaman Musa’yı, O’nun asla yok olmayacak olan Yüceliği içinde gösterildiği dağda, Tanrı Oğlu’nun yanında yer alırken görmemize izin veriliyor. Ve Musa sonunda krallar Kralı ile birlikte gelecek olan krallığın görkemlerine giriyor, Musa’nın reddettiği bu dünyanın yücelikleri gerçekten de sonradan kazanmış olduğu yüceliğin sonsuz ağırlıkları ile karşılaştırılamayacak kadar önemsizdir.

Aynı gerçek günümüz için de geçerlidir. İman yolu bu dünyanın bakış açısına göre akılsızlıkların en büyüğü gibi görünebilir. Tanrı’nın yoksul ve aşağılanan halkı ile kendimizi özdeşleştirmek için bu dünyanın görkemini reddetmek ve Mesih uğruna aşağılanmak insan mantığına, ve göz ile görünene göre çılgınlığın en büyüğü kabul edilebilir. Ama iman yine de şu yanıtı  verir: “Ne olacağımız henüz bize gösterilmedi.” İman şöyle konuşur: “Geçici, hafif sıkıntılarımız bize, ağırlıkta hiç bir şey ile karşılaştırılamayacak kadar büyük, sonsuz bir yücelik kazandırmaktadır.” Ve iman parlak ödülüne sahip olacaktır, çünkü sonunda yücelik günü geldiği zaman, ve iman göz ile görünen ile değiştiğinde – Kuzu’nun büyük düğün günü geldiği zaman – işte o zaman, yoksul ve küçümsenen kutsallar O’nun ile birlikte görünecekler ve “Gelin, Kuzu’nun eşi” olarak O’na benzeyeceklerdir.

Ayrıca, bunun da ötesinde, kurtuluşa eşlik eden – iman, sevgi ve umut – şeyler uygulamada yüreğin amaçları içinde sonuçlanacaktırlar. Tekrar Rut’a dönelim: ayrıldığı ülkeye saygı duymuyordu, gereksiz pişmanlıkları yoktu, ama “oradan gitmek konusunda kesin kararlıydı.” Ve böylece Moav ülkesi arkada kaldı, “her ikisi de Beytlehem’e varana kadar gittiler.” İman, sevgi ve umut tarafından yönlendirilerek geride kalanları unutur ve önümüzde olanlara uzanır ve Tanrı’nın, İsa Mesih’teki çağrısı ile ilgili bedelin hedefine bakarak bu hedefi izlersek bizler için iyi olanı yapmış olacağız.

5.

Rut’un öyküsünün bu bölümü, yenilenmiş bir canın kabul edilişi ile çok doğal bir biçimde son bulur. İmandan düşen kişilerin yolunun acı olduğunu gördük ve Rabbin, yenileyen lütufkar yolunu izledik. Şimdi Rabbin yenilemesi ile ilgili gerçek yanıtın Rabbin halkı tarafından kabul edilmesinde bulunduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Yüzleri Tanrı’nın ülkesine ve Tanrı’nın halkına yönelik olarak, tazelenen kutsal ve yeni tövbe etmiş olan bu iki can, “Beytlehem’e varıncaya kadar yollarına devam ettiler.” Ve Beytlehem’e vardıkları zaman tüm kenti ayağa kaldırdı ve halk onlara destek oldu ve teşvik etti. Ne yazık! Günümüzde yenileme konusunda çok az bir çaba harcandığını itiraf etmek zorundayız, ve acaba bunun nedeni, hata yapan kişilere yeterli sevginin gösterilmeyişi olamaz mı? Kutsallar hata yaparlar ve kötü reddedilebilir ve kötülük yapan kişiye gereken şekilde davranılır, ama onlara “verdiğimiz destek” çok azdır ve bu nedenle hata yapan kişinin Tanrı halkının yanına giden yolu bulması çok ender mümkün olur. Dünya, üzgün ve kırılmış yürekler ve Tanrı’nın paydaşlığından uzaklaşmış kutsallar ile doludur ve bu kişiler çok ender olarak yenilenirler ve bizlerin onlara verdiği destek ve teşvik çok küçüktür!

Bir canın yenilenme işlemini en iyi yerine getirecek olan, diğer kutsalların bu cana gösterecekleri sevgidir. Aynı konu Naomi için de geçerliydi. Ülkesinde gördüğü sevecen kabul, Naomi’nin yüreğini açar ve onun gerçekten yenilendiğini onaylayan sağlam bir kanıt oluşturur.

  1. Giderken her şeyi vardı, ama Rab onu eli boş döndürdü. Naomi, ülkesinden uzakta olduğu günler hakkında konuşurken sözlerine şunu ekler: “Her Şeye Gücü Yeten Tanrı bana çok acı verdi.” Biz O’nun ile ilgilenmekten vazgeçebiliriz, ama O, bizi, bizimle ilgilenmekten vazgeçmeyecek kadar çok sever. Ve Elçi, bu konuda şunları yazar: “Terbiye edilmek uğruna acılara katlanmalısınız. Tanrı size oğullarına davranır gibi davranıyor. Hangi oğul babası tarafından terbiye edilmez? Herkesin gördüğü terbiyeden yoksunsanız, oğullar değil, yasa dışı evlatlarsınız.” (İbraniler 12:7,8)
  2. Naomi, eğer Rab, hata yaptığımız zaman bizi terbiye ediyorsa, o zaman bu terbiyenin bize acı vereceğini itiraf eder, bu nedenle sözlerine, Rabbin ona “çok acı” verdiğini eklemek zorundadır. Aynı şekilde Elçi de bize, “Terbiye edilmek başlangıçta hiç tatlı gelmez, acı gelir” diyerek hatırlatmada bulunur. (İbraniler 12:11)
  3. Naomi, çok uysal davranarak yaptığı hataların tüm utancını kabul eder. “Giden bendim” der. Okuduğumuz öyküden, “Kalmak üzere Moav ülkesine giden adamın kim” olduğunu biliyoruz, ama Naomi kocası ile tek bir söz bile etmiyor. Diğer insanları suçlamıyor, ama kendisi için de bahane üretmiyor.
  4. Naomi hatalarının utancını nasıl üstleniyorsa, yine aynı şekilde haklı olarak onu yenileyenin Rab olduğunu kabul eder ve bu konu ile ilgili tüm yüceliği Rabbe verir. “Rab beni geri döndürdü” diyebilmektedir. Ülkemden ayrılan bendim, ama Rab beni geri döndürdü. Ve Naomi ile benzer ruha sahip olan Davut da “Rab canımı tazeler” diyebilmektedir (Mezmur 23:3). Öz-güvene ve öz-yeterliliğe sahip olduğumuz anlarımızda, iyi düşündüğümüz zaman Rabbe geri dönebileceğimizi düşünebiliriz, ama Rab bizi yenilemediği takdirde Rabbe geri dönmek hiç birimiz için mümkün değildir. Petrus Rabbi inkar etmeden önce Rabbin onun için ettiği dua, ve Rabbi inkar ettiği zaman Rabbin ona bakışı, Petrus’un yüreğini paramparça etti ve yüreğinin bu durumu Petrus’un yenilenmesini sağladı. Petrus O’nu izledi, sonra inkar etti, ama onu geri getiren Rab’di.
  5. Ayrıca bunun da ötesinde Naomi, yalnızca Rabbin onu geri getirdiğini söylemekle kalmıyor, ama aynı zamanda “Rab beni eve getirdi” de diyor. Rab geri getirdiği zaman, evin tüm sıcaklığının ve sevgisinin hissedilmesini sağlar. Çoban, kaybolan koyununu kucağına aldığı zaman, onu Kendi evine getirir. Bu davranışı ile sanki şu sözleri söyler gibidir, “Koyunum için en iyi yer Benim evimdir.”
  6. Her şeye rağmen, Rabbin onu eve döndürmesine rağmen, “eli boş olarak döndürdüğünü” dokunaklı bir şekilde ifade eder. Rabden uzakta kaldığımız günler içinde ruhsal ilerleme kaydedemeyiz. Rabbin bizi terbiye etmesinin gerçek nedeni, canımızın gelişmesine engel olan şeyleri canımızdan kesip atmaktır. Naomi ile birlikte bizlerin de şu itirafta bulunmamız gerekir: “Giderken her şeyim vardı, ama şimdi Rab beni eve eli boş döndürdü. Rabden ayrılanların canlarının nasıl yanması gerekiyorsa Naomi’nin de canının yanması gerekti. Rab, onu bol bereketleyerek yeniledi; evine, Rabbin ülkesine ve Rabbin halkına geri döndü, ama kocasına ve oğullarına hiç bir zaman geri dönmeyecekti. Onlar sonsuza kadar gitmişlerdi. Çatışma ve sıkıntılardan kurtulmayı ve dinlenmeyi istedi, ama bulduğu, yalnızca ölüm ve kayıptı. Eli boş döndürüldü.
  7. Ama eğer Rab bizi eli boş döndürürse, bizi bir bolluk yerine getirecektir. Bu gerçek Naomi için geçerliydi, çünkü Naomi’nin Beytlehem’e geri dönüşü, “arpanın biçilmeye başlandığı hasat” zamanına rastlamıştı.

İlişkilerimizde sevgi konusunda başarısızlığa düştüğümüz takdirde bile, Rabbin hiç bir zaman başarısızlığa düşmeyeceğini bilmek yüreklerimizi nasıl da rahatlatır! Kısa bir süre sonra, Rab, zavallı, yoldan sapmış koyunlarını eve getirirken, aralarında tek bir koyun bile eksik olmayacaktır. Sonra, sevginin sonsuz evinde cennetin en büyük hasadının doluluğunun tadını çıkaracağız – bu durum sonu olmayan bir bereket ve sevinç hasadının “başlangıcı” olacak.