Levililer 24

Bu kısa bölümde ruhsal zihne ilginç gelecek olan pek çok şey vardır. 23. Bölümde Tanrının, Fısıh Kuzusunun sunulmasından bin yıllık Krallığın huzur ve yüceliğine kadar İsrail’e olan davranışlarının tarihini görmüştük. Şimdi üzerinde inceleme yaptığımız bölümde iki büyük düşünceye sahibiz – yani, ilki on iki oymağın Tanrının önünde Kutsal Ruhun gücü ve Mesih’in kahinliğinin yetkinliği aracılığı ile elde edilen hatasız kaydı ve anısı ve ikinci olarak benliğe uyan İsrail’in sapkınlığı ve bunun üzerine infaz edilen yargı. İkincisini anlamamıza yardımcı olacak olan ilkinin net olarak kavranmasıdır.

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına buyruk ver, kandilin sürekli yanıp ışık vermesi için saf sıkma zeytinyağı getirsinler. Harun kandilleri benim huzurumda, buluşma çadırında, levha sandığının önündeki perdenin dışında akşamdan sabaha kadar sürekli yanar biçimde tutacak. Kuşaklar boyunca sürekli bir kural olacak bu. Rabbin huzurunda saf altın kandillikteki kandiller sürekli yanacaktır.” (Levililer 24:1-4) “Saf zeytinyağı”, saf altın kandillik aracılığı ile sergilenen Mesih’in işini temel alan Kutsal Ruhun lütfunu temsil eder. Başka bir deyiş ile, Kutsal Ruhun lütfu ve ışığı Mesih’in ölümü üzerine bina edilir ve Mesih’in kahinliği aracılığı ile muhafaza edilir. Karanlık ülkenin üzerinde iken ve halkın hepsi uykuya dalmış iken, altın lamba gecenin sıkıcı saatleri sırasında ışığını kutsal yerde parlatır. Tüm bunlar bize, halkın dışsal durumu ne olur ise olsun Tanrının sadık olduğuna dair canlı bir örnek sunar. Halkın üzerine karanlık ve uyuşukluk gelebilirdi, ama kandillerin sürekli yanmaları gerekiyor idi. Başkahin, gecenin bezdirici saatleri sırasında yanan ışığın tanıklığının sürmesinden sorumlu idi. “Harun kandilleri buluşma çadırında akşamdan sabaha kadar sürekli yanar biçimde tutacak idi.” Bu ışığın muhafaza edilmesinden İsrail sorumlu değil idi. Tanrı bu ışığa bakma ve sürekli olarak yanmasını sağlama görevini Biri’ne vermiş idi.

Ama daha sonra şunu okuruz: “Ve ince undan on iki pide pişireceksin. Her biri efanın onda ikisi ağırlığında olacak. Bunları Rabbin huzurunda ikişer sıra halinde altışar altışar saf altın masanın üzerine dizeceksin. İki sıra ekmeğin yanına anma payı olarak saf günnük koyacaksın. Bu Rab için yakılan sunu olacak ve ekmeğin yerini alacak. Bu ekmek İsrail halkı adına sonsuza kadar sürecek bir antlaşma olarak her Şabat günü aksatılmadan Rabbin huzurunda dizilecek ve Harun ile oğullarına ait olacak. Onu kutsal bir yerde yiyecekler, çünkü çok kutsaldır. Rab için yakılan sunulardan onların sürekli bir payı olacak.” (ayetler 5-9) Bu ekmeklerin içinde maya olacağından söz edilmez. Eminim ki bunlar “İsrail’in on iki oymağı” ile bağlantısı olan Mesih’i temsil etmektedirler. Ekmekler Rabbin huzurunda saf altın masanın üzerine dizilecekler idi ve yedi gün boyunca Harun ve oğullarının yiyeceği olduktan sonra dışsal görünümleri nasıl olur ise olsun İsrail’in Yehova’nın gözündeki bir diğer çarpıcı örneğini oluştururlar. On iki oymak her zaman Tanrının huzurundadır. Onların anıları asla yok olmazlar. Kutsal yerde tanrısal bir düzen içinde dizilirler, Mesih’in hoş kokusu ile örtülürler ve ülkenin ahlak gecesinin en karanlık saati boyunca saf altından masanın üzerinde parlayan altın kandilliğin sönmeyen ışığı ile yansırlar.

Şimdi, kutsal yerin gizemli mobilyasını böyle bir örnekten sonra yorumlama cesaretinde bulunduğumuz zaman, sunak üzerindeki sağduyulu yargıyı ya da tanrısal gerçeği feda etmediğimizi görmek iyidir. Bize, İbraniler 9. Bölümde şu öğretilir: tüm bu şeyler “aslı göklerde olan” örnekler idiler. Ve yine İbraniler 10:1 ayetinde “gelecek olan iyi şeylerin aslı değil, gölgesi” olduklarını okuruz. Bu yüzden biz, “göklerdeki asıl” şeylerin “örneklere” yanıt olduklarına inanmak ile doğru yaparız; gölgeye karşılık olan bir asıl öz mevcuttur. Kısaca söyleyecek olur isek biz, göklerde “yedi kandilin”, “saf altından masanın” ve “on iki ekmeğin” aslı bulunduğuna inanıyoruz. Bu insani bir hayal değildir, ama imanın tüm çağlar boyunca beslenmiş olduğu tanrısal gerçektir. Karmel dağının tepesinde İlyas’ın “on iki taş” ile kurduğu sunağın anlamı ne idi? İlyas böyle yaparak, “on iki ekmeğin” model ya da gölge olduğu gerçeğine olan imanını ifade etmekten başka bir şey yapmıyor idi. İlyas, ulusun bozulmaz birliğine inandı. Ulusun dışsal durumu ne olur ise olsun Tanrının İbrahim, İshak ve Yakup’a verdiği vaadi yerine getireceğine inandı. İnsan, on iki oymağın sergilenen birliğini boş yere arayabilir, ama iman her zaman kutsal yerin içine bakabilir ve orada saf günnük ile örtülü, saf altından masanın üzerinde tanrısal düzene uygun olarak dizilmiş on iki ekmeği görebilir ve hatta hepsi gece yarısının hüzünlü gölgeleri ile kaplı olmasına rağmen, iman yine de yedi altın kandilin ışığı aracılığı ile önceden gölgesi verilen aynı büyük gerçeği ayırt edebilir – yani İsrail’in on iki oymağının ayrılmaz birliğini.

O zaman böyle idi ve şimdi de böyledir. Gece karanlık ve hüzünlüdür. İnsan gözü, bu aşağılık dünya sisteminde İsrail’in oymaklarının birliğini görebileceği tek bir ışına bile sahip değildir. Oymaklar uluslar arasında dağıtılmışlardır ve insanın gözünden kaybolmuşlardır. Ama anıları Rabbin huzurundadır. İman bu görüşe sahiptir, çünkü “Tanrının tüm vaatlerinin Mesih’te ‘evet’ ve ‘amin’ olduğunu” bilir. Kutsal Ruhun mükemmel ışığı aracılığı ile kutsal yerde bulunan on iki oymağı sadık olarak hatırlayabilir. Şimdi imanın şu soylu ifadelerine kulak verin: “Şimdi ise Tanrının atalarımıza olan vaadine umut bağladığım için burada bulunmakta ve yargılanmaktayım. Bu, on iki oymağımızın gece gündüz canla başla kulluk ederek (nukta kai emeran) erişmeyi umdukları vaattir. (Elçilerin İşleri 26:6,7) Şimdi bu durumda eğer Kral Agrippa Pavlus’a, “On iki oymak nerede?” diye sormuş olsa idi, Pavlus onları Kral’a gösterebilecek miydi? Hayır, gösteremeyecek idi. Ama neden? Onlar görülmeyecekleri için mi? Hayır, Kral Agrippa onları görecek göze sahip olmadığı için onları göremeyecek idi. On iki oymak Agrippa’nın görüş alanının çok ötesinde bulunuyorlar idi. Tanrının huzurundaki saf altın masanın üzerine dizilen on iki ekmeği ayırt edebilmek için iman gözüne ve Tanrının Ruhunun lütufkar ışığına ihtiyaç vardı. Onlar orada idiler ve Pavlus onları orada gördü; Pavlus tanıklık ettiği o anda kişileri sözlerine ikna edemeyeceği bir karanlığın varlığına rağmen, iman, göz ile görülen tarafından yönetilmez. İman, Tanrının sonsuz Sözünün kayası üzerinde durur ve bu kutsal yüksekliğin tam bir sükuneti ve kesinliği içinde yalan söylemesi imkansız Olan’ın değişmez sözü ile beslenir. İmansızlık, ahmakça bir şekilde gözlerini dikip bakabilir ve “On iki oymak nerede?” ya da “Onlar nasıl bulunabilir ve restore edilebilirler?” diye sorabilir. Buna bir yanıt vermek imkansızdır. Ama imansızlık yanıtın görülebileceği yüksek noktanın üzerine yükselemez; bu imkansızdır. İman ise her Şabat günü saf altın masanın üzerine konan o on iki ekmeğin varlığından emindir, aynı Tanrının emin olduğu gibi. Ama bu konuda kuşku duyanlar ya da söze sadık olmayanlar nasıl ikna edilebilirler? Onları kim ikna edebilir? Her konuda mantık ya da duygular tarafından yönetilenlere ve umutsuzluğa rağmen umut etmeye devam etmenin ne demek olduğunu bilmeyenlere böyle bir gerçek nasıl garanti edilebilir? İman, mantık ve duyguların hiç bir şey bulamadığı bir yerdeki olayın orta yerinde tanrısal güvenceler ve sonsuzu gerçeklikler bulur. Ah! Daha büyük bir iman olsa! Daha yoğun bir gayret ile Rabbin ağzından çıkan her sözü kavrayabilelim ve bir küçük çocuğun sadeliği ve güveni ile o sözden beslenelim.

Şimdi bölümümüzde yer alan ikinci düşünceye yöneliyoruz, yani İsrail’in benliğe sapması ve bu nedenle tanrısal yargıya uğraması.

“İsrailliler arasında annesi İsrailli babası Mısırlı bir adam vardı. Ordugahta onun ile bir İsrailli arasında kavga çıktı. İsrailli kadının oğlu Rabbe sövdü, lanet etti. Onu Musaya getirdiler. Annesi Dan oymağından Divri’nin kızı Şelomit idi. Adamı göz altına alıp Rabbin kararını beklediler. Rab Musa’ya şöyle dedi, ‘Onu ordugahın dışına çıkart. Ettiği laneti duyan herkes elini onun başına koysun ve bütün topluluk onu taşlasın. İsrail halkına de ki, ‘Kim Tanrısına lanet eder ise günahının cezasını çekecektir. Rabbe söven kesinlikle öldürülecektir. Bütün topluluk onu taşlayacak. İster yerli ister yabancı olsun, Rabbe söven herkes öldürülecektir. Adam öldüren kesinlikle öldürülecektir. Başkasının hayvanını öldüren yerine bir hayvan vererek aldığı canın karşılığını can ile ödeyecektir. Khalk Rabbe lanet eden adamıim komşusunu yaralar ise kendisine de aynı şey yapılacaktır. Kırığa karşılık kırık, göze göz, dişe diş olmak üzere, ona ne yaptı ise kendisine de aynı şey yapılacaktır. Hayvan öldüren yerine bir hayvan verecek, adam öldüren öldürülecektir. Yerli yabancı herkes için tek bir yasanız olacak. Tanrınız Rab benim. Musa bunları İsrail halkına bildirdikten sonra halk Rabbe lanet eden adamı ordugahın dışına çıkardı ve öldürdü. Böylece İsrail halkı Rabbin Musaya verdiği buyruğu yerine getirmiş oldu.” (Levililer 24: 10-23)

Bu öyküyü anlatan kalemin sahibi onu esin aracılığı ile yazdı ve kendisi aracılığı ile atana garip yer çarpıcı ve ilginçtir. Bunun ne olduğu konusunda kuşkum yok, ama bölümün ilk ayetinde takdim edilen resmin bize karşıt yanı göstermek için tasarlandığından eminim. Benliğe uyan İsrail korkunç bir şekilde düştü ve Yehova’ya karşı günah işledi. Öteki uluslar arasında Rabbin adına küfür edilmiş idi. Bu nedenle, ulusun üzerine gazap geldi. Üzerlerine gücendirilmiş bir Tanrının yargıları düştü. Ama koyu ve ağır yargı bulutunun dürülüp kaldırılacağı o gün geliyor ve o zaman kırılmaz birlikleri içindeki on iki oymak Yehova’nın sadakatinin ve sevgisinin şaşırtıcı bir anıtı olarak tüm ulusların önünde ayakta duracaktır. “İsrail halkı o gün, ‘Ya Rab sana şükrederiz’ diyecek. Bize öfkelenmiş idin, ama öfken dindi, bizi avuttun. Tanrı kurtuluşumuzdur: O’na güvenecek ve yılmayacağız. Çünkü Rab gücümüz ve ezgimizdir. O kurtardı bizi.  Kurtuluş pınarlarından sevinç ile su alacaksınız. O gün diyeceksiniz ki, ‘Rabbe şükredin, O’nun adı ile çağırın. Halklara duyurun yaptıklarını ve adının yüce olduğunu duyurun! Rabbe ezgiler söyleyin, çünkü görkemli işler yaptı. Bütün dünya bilsin bunu. Ey Siyon halkı sesini yükselt, sevinç ile haykır! Çünkü aranızda bulunan İsrail’in Kutsalı büyüktür!” (Yeşaya 12. Bölüm) “Kardeşler, bilgiçliğe kapılmamanız için şu sırdan habersiz kalmanızı istemem. İsraillilerden bir bölümünün yüreği öteki uluslardan kurtulacakların sayısı tamamlanıncaya dek duyarsız kalacaktır. Sonunda tüm İsrail kurtulacaktır. Yazılmış olduğu gibi: ‘Kurtarıcı Siyon’dan gelecek, Yakup’un soyunda tanrısızlığı uzaklaştıracak. ‘Onların günahlarını kaldıracağım zaman, kendileri ile yapacağım antlaşma budur.’ İsrailliler Müjde’yi reddederek sizin uğrunuza Tanrıya düşman oldular, ama Tanrının seçimine göre ataları sayesinde sevilmektedirler. Çünkü Tanrının armağanları ve çağrısı geri alınamaz. Bir zamanlar Tanrının sözünü dinlemeyen sizler şimdi İsraillilerin söz dinlemezliğinin sonucu merhamete kavuştunuz. Bunun gibi, İsrailliler de sizin kavuştuğunuz merhamet ile merhamete erişmek için şimdi söz dinlemez oldular. Çünkü Tanrı merhametini herkese göstermek için herkesi söz dinlemezliğin tutsağı kıldı. Tanrının zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir. O’nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır! ‘Rabbin düşüncesini kim bilebildi? Ya da kim O’nun öğütçüsü olabildi?’ ‘Kim Tanrıya bir şey verdi ki karşılığını O’ndan isteyebilsin? Her şeyin kaynağı O’dur ve her şey O’nun aracılığı ile ve O’nun için var oldu. O’na sonsuza dek yücelik olsun. Amin! (Romalılar 11: 25-36)

İsrail’in günah nedeni ile tanrısal yargı acısı çektiğini kanıtlamak için pek çok bölüm içeriği kullanılabilir, ama yine de “Tanrının armağanları  ve çağrısı geri alınamaz” – lanet eden kişi ordugahın dışında taşlansa bile, on iki ekmek yine de hiç bozulmadan kutsal yerde durmaktadırlar. “Peygamberlerin sesleri” ve elçilerin sesleri “tüm İsrail’in kurtulacağına dair görkemli gerçeği beyan etmekte ve yansıtmaktadırlar. Evet, tüm İsrail kurtulacaktır, ama günah işlemedikleri için değil, ama “Tanrının armağanları ve çağrıları geri alınmadığı” için! İmanlılar, atalarına verilen vaatler konusunda uyanık olsunlar! Eğer bu vaatler ört bas edilir ya da yanlış uygulanır ise, o zaman Kutsal Yazıların tanrısal saygınlığı ve doğruluğu ile ilgili ahlak duygusu zorunlu olarak zayıflayacaktır. Eğer bir kısım vaatler ört bas edilir ise, o zaman diğerleri de ört bas edilebilirler.

Eğer bir bölüm belirsiz bir şekilde yorumlanır ise, o zaman diğeri de belirsiz şekilde yorumlanacaktır; bu yüzden de Rabbin söylemiş olduğu her şey ile ilgili olan durumumuzun temelini oluşturan o bereketli kesinlikten mahrum kalacağımız bir durumun ortaya çıkacağı kesindir.