Mısır’dan Çıkış 14

“Gemiler ile denize açılanlar, okyanuslarda iş yapanlar, Rabbin işlerini, derinliklerde yaptıkları işleri gördüler.” (Mezmur 107:23,24) Bu sözler ne kadar da doğrudur! Ama korkak yüreklerimiz bu “derin sulardan” öylesine korkarlar ki! Bizler sığ sularda ilerlemeye devam etmeyi tercih ederiz ve bunun bir sonucu olarak Tanrımızın “işlerini ve harikalarını” görme konusunda başarısızlığa uğrarız. Çünkü bu “işler ve harikalar” ancak “derin sularda ya da okyanuslarda” görülür ve bilinirler.

Can, ancak deneme ve zorluk gününde tecrübeler yaşarken Tanrıya dayanma ve O’ndan bekleme konusunda derin ve söz ile anlatılamaz bir berekete sahip olur. Eğer her şey yolunda gidiyor olsa, bu durum gerçekleşmez. Efendi’nin varlığının gerçekliği sakin sular üzerinde yolculuk ederken hissedilmez, ama aksine, fırtına kükrediği ve dalgalar teknenin boyunu aştığı zaman hissedilir. Rab, bizi deneme ya da sıkıntılardan uzak tutmaz; bunun tersini yapar. Bize her ikisi ile de, hem deneme hem de sıkıntı ile karşılaşacağımızı söyler; ama deneme ve sıkıntılarda bizim ile birlikte olacağına söz verir. Ve bu hepsinden iyidir. Tanrının deneme içindeki varlığı, denemeden uzak olmaktan daha iyidir. Yüreğinde bize duyduğu sempati, bizim için olan elinin gücünden çok daha iyidir. Sadık hizmetkarlar kızgın fırından geçerken, Efendi’nin onların yanında olması onları fırından uzak tutma gücünü göstermesinden daha iyidir. (Daniel 3) Bizler, sık sık yolumuza, denenmeler olmadan devam etmemize izin verilmesini arzu ederiz; ama bu arzumuz ciddi bir kayba neden olur. En büyük zorluk anlarında Rabbin varlığından daha tatlı bir şey olamaz.

Bu bölümde kaydedildiği gibi İsrail’in içinde bulunduğu durum böyle idi. Çok baskı yapan bir sıkıntının altında idiler. “Derin sularda ya da okyanuslarda iş yapmaya” çağrılmışlardı. Çözümleri yoktu, tamamen şaşırmış durumda idiler. Firavun onların ülkeden çıkmalarına izin verdiği için pişman olmuş idi ve onlara yetişmek için son bir umutsuz çabaya başvurmaya karar verdi; “ ve savaş arabasını hazırlattı, ordusunu yanına aldı ve seçme altı yüz savaş arabasının yanı sıra Mısırın tüm savaş arabalarını sorumlu sürücüleri ile birlikte yanına aldı…. Ve firavun yaklaşır iken, İsrailliler Mısırlıların arkalarından geldiğini görünce, dehşete kapılarak Rabbe feryat ettiler.” Burada çok derin bir deneme olayından söz ediliyor- hiç bir insan çabasının yarar sağlayamayacağı ve boşuna olacağı bir deneme. Yapabilecekleri hiç bir şey kendilerini kurtaramazdı. Önlerinde deniz, arkalarında firavun ve ordusu ve çevrelerinde ise dağlar vardı. Ve dikkatinizi çekerim, tüm bunların hepsine Tanrı izin vermiş ve hepsini Tanrı düzenlemiş idi. İsrailliler deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon’un karşısında konaklamalarını uygun görmüş idi. Tanrı tüm bunlara ek olarak, bir de firavunun üzerlerine gelmesine izin vermiş idi. Evet, neden böyle Yapmıştı Tanrı? Yalnızca şunun için: halkının kurtuluşunda ve düşmanlarının yok edilmesinde Kendi varlığının gücünü göstermek için. “Kamış Denizini ikiye bölene şükredin, çünkü sevgisi sonsuzdur; firavun ile ordusunu Kamış denizine dökene şükredin, çünkü sevgisi sonsuzdur.” (Mezmur 136)

Tanrının kurtardığı halkın tüm çöl yolculuğu sırasında Tanrı hatasız bilgeliği ve sınırsız sevgisi ile her konumun sınırını titizlik ile hazırlar. Her konumun özel katlanışları ve garip etkileri özenle düzenlenir. Pi-hahirotlular ve Migdollular Tanrının çölün fırtınaları ve labirentleri arasında yürüttüğü kişilerin ahlak durumuna bir referans olarak sıraya kondular. Ve aynı zamanda Tanrının Kendi karakterini göstermesi için ayarlandılar. İmansızlık, genellikle şu soruyu ortaya atar: “Bu neden böyle?” Tanrı neden olduğunu bilir ve hiç kuşkusuz açıklama O’nun yüceliğinin ve halkının iyiliğinin değerini arttırdığı zaman, nedenini açıklayacaktır. Neden ve hangi amaç ile böyle durumlara yerleştirildiğimiz konusunda soru sorma ihtiyacını ne kadar da sık hissederiz! “Her şey yolunda ve yolunda olacak” diyerek, alçakgönüllü bir şekilde boyunlarımızı eğmek çok daha iyidir! Tanrı bizim için konumumuzu belirlediği zaman, bunun bilge ve yararlı bir konum olduğundan emin olarak dinlenebiliriz. Ve hatta akılsızca ve kendi irade seçimimiz ile kendimiz için bir konum belirlediğimiz zaman bile, O lütufkar davranarak bizim akılsızlığımıza üstün gelir ve kendi seçtiğimiz koşulların etkilerini bizim ruhsal yararımız için işlemesini sağlar.

Tanrı halkı, en büyük dar boğazlara ve zorluklara getirildiği zaman, Tanrının karakterinin ve işlerinin en harika gösterimleri ile iyilik göreceklerdir. Ve bu nedenle Tanrı, halkını sık sık denemelere yönlendirir, öyle ki, Kendisini daha belirgin şekilde gösterebilsin. Tanrı, İsrail’i Kızıl Denizin içinden yürütebilirdi ve firavunun orduları Mısırdan yola çıkmadan önce bile halkını firavunun ordularından uzağa götürebilirdi. Ama böyle yaptığı takdirde, bu davranışı ile Kendi adını bu kadar çok yüceltemezdi ya da “kendisini onurlandırması için” tasarladığı düşmanı bu şekilde ezemezdi. Bizler, bu büyük gerçeği genellikle gözden kaçırırız ve bunun sonucu olarak deneme zamanlarında yüreğimizin cesareti kırılır. Eğer zor bir krizi tanrısal lütfun yeterliliğinin bizim yararımıza ortaya çıkardığı bir fırsat olarak görebilmemiz mümkün olsa, bu bakış açımız canlarımızın dengesini korumasını sağlar ve en derin sularda bile Tanrıyı yüceltmemizi mümkün kılar.

Bu konumda bulunan İsrail halkının söyledikleri bizi şaşırtabilir; ama imansızlık kötülüğü ile dolu yüreklerimizi daha iyi tanıdıkça bizim İsraillilere ne kadar çok benzediğimizi görerek daha çok şaşırırız. Tanrının Mısırda halkı için ne kadar büyük bir güç sergilediğini unutmuş gibi görünüyorlar idi. Mısırın putlarının nasıl yargılandığını gördüler ve Mısırın gücünün, Yehova’nın sınırsız güçteki elinin darbesi ile nasıl yıkıldığına tanık oldular. Mısırdaki esaretin demir zincirinin yarıldığını görmüşlerdi ve aynı elin söndürdüğü fırına şahit olmuşlardı. İsrail halkı tüm bunları görmüştü, ama görüş ufuklarının üstünde koyu bir bulut belirdiği anda, güvenleri sarsıldı, yürekleri dehşete düştü ve şu ayette ifade edilen imansız sözleri mırıldandılar: “Mısırda mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin? Bak, Mısırdan çıkarmakla bize ne yaptın! Mısırdayken sana ‘bırak bizi, Mısırlılara kulluk edelim’ demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılara kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu.’” (Mısırdan Çıkış 14: 11,12) “Kör imansızlık, her zaman hataya düşürür ve Tanrının yollarını boşu boşuna tetkik eder.  Bu imansızlık, tüm çağlarda aynıdır. Kötü bir zamanda aynı imansızlık Davut’un şu sözleri söylemesine neden oldu: “Bir gün Saul’ün eli ile yok olacağım. Benim için en iyisi, hemen Filist topraklarına kaçmak.” (1.Samuel 27:1) Ve durum nasıl gelişti? Saul, Gilbao dağında düştü ve Davut’un tahtı sonsuza kadar bina edildi. Aynı şkeilde İlyas da derin bir bunalım anında Yezebel’in gazap dolu tehditlerinden hayatını kurtarmak için kaçtı, ama olay nasıl sonuçlandı? Yezebel paramparça olup ezildi ve İlyas bir ateş arabası ile göğe alındı.

İsrail de denenmenin en kızgın anında aynı durumda kaldı ve gerçekten de Rabbin onları yalnızca çölde ölmek üzere Mısırdan çıkardığını düşünebildiler. Çölde gömülmek için fısıh kuzusunun kanı aracılığı ile ölmelerine engel olunduğunu sandılar. İmansızlığın muhakemesi her zaman bu şekildedir. İmansızlık, bizim, zorluğu Tanrının varlığında yorumlamak yerine, Tanrıyı zorluğun varlığında yorumlamaya yönlendirir. İman, zorluğun arkasına geçer ve orada Tanrıyı, O’nun tüm sadakatini, sevgisini ve gücünü bulur. Bir imanlı için her zaman Tanrının huzurunda bulunmak bir ayrıcalıktır. İmanlı, Tanrının huzuruna Rab İsa Mesih’in kanı aracılığı ile getirilmiştir ve hiç bir zorluk onu Tanrının huzurundan alamaz. Baş’ı ve temsilcisi Mesih’in imanlının adına bulunduğu konumu imanlı asla kaybedemez. Ama imanlı konumunu kaybedemese dahi, çok kolay bir şekilde bu konumun sevincini, tecrübesini ve gücünü kaybedebilir. İmanlının yaşadığı zorluklar ne zaman kendi yüreği ile Rab arasına girse, Rabbin varlığının sevincini yaşamayacağı, aksine, zorluklarının varlığında sıkıntıyı yaşayacağı aşikardır. Nasıl bizim ve güneşin arasına ne zaman bir bulut girse, bizden güneşin ışınlarının sevincini çalıyor ise, bu durumu da aynı bu örneğe benzetebiliriz. Bulut güneşin parlamasına engel olmaz, ama bizim güneşin ışınlarından duyduğumuz zevki bizden çalar ve güneşin tadını çıkartmamıza engel olur. Denemelerin ve üzüntülerin, zorlukların ve karmaşaların, canlarımızı Babamızın yüzünün parlak ışınlarından gizlemeye çalıştıkları gibi. Tanrımız için hiç bir zorluk büyük değildir; evet, zorluk ne kadar büyük ise, tüm güce ve lütfa sahip Tanrının karakterinin işlemesi için o kadar daha büyük yer var demektir. Bölümümüzün başında İsrail’in bulunduğu konum hiç kuşkusuz, çok büyük bir deneme idi – et ve kan üzerinde tam bir baskıya sahip idi. Ama göğün ve yerin Yaratan’ı orada idi ve onlara yardım edecekti.

Yine de, heyhat, okuyucum, deneme geldiği zaman ne kadar da çabuk düşeriz! Bu sözler kulağa iyi gelir ve kağıt üzerinde güzel ve kolay görünürler ve Tanrıya şükürler olsun ki, tanrısal açıdan gerçektirler, ama önemli olan, fırsat ortaya çıktığı zaman, bunları uygulayabilmektir. Bunlar ancak uygulandıkları zaman güçleri ve bereketleri gerçekten kanıtlanır. “Eğer bir kimse Tanrının isteğini yerine getirmek istiyor ise, bu öğretinin Tanrıdan mı olduğunu, yoksa kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir.” (Yuhanna 7:17)

“Ve Musa halka, ‘Korkmayın’ dedi, ‘Yerinizde durup bekleyin, RAB bu gün sizi nasıl kurtaracak, görün. Bu gün gördüğünüz Mısırlıları bir daha hiç görmeyeceksiniz. Rab sizin için savaşacak, siz sakin olun, yeter!’ “ (Mısırdan Çıkış 14:13,14) Bir deneme olduğu zaman, imanın ilk tutumu şudur: “Sakin durmak.” Et ve kan için bunu yapmak imkansızdır. Deneme ve zorluklar altındaki insan yüreğinin huzursuzluğunu bir ölçüde bilen herkes, yerinde durmanın ne anlama geldiği konusunda bazı fikirlere sahiptir. Doğanın bir şeyler yapıyor olması gerekir. Telaş içinde oraya buraya koşturacaktır. Konu ile ilgili bir şeyler yapmak isteyecektir. Ve her ne kadar kendi değersiz işlerini aklamaya ve kutsal kılmaya çalışacak olsa da, onlara etkileyici ve rağbet gören ünvanlar vermek için uğraşacak olsa da, bu değersiz işler her zaman Tanrıyı konunun dışında tutan imansızlığın ürünleri olacak ve kendisini koyu bulutlardan kurtaramayacaktır. İmansızlık zorlukları yaratır ya da öne çıkartır ve sonra onları ürün vermeyen işler ile uzaklaştırmaya çalışır ve çevremizde öylesine bir toz bulutu oluşturur ki, bu toz bulutu bizim Tanrının kurtarışını görmemize engel olur.

İman ise, bunun aksine, canı zorluğun üstüne çıkartarak, doğrudan Tanrının Kendisine yükseltir ve onun “sakin durmasını” sağlar.  Huzursuz ve endişeli çabalarımız ile hiç bir şey kazanamayız. “Tek bir saç telini siyah ya da beyaz yapamayız” ve “boyumuzu bir arşın bile uzatamayız.” İsrail Kızıl Denizde ne yapabilirdi? Kızıl Denizi kurutabilirler miydi? Dağları düzleştirebilirler miydi? Mısırın ordularına karşı durabilirler miydi? Mümkün değil. Orada, öylece aşılamaz bir zorluk duvarı içinde hapsedilmiş olarak duruyorlardı; ama Tanrının harekete geçeceği zaman işte tam bu zaman idi. İmansızlık sahneden ayrıldığı zaman, işte o zaman Tanrı sahneye girebilir ve bizim O’nun işlerinin doğru görüşünü elde etmemiz için “sakin durmamız” gerekir. Doğanın yapacağı her hareket, algımız ve bizim adımıza yapılacak tanrısal müdahalenin sevinci için bir engel teşkil eder.

Bu durum, tarihimizin tek tek her aşaması için doğrudur. Huzur bulmak için vicdanımızı rahatsız eden günah duygusundan kurtulmak için kendi işlerimize O’başvurmak için ayartılırız. Ondan sonra “Tanrının kurtarışını” görmek için gerçekten “sakin durmamız” gerekir. Çünkü günah için bir kefaret sağlama konusunda bizim yapabileceğimiz ne olabilir? Çarmıhta Tanrının Oğlu ile birlikte durabilir miydik? “Korkunç çukur ve kirli çamurun” içindeyken O’na eşlik edebilir miydik? Dirilişte sahip olduğu konumuna geçen O sonsuz kayanın üzerine kendi gücümüz ile çıkabilir miydik? Doğru düşünen her zihin bu tür soruların küstahça hakaretler olduklarını hemen ilan edecektir. Kurtuluş işinde Tanrı tek başınadır. Ve bize gelince, bizim yapacağımız tek şey, “yerimizde sakin durmak ve Tanrının kurtarışını görmektir.” Tanrının kurtuluş gerçeği, insanın bu işlemde hiç bir rolü olmadığını kanıtlar.

İmanlı yaşamına girdiğimiz andan itibaren aynı şey bizim için de geçerlidir. Büyük ya da küçük olsun her yeni zorluk karşısında bilgeliğimizin sakin durması gerekir – kendi çabalarımızı ya da işlerimizi sona erdirmek ve tatlı huzurumuzu Tanrının kurtarışında bulmak. Ayrıca, zorluklar hakkında hiç bir ayrım yapamayız. Bazı küçük zorlukları bizim halledebileceğimizi ve diğer zorluklar için Tanrının elinin kurtarışına ihtiyaç duyduğumuzu söyleyemeyiz. Hayır, tüm zorluklar eşit derecede bizim ötemizdedirler. Nasıl bir dağı yerinden hareket ettiremiyor isek, aynı şekilde bir saç telinin rengini de değiştiremeyiz; nasıl bir dünya yaratamıyor isek, bir çimen parçasını da meydana getiremeyiz. Bu nedenle, yapabileceğimiz tek şey, güven duyan bir iman ile kendimizi, “yerdeki ve gökteki her şeyi Yaratan, alçakgönüllü Olan’a” teslim etmektir. Bazen kendimizi en ağır denemelerden zaferli bir şekilde taşınarak çıkartılmış olarak buluruz; bazen ise en basit zorluklar karşısında kolumuz kanadımız kırılmış gibi çaresiz hissederiz ve çözüm gelmez. Neden böyle olur? Çünkü çok ağır denemeler geldiği zaman, yükümüzü Rabbe vermek zorunda kalırız; oysa, küçük zorluklar ile karşılaştığımız zaman, akılsızca davranıp bunları kendi başımıza taşımaya çalışırız. İmanlı, eğer bu hataların farkına vardığı takdirde, kendi içinde tükenmiş bir alıcı gibi olduğunu anlar.

“Rab sizin için savaşacak ve siz esenliğinize sımsıkı yapışacaksınız.” Değerli güvence! En büyük zorluklar ve tehlikeler karşısında ruhu sakinleştirmek için yarar sağlar. Rab Kendisini yalnızca bizim ve günahlarımızın arasına yerleştirmek ile kalmamıştır, ama aynı zamanda bizim ve koşullarımızın arasına da yerleştirmiştir. İlk yaptığı ile bize vicdan huzuru verir; ikinci yaptığı ile ise, bize yürek esenliği verir. Her iki yaptığının birbirinden tamamen farklı olduğunu tecrübeli her imanlı bilir. Yüreğinde esenliğe sahip olmayan pek çok imanlı, vicdanında esenliğe ya da huzura sahiptir. Bu imanlılar, Mesih’te bulunan lütuf ve iman aracılığı ile O’nun kendilerinin ve tüm günahlarının arasında bulunan kanının tanrısal yeterliliğinin bilincine sahiptirler. Ama aynı basit şekilde, O’nun tanrısal bilgeliği, sevgisi ve gücü ile kendilerinin ve koşullarının arasında durduğunun farkında değildirler. Bu farkındalık, bir imanlının tanıklığının karakterinde olduğu gibi, canının pratikteki koşulu içinde de maddesel bir farklılık yaratır. İsa’nın adını en çok yücelten şey şudur: İsa’nın, bizim ve yüreğimizde kaygı yaratan her şeyin arasında durduğunu anladığımız zaman ruhumuz sakinleşir. “Kişi, Tanrıya güvendiği zaman, zihni mükemmel esenlik içinde korunacaktır.”

Ancak bazı kişiler yine de şu soruyu sorarlar: “Bizim hiç bir şey yapmamız gerekmiyor mu?” Bu soruya başka bir soru ile, yani, “Ne yapabiliriz?” şeklindeki bir soru ile yanıt verilebilir. Kendisini tanıyan herkesin vermesi gereken yanıt, “Hiç bir şey yapamayız” olmalıdır. Bu yüzden eğer hiç bir şey yapamıyor isek, o zaman, “sakin durmamız” daha iyi olmaz mı? Eğer Rab bizim için hareket ediyor ise, o zaman bizim geri planda durmamız daha iyi olmaz mı? O’nun önüne geçip koşacak mıyız? Telaş içinde O’nun eylem bölgesini işgal mi edeceğiz? O’nun yoluna mı çıkacağız? Eğer iki kişiden biri bir işi yapmak için mükemmel ise, ikinci mükemmel olmayan kişinin aynı işe el atması yararsız ve anlamsız olmaz mı? Hiç kimse öğlen güneşine parlaklık eklemek için yanan bir mum getirmeyi düşünmez. Böyle yapan bir insan bilgelikten uzaktır ve bu tür bir davranış ile Tanrıya yardımcı olma girişiminde bulunmaktadır.

Ama yine de Tanrı büyük merhameti ile yolu açtığı zaman, iman bu yoldan içeri girebilir. Tanrının yolundan yürümek için yapılacak tek şey, insanın kendi yoluna son vermesidir. “Rab, Musa’ya, ‘Niçin bana feryat ediyorsun?’ dedi, ‘İsraillilere söyle, ilerlesinler.’” Ancak “sakin durmayı” öğrendikten sonra etkili bir şekilde ilerlememiz mümkün olur. Sakin durmayı öğrenmeden ilerleme girişiminde bulunduğumuz takdirde, akılsızlığımızın ve zayıflığımızın sonuçlarının ortaya çıkacakları kesindir. Bu nedenle, tüm zorluk ve karmaşa zamanlarında gerekli olan gerçek bilgelik, “sakin durmaktır” – yalnızca Tanrıyı beklemektir ve O, kesinlikle bizim için bir yol açacaktır. Ve işte o zaman esenlik içinde ve mutlu bir şekilde “ilerleyebiliriz.” Tanrı bizim için bir yol açtığı zaman hiç bir belirsizlik mevcut olmaz. Ama insanın planladığı her yol, bir kuşku ve tereddüt yoludur. Yeniden doğmamış kişi kendi yollarında görünürde büyük bir kesinlik ve kararlılık ile yürüyebilir, ama yeni yaradılışın en farklı özelliklerinden bir tanesi, imanlının kendisine güvenmemesi ve Tanrıya güvenmesidir. Yalnızca Tanrının kurtarışını gördükten sonra bu kurtuluştan içeri yürüyebiliriz, ancak kendi zavallı işlerimizin sonuna getirilmediğimiz sürece, bu gerçeğin ayırt edilmesi asla mümkün olmaz.

“Rab sizi nasıl kurtaracak, görün!” ifadesinde garip bir güç ve güzellik bulunur. Tanrının kurtarışını “görmek” için çağrılmamıza ilişkin gerçek, kurtuluşun tam bir kurtuluş olduğunu kanıtlar. Kurtuluşun bizim tarafımızdan görülmesi ve zevk alınması için onun Tanrı aracılığı ile gerçekleştirilen ve açıklanan bir şey olduğu öğretilir. Kurtuluş kısmen Tanrı kısmen insan tarafından gerçekleştirilen bir şey değildir; eğer böyle olsa idi, o zaman Tanrının kurtuluşu olarak adlandırılmaz idi. Kurtuluşun Tanrının olması için insan ile ilgili olan her şeyden tamamen tecrit edilmesi gerekir. İnsan çabalarının tek olası etkisi, Tanrının kurtuluşunun görüntüsünü gözden gizlemek için bir toz kaldırması olabilir.

“İsraillilere söyle, ilerlesinler.” Rabbin sorusundan anlaşıldığı gibi Musa kendisini duraklayan bir konuma getirmiş gibidir, “Niçin bana feryat ediyorsun?” Musa, kendi içindeki ruhunda Tanrıya ciddi şekilde feryat ederken, halka, “Korkmayın, yerinizde durup bekleyin. Rab sizi bu gün nasıl kurtaracak görün” diye konuşabiliyordu. Ama yine de her şeye rağmen, hareket etmemiz gerektiği zaman, feryat etmenin bir yararı yoktur. Aynı beklememiz gerekir iken hareket etmemizin hiç bir yararı olmadığı gibi. Evet, yolumuz her zaman böyledir. Yerimizde durup sakince beklememiz gerektiği zaman, ilerleme girişiminde bulunuruz ve ilerlememiz gerektiği zaman ise sakin durup bekleriz. İsrail’in durumunda, yürekte ortaya çıkacak soru şu olacaktır, “Nereye gitmemiz gerekiyor?” Bulundukları yerin görünümü açısından ilerleyecekleri her yönde aşılamaz engeller mevcut idi. Denize doğru nasıl ilerleyeceklerdi? Sorun burada idi. Doğa, bu sualin yanıtını asla çözemez. Ama emin olduğumuz şu gerçek nedeni ile huzurlu olabiliriz: Tanrı her zaman bir buyruk verir ve aynı zamanda itaat etmek için gücü de beraberinde sağlar. Yüreğin gerçek durumu, Tanrının buyruğu aracılığı ile denenebilir; ama itaat etmeye karşı olan can lütuf aracılığı ile itaat etmek için yukarıdan güç alır. Mesih, eli sakat adama, elini uzatmasını buyurduğu zaman, adam doğal olarak şöyle diyebilirdi. “Cansız bir şekilde yanıma sarkmış olan kolumu nasıl kaldırıp da öne uzatabilirim?” ama her ne olur ise olsun herhangi bir soru ile itiraz etmedi, çünkü buyruk ile birlikte buyruğun geldiği aynı kaynaktan itaat etmesi için güç de gelmiş idi.

Böylece İsrail’in durumunda da gördüğümüz gibi, ilerleme buyruğu ile birlikte lütuf sağlayışı da geldi. “Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler.” İşte iman yolu budur. Tanrının eli, ilk adımı atmamız için bize yol açar ve imanın her zaman tek istediği şey budur. Tanrı, aynı anda iki adım atılması için asla rehberlik etmez. Önce bir adım atmam gerekir ve sonra ikinci adımı atmam için ışık gelir. Bu tutum, imanlının yüreğini sürekli olarak Tanrıya bağımlı kılar. “iman ile kuru toprak üzerinde yürüyerek Kızıl denizi geçtiler.” Denizin bir anda hemen ortadan ikiye ayrılmadığı aşikardır. Eğer böyle olmuş olsa idi, o zaman “iman” olmazdı, “göz ile görülmüş” olur idi. Yolun tamamını önceden görebildiğim zaman, bir yolculuğa başlamam için iman etmem gereksiz olur. Ama yalnızca ilk adımı gördüğüm zaman yola çıkarsam, işte bu iman olur. Deniz, İsrail öne ilerlediği zaman açıldı, öyle ki, atacakları her yeni adım için Tanrıya dayanmaları şart olsun. Rabbin kurtardıklarının ilerledikleri yol, işte böyle bir yol idi, yolda O’nun elinin desteği altında ilerleyecekler idi. Ölümün karanlık suları arasından geçtiler ve bu sular onlara “sağlarında ve sollarında duvar oluşturdu.”

Mısırlılar böyle bir yolda bu şekilde ilerleyemezlerdi. İsrailliler önlerinde açılan yolu gördükleri için ilerlediler. İsrailliler yolu görüyorlardı ve bu artık iman değil idi – “Mısırlılar aynı şeyi yaptıkları zaman boğuldular.” İnsanlar yalnızca imanın başarabileceği bir şeyi yapma girişiminde bulundukları zaman, sadece yenilgi ve zihin karışıklığı ile yüz yüze gelirler. Tanrının, halkını yürümeye çağırdığı yol, doğanın asla başaramayacağı bir yoldur. “Et ve kan, Tanrının egemenliğini miras alamaz.” (1.Korintliler 15:50) Et ve kan Tanrının yollarında da yürüyemez. İman, Tanrının Krallığının en büyük karakteristik ilkesidir ve yalnızca iman, Tanrının yollarında yürüyebilmemizi mümkün kılar. “İman olmadan Tanrıyı hoşnut etmek imkansızdır.” (İbraniler 11) Biz sanki gözlerimiz bağlı gibi, Tanrı ile birlikte yürüdüğümüz zaman, bu yürüyüş Tanrıyı çok yüceltir. Kendi gözlerimizden çok O’nun gözlerine güvendiğimizi kanıtlar. Eğer Tanrının bana dikkat ettiğini ve benden yana olup beni kolladığını biliyor isem, gözlerimi kapatabilirim ve kutsal bir sakinlik ve denge ile ilerleyebilirim. İnsanlar arasındaki ilişkilerde bir bekçi ya da güvenlik yetkisinin nöbet tuttuğunu biliyor isek, diğer kişiler sakin bir şekilde uyuyabilirler. O zaman, uyumayan ve uyuklamayan, gözü hep üzerimizde olan Tanrının ve O’nun bizi saran sonsuz kollarının farkında olduğumuz zaman, mükemmel bir güvenlik içinde dinleneceğimiz çok daha kesindir!

“Ve İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrının meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı.”(Mısırdan Çıkış 14:19,20) Yehova Kendisini tam olarak İsrail ve düşman arasına yerleştirdi – doğrusu bu tam bir koruma idi. Firavun, İsrail’in başındaki saçların bir tek teline dahi dokunamadan Her Şeye Gücü Yeten’in çadırından geçmek zorunda kaldı. Evet, karşısında Her Şeye gücü Yeten’in Kendisini buldu. Tanrı, Kendisini halkının ve her düşmanın arasına yerleştirdiği zaman, hep böyle olur, öyle ki, “halkına karşı kalkan hiç bir silah başarılı olamasın.” O, Kendisini bizim ve günahlarımızın arasına koymuştur ve O’nun Kendisini, bizim ve bize karşı olabilecek herhangi bir kişi ya da herhangi bir şeyin arasına koyması ya da yerleştirdiğini görmek bizim en mutlu ayrıcalıklarımızdan biridir. Hem yürek huzuru hem de vicdan huzuru bulmak için gerçek ve doğru yol budur. İmanlı, günahlarını bulmak için gayretli ve endişeli bir arayış içine girebilir. Ama onları bulamaz. Neden? Çünkü Tanrı imanlının ve imanlının günahlarının arasındadır. Tanrı, tüm günahlarımızı arkasına atmıştır; aynı zamanda bizimle barışmış yüzünün ışığını da üzerimize gönderir.

Aynı şekilde, imanlı zorluklarını arayabilir ve onları bulamaz, çünkü imanlı ve zorlukları arasında Tanrı vardır. Bu yüzden eğer imanlının gözü günahlar ve üzüntülerin üzerine odaklanmak yerine yalnızca Mesih üzerinde kalabilse, pek çok kişinin acı kasesi tatlanacak ve pek çok hüzünlü saat aydınlığa kavuşacaktır. Ama denemelerin ve üzüntülerin onda dokuzu sürekli olarak beklenen ya da kuruntu yapılan kötülüklerden oluşur; bunlar yalnızca bizim imansızlık nedeni ile düzensiz olan kendi zihinlerimizde mevcutturlar. Diliyorum ki, okuyucum, Mesih’e sahip olmaktan kaynaklanan hem yüreğin hem de vicdanın sağlam esenliğini Mesih’in tüm doluluğu içinde bilsin ve kendisinin ve tüm günahlarının ve tüm üzüntülerinin arasında Mesih’in yerleşmiş olduğunun farkına varsın.

Bu bölümde yer alan “sütun” ile ilgili çifte görünüme hemen dikkat etmek çok önemlidir, zira bu konu oldukça ilginçtir. Sütun, Mısırlılar için “bir bulut ve karanlık” olarak görünüyor idi, ama İsrail’e “gece ışık veriyordu.” Bu durum, Rab İsa Mesihimiz’in çarmıhına ne kadar da çok benziyor! Çarmıhın gerçekten de bu örneğe benzer şekilde çifte bir görünüme sahip olduğu doğrudur. Çarmıh, imanlının esenliğinin temelini oluşturur ve de aynı zamanda suçlu bir dünyanın mahkumiyetini mühürler. İmanlının vicdanını temizleyen aynı kan, imanlıya mükemmel esenlik verir, yeryüzünün lekelerini yıkar ve suçunu kaldırır. Dünyanın günahını ortadan kaldıran ve ona hiç bir bahane bırakmayan Tanrı Oğlunun görevi, Kiliseye adil bir doğruluk giysisi giydirir ve ağzını durmak bilmeyen övgü ile doldurur. Yeryüzünün tüm oymaklarını ve uluslarını gazabı ile dehşete düşüren aynı Tanrı Kuzusu kanı ile satın aldığı sürüsünü nazik eli aracılığı ile sonsuza kadar yeşil otlaklarda güder ve sakin suların kenarında dinlendirir. (Vahiy 6:15-17 ile Vahiy 7:13-17 ayetlerini karşılaştırın.)

Bölümümüzün sonunda bize gösterilen şudur: İsrail, Kızıl Denizin kıyısında zaferlidir ve firavunun ordularından tek bir kişi bile kurtulmamış ve denizin dalgalarında boğulmuşlardır. İsrail’in korkularının ve Mısırlıların övüngenliğinin, tamamen temelsiz olduğu kanıtlanmış idi. Yehova’nın görkemli işi, her ikisini de yok etmiş idi. Tanrının kurtardığı kişiler için bir duvar oluşturan aynı sular firavun için bir mezar oluşturdular. Bu durum her zaman böyledir: iman ile yürüyen kişiler içinde yürüyecekleri bir yolu her zaman bulurlar. Böyle yapmayan imansızların sonunda buldukları ise bir mezardır. Firavun Kızıl denize girdiği zaman Tanrıya karşı bir düşmanlık içinde idi. İmanın eylemlerini “taklit etmeye” çalışan herkesin karşılaşacağı durumun her zaman böyle olacağı bir gerçektir. Ne kadar zayıf ve güçsüz olsalar da iman ile yürümeleri mümkün kılınan kişiler mutludurlar. Söz ile anlatılamaz bir bereket yolu boyunca yürürler – Başarısız ve zayıf görünseler de yürüdükleri yolda her şeye rağmen “Tanrı ile başladılar, Tanrı ile devam ettiler ve Tanrı ile bitirdiler.” Ah, keşke hepimiz bu yolun tanrısal gerçekliğine, sakin yüksekliğine ve kutsal bağımsızlığına girebilsek, dileğim budur.

Kitabımızın bu çok verimli bölümünü bitirmeden önce, “bulut ve deniz” konusunda imalı bir ifadenin yer aldığı 1. Korintliler 10 bölümdeki bir referansa bakmak istiyoruz. “Kardeşler, ayrıca atalarımızın hepsinin bulut altında korunduğunu ve hepsinin denizden geçtiğini bilmenizi istiyorum. Musa’ya bağlanmak üzere hepsi bulutta ve denizde vaftiz edildi.” (ayetler 1.2) Bu bölümde imanlı için çok değerli ve derin öğretişler mevcuttur. Elçi, sözlerine şöyle devam eder; tüm bunlar bizim için verilen örneklerdir,” İsrail’in bulutta ve denizde vaftiz edildiği yorumu bize tanrısal bir uyanıklık sağlar ve bu uyanıklığın bizim için çok önemli ya da pratik bir konu olduğu her şeyden daha kesindir. Halk bu şekilde vaftiz edildikten sonra çöl yolculuğuna girdi, çünkü sevginin eli aracılığı ile “ruhsal yiyecek” ve “ruhsal yiyecek” sağlandı. Başka bir deyiş ile kurtarılan halk, Mısırın önünde ölü bir halk idi. Bulut ve deniz onlar için bizim çarmıhımız ve Mesih’in mezarı idi. Bulut onları düşmanlarından korudu ve deniz onları Mısırdan ayırdı; aynı şekilde çarmıh, bize karşı olabilecek her şey için bize kalkandır ve biz İsa’nın boş mezarının göksel tarafında dururuz. Bu noktada çöl yolculuğuna başlarız. Bu noktada göksel manayı tadarız ve göçebe bir halk olarak “o ruhsal Kaya’dan” çıkan sulardan içeriz; Tanrının bize söylemiş olduğu o huzur diyarına doğru yolumuza devam ederiz.

Burada sözlerime eklemek istediğim bir konu var: okuyucum Kızıl Deniz ve Şeria arasındaki farklılığı anlamak için çaba göstermelidir. Her ikisi de Mesih’in ölümü ile ilgili örneklerdir. Ama ilkinde, Mısırdan ayrılışı görürüz; diğerinde Kenan diyarına giriş kast edilmektedir. İmanlı, Mesih’in çarmıhı aracılığı ile hali hazırdaki bu kötü dünyadan ayrılmak ile kalmaz, ama aynı zamanda Mesih’in mezarından da çıkarak dirilir, “Tanrı bizi Mesih İsa’da Mesih ile birlikte diriltip göksel yerlerde oturttu.” (Efesliler 2:5,6) Bu yüzden çevremizde Mısırın değerleri olsa da, imanlı göz ile görünen deneyim açısından çöldedir; ama yine de aynı zamanda iman enerjisi aracılığı ile Tanrının sağında İsa’nın oturduğu yere yükseltilmiştir. Bu nedenle, imanlı, yalnızca tüm günahlarından arınmak ile kalmamış, aynı zamanda göklerde dirilmiş bir Mesih ile gerçekten birleşmiştir. İmanlı Mesih aracılığı ile yalnızca kurtulmak ile kalmamış, ama aynı zamanda O’nunla sonsuza kadar birleşmiştir. Tanrının Kilise ile ilgili amaçları gerçekleşmiştir.

Sevgili okuyucu, tüm bunları anlıyor muyuz? Bunlara inanıyor muyuz? Bunların farkına varıyor muyuz? Onların gücünü sergiliyor muyuz? Lütuf için övgüler olsun, çünkü lütuf Mesih’in Bedeninin her üyesini göz olsun kirpik olsun, ayak olsun el olsun değişmez bir şekilde gerçek kılmıştır. Bu yüzden onların gerçeği bizim onları sergilememize, farkına varmamıza ya da anlamamıza bağlı değildir; tüm suçumuzu iptal etmiş olan ve bizimle ilgili Tanrının her vaadinin temelini atmış olan “MESİH’İN DEĞERLİ KANINA” bağlıdır. Her kırık yürek ve her ağır vicdan için gerçek huzur ve dinlenme Mesih’in değerli kanındadır.