Bölüm 5

Arap ve Grek yazarlardan öğrendiğimize göre, Muhammet döneminde ve öncesinde Perslerin, Arabistan yarımadasının bazı yerleriyle çevresindeki ülkelerde çok büyük etkileri vardı. Örneğin; Ebu’l Fide, Hıristiyanlık çağının yedinci yüzyılının başında büyük Pers fatihi Hüsrev’in (ya da Arapların verdiği adla Kisra’nın) Fırat kıyılarında bulunan Hire krallığını işgal ettiğini, Kral Hire’yi tahtından indirdiğini ve onun yerine tahta Munzir Mai’s Sama adlı kölesini geçirdiğini belirtmektedir. Çok geçmeden Anuşiravan, ülkeyi ele geçirmiş olan Etiyopyalıları sınır dışı etmek ve Yemen Prensi Ebu Şerif’e atalarının tahtını geri vermek için Vahraz adındaki generalin komutasında Yemen’e bir ordu gönderdi. 1 Ama Pers kuvvetleri ülkede kaldı ve sonunda general tahta çıktı, tahtı kendi soyundan gelenlere bıraktı. 2 Ebu’l Fide bize, Hire’de onun ardından tahta çıkan ve Irak’ı yöneten Munzir ailesinden prenslerin Pers krallarının yönetimi altında sadece birer vali olduklarını anlatmaktadır. 3 Yemen’den söz ederken, Muhammet’in egemenliği 4 tanınmadan önce burada dört Etiyopyalı yöneticiyle sekiz Pers prensinin iktidarda olduğunu söyler. Ama Muhammet döneminden önce de Arabistan’ın kuzeybatı ve batısıyla Pers dominyonları arasında sıkı bir ilişki vardı. Nevfal ile Muttaleb’ın (Muhammet’in büyük büyükbabasının kardeşleri), Kureyş’in önde gelen başkanlarıyken Perslerle bir anlaşma yaptıkları ve bu anlaşmaya göre, Mekkeli tüccarların Farslarla (eski Persler) ticaret yapmalarına izin verildiği belirtilmektedir. 606 yılında ya da bu civarlarda Ebu Süfyan’ın başkanlığında bir grup tüccar Perslerin başkentine gitmiş ve kralın huzuruna alınmıştır. 5

Muhammet, M. S. 612 yılında peygamberlik iddiasında bulunduğunda Persler Suriye, Filistin ve Küçük Asya’ya yayılmışlar ve burayı bir süre ele geçirmişlerdi. M. S. 622 yılında Hicret döneminde İmparator Heraklius Bizans İmparatorluğunun servetini eline geçirmeye başlamıştı ve çok geçmeden de Persler barış istemek zorunda kaldılar.

Bunun sonucunda ülkesinden destek görme umudunu yitiren Yemen’deki Pers valisi Bazdan, Muhammet’e boyun eğmek zorunda kaldı ve haraç vermeyi kabul etti (M. S. 628). Peygamber birkaç yıl içinde öldüğünde İslam orduları Pers ülkesini işgal etti ve halkının büyük çoğuna kılıçla din değiştirtti.

Biri uygarlıkta iyiden iyiye ilerlemiş, diğeriyse onunla karşılaştırıldığında cahil durumunda olan iki ulus ne zaman birbirleriyle yakın ilişkiye girse, her zaman birincisi diğerini büyük ölçüde etkiler. Bütün tarih bize bunu öğretmektedir. Muhammet döneminde Araplar çok cahil durumdaydılar; aslında kendi yazarları da İslam öncesi çağlardan “Cahiliye Devirleri” diye söz etmektedirler. Öte yandan Avesta’dan, Darius’la Kserkses’in çivi yazısıyla yazılmış yazıtlarından, günümüze gelen Persepolis’teki kalıntılardan ve Grek yazarlarının tanıklıklarından Perslerin en azından çok eski zamanlarda iyiden iyiye uygarlaşmış olduklarını öğreniyoruz. Bu nedenle, aralarındaki ilişkinin Arapların üzerinde etki bırakması doğaldı. Arap tarihçilerden, Kuran’daki ifadelerden ve Kuran yorumlarından, romantik Pers efsanelerinin ve şiirlerinin Muhammet döneminde Arapların arasında hatırı sayılır derecede popülerlik elde ettiği bellidir. Bu öykülerin bazısını Kureyş o kadar iyi biliyordu ki, düşmanları, Muhammet’i bunları Kuran’a almakla ya da taklit etmekle suçluyorlardı. Örneğin; İbn-i Hişam, bir gün Muhammet’in “meclisini toplayıp onları Yüce Allah’a çağırdığında Kuran okuduğunu ve imandan yoksun kalan ulusların başına gelecekler konusunda onları uyardığını söyler. Mecliste onun izinden giden Nadir bin Haris ayağa kalkıp onlara Güçlü Rüstem’den, İsfendiyar’dan ve Pers krallarından söz etti. Sonra, ‘Allah adına! Muhammet benden daha iyi bir masalcı değil, anlattıkları da öncekilerin masalları. Benim gibi o da onları derlemiş’ dedi. Bunun üzerine Allah, şu ayetleri indirdi: ‘Kuran öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır’ dediler. De ki: ‘Onu, göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.’" 6 Bunun üzerine şu da indi: ‘Ona ayetlerimiz okunduğu zaman o, öncekilerin masalları, der!’ 7 Ve şu da onun yararına indi: ‘Kendine okunan Allah'ın ayetlerini dinleyip, sonra, onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta direnen, yalancı ve günahkâr kişinin vay haline! Ona can yakıcı bir azap müjdele.’” 8

Muhammet’in kendisine getirilen bu suçlamaya verdiği yanıtı dinleyenlerin hiçbiri doyurucu bulmamıştı. Bu yanıt, Kuran’ın bazı yerlerini inceleyerek, Muhammet’in ilk karşıtlarının bu iddiasını destekleyip desteklemediğini araştırmaktan caydıracak kadar bize de yeterli gelmiyor.

Nadir’in anlattığı, “Rüstem, İsfendiyar ve Pers krallarının” öyküleri, birkaç kuşak sonra Perslerin en ünlü destan şairi Firdevsi’nin, bir Pers köylüsünün yaptığını söylediği derlemeden öğrenerek şiir tarzında bize bıraktığı Şeyhname’de kuşkusuz yer almaktadır. Bütün bu öykülerin tarzı kuşkusuz çok eskidir ama bu konuda alıntı yapmak ya da göndermede bulunmak için Şeyhname’ye bağılı kalmamız gerekmez; şu da olabilir ki, elimizdeki şiirsel tarzdaki eser, Muhammet döneminden sonrasına ait olduğu için, yeterli yetkiye sahip bulunmayabilir. Neyse ki, eskiliği sorgulanamayacak Avesta’da ve Parsi ve Zerdüşt gibi diğer kitaplarda bilgiler var ve biz de bunlara başvuracağız.

Şu sonuca güvenle varılabilir, Araplar Pers krallarına dair öykülerle ilgilendiklerinden ve Rüstem’le İsfendiyar’ı da duymuş olduklarından, Cemşit’in öyküsünü bilmemeleri mümkün değildi. Ondan önce Arta Viraf’la Zerdüşt’ün göğe çıkışları gibi Pers efsanelerinden, Cennet, Şinvat Köprüsü, Hvapat ağacı öykülerinden, Ehrimen’in başından beri var olan karanlıktan çıkışı destanından ve böyle birçok harika öyküden Arapların haberinin olmaması olasılığı yoktur. Bunlar biliniyorsa, Muhammet’in, Hıristiyanların ve Yahudilerin açıklamalarını kullandığı gibi, bunların bazısını da kullanması doğaldı. Bu nedenle bu hayallerin Kuran’da ve geçerli İslam hadislerinde iz bırakıp bırakmadığını sorgulamalıyız. Durumun sadece bu olmadığını göreceğiz. Bazı örneklerdeki Pers öykülerinin kökeni Sami değil, o kadar kuşku götürmez şekilde Hint-Avrupalıdır ki, biraz değiştirilmiş olarak bunlar Hindistan’da da vardır. Aslında deyim yerindeyse, bunların bazısı iki ulusun da dinsel ve entelektüel mirasının parçalarıdır; Perslerle Hindular birbirlerinden ayrıldıklarında ve Herat yakınındaki kadim ortak evlerini –Airyanem Vaejo 9- bırakarak önce Pers ülkesine sonra da Hindistan’a göç ettiklerinde bunlar her iki halkın da aklında kalmıştır. Bir süre sonra büyük olasılıkla Pers ülkesinde başka fikirler çıkmış ve süreç içinde Hindistan’a yayılmıştır. Bunların kuşkusuz Muhammet’in de kulağına gittiğini göreceğiz. Bunlar, Kuran’ın ve hadislerin üzerinde etki bırakmamış değildir. Oysa onun ağzından duyduklarını iddia eden, kendilerini ona adamış takipçilerinin bunları kuşaktan kuşağa aktardıkları iddia edilmektedir.

1. Gece Yolculuğu

Burada ele alacağımız ilk konu, Muhammet’in ünlü Gece Yolculuğu öyküsüdür. Daha önce alıntı yaptığımız bir ayette 10 11 (Sure XVII., Beni İsrail suresi diye de bilinen İsra – 1:1):

“Kulunu bir gece Mescidi Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.”

Kuran yorumcularının bu ayet konusunda aynı görüşte olmadıkları iyi bilinmektedir. Bazısı, Muhammet’in burada sözü edilen yolculuğu rüyasında gördüğünü düşünmektedirler. Diğerleriyse bunu literal anlamıyla alıp Hadisten birçok ayrıntılar ekleyerek, mistik ya da mecazi anlamda açıklamaktadırlar. Örneğin; İbn-i İshak hadissel otoritesini koyarak bize, Muhammet’in sevgili karısı Ayşe’nin, “Allah’ın elçisinin bedeni gözden kaybolmadı ama Tanrı onun ruhunu o gece yolculuğa çıkardı” dediğini bildirmektedir. Başka bir Hadis’te, Muhammet’in, “Gözüm uyuyordu ama yüreğim uyanıktı” 12 dediğini belirtilmektedir. Ünlü mistik yorumcu Muhiddin bütün öyküyü ancak mecazi anlamıyla kabul etmektedir. 13 Bu “gece yolculuğunun” yapılıp yapılmadığı konusunu ciddi şekilde tartışmakla ilgilenmediğimiz için bu görüşü daha çok ele almamız gerekmiyor. Muhammet’in kalabalık yorumcu grubunun ve hadis yazarları Muhammet’in gerçekten de Mekke’den Yeruşalim’e gittiğine, gökleri de ziyaret ettiğine inanırlar ve onun ne yaptığıyla ve ne gördüğüyle ilgili Müslümanlarda derin ve kalıcı etkiler yapan uzun öyküler anlatırlar. Bu hadisi ele almalıyız. Bunun ana özelliklerinin izini daha önceki öykülere, özellikle de Zerdüşt kaynaklarına kadar sürmenin kolay olduğunu göreceğiz. Şimdi tercüme etmeye başlayacaklarımız gibi, Muhammet’in bu Mirac öyküsünü bize kendisinin anlattığına geniş bir Müslüman kitlesiyle beraber inanalım ya da bütün öykünün daha sonraki dönemlerde çıktığına inanalım, bu doğrudur. 14 Önce İbn-i İshak’ın öyküsünden alıntı yapıyoruz, çünkü bu, bize ulaşanların en eskisidir. Editörü ve onun işlerini yürüten İbn-i Hişam tarafından aşağıdaki şekilde verilmiştir. Muhammet’in, Cebrail’in gelip “Gece yolculuğuna” çıkması için kendisini iki kez uyandırdığı ama onun yeniden uyuya kaldığını iddia ettiği belirtilmektedir. Sonra şöyle devam eder:

“Bunun üzerine üçüncü kez geldi (Cebrail): sonra ayağıyla bana dokundu, kalkıp oturdum. Kolumdan tuttu ve onuna beraber ayağa kalktım. Sonra caminin kapısına gönderdi: (Görünüşte) katırla eşek arasında beyaz bir hayvan; yanlarında kanatları var, bunlarla iki arka ayağını yönetiyor; ön ayağını görme sınırları içinde yere indiriyor. Cebrail beni hayvanın ayağının üzerine oturttu, sonra benimle beraber ilerledi, (böylece) o benden önce ve ben de ondan önce gitmiyoruz. Binmek için ona (hayvana) yaklaştığımda şaha kalktı. Bu durumda Cebrail elini yelesine koydu: sonra ‘Ey Burak, Allah adına (yemin ederim) yaptığından utanmıyor musun?’ dedi. ‘Ey Burak, Muhammet’den önce sana Tanrı’nın ondan daha onurlu bir kulu hiç binmedi.’ Bunun üzerine (Burak) o kadar utandı ki, terler döktü. Sonra ben bininceye kadar hiç kıpırdamadı.” “El Hasan, hadisinde şunları söylemiştir: ‘Allah’ın elçisi gitti, onunla birlikte Kutsal Konut’a ulaşıncaya kadar Cebrail de onunla beraber gitti. Burada bir peygamberler grubunun arasında İbrahim’i, Musa’yı ve İsa’yı buldu. Bunun üzerine Allah’ın elçisi ibadet ederken onlara önderlik (imamlık) yaptı, onlarla birlikte dua etti. Bunun üzerine (Cebrail) iki kase getirdi, birinde şarap, diğerinde süt vardı. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi süt kasesini alıp içti ve şarap kasesini bıraktı. Bunun üzerine Cebrail ona, ‘Sen Doğa’ya yönlendiriliyorsun ve halkın da Doğa’ya yönlendiriliyor. Ey Muhammet, şarap sana yasaklanıyor’ dedi. Sonra Allah’ın elçisi gitti. Sabah olduğunda Kureyş’e gidip onlara bilgi verdi. Sonra birçok kişi, ‘Allah’ım! Bu konu çok net: Allah’ım! Bir kervan Mekke’den Suriye’ye bir ayda gidiyor ve bir ayda dönüyor ve bu Muhammet Mekke’den bir gecede mi gidip geliyor?’ dedi.” 15

Bu anlatıma göre, Muhammet Mekke’den Yeruşalim’e bir gece içinde gidip gelmiştir. Daha sonraki hadislerde yolculuk büyük ölçüde uzatılmıştır. Yine de anlatan kişinin, bunları Muhammet’in söylediğini ilan ettiği hepsinde ikrar edilmiştir. Hadisin kuşaktan kuşağa aktarıldığı alışıldık isimler dizisiyle aşağıdaki öykü Mişkatü’l Mesabih’te yer almaktadır:

“Allah’ın Peygamberi 16 anlatmıştır: Uyurken… biri bana geldi: sonra bununla şunun arasındakini açtı… kalbimi dışarı çıkardı. Sonra bana imanla dolu bir altın kase verildi. Yüreğim yıkandı ve tekrar yerine koyuldu, sonra kendime geldim… Sonra bana katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük beyaz bir hayvan getirdiler: Adı Burak’tı ve ön ayağı gözün gördüğü en uç noktaya kadar uzanıyordu. Sonra üzerine çıktım. Göğün en alt katına gelinceye kadar beni Cebrail götürdü. Giriş izni istedi. Ona, ‘Kimsin?’ diye soruldu. ‘Cebrail’ dedi. ‘Yanında kim var?’ diye soruldu. ‘Muhammet’ dedi. ‘Çağrıldı mı?’ diye soruldu. ‘Evet’ dedi. ‘Hoş geldi, gelmesi ne kadar iyi’ denildi. Sonra biri açtı. İçeri girdiğimde Adem oradaydı. Cebrail, ‘Bu, senin baban Adem, ona selam ver’ dedi. Bunun üzerine ona selam verdim ve o da bana selam verdi. Sonra, ‘İyi evlat ve iyi peygamber hoş geldin’ dedi.” Öykü, aynı anlatımın bıktırıcı tekrarlarıyla devam ediyor. Bize, Cebrail’in Muhammet’i her kapıda aynı sorular sorularak ve tam tamına aynı yanıtlar verilerek göğün katlarına nasıl götürdüğü anlatılıyor. Muhammet göğün ikinci katında Vaftizci Yahya ve İsa’yla, üçüncüsünde Yusuf’la, dördüncüsünde İdris’le, beşincisinde Harun’la, altıncısında Musa’yla tanıştırıldı. Musa ağladı ve nedeni sorulduğunda, gözyaşlarının nedeninin kendi halkından çok Muhammet’in takipçilerinin Cennet’e gireceğini bildiği yanıtını verdi. Göğün yedinci katında Muhammet İbrahim’le karşılaştı, alışıldık şekilde selamlaştılar. “Bundan sonra yükseklerden Sidretü’l Münteha’ya 17götürüldüm. Meyveleri çömlekçinin çömlekleri gibiydi. Yaprakları fil kulaklarına benziyordu. ‘Bu, öteye geçmeye kimsenin cesaret edemediği sınır’ dedi. Sonra ikisi içte, ikisi dışta dört ırmak. ‘Ey Cebrail, bu ikisi nedir?’ dedim. ‘İçteki iki ırmak Cennetin iki ırmağı, ama dıştaki ikisi Nil’le Fırat’ dedi.”

Anlatım, yolculuğun diğer pek çok özelliğinden söz ederek devam ediyor. Diğerlerinin arasında daha önce sözünü ettiğimiz Adem’in ağladığı olay da var ama hepsinden söz etmemiz gerekmiyor.

Modern Müslümanların büyük çoğunun peygamberlerinin yaşamına dair bilgi edindikleri popüler eserlerde 18 mucizelerle en çok dolu olan Mirac öyküsüdür. Cebrail’in onunla birlikte ötesine geçmeye cesaret edemediği sınıra ulaştığında melek İsrafil, Muhammet’den sorumlu oldu ve onu kendi alemine götürdü. Burada peygamber, Allah’ın Tahtı’na ilerledi ve Allah’ın sesi ona çarıklarını çıkarmamasını, çünkü onların dokunuşlarının 19 Allah’ın sarayını bile onurlandırdığını söyledi. Sıradan akıllara hem çocukça, kupkuru hem de kafirce gelen birkaç ayrıntıdan sonra bize Muhammet’in perdenin 20 arkasına geçtiği ve Allah’ın ona, “Ey Peygamber, esenlik, Allah’ın merhameti ve bereketi üzerinde olsun” dediği anlatılmaktadır.” Bu daha sonraki Mirac öykülerinde mitolojiye neden ya da gerçek açısından dizgin vurulmadığını görüyoruz.

Şimdi Muhammet’in bu gece yolculuğu fikrinin nereden kaynaklandığını araştırmalıyız. Her şeyden önce bu efsanenin Muhammet’in anlattığı gibi, bir rüyaya dayanması büyük bir olasılıktır ve eğer Sure LIII., 13-18’in daha sonraki bir tarihe ait olduğunu göz önünde tutarsak bu, bir göğe çıkış öyküsünü içermemektedir. Ama Hadislerin içerdiği öyküyü ele almalıyız. Bunlarda Mirac’la ya da göğe çıkışla ilgili çok kesin ayrıntılara girilmektedir. Efsanenin bu şekliyle, her açıdan olduğu gibi bu açıdan da Muhammet’in bütün diğer peygamberlerden çok daha ayrıcalıklı olduğunu göstermek için kurgulandığına inanmamızın iyi bir nedeni olduğunu göreceğiz. Bu öyküde birçok kaynaktan unsurlar birleştirilmiş olabilir ama Zerdüşt öykülerine inanırsak Muhammet’in Hicret’inden 400 yıl kadar önce yazılan “Arta Viraf’ın Kitabı” 21 adlı bir Pehlevi dilindeki bir kitapta yer alan Arta Viraf’ın göğe yükseliş öyküsüne dayanmaktadır.

Bu eserde bize, Pers İmparatorluğu’ndaki halkın düşüncelerinde Zerdüşt dininin geçerliliğini büyük ölçüde yitirdiği görülerek, Yıldızbilimci kahinlerin imanı yeni kanıtlarla eski haline getirilmesini desteklemeye karar verdikleri bildirilmektedir. Bu gayreti Ardeşir üstlenmiştir. Bunun üzerine kutsal bir yaşam sürdüren genç bir kahin seçilmiş ve göklerde ne olduğunu görebilsin, din kitaplarında yer alan öyküye uysun uymasın sözü geri getirmek için, göğe çıkmak üzere çeşitli törensel arınmalarla hazırlanmıştır. Bu genç Arta Viraf transa geçtiğinde ruhu’nun, Saroş adlı bir başmeleğin rehberliğinde göklere çıktığı ve Ormazd’ın 22 huzuruna gelinceye kadar göğün bir katından öbürüne yavaş yavaş çıktığı anlatılır. Arta Viraf göklerdeki her şeyin farkına vardığında ve burada bulunanların mutlu durumda olduklarını gördüğünde Ormazd, ona kendi habercisi olarak yeryüzüne dönmesini ve Zerdüşt dinindeki herkese gördüklerini anlatmasını emretmiştir. Onun bütün görümleri, adını taşıyan kitapta ayrıntılarıyla anlatılır. Bunlardan enine boyuna alıntı yapmak gereksizdir ama birkaç alıntı, Muhammet’in göğe çıkma efsanesinde örnek olarak bunun alındığını göstermeye yetecektir.

Arta Viraf Namak’ta (Böl. vii, §§ 1-4) şunları okuyoruz: “Ve Humat’taki Yıldızların Katı’na doğru ilk adımı attım… Kutsalların, parlak bir yıldız gibi ışık saçan canlarını gördüm. Çok parlak, çok yüce, çok görkemli bir tahtla bir kürsü vardı. Sonra kutsal Saroş’la Azer’ın meleğine, ‘Burası neresi, bu insanlar kim?’ diye sordum.”

Bu paragrafı açıklarken, “Yıldızlar Katı’nın”, Zerdüşt Cenneti’nin ilk ya da en alt “sarayı” olduğundan söz edilmelidir. Azer, ateşe hükmeden melektir. Saroş, itaat meleği ve “Sonsuz Kutsallardan” (Ameşa-spenta’lar, daha sonra da Amşaspand’lar) ya da Zerdüşt inancındaki başmeleklerden biridir. Tıpkı Cebrail’in Muhammet’e yaptığı gibi, Arta Viraf’a farklı göklerde rehberlik etmektedir.

Öyküde, Arta Viraf’ın Ay Katı’na ya da ikinci kata, sonra da göksel konutların üçüncüsü olan Güneş Katı’na nasıl gittiği anlatılmaya devam edilir. Ormazd’ın huzuruna takdim edilinceye kadar göğün her katında kendisine sürekli olarak rehberlik edilmiştir ve Böl. xi’de şu sözlerle ayrıntıları verilen bir görüşme yapmıştır:

“Ve sonunda başmelek Bahman, altın kaplı tahtından kalktı: elimi tuttu, beni Humat, Hukt ve Hurast’a 23 götürdü. Ormazd, başmelekler, diğer kutsallar, temiz düşünceli Zerdüşt’ün Özü… diğer imanlılar ve iman önderleri vardı. Bunlardan daha parlağını ve iyisini şimdiye kadar görmemiştim. Bahman, ‘Bu, Ormazd’ [dedi]. Ona selam vermek istedim. Bana, ‘Sana selam olsun, Ey Arta Viraf! Hoş geldin! Şu ölümlü dünyadan bu lekesiz yere gelmişsin’ dedi. Kutsal Saroş’la melek Azer’a, ‘Arta Viraf’ı götürüp ona tahtı, kutsalların ödülünü ve günahkarların cezasını gösterin’ emrini verdi. Sonunda kutsal Saroş’la melek Azer elimi tuttular, beni bir yerden diğerine götürdüler, bu başmeleklerle diğer melekleri de görmüş oldum.”

Arta Viraf’ın Cennet’e ve cehenneme nasıl gittiği, her birinde neler gördüğü uzun uzun fazlasıyla bize anlatılmaktadır. Cehenneme gittikten sonra öykü şöyle devam eder:

“Sonunda 24 25 kutsal Saroş’la melek Azer elimi tutup beni bu karanlık, korkunç yerden çıkardılar. Beni bu aydınlık yere Ormazd’la başmeleklerin meclisine götürdüler. O zaman Ormazd’ın huzurunda selam vermek istedim. Kibardı. ‘Ey imanlı kul, kutsal Arta Viraf, Ormazd’a tapanların elçisi, maddi dünyaya git. Gördüklerine ve bildiklerine göre, yaratılanlara gerçeği anlat, çünkü Ormazd olan ben buradayım. Kim doğruyu ve gerçeği söylerse duyarım ve bilirim. Bilgelerle konuş’ dedi. Ormazd bunları söylediğinde şaşkınlığım sürüyordu, çünkü beden değil, ışık görüyordum ve bir ses işitiyordum. ‘Bunun Ormazd olduğunu’ biliyordum.”

Bütün bunlarla Muhammet’in Mirac efsanesi arasındaki benzerliğin ne kadar fazla olduğunu belirtmek gereksizdir. Olasılıkla Hıristiyanlık çağının on üçüncü yüzyılında yazılan Zerdüştname’de anlatılan bir efsane vardır. Arta Viraf’tan yüzyıllarca önce Zerdüşt göğe çıkmıştır ve cehenneme de gitme izni almıştır. Bize orada, Kuran’daki İblis’e çok benzeyen Ehrimen’i gördüğü anlatılmaktadır.

Bu efsaneler Hint-Avrupa dünyasının Pers koluna özgü değildir. Sanskritçe de benzer öyküler vardır. Bunların içinde İndralokagamanam’dan, atmosfer tanrısı “İndra’nın Dünyasına Yolculuk”tan söz edilebilir. Burada bize, kahraman Arjuno’nun göklere yolculuk ettiği, İndra’nın Nandanam adındaki bahçede bulunan Vaivanti adlı göksel sarayını gördüğü anlatılır. Hindu kitapları bize her zaman akan tatlı su ırmaklarından, bu güzel yerde yetişen yeşil bitkilerden, bunların ortasında yer alan Pakşajati adlı ağaçtan söz eder. Bu ağaç Amrita ya da Ölümsüzlük denen bir meyve verir. Grek şairler buna άμβροσία derler. Her kim bundan yerse ölmez. Ağacı renk renk güzel çiçekler süsler; her kim bu ağacın gölgesinde dinlenirse yüreğindeki her isteğinin yerine gelmesine nail olur.

Zerdüştlerin Avesta’da, Pehlevi diliyle Humaya’da Hvapa denen harika bir ağacın varlığıyla ilgili bir öyküleri de vardır. İkisinde de bunun anlamı, “iyi suları olan”, “iyi sulu” anlamına gelir. Vendidad’da şu sözlerle anlatılır: 26 27 - “Sular Puitika gölünden Vorukaşa gölüne, Hvapa ağacına saf olarak akar: burada her tür bitki yetişir.” Hvapa ve Pakşajati, burada anlatılması gerekmeyecek kadar çok iyi bilinen Tuba’yla ya da Muhammet’in cennetteki “iyilik” ağacıyla aynıdır.

Bununla birlikte, Hıristiyanların bazı apokrif kitaplarında, özellikle de “Pavlus’un Görümü”nde ve daha önce birden çok yerde söz ettiğimiz “İbrahim’in Tanıklığı”nda çok benzeyen efsanelerin yer aldığına dikkat edilmelidir. “Pavlus’un Görümü”nde bize, Pavlus’un göğe çıktığı ve Cennet’te dört ırmak gördüğü, İbrahim’in de bu efsanevi “Tanıklığı”nda gökte mucizeler gördüğü söylenmektedir. Tıpkı Arta Viraf’la Muhammet’e yapmalarının söylendiği gibi, ikisi de gördüklerini anlatmak üzere yeryüzüne dönmüştür. İbrahim’le ilgili şunlar anlatılır: 28 “Ve başmelek Mikail yere inerek İbrahim’i bir keruv arabasına bindirdi, göğün eterinde onu bulutun üzerindeki altmış melekle beraber yukarıya kaldırarak getirdi. İbrahim, yerleşilmiş bulunan bütün yeryüzünün üzerinde arabayla yolculuk ediyordu.

Bu “keruv arabası” Muhammet’in efsanesinin başka bir biçimini akla getirmektedir, çünkü Muhammet, Burak adlı bir hayvana binmektedir. Arabaya binmektense hayvana binmek Arapların düşüncelerine daha uygundur. Burak sözcüğü, olasılıkla “şimşek” anlamına gelen İbranice barak, Arapça berk sözcüğünden türetilmektedir. Ama Pehlevi dilinden türetilmesi de mümkündür.

Diğer noktaları göz önüne almaya geçmeden önce, Hanok Kitabı’nda Hanok’un görüm 29 (όράσει) olarak gördüğü yeryüzündeki, cehennemdeki ve gökteki mucizelerin uzun bir anlatımı vardır. Bu apokrif kitabın “Pavlus’un Görümü”, “İbrahim’in Tanıklığı” ve dolayısıyla Muhammet’in efsanesi üzerinde kuşkusuz etkileri olmuştur; ama Arta Viraf Namak’ın, olasılıkla dolaylı olmanın dışında, bu kitaplardan etkilendiğini pek öne süremeyiz. Yine de bu, bizim şu andaki sorgulamamızı etkileyen bir soru değildir.

Aden Bahçesi’ndeki Yaşam Ağacı’yla ilgili olarak Yahudilerin birçok olağanüstü 30 efsanesi vardır. Bunlar, Dr. Hilprecht’in Nippur’da bulduğu en eski yazıtlarda sözü edilen “Eritu’nun Kutsal Ağacı”yla ilgili Akkadia öykülerinden alınmış olmalıdır. Bunlara ayrıntılarıyla girmemiz gerekmez. Sadece bütün bu efsanelerle Yaratılış’taki basit anlatım arasında nasıl büyük bir zıtlık olduğuna bakalım. Muhammet’in gökteki Cennet öyküsünde Yahudi efsanelerinin etkisi olmuştur, çünkü Müslüman inancında Aden Bahçesi cennette yer almaktadır. Bu durumda, Yahudilerin yeryüzünde bulunduğunu anlatmalarına rağmen onlar göksel Cennet’e gitmişlerdir. Bu açıdan Hıristiyan apokrif kitapları da onları yanlış yönlendirmiştir, çünkü “Pavlus’un Görümü”nde anlatılan (Böl. xlv) dört ırmak vb açıkça aynı tuhaf hayalden ortaya çıkmaktadır. Bu apokrif kitapları Hıristiyan Kilisesi’nin hiçbir mezhebi, ağırlığı ya da yetkisi olan kitaplar diye kabul etmediğini söylemenin pek gereği yoktur ama bir zamanlar cahil kalabalıklarda bazısı önemli ölçüde popülerdi. Bazısı uzun zamandır biliniyordu, bazısı da yüzyıllarca kaybolduktan sonra yakın zamanlarda yeniden keşfedilmiştir. Muhammet’in Tuba ağacı öyküsünü Zerdüştlerden mi yoksa Yahudilerden mi aldığını ya da (aynı kökenden gelen) ikincisinin öyküde etkisinin olup olmadığını sorgulamamız gerekmiyor. Muhammet’in gördüğü dört ırmak, “Pavlus’un Görümü”ndeki-lerdir ve bu ikincisindeki ırmaklar yukarıda fark ettiğimiz yanlış yüzünden Aden ırmaklarıyla aynıdır.

Karşımıza çıkan bütün bu efsanelerin özgün kaynaklarının Kutsal Kitap’ta geçen Hanok’un, İlyas’ın ve Rab’bimizin göğe çıkışının ve bazılarının Aziz Petrus olduğunu sandığı kişinin “üçüncü göğe götürülmesinin” 31 olup olmadığı sorulabilir. Diğerleri için doğru olsa da, sözünü ettiğimiz Pers ve Hint öyküleriyle bunun bağlantısı olduğunu sanmak zor ve çok gereksizdir. Ama böyle olsa bile, Muhammet hakkındaki diğer birçok efsane gibi 32, Muhammet’in göğe yükselmesi efsanesi de Arta Viraf Namak’ta yer alan başka anlatımlar örnek alınarak uydurulmuştur. Amaç, onun bazı açılardan Mesih’le ve kendisinden önce gelen peygamberlerle eşit hatta onlardan üstün olduğunu göstermektir.

2. Muhammet’in, Hurilerin Olduğu Cenneti

Bunlarla Gilman, Cin, Ölüm meleği ve Darratü’l Kainat’ı bağdaştırabiliriz. Kuran’ın Cennet anlatımı örneklerinden aşağıdaki bölümleri verebiliriz: 33

Sure LX, Rahman, 46 vdd: “Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. Bu iki cennet türlü ağaçlarla doludur. Bu cennetlerden akan iki kaynak vardır. Bu cennetlerde türlü meyveden çift çift vardır. Orada, örtüleri parlak atlastan yataklara yaslanırlar; iki cennetin meyvelerini de kolayca toplarlar. Orada, bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş, daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler vardır. Onlar yakut ve mercan gibidirler. İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır. Renkleri koyu yeşildir. İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak vardır. İkisinde de türlü türlü meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır. Oralarda iyi huylu güzel kadınlar vardır. Çadırlar içinde huriler vardır. Onlara daha önce insan da, cin de dokunmamıştır. Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli döşeklere yaslanırlar.”

Sure LVI, Vakıa 11 vdd’da Cennet’te “Defterleri Sağdan Verilenlere Eşlik Edenlere” - yani Diriliş gününde kurtulanların- ayrılmış zevklerin benzer bir anlatımını buluyoruz: “Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır… Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar. Ölümsüz gençler (Gılman) yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler 34, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar. İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi Huriler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar. Sadece selama karşılık selam sözü işitirler. Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler. Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.” 35

Bu anlatımın büyük bölümünün, Perslerin ve Hinduların Cennet hakkındaki görüşlerinden alındığını ama hoş olmayan ayrıntıların ve kavramların birçoğunun kuşkusuz Muhammet’in bedensel zevklerinin ürünü olduğunu göreceğiz.

Huriler fikri, İran’ın modern halkının Paris dediği Pairakas hakkındaki antik Pers efsanelerinden çıkmıştır. Zerdüştler bunları havada yaşayan, yıldızlarla ve ışıkla yakından bağlantısı olan dişi ruhlar diye anlatılır. O kadar güzeldirler ki, erkeklerin kalplerini esir alırlar. Cennetteki bu genç kızlara Kuran’da verilen Hur adının genellikle Arapçadan türetildiği ve “kara gözlü” anlamına geldiği sanılmaktadır. Bu, çok mümkündür. Ama özgün anlamı “ışık”, “parlaklık”, “gün ışığı” ve sonunda da “güneş” olan, Avestik hvare, Pehlevi dilinde ve modern Farsça hur kelimesinden türetilen Pers dilinde bir sözcük olması olasılığı daha yüksektir. Araplar bu “parlak ve “güneş gibi” genç kızlar kavramını Perslerden aldıklarında, belki onları en iyi tanımlayan kelimeyi de almışlardır. Bir sözcüğe kendi dillerinde bir anlam bulmak Araplar için doğaldı. Aynı şekilde kuşkonmaz, “serçe otu”; din değiştiren, “serseri”; kediotu, “Yeruşalim” enginarı olmuştur. Ya da Grekçe όασις şeklinde Yunancalaştırılan Arapça vadi sözcüğünün αΰω’dan geldiği sanılmaktaydı – kuşkusuz lucus a non lucendo (koru aydınlık olmaz) ilkesine göre. Kuran’da Cennet yerine kullanılan sözcüklerden biri olan Firdevs de Pers dilindedir. Yukarıda çevirdiğimiz paragraflarda bu dilden 36 birçok sözcük yer almaktadır. Bununla birlikte Hur sözcüğünün nereden türetildiğini saptamanın aslında önemi yoktur. Bu sözcükle ifade edilmek istenen varlıkların tıpkı Gılman gibi Hint-Avrupa kökenli olduğu bellidir. Hundular, Hurilere Sanskritçe Apsarasa ve Gilmanlara Gandharva diyerek ikisinin de var olduğuna inanırlar. Onların yeryüzünü sık sık ziyaret etseler de, aslında gökte yaşadıkları sanılıyordu.

Muhammedi tarihçiler, Cennet’te Huriler tarafından karşılanma beklentisinin, Muhammet’in ateşli birçok genç savaşçısını savaşta cesurca ölüme koşacak kadar keyiflendirdiğini gösteren birçok öykü anlatmaktadır. Bu inanç, savaş alanında ön cephede yaralanarak ölenlerin ödülleriyle ilgili antik Hint-Avrupa inancına çok benzemektedir. Manu, Dharmasastra’sında şöyle der 37: “Savaşlarda çarpışan yeryüzünün efendileri yüzlerini döndürmeden birbirlerini öldürmeyi karşılıklı isterler, böylece yiğitlikleriyle cennete giderler.” Nalopakhyanam’da da İndra’nın kahraman Nala’ya şöyle dediğini görüyoruz: 38 “Yaşamak için (bütün umutlarından) vazgeçen, bu süre içinde yüzlerini döndürmeden silahlarıyla mahvetmeye giden yeryüzünün bekçileri (yani krallar), savaşçılar – onlarınki bu ölümsüz dünyadır” – Indra’nın cennetidir. Bu fikirler sadece Hindistan’a özgü değildi, çünkü bizim kuzeydeki atalarımız da putperest oldukları günlerde göksel Valkyri’lerin ya da “Katledenleri Seçenlerin” savaş alanını ziyaret edeceklerine 39 ve çatışmada düşen kahraman savaşçıların ruhlarını Odhin’in cenneti’ne, Valhalla’ya, “Katledenlerin Kabul Edildikleri Salona” götüreceklerine inanıyorlardı.

Cinler, çok güçlü bir tür kötü ve hain ruhlardı. Müslüman dünyasının birçok yerinde dehşet kaynaklarıydı. Süleyman’ın uyrukları olduğunun söylendiğini daha önce görmüştük 40 41. Kuran’da da onlardan az söz edilmez. 42 Bize cinlerin melekler ve şeytanlar gibi ateşten yaratıldıkları anlatılır. 43 Kelime Farsçaya benzemektedir, çünkü tekil halindeki Cinni, Avesti dilinde kötü (dişi) ruh Caini’dir. 44

Muhammet’in efsanesindeki “Terazi”nin kökeni sorununu incelerken, Hadisler’de Muhammet’in, Mirac’ta Adem’in sol elindeki “Siyah Figürlere” (el esved) baktığında ağladığını ama bakışları sağ elindekilere gittiğinde sevindiğini gördüğünün belirtildiğini görüyoruz. 45 46

Bu siyah figürler onun soyundan gelen henüz doğmamış kişilerin ruhlarıydı. Genellikle onlara “Var Olan Atomlar” (adu zerretü’l kainat) denir. (Öykünün bu bölümünün başlıca özelliklerinin alındığı) “İbrahim’in Tanıklığı”nda söz edilen varlıklardan farklıdırlar. Aslında bu sözü geçen kitapta İbrahim, soyundan gelen ölmüş kişilerin ruhlarını görmektedir. Muhammet hadisinde ise “Var Olan Atomlar” şeklinde henüz doğmamış olanları görür. Muhammet dinindeki kitaplarda bu varlıklar kuşkusuz Arapçaya özgü bir adla bilinir. Ama bu düşünce, bu varlıklara fravaşi 47 adını veren Zerdüştlerden alınmış gibidir. Bazıları olasılıkla Perslerin bu fikri eski Mısırlılardan aldıklarını düşünmüşlerdir ama bu olasılık zayıftır. Böyle olsun olmasın Müslümanlar, insan ruhunun önceden var olduğu inancını Zerdüştlere borçludurlar.

Yahudiler kadar Müslümanlar da Ölüm Meleği’nden çok söz ederler. Ancak birincilerin onun adının Sammail olduğunu söylemelerine rağmen, ikinciler ona Azrail derler. Ama bu ad Arapça değil İbranicedir. Bu da, İslam’ın doğuşunda Yahudilerin etkisini bir kez daha göstermektedir. Bu meleğin adı Kutsal Kitap’ta geçmediği için, Yahudilerin ve Müslümanların onun hakkındaki sözlerinin başka bir kaynaktan alındığı bellidir. Olasılıkla bu kaynak Perslerdir, çünkü Avesta’da “bölücü” anlamına gelen, görevi bedenle ruhu birbirinden ayırmak olan Astovidhotus ya da Vidhatus adlı bir melekten söz edilmektedir. Biri ateşe ya da suya düşer, yanarak ölür ya da boğulursa Zerdüştler bu ölümün nedeninin ateş ya da su olmadığına inanırlar – çünkü bu “unsurların” iyi olduğu ve insana zarar vermediği düşünülür. Neden, Ölüm Meleği Vidhatus’tur. 48

3. Azazil’in Cehennem’den Yükselişi

Muhammedi hadise göre, Şeytan’ın ya da İblis’in asıl adı Azazil’dir. Bu ad İbranicedir ve Levililer’in özgün metninde görülür (xvi. 8, 10, 26). Ama Müslüman ve Zerdüşt efsaneleri arasındaki karşılaştırmanın kanıtladığı üzere, onun kökeninin öyküsü İbranilerden değil, tümüyle olmasa da hemen hemen Zerdüştlerden gelmektedir.

Kısasü’l Enbiya’da şunları okuyoruz (s. 9): “Yüceler Yücesi Allah Azazil’i yarattı. Azazil, Siccin’de 49 bin yıl Yüceler Yücesi Allah’a ibadet etti. Sonra yeryüzüne geldi. Her katta 50 yüzeye çıkıncaya kadar Yüceler Yücesi Allah’a bin yıl ibadet etmiştir. Yüzey, insanların yaşadığı en üst kattır. Sonra Allah ona bir çift zümrüt kanat vermiş, o da bunlarla göğün ilk katına çıkmıştır. Burada bin yıl ibadet etmiş, böylece ikinci kata ve devamına ulaşabilmiştir. Çıktığı her katta bin yıl ibadet etmiştir. Göğün her katındaki melekler ona özel bir isim vermiştir. İlk kez beşinci gökte –efsanenin bu şekline göre – Azazil denmiştir. Bundan sonra altıncı ve yedinci göğe yükselmiştir. O kadar çok ibadet etmiştir ki, yeryüzünde ya da gökyüzünde, ibadet ederken secde etmediği avuç içi büyüklüğünde bile tek bir yer bile bırakmamıştır. Daha sonra bize, Adem’e ibadet etmeyi reddetme suçundan Cennet’ten kovulduğu anlatılır. 51 Araisu’l Mecalis’te 52 İblis adı verildikten sonra, yüreği Adem’la Havva’ya karşı haset ve kötü niyetle dolu olduğundan, onlara acı çektirmek için üç bin yıl Cennet’in kapısında beklediği bize anlatılır.

Şimdi Pehlevi dilinde “Yaratılış” anlamına gelen Bundahişnih’te besbelli aynı olan konuda Zerdüştlerin ne anlattıklarına bakalım. Pehlevi dilinde Kötü Ruh’a Ehrimen dendiğine dikkat edilmelidir. Bu, Avesta’da bilindiği adıyla Anro Mainyus’tan (“yok edici düşünce”) türetilmiştir.

Bundahişnih’in birinci ve ikinci bölümleri şunları okuyoruz:

“Ehrimen karanlıktaydı ve şimdi de karanlıktadır, bilgiden sonradır 53, acı çektirmek ister ve dipsiz kuyudadır… Ve bu zarar vericilikle bu karanlık da karanlık bölge dedikleri bir yerdir. Her şeyi bilen Ormazd, Ehrimen’ın var olduğunu biliyordu, çünkü o” – yani Ehrimen – “sonuna kadar gıpta etme isteğiyle harekete geçip karmakarışık olur… Onlar” (Ormazd’la Ehrimen) “ruhta üç bin yıllıktılar, yani değişmezler ve kıpırdamazlardı… Zarar veren ruh, sonradan bilgisi nedeniyle Ormazd’ın varlığının farkında değildi. En sonunda bu dipsiz kuyudan çıktı ve aydınlık yere geldi; Ormazd’ın parlaklığını gördüğü için… zarar verme isteği ve hasetçi yaratılışı nedeniyle, kendini yok etmeye verdi.”

Destanın, dualistik Zerdüştlerde ortaya çıktığı şekliyle Tektanrıcı Müslümanların kabul ettikleri yanı arasında şekil olarak ister istemez belli bir fark görüyoruz. Birincisinde Kötülük İlkesi’ni Ormazd yaratmaz ve Onun varlığını da önceden bilmez. İkincisindeyse kuşkusuz o. Tanrı’nın yarattıklarından biridir. Muhammet’in efsanesinde dindarlığıyla yavaş yavaş göğe yükselir. Oysa Zerdüştlerin anlatımında dindarlığın konuyla hiçbir ilgisi olamaz. Ne var ki, iki örnekte de Kötü Ruh, önce karanlıkta ve cahillikte yaşar, sonra aydınlığa çıkar. İki örnekte de, haset ve kötü niyetle Tanrı’nın yarattıklarını mahvetme işine koyulur. Zerdüştlerin görüşlerine göre, on iki bin yıl devam eden iyiyle kötü arasındaki yarış her biri on üç bin yıl süren dört döneme ayrılır. Olasılıkla buna yapılan bir gönderme, gördüğümüz üzere, Azazil’in (İblis) Adem’i mahvetmek için üç bin yıl beklemesinde görülmektedir.

Bu konuyu bitirmeden önce, Tavus Kuşu’nun hem Muhammet’in hem de Zerdüştlerin destanında Kötü Ruh’la ilgili olması ilginç gelebilir. Kısasül Enbiya’da İblis’in Cennet’in kapısında pusu kurarak içeri girip Adem’le Havva’yı günah işlemek için ayırtma fırsatı bulmaya bakarken duvarın üzerindeki mazgallardan birinin tepesinde bir Tavus Kuşu’nun oturduğu ve onun, en dindar şekilde Yüceler Yücesi Allah’ın en yüce adlarını tekrarladığını gördüğü anlatılmaktadır. Bu kadar çok dindarlıktan etkilenen Tavus Kuşu bu ateşli sofunun kim olabileceğini sormuştur. İblis, “Ben, Allah’ın meleklerinden biriyim; Ona onur ve yücelik olsun!” diye yanıtlamıştır. Tavus Kuşu ona neden orada oturduğunu sorduğunda, “Cennet’e bakıyorum, içeri girmek istiyorum” karşılığını vermiştir. Gözcülük görevi yapan Tavus Kuşu, “Adem içerdeyken Cennet’e birinin içeri girmesine izin vermek için emir almadım” demiştir. Ama İblis ona bir dua öğreteceği vaat ederek kendisine içeri girme izni vermesi için rüşvet vermiştir. Bu duanın tekrarı onu yaşlanmaktan, Allah’a isyan etmekten ve Cennet’ten uzaklaştırılmaktan koruyacaktı. Bunun üzerine Tavus Kuşu mazgaldan aşağıya inmiş ve duyduklarını Yılan’a anlatmıştır. Bu, Havva’nın sonra da Adem’in düşmesine yol açmıştır. Bunun üzerine Yüceler Yücesi Allah Adem’i, Havva’yı, Ayartıcı’yı ve Yılan’ı Cennet’ten yeryüzüne kovmuş ve Tavus Kuşu’nu 54 da onlarla beraber aşağı atmıştır.

Zerdüştlerin de Ehrimen’le Tavus Kuşu arasında bir bağlantı olduğuna inanmaları dikkate değerdir. Daha önce farklı bir bağlantıda kendisinden alıntı yaptığımız Ermeni yazar Ezniq, kendi döneminde yaşayan Zerdüştlerle ilgili olarak şunu belirtir: “Ehrimen’ın, ‘Ben, iyi bir şey yapamaz değilim ama yapmayacağım’ dediğini söylerler. Ve söylediğini kanıtlamak için de Tavus Kuşu’nu yaratmıştır.” 55

Zerdüşt efsanesindeki Tavus Kuşu’nu, Ehrimen yarattıysa Muhammet’in efsanesinde onun İblis’e yardım etmesine ve onunla birlikte Cennet’ten kovulması bizim için şaşırtıcı değil.

4. “Muhammet’in Işığı” Efsanesi

Kuran’da söz edilmese de, Muhammet’in alnında parlayan ve onun daha önce de var olan özü olan “Muhammet’in Işığı” öyküsü, deyim yerindeyse Hadislerde çok önemli bir yer işgal eder. Ravzatü’l Ahbab gibi kitapların sayfaları böyle hadislerle doludur. Burada,“Adem yaratıldığında Tanrı bu ışığı onun alnına koydu ve ‘Ey Adem, senin alnına koyduğum bu ışık [senin] en iyi ve en soylu oğlunun ışığıdır. Bu, gönderilecek olan baş peygamberin ışığıdır” dendiğini okuyoruz. Sonra ışığın Adem’den Şit’e, Şit’ten, her kuşağın en soylusuna geçtiği, bu süreç içinde Abdullah İbn-i El Muttaleb’a ulaştığı anlatılarak öykü devam etmektedir. Ondan da Muhammet’e gebe kaldığında Amina’ya geçmiştir. 56 Yuhanna i. 4, 5’de (Krş. xii. 41) Mesih için söylenenlere uygun olsun diye efendilerini yüceltmek için Muhammet’in ışığı anlatımını Muhammediler düşünmüş olabilirler ve bu ilk parçalarla Yaratılış i.3’ün arasında kafalarında bir karışıklık da olabilir. Aynı zamanda olağanüstü abartma ve uydurma da olsa, şimdi alıntı yapacağımız parçalardaki ayrıntıların ana hatlarıyla Zerdüşt efsanesinden alındığı görülecektir.

Perslerin ilk Sasani kralları döneminde Pehlevi dilinde yazılan Minuhirad’da Ormazd’ın bu dünyayı, bütün yaratıkları, başmelekleri ve Göksel Aklı, Zarvan i Akarana’yı ya da “Sonsuz Zaman”ı överek kendi ışığından yarattığını okuyoruz. Ama Perslerin ülkesinde bu ışık masalından çok daha eski olan bir kitap vardır. Avesta’da bundan, adını sahip olduklarından alan, modern Farsçada Cemşit olarak bozulan büyük Yima Khşaeta ya da “Parlak” Yima’yla bağlantılı olarak söz edilmektedir. Sanskritçe Yama’yla aynıdır. Rig Veda’da ondan ilk insan diye söz edilir. İkiz kız kardeşi Yami günah işlemesi için onu boşu boşuna ayartmış, o da öldükten sonra ölülerin gölgesine hükmetmiştir. Öte yandan Pers geleneğinde Yima Pers uygarlığının kurucusudur. Babasının adı Vivanhvat 57, Hint efsanesinde Güneş ve Yama’nın babası olan Vivasvat’la aynıdır. Yima’nın kaşında tanrısal görkeminden çıkan Kavaem Hvareno ya da “Kraliyet Parlaklığı” ışık saçar. Günah işlediğinde bunu kaybeder. Bu konuda Avesta’da şu anlatım yer almaktadır:- 58

“Kadir Kraliyet Parlaklığı, iyi sürünün efendisi Cemşit, yedi iklimli yeryüzünde div’lerin, insanların, yıldızbilimcilerin, Paris’in, kötü ruhların, falcıların ve büyücülerin üzerinde hüküm sürerken uzun süre ona sıkıca yapışmıştı… Sonra yalan ve değersiz söz aklına geldiğinde gözle görülür parlaklık kuş biçimine girerek ondan ayrıldı… İyi sürünün efendisi Cem olan Cemşit artık bu parlaklığı göremeyince üzüldü; tedirgin oldu ve yeryüzüne düşmanlık etmeye başladı. Parlaklık ilk kez gitmişti, parlaklık Cemşit’i [bırakmıştı], parlaklık Vivanhvat’ın oğlu Cem’i kanat çırpan bir kuş gibi 59 terk etmişti… Bu parlaklığı Mitra almıştı. Bu parlaklık ikinci kez Cemşit’ten gittiğinde, bu parlaklık Vivanhvat’ın oğlu Cem’i terk ettiğinde kanat çırpan bir kuş gibi gitmişti: kahraman Atviyani oymağının soyundan Feridun bu parlaklığı almıştı, çünkü o, en zaferli insanların en zaferlisiydi… Bu parlaklık Cemşit’i üçüncü kez terk ettiğinde bu parlaklık kanat çırpan bir kuş gibi Cem’i terk etmişti: bu parlaklığı Keresaspa mertçe aldı, çünkü o, kudretlilerin en kudretlisiydi.”

Muhammet’in efsanesindeki gibi burada da ışığın kuşaktan kuşağa, her kuşaktaki en değerli kişiye geçtiğini görüyoruz. Güneş’in soyundan gelenler için bu ışığa öncelikle sahip olmak doğaldı ve ışığın aktarımı hükümranlığın kuşaktan kuşağa devredildiğini gösteriyordu. Peygamberi, eski destandaki birçok eski Pers kahramanıyla aynı şekilde övmenin dışında, bu destanda ışığın Adem’den Muhammet’e devredilmesi için özel bir yeterlilik görülmemektedir.

Üstelik Cemşit’in “div’lerin, insanların, yıldızbilimcilerin, Paris’in, kötü ruhların, falcıların ve büyücülerin” üzerinde hüküm sürdüğüne dikkat edelim. Bir önceki bölümde söz edilen 60 61 Yahudilerin ve Muhammet’in destanlarında Süleyman’ın yaptığı gibi… Kuşkusuz Yahudiler bu öyküyü Zerdüştlerden almışlar ve III. Bölüm’de gördüğümüz gibi Müslümanlara aşılamışlardı.

İslami hadiste “Muhammet’in ışığının ilk yaratıldığında her birinden başka şeylerin yaratıldığı çeşitli parçalara bölünmesi Desatir i Asmani adlı eski Farsça kitaptaki Zerdüşt’le ilgili öyküye çok benzemektedir. Bu nedenle özellikle, yukarıda alıntı yapılan Minukhirad gibi Zerdüştlerin daha eski yazılarında da yer alan aynı düşünceden çıkmış olması çok mümkündür.

5. Ölülerin Köprüsü

Muhammedi hadiste buna Es Sırat ya da “Yol” denir. Bu olağanüstü köprüyle ilgili birçok ayrıntı vardır. Kıldan ince, kılıçtan keskin olduğu söylenir. Cehennemin dipsiz kuyusunun tam üzerinde yer alır ve Yargı Günü’nde yeryüzünden gökyüzüne geçilecek tek yoldur. Herkese buradan geçmesi emredilecektir. Dindar Müslüman, meleklerin rehberliğinde güçlük çekmeden geçecektir ama geçemeyen inançsızlar tepe üstü cehenneme düşecektir.

Sırat sözcüğü, Es Sıratü’l Müstakim (“Doğru Yol”, Fatiha Suresi, tür. yer.) ifadesinde olduğu gibi, Kuran’da mecazi anlamda kullanılsa da, tam olarak Arapça bir sözcük değildir. Türetilişi, bu adı taşıyan köprüyle ilgili destanın kaynağını göstermektedir. Sözcüğün kökeni, Arapçadan ya da aslında Sami dilinden gelmez. Arap harfleriyle yazılan Pers dilindeki Şinvat’tır. Arapçada ş sesinin yerini tutacak bir harf olmadığı için, Sırat’ın ilk harfi ص (s) olmuştur. Farsça Şinvat toplayan, toparlayan, bir araya getiren (Krş. Sanskritçe √ (*Arabic*)) ya da hesaba alan demektir. Bu durumda Arapça Sırat ancak kısaltmayla anlam kazanıyor, çünkü Avesta’da Şinvat’tan değil, Şinvato-peretus’tan, yani iyi ve kötü işleri “kaydeden onun köprüsü”nden söz ediliyor 62. Bu köprü cehennemin üzerinde Alburz Dağı’ndan Şakat Daitih’e kadar gidiyor. Belli cenaze törenleri yapılır yapılmaz her insanın ruhu köprüye geliyor ve Cennet’e girmek için onu geçmek zorunda kalıyor. Köprüyü geçtiğinde Mitra, Raşnu ve Sraoşa yaptığı iyi ve kötü işlerin hesabına göre onu yargılıyor. 63 Ancak iyi işleri kötü işlerinden çoksa Cennet’in kapısı onu içeri almak için açılıyor. Eğer kötü işleri ağır basıyorsa cehenneme atılıyor; iyi işleri kötülerle eşitse ölünün ruhu, Ormazd’la Ehrimen’ın arasındaki amansız ya da son savaşın yapılacağı son yargıyı beklemek zorunda kalıyor. 64

Sadece Sırat sözcüğünün kökenini değil, Muhammet’in bu konudaki doktrininin kökenini de göstermek için, Pehlevi dilinde Dinkart adı verilen kitaptan aşağıdaki kısa parçayı tercüme etmek yeterlidir: - 65 “Ey, iyi işlerin kudretli Nedeni, çok günah işlemekten kaçıyorum ve yaşamın altı gücünü –davranış, konuşma, düşünme, akıl, zihin, anlayış- isteyerek temiz tutup hal ve davranışımın paklığını koruyorum. Aydınlık yolda kalayım, cehennemin ağır cezasına çarptırılmayayım ama Şinvat’ı geçeyim ve güzel kokulu, tümüyle hoş, her zaman aydınlık olan bu kutsal yerine ulaşabileyim diye bunu adil olarak, sana ibadet ederek, iyi düşünerek, iyi konuşarak ve iyi işler yaparak yerine getiriyorum.” Avesta’da da aynı inançtan söz edildiğini birçok kez görüyoruz. Diğer parçaların içinde iyi kadınlarla iyi erkeklerden söz edilen bir parça vardır: 66 “Senin gibi birinin duasıyla daha kimlere yol göstereceğim: bütün hayır dualarla onlara Şinvat köprüsünde rehberlik edeceğim.”

Hint-Avrupa kökenli bu inancın başka bir kanıtı genellikle “tanrıların köprüsü” denen Bifrost’tan söz eden eski İskandinavya mitolojisinde bulunmaktadır. Asgardh’taki (gök) konutlarından yeryüzüne bu köprüden geçerek gelirler. Bu, gökkuşağıdır. Köprü destanının üzerine kurulduğu doğal temeli bir çırpıda açıklamakta ve bunun ne kadar eski olduğunu göstermektedir. Bu düşünceyi Avrupa’ya İskandinavlar getirmişlerdir. Bu nedenle, çok eski zamanlarda bu onlarda ve Perslerde yaygın olmalıdır. Yunanistan’da, İlyada’da gökkuşağı tanrıların (İris) habercisidir ama gökle yeryüzünü birleştiren köprü düşüncesi unutulmuş olmalıdır.

6. Perslerden Alınan Başka Düşünceler

Perslerin düşüncelerinin İslam’ı etkilediği başka konular da kuşkusuz vardır ama anlattıklarımız amacımız doğrultusunda yeterlidir. Yine de, önemi daha az olan başka iki konudan söz etmeden sorgulamamızın bu bölümünü sonuçlandırmamalıyız.

Bunlardan biri, Müslümanların, her peygamberin ölümünden önce ardından gelecek olanı bildirdiğine dair inançlarıdır. Kutsal Kitap, bu düşünceye destek vermez. Burada biz Mesih’in geleceğine dair peygamberlikler buluruz ama hiçbir şey Muhammet’in teorisine yol açmaz. Olasılıkla bu, Zerdüştlerin Dasatir i Asmani adlı kitaplarından alınmadır. Modern Parsi’lerin birçoğu, çok eski olduğu öne sürülen (ve özgün metinden 67 bir anlam çıkarmanın kuşkusuz güç olduğu) bu kitabın “göğün diliyle yazıldığına” inanırlar! Bununla birlikte, son yüzyılın başında Pers ülkesinde keşfedildiği söylenen metnin satır aralarına Farsçanın eski Dari lehçesindeki çevirisi yazılmış ve editörlüğünü Bombay’da Molla Firuz yapmıştır. Birbiri ardına gelen on beş peygambere açıklandığı sanılan on beş risale içermektedir ve ilkine Mahaban ve son Sasan adı verilmektedir. Sasani soyunun kökeninin izinin olasılıkla ona kadar sürüldüğü düşünülebilir. Dari tercümesinin Hüsrev Perviz’in dönemine (M. S. 590-5) ait olduğu söylenmektedir. Bu durumda özgün metin daha da eski olmalıdır. 68 69 Sonuncusu dışında her risalenin sonuna doğru gelecek olan peygambere dair birer bildiri vardır. Bunun amacı çok bellidir. Parsi’lerin birçoğu kitabı kabul etmiyorlardı ama bu düşünce Müslümanların o kadar hoşuna gitmiş görünüyordu ki, onların sıradan inançlarına bile girmişti.

İkincisi, bu risalelerin her birinin ikinci ayetinin “Veren, Bağışlayan, Merhametli, Adil Tanrı’nın adıyla” bitmesi dikkate değer. Kuran’ın, dokuzuncu suresinin dışında her suresinin “Acıyan ve Merhamet Eden Allah’ın adıyla” başlamasıyla bu sözlerle yakından ilişkili olduğu bellidir. Olasılıkla Kuran bunu Zerdüştlerin kitabından almış, tersi olmamıştır: çünkü Bundahişnih’de de benzer bir ibare vardır: “Yaratan Ormazd’ın adına.”

Başkaları, Kuran’daki ibarenin Yahudi kökenli olduğunu düşünmektedirler. Hadis, bundan sonraki bölümde ele alacağımız Hanif’lerden biri olan Taif’li şair Ümmiyye’nin, tüccar olarak Suriye’ye ve başka yerlere yaptığı yolculuklarda ilişki kurduğu Yahudilerden ve Hıristiyanlardan öğrenerek bu kuralı Kureyş’lere öğrettiğini söylemektedir. 70 Eğer Muhammet bunu bu şekilde duymuş ve benimsemişse her ne alırsa alsın her zaman yaptığı gibi bunu kuşkusuz değiştirmiştir. Ama kökeninin Yahudi’den çok Zerdüşt olma olasılığı yüksektir ve Ümmiye çıktığı bu ticaret yolculuklarında karşılaştığı Perslerden öğrenmiş olabilir.

Muhammet döneminde Perslerin Arabistan’da ne kadar etkili olduklarını gördük. Bu bölümde söz edilen bütün örtüşmelerden – Kuran’ın ve Hadisler’in birçok yerinde bulunanların çoğunda, Müslümanların, Zerdüştlerin düşüncelerini ve efsanelerini başlıca kaynaklardan biri olarak almalarından- çıkarılması gereken sonucu a priori kabul etmekte hiçbir güçlük yoktur. Hadis, bu olasılığı kanıtlamaktadır, çünkü Ravzatü’l Ahbab, Muhammet’in, farklı uluslardan kendisine gelenlere kendi dillerinde birkaç kelime söylemeyi alışkanlık edindiğini ve bu gelenlerle bir iki kez Pers dilinde konuştuğu için, Arapçaya birkaç Farsça sözcüğün girdiğini söylemektedir. 71 Bu ifadede tabii ki, büyük miktarda efsane unsuru vardır ama o, bu şekliyle önemlidir, çünkü Muhammet’in başka bir yabancı dili olmasa da, Perslerle az da olsa bir tanışıklığı olduğunu açıkça kanıtlamaktadır. İbn-i İshak’la İbn-i Hişam Siratü’r Resul’da bize dinlerinden dönen Perslerden Salman adlı birinin olduğunu anlatırlar. Salman, eğitimli ve yetenekli biri olmalıydı, çünkü Kureyş’le müttefikleri İ.S. 627 yılının Şubat’ında Medine’yi kuşattıklarında, Salman’ın öğüdü ve askeri deneyimiyle Muhammet ünlü hendekle 72 kendi savunmuştur. Bunun, Arapların daha önce kullanmadığı bir tahkimat yöntemi olduğu söylenmektedir. Yine Salman’ın öğüdüyle Muhammet’in Taif seferinde (M. S. 630) mancınık kullandığı da söylenir. Bazıları Salman’ın her zaman Pers olarak bilinmesine rağmen, Mezopotamya’da esir edilerek getirilen bir Hıristiyan 73 olduğunu söylerler. Bu doğru olabilir de, olmayabilir de ama aldığı ad bunu desteklememektedir. Eğer bu doğru değilse, Kuran’ın bazı bölümlerinin yazılmasında onu kullandığı için, düşmanlarının Muhammet’i suçladığı kişi olması çok mümkündür; çünkü Sure XVI’da, Nahl 103’de şunları okuyoruz: “Şüphesiz biz onların: ‘Kuran'ı ona ancak bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu (Kuran) apaçık bir Arapçadır.” Şayet Salman Pers asıllı değilse Muhammet’in Kuran’a eklediklerinin belli bölümünü ona “öğrettiğine” inanılan Pers asıllı birinin onun yanında olduğunu kanıtlamak için bu ayetteki dil yeterlidir. Bu durumda, Arabistan’da Pers masallarının çok iyi bilindiğini 74, bunlar sözde İlahi Vahye katıldığında en azından bazı Arapların farkına vardıklarını görüyoruz. Bu suçlamaya Muhammet de doyurucu bir yanıt verememiştir, çünkü hiç kimse Arapça üslubunu geliştirmesi için bir yabancının ders verdiğini tahmin etmemiştir. Suçlama Kuran’ın dilini değil, tarzı etkilemiştir. Ayrıca Muhammet’in putperest Arapların ve Yahudilerin efsanelerini aldığını kanıtladığımız üzere, diğerlerini de Zerdüşt kaynaklarından alıp sahip çıkmamasının nedeni yoktur. Aslında bu bölümde verdiğimiz örnekler, sonuçta onun bunu yaptığını ve Hint-Avrupa ailesinden gelen birçok ulusun diğer kollarıyla Perslerde ortak olduğu görülen bu Pers efsanelerinin birçoğunun İslam’ın diğer özgün kaynaklarını oluşturduğunu kanıtlamaktadır.


1. Ebu Fide, böl. ii

2. Siratü’r Resul, s. 24, 25

3. (*Arabic*)

4. Sir W. Muir, Life of Mahomet, s. xcvii ve 31, 32

5. Sure XXV, Furkan, 4,5

6. Sure LXIII, 15

7. Sure XLV, 6, 7

8. (*Arabic*)

9. Vendidad, I., 1, 2 & c.,

10. s. 206, 207

 

12. Siratü’r Resul, s. 139

13. Bu konulara meraklı olanlar için, yukarıda alıntı yapılan ayetle ilgili yorumunu vererek, anlattıklarını ekliyoruz:

(*Arabic*)

14. Yine de bu son varsayıma karşı Sure LIII, Necm, 13-18’i göz önünde tutmalıyız. Burada Muhammet, göğün en yüksek katını, Sidratu’l Münteha’yı gördüğünü açıkça iddia etmektedir. Bu ayetler onun Mirac’ından söz etmelidir ve şöyle açıklanabilir:

“Onu (Cebrail’i) önceden bir defa daha görmüştü (Muhammet),

Sidretü’l Münteha’nın yanında

Cennetü’l Me’va da onun yanındadır

Sidre’yi kaplayan kaplamıştı

(Muhammet’in) Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı

Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.”

15. Siratü’r Resul, s. 138, 139

16. Mişkat, s. 518-20

17. “Öteye geçilmeye cesaret edilemeyen sınır”, Cebrail bile geçemediği için bu ad verilmektedir.

18. Kısasü’l Enbiya, ‘Araisu’t Tijan ve Ravzatü’l Ahbab gibi

19. Kısasü’l Enbiya, s. 337, 338

20. Belki onu Rab’bimizle karşılaştırmak için yapılan bir uydurma, Krş. İbr. vi. 19, 20

21. Arta Viraf Namak

22. Ormazd, Zerdüştlükte İyi Tanrı Avestik Ahura Mazda’nın daha sonraki formu

23. Avesta’da Humata ( “iyi düşünce”), Hukta (“iyi söz”) , ve Hvarsta (“iyi iş”) denen Cennet’in üç sarayı. Bunlar sırasıyla Yıldız Sarayı (Yıldızlar Katı), Ay Sarayı ve Güneş Sarayı’nın karşılığıdır.

24. Böl. ci.

 
 

27. Vendidad, Böl. v

28. “Testament of Abraham”, Rec. A, Böl. x.

29. Liber Henoch, böl. xiv, xv.

30. Örneğin; Yonatan’ın Aramice Açıklamalı Çevirisi’nde Yaşam Ağacı’nın tepesine tırmanmanın 500 yıllık bir yolculuk olduğu bize anlatılır! Müslümanlar bunu, İyiliği ve Kötülüğü Bilme ağacıyla karıştırmışlar ve bir buğday bitkisi diye anlamışlardır. Bu konuyla ilgili olarak, onun Adem’in önüne çıktığı, yemesi için onu ayarttığı bize anlatılmaktadır. Adem, bunu önlemek için 500 yıllık bir yolculuk uzunluğundaki boyuyla ayağa kalkmış ama bitki büyümüş ve onun ağzının seviyesine gelmiştir . (Kısasü’l Enbiya, s. 17)

31. 2Ko. xii. 2-4

32. Bir Muhammedi şunu ekleyebilir: “Muhammet’in göğe çıktığı anlatımını reddedersek, Hanok’un, İlyas’ın ve İsa’nınkileri nasıl kabul edebiliriz?” Yanıt uzakta aranmamalıdır. İsa’nın göğe yükseldiğinin tarihsel kanıtı tartışma kabul etmez ve O’nun yetkisine dair diğer anlatımları da kabul ederiz. Üstelik dolaşımdakilerin kalp olduğu bilindiği için, sikkelerin hiçbirinin gerçek olmadığında ısrar etmek çok mantıklı değildir. Kalpın model alınarak yapıldığı gerçek sikkeler olmasaydı kalp sikkeler olmazdı. Bu nedenle bu kadar çok göğe yükselme efsanesinin olması, bunların, bu olayların bir ya da daha çok doğru anlatımına dayanması gerektiği sonucunu çıkarmamıza a priori yol açmamalıdır. Üstelik gerçek sikkenin kalp sikkeden kenarıyla ayrılması gibi, Kutsal Kitap’taki anlatımlarla (Yaratılış v.24; 2 Krallar ii, 11, 12; Elçilerin İşleri i. 9-11) ele aldığımız diğerlerini karşılaştırmamız, aralarında var olan kocaman farkı görmemiz için yeterli olacaktır. Örneğin; Aziz Pavlus, birinin, (bedensel olup olmadığını bilmediği bir şekilde) “üçüncü göğe götürüldüğünü, orada dille anlatılamaz, insanın söylemesi yasak olan sözler işittiğini” bize anlatmaktadır. Ama apokrif “Pavlus’un Görümü” bize, söz edilen kişinin Pavlus olduğunu, orada gördüklerini ve işittiklerini kendi ağzıyla uzun uzun anlattığını belirtir. Aradaki farksa, ayık bir Hıristiyanın tanıklığıyla Binbir Gece Masalları’ndaki olağanüstü masalların arasındakinin aynıdır.

33. Benzer yazılar Sure II., IV., XIII., XXXVI., XXXVII., XCVII, LXXXIII vb vardır.

34. Bağlamdan şarap olduğu anlaşılmaktadır. Sure XLVIII, 16’da şarap ırmaklarından söz edilmektedir.

35. Cennetin çok daha grafik anlatımları zevkleri Hadisler’de verilmektedir. Bu konuda Buhari’li Sakih’e ve Mişkatu’l Mesabih’e bakın.

36. Bkz. Al Kindi, Apology: Sir W. Muir’in çevirisi, s. 79, 80 ve notlar

37. (*Arabic*)Dharmasastra vii, 89

38. (*Arabic*)

39. Krş. Armenian Aralezk’h (Ezniq Goghbatsi, ‘Eghds Aghandots’, i., s. 94, 95

40. s. 81 vdd

 

42. Sure VI., 100, 128; XV, 27; XXVI., 212; XLI., 24, 29 vb

43. Sure XV., 27; LV., 14

44. Yasna, X., § 4:2, 53. Eğer kelime Arapça (*Arabic*)kökünden geliyorsa, cinni değil, ((*Arabic*)’den gelen kalil gibi) canin olmalıdır. Cennet’ten de türemediği için, canni olmalıdır. Üstelik cinlerin Cennet’le de ilgisi yoktur, oraya girmelerine izin verilmez.

45. s. 207, 208

 

47. Fravaşi’ler, Ormazd’ın yarattıklarını koruyan hem ilk ruhsal örnekler hem de koruyucu meleklerdir. Böyle bir varlığın doğmuş olsun olmasın, Ormazd, Amsaşpand’lar ve İzad’larda olduğu gibi bir fravaşi’si vardır. Yeşt VIII., 34’de verimliliğe ve berekete hükmeden melek olan “Denizlerin Torunu” fravaşi’leri onların bedenlerine getirir.

48. Vendidad, böl. 5, 25-30. satırlar

49. Ya da “Zindan”da. Cehennemin yedince ya da en alt katının ve şeytanların, din değiştirenlerle imansızların yaptıkları kötü işleri yazdıkları defterin adıdır.(Sure LXXXIII., 7-10)

50. Daha önce belirtildiği gibi gök ve cehennem gibi yer de yedi kattan oluşmaktadır.

51. Kısasü’l Enbiya, s. 12; yk, bkz. S. 195

52. Araisu’l Mecalis, s. 43

53. Yani Ehrimen geleceği değil, sadece geçmişi bilir. Onun bilgiden sonra olmasına, Greklerderler (Epimetheus’un karşıtı olan Prometheus). Ormazd, birincisinin önceden bilgisi olduğu için sonunda onu yok eder.

54. Kısasü’l Enbiya, s. 16, 17

55. Refutation of Heresies, Kitap ii.

56. Başka bir hadiste bu ışığın önemini gösteren aşağıdaki ilginç olgulardan söz edilmektedir. Muhammet şunu söylemiştir: “Yüceler Yücesi Allah”, (dünyanın yaratılışından önce ) “bu ışığı dört parçaya böldü ( ilk önce benim ışığımı yarattı)”. Kısasü’l Enbiya, s. 2, ayrıca bkz. 282). “Bir parçasından Taht’ı” (ya da En Yüksek Göğü, El Arş), “bir parçasından Kalem’i, bir parçasından Cennet’i, bir parçasından da İnananları yarattı. Dört parçayı tekrar dörde böldü. En seçkin ve en soylu olan ilkinden beni yani Elçi’yi yarattı, ikincisinden Aklı yaratarak İnananların başının içine koydu, üçüncü parçadan alçakgönüllülüğü yaratarak İnananların gözlerine koydu, dördüncü parçadan da Arzu’yu yaratarak İnananların yüreklerine koydu” (Kısasü’l Enbiya, s. 2)

57. Pers efsanesinde Vivanhvat ilk insan Gaya Marethan’ın soyundan gelen beşinci kuşaktır (Yasna, XIV., 4)

58. Yeşt, XIX., 31-38

59. Kelimenin tam anlamıyla “kuş şeklinde”.

60. s. 81, 84 ve 90. dn.

 

62. Daha sonra Zerdüşt kitaplarında adı geçmektedir.

63. Yk. bkz. 205, dn.

64. Misvano Gatus denen yerde (Vendidad, XIX., 36; Yeşt, I, 1; Siroza, 1, 30; II., 30). Yk. bkz. S. 123, 124, 202.

65. Dinkart, Kıs. II., Böl. LXXXI, § 5 ve 6.

66. Yasma, XLVI., 10

67. Özgün metin Arap (Fars) harfleriyle yazılmıştır (Bombay’da basılmıştır). Birkaç parçayı Dari’den yeniden Pehlevi diline tercüme edip sonra da Pehlevi dilini Arap harfleriyle yazarak, özgün metnin güç anlaşılır duruma getirildiğini kanıtladığımı düşünüyorum. Aslında onu Arap harfleriyle kopya eden kişi Pehlevi dilini bilmiyordu ve biriyle diğerini karıştırdı. Harflerin çok zor şekilde birleştirilmesi elimizdeki yazıda karışıklık yarattı.

68. Dabistan i Mazahib ve Burhan-ı Kati’i’nin yazarları bu metinden söz etmektedir. Bu durumda, o günden bire kayıp olmadır. Bulunduğundan söz etmiştik.

 

.[70] Kitabu’l Agani, 16 (Rodwell’in yaptığı alıntı, Koran, s. 1)

71. İbn-i Mace’nin Sünen’inde Ebu Hüreyre’nin yetkisiyle ilgili bir hadis vardır. Muhammet’in ona Pers dilinde Şikamat dart? dediğini söyler. Onun dil bilgisi, anlamı tamamlamak için gereken mikunad yüklemini bulmaya yetmiyordu.

72. Farsça Kandah sözcğü Arapça’da benimsenmiştir ve Sirat’ta Handak olarak geçmektedir.

73. Başka anlatımlarda Pers asıllı bir Zerdüşt olduğu, sonra Hıristiyan olarak Suriye’ye gittiği, buradan da Arabistan’a getirildiği belirtilir.

74. Bk. S. 215, 216, 217