Bölüm İki

Bir Hristiyan’ın
Müslümanlar’ın Temel İnançlarına
Verdiği Karşılık

Birince bölümde Müslümanlar arasındaki Hristiyanlık hakkındaki yanlış anlaşılan kavramları Kuran’a başvurarak düzeltmeye çalıştık.  İslami öğretişleri daha iyi anlamak için İslamın temel kaynaklarına –hadislere, öğretmenlere ve yorumculara– başvurduk.  İkinci bölümde İslamiyet’in temel inançlarına – yani, Allah, Muhammed ve Kuran konusunda- bir Hristiyan perspektifinden yanıt vermeye çalışacağız.

7. Bölüm

İslamiyet Tektanrıcılığı Hakkında bir Değerlendirme

Mantıklı olan kadın ya da erkek herkes bir konuyu önce anlamaya çalışır, anlama girişiminde bulunmaksızın konuyu reddetmez. İşte bu nedenle, biz, size İslam görüşü ile ilgili bir değerlendirme sunmadan önce (Bölüm Bir’de) İslam görüşünü mümkün olduğu kadar net ve doğru olarak açıklamak için içten bir çaba gösterdik. Diğer insanların görüşleri gereğinden fazla bir şekilde yanlış bir nedenden ötürü reddedilirler. İslam’ın ne öğrettiğini elimizden geldiğince net olarak açıklama girişiminde bulunduktan sonra, şimdi dikkatimizi bu görüşün değerlendirmesine yönlendiriyoruz. Müslümanlıktaki tektanrıcılık ile ilgili tartışmamız, iki sınıfa ayrılarak incelenecektir. Birincisi, Müslüman tektanrıcılığının karakteristik özelliklerini yeniden gözden geçireceğiz. Sonra, eleştirmenlerin, Tanrı’nın İslam’a özgü görüşleri ile ilgili dikkat çektikleri sorunların bazılarını değerlendireceğiz.

İslam Tektanrıcılığındaki Bazı Ana Konuları
Yeniden Gözden Geçirmek

Müslümanlar’ın Tanrı hakkında neye inandıklarını ayrıntılı olarak zaten daha önce tartışmış olduğumuz için (bakınız Bölüm I), burada yalnızca önemli vurguların bazılarına kısaca değineceğiz.

Mutlak (Tek) Tanrı

Tanrı hakkındaki temel İslam görüşü, O’nun mutlak ve bölünmez birliğidir (tevhid). Sure 112’de Tanrı şu sözlerle tanımlanır: “De ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir. Allah, Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.) O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.” Bu sure, “tüm Kuran’ın üçte birinde önemli yere sahiptir ve yedi gök ve yedi yer bu surenin üzerinde bina edilmiştir. Bir hadiste belirtildiğine göre, bu ayeti ağız ile ikrar etmek, bir insanın sonbaharda bir ağacın yapraklarını soyması gibi, bir insanın günahlarını silkeleyip atmasına benzer.” 1

Tanrı’nın tek olduğunu kanıtlamak için Kuran’da iki sözcük kullanılır: ahad ve vahid. Ahad, Tanrı’nın kendisi ile birleşmiş olan eşi ya da benzeri olduğunu inkâr etmek anlamında kullanılır. Arapça’da, bunun anlamı, herhangi başka bir sayıyı reddetmektir. Vahid sözcüğü, ilk sözcük ile aynı anlamı taşıyabilir ya da aynı zamanda “Herkes için Tek, Aynı Tanrı” anlamına da gelebilir. Böylelikle Tanrı’nın hem bir hem de tek olduğu ima edilir. 2

Tanrı’nın tekliği, İslam’da öylesine temel bir görünüme sahiptir ki, bir Müslüman yazar, bu konuda şu ifadede bulunur: “İslam, kendisinden önceki dinlerin orijinal netliği ve saflığı içinde de mevcut olduğu gibi, yalnızca Tanrı’nın tekliğini beyan eden bir dindir ve İslam’ın mesajı, O’nun tekliğine tanıklık etmeye yapılan bir çağrıdır.” 3 Bir diğer Müslüman yazar bu ifadeye şunları ekler: “Allah’ın tekliği, İslam’ın diğer dinlerden farklı özelliğidir. Allah’ın tekliği, tektanrıcılığın en saf biçimidir, örneğin, O’ndan çocuk olmadığı, kendisinin de doğmadığı ve hiçbir şeyin O’na denk ve benzer olmadığı Allah’a tapınmak. İslam bu konuyu tek anlamlı terimler ile öğretir.” 4

Tanrı’nın mutlak tekliği üzerinde yapılan bu ödün vermeyen vurgu nedeni ile İslam’daki tüm günahların en büyüğü şirk koşma ya da Tanrı’ya, O’na benzer ortak atfetmektir. Kuran kesin bir şekilde şu beyanda bulunur: “Şüphesiz Tanrı kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz derin bir sapıklığa düşmüştür” (4:116).

Tanrı Mutlak Yönetendir (Tanrı’nın Egemenliği)

Kuran’daki sözlere bakalım: “Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur (varlığı kendinden, kendi kendine yeterli, yarattıklarına hakim ve onları koruyup gözeten). O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın, O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür” (2:255).

Tanrı, kendi kendine yeterlidir ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; aksine, her şeyin O’na ihtiyacı vardır. Bu nitelik, kendiliğinden meydana gelme ya da kendiliğinden var olma olarak bilinir. Tanrı, En Güçlü Olan’dır ve Gücü Her Şeye Yeten’dir. O, var olan ve var olacak olan şeyleri İsteyen’dir; ve O’nun isteğinin dışında hiçbir şey olamaz. O, aynı zamanda, bilinebilecek her şeyi Bilen’dir. O’nun bilgisi, yaratmış olduğu ve yine yalnızca kendisinin desteklediği tüm evreni destekler. Tanrı, yarattığı her şeyin üzerinde tam olarak egemendir.

Tanrı’nın doksan dokuz adından pek çoğu O’nun egemen oluşundan söz eder. O, El-Badi’dir; O, gökleri ve yeri, örneksiz Yaratan’dır (2:117); El-Cabbar, O, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’tır (59:23); El-Celil, O, yüce ve görkemli Olan’dır; El-Cami, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları Toplayacak Olan’dır (3:9); El-Hasip, O, Hesap Görücü olarak yeterli Olan’dır (4:6-7); El-Aziz, O, mutlak güç ve egemenlik sahibi Büyüklükte Eşsiz Olan’dır (59:23); El-Ali, O, yüce ve görkemli olan, çok bağışlayan, Halim’dir (2:225-26); El-Kadir, O, dilediği her şeyi yapma gücü olan yaratmaya Kadir Olan’dır (17:99-101); El-Kuddüs, O, göklerdeki ve yerdeki her şeyin, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tespih ettiği Kutsal Olan’dır (62:1); El-Mutaali, O, gaybı da görülen, alemi de bilen, çok büyük, çok yüce ve kendiliğinden var Olan’dır (13:9-10); El-Muiz, O, mülkü veren, dilediğinden de çekip alan mülkün sahibi Olan’dır (3:26); El-Muksit, O, kıyamet günü için adalet terazileri kuracak olan Adalet Gözlemcisidir (21:47-48); El-Malik, O, krallar kralı olan Kral’dır (59:23); Malik el-Mülk, O, dilediğine egemenlik ihsan eden Mülkün Sahibidir (3:26); El-Müntakim, O, günahkârlardan ve müminlere kötü davrananlardan İntikam Alan’dır (30:47); El-Vahed, O, tanrısal egemenliği içinde Eşsiz Olan’dır (13:16); El-Vahid, yaratan yalnızca O’dur, O Eşsiz Olan’dır (74:11); El-Vakil, O, her şeyi yöneten, görüp gözeten, her şeye Vekil Olan’dır (6:102).

Mutlak Adil Tanrı (O’nun Hakkaniyeti)

Tanrı’nın çeşitli adları, onun mutlak adilliğini ifade ederler. El-Celil, O, kudretli ve Görkemli Olan’dır. El Cami, O, kıyamet gününde herkesi bir araya getiren Toplayıcıdır (3:9); El-Hasip, O, hesap görücü olarak Yeterli Olan’dır (4:6); El-Hakim, O, kullarını yargılayan Hakim’dir (40:48); El-Adil, O, kelimesi doğruluk ve adalet bakımından tam olan Adil Tanrı’dır (6:115); El-Kudüs, O, göklerdeki ve yerdeki her şeyin, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tespih ettiği Kutsal Olan’dır (62:1); El-Muksit, O, kıyamet günü için adalet terazileri kuracak olan Adalet Gözlemcisidir (21:47-48); El-Müntakim, O, günahkârlardan ve müminlere kötü davrananlardan İntikam Alan’dır (30:47).

Merhameti Mutlak Olan Tanrı

Özellikle Hristiyanlar arasında 5 çok görülen bir yanlış anlamanın aksine, Allah, merhamet Allahı’dır. Tanrı’nın bazı isimleri O’nun bu merhamet özelliğini çok güzel tanımlarlar. Örneğin, Tanrı, Er-Rahman, merhamet gösterenlerin en merhametlisidir, O, Rahman ve Rahim’dir (1:3; 12:64). O, aynı zamanda El-Vadud’dur, kullarına karşı şefkatli ve sevecen Olan’dır (11:90,92). O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı (6:12) ve Tanrı şöyle der: “Benim rahmetim her şeyi kapsar” (7:156). Muhammed, Kuran’da şöyle dedi: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (3:31).

Tanrı’nın Mutlak İsteği (İrade Gücü)

Tanrı’nın isimleri ile ilgili belirli bir gizem mevcuttur. Cragg, bu isimlerin “O’nun doğasının yasalarından çok Tanrısal iradesinin özellikleri olarak anlaşılmaları gerektiğini” onaylar. Bu tür tanımlayıcılardan ortaya bir eylem çıkması beklenebilir, ama bu mutlaka gerekli olan bir durum değildir. 6 Tanrı’nın tüm eylemlerine birlik sağlayan, Tanrı’nın bu eylemlerin hepsini istiyor olmasıdır. Tanrı, O’na verilen tanımlayıcılar aracılığı ile istekli olan olarak fark edilebilir, ama O bu tanımlayıcılardan herhangi birine uymaz. İsteğinin eylemi, isteğinin etkilerinden tanınabilir, ama isteğinin kendisi anlaşılmazdır. Bu durum, aşağıda tartışılacak olan Tanrı’nın adlarının belirliliği içindeki antitez için geçerlidir. Örneğin, Tanrı, “yoldan çıkartan” olduğu gibi aynı zamanda “rehberlik edendir” de.

Mutlak Olarak Bilinemeyen Tanrı (Tanrı’nın Anlaşılamazlığı)

Her şey Tanrı’nın isteğini temel aldığı ve O’nun isteğinin etkileri bazen zıt olabildiği ve mutlak bir öz yansıtmadığı için Tanrı’nın doğası gerçekten bilinemezdir. “Tanrısal istek, ne mantığın ne de açıklamanın ötesine geçemediği bir nihai özellik arz eder. Ama yine de tek isteğin Birliği içinde bu tanımlayıcılar merhamet, şefkat ve görkem ile bağlantılı olanlar ile bir arada var olurlar.” 7 Tanrı, isteğinin etkilerine göre adlandırılır, ama isteğinin etkilerinden herhangi biri ile tanımlanmaması gerekir. Nihai Neden (Tanrı) ve O’nun yaratıkları hakiki değil, harici ya da geçicidirler. Yani, Tanrı iyi olarak adlandırılır, çünkü O iyiye neden olur, ama iyilik O’nun özünün parçası değildir.

İslam Tektanrıcılığının Sorunları

Mutlak Birlik

İslam tektanrıcılığı katıdır, esnek değildir. İslam’ın, Tanrı’nın birliğine ilişkin görüşü öylesine güçlüdür ki, Tanrı’da çoğulluğa hiçbir şekilde izin vermez. Bu yüzden tektanrıcılık ya da üç uknumun üç ayrı tanrı olduğuna dair itikat arasında benzerlikler görmez. Hristiyanlığı daha sonraki bir sınıflandırma içine yerleştirir. Bu yanlış anlamanın pek çok nedeni mevcuttur. Birincisi, Tanrı ile ilgili Kutsal Kitap metninin bir yanlış anlaması ortaya çıkar (Bölüm 12’deki tartışmaya bakınız).

Pek çok Müslüman teologun nihai analizlerine göre Tanrı’nın özü ya da doğası bilinemez; bu öz ya da doğadan O’nun üç kişiliği (bilinç merkezleri) ayırt edilemez. Bu konum, nominalizm (adcılık) olarak bilinir. Tanrı mutlak İrade’dir ve mutlak İrade kesinlikle tek olmak zorundadır. İradelerin (kişilerin) çoğunluğu mutlak bir birliğe sahip olunmasını imkansız kılacaktır. Ve Müslümanlar Tanrı’nın (hem açıklama hem de mantık açısından) kesinlikle Bir olduğuna inanırlar. Mantık, Muhammed’i, birliğin çoğunluktan önce olduğu konusunda bilgilendirdi. Birkaç yüzyıl önce Platinus’un belirtmiş olduğu gibi, çoğunluğun tamamı birliklerden oluşmuştur. Böylece birlik, her şeyin en nihai biçimidir. Bu Yeni-Platonik (Plotinyan) düşünce biçimini kabul etmek, Tanrı’da çoğul kişiliklerin var olma olasılığını mantıksal olarak inkâr etmeye neden olur.

Ancak yine de bu tür katı ve kesin tektanrıcılık İslam’ın kendine ait bazı bölümleri ile tam bir uyum içinde değildir. Daha sonra daha ayrıntılı olarak göreceğimiz gibi (Bölüm 11), Kuran’daki belirli öğretişler ile ilgili araştırmalar yapan Müslüman bilginler, Tanrı’nın birliği içinde bazı türdeki ayırımlara izin veren ayırımlar yapmışlardır. Örneğin, Kuran’ın, tüm sonsuzluk boyunca Tanrı’nın Zihninde var olan, O’nun sonsuz konuşması olduğuna inanırlar (Bölüm 9’daki tartışmalara bakınız). 85:21-22 ayetlerinde şunu okuruz: “Hayır, o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kuran’dır. O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır.” Ve 43:3-4 ayetlerinde yazılanları okuyalım: “İyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kuran yaptık. Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetler ile doludur” (13:39) Bu sonsuz orijinal, bizim Kuran olarak bildiğimiz yersel kitabın ana modelidir.

Müslüman bilginler, Kuran’ın yaratılmamış olduğu ve Tanrı’nın zihnini mükemmel bir şekilde ifade ettiği konusunda ısrar ederler. Ama yine de Kuran’ın Tanrı’nın özü ile aynı olmadığını kabul ederler. Hatta bazı Müslüman bilginler, Kuran’ı, Ortodoks Hristi­yanlar tarafından sahip olunan, Mesih’in Tanrısal Söz olduğu hakkındaki görüşe dahi benzetirler. Yusuf K. İbiş’in bu konuda Kuran ile ilgili düşüncelerini aktaralım: “Kuran sıradan bir anlama sahip bir kitap değildir, Kutsal Kitap ile de karşılaştırılamaz, ne Eski ne de Yeni Antlaşma’ya benzer. Kuran, Tanrısal iradenin bir ifadesidir. Eğer Kuran’ı kıyaslamanız gerekir.” Yazar, sözlerine şunu da ekler: “Mesih, insanlar arasında, Tanrısal iradenin açıklaması ve Tanrısal Olan’ın ifadesiydi. İşte Kuran budur.” 8 Hristiyanlıktaki herhangi bir şey ile kıyaslamak isterseniz, o zaman onu Mesih’in kendisi ile kıyaslamanız gerekir.

İslam, Tanrı ve Kuran arasındaki ilişkiyi şu noktaya dikkat çekerek tanımlar: “Konuşma Tanrı’nın sonsuz bir niteliğidir; aynı O’nun bilgisi, gücü ve sınırsız varlığının diğer özellikleri gibi, başlangıcı ya da fasılası (arası) yoktur.” 9 Ama eğer konuşma, Tanrı ile aynı olmayan ama bir şekilde ondan farklı bulunan sonsuz bir Tanrı niteliği ise, o zaman bu durum Hristiyan­lar’ın Üçlü Birlik konusunda iddia ettikleri birliğin içindeki çoğulluğa izin vermez mi? Böylece, Tanrı’nın mutlak birliğine ilişkin İslami görüş kendi seçimleri itibarıyla Hristiyanlıktaki Üçlü Birlik ile birbirine zıt gibi görünecektir. Başka bir deyişle, tektanrıcılık ya da çoktanrıcılığın (Üçlü Birliğin de dahil olduğu) temel Müslüman mantığı geçersizdir. Onlar, görüşlerinde, bir şeyin sayıca aynı olmasa da Tanrı’nın sonsuz bir ifadesi olabileceği fikrine izin verirler. Böylece, onların verdiği kendi örneği kullanacak olursak, o zaman Mesih bu Tanrısal İrade olarak aynı kişi olmadan, sonsuz “Tanrı İradesi ifadesi” olamaz?

Kendi İsteği İle Hareket Etme

Tanrı hakkındaki klasik İslam görüşünün temelinde iradeye bağlılık ve nominalizmin (adcılık) köklü bir biçimi bulunur. Daha doğrusu geleneksel İslam’a göre Tanrı bir öze sahip değildir, en azından bilinebilir bir özü yoktur. Tanrı, İrade’dir. Tanrı’nın adil ve sevecen olduğu söylenir. Ve merhametli olmasının tek nedeni, “merhamet etmeyi kendine gerekli kılmasıdır” (6:12). Ama Tanrı, Mutlak İrade olduğu için hatırlanması gereken önemli nokta şudur: Eğer farklı olmayı seçmiş olsaydı, o zaman merhametli olmayacaktı. Tanrı’da ona uygun şekilde hareket etmesini gerektiren doğa ya da öz mevcut değildir.

Nominalizmin bu köklü biçimi ile ilgili iki temel sorun vardır: Biri fizik ötesi, diğeri de ahlaki sorundur.

Tanrı hakkındaki ortodoks İslam görüşünün iddiası şudur: Görmüş olduğumuz gibi, Tanrı mutlak gerekli bir varlıktır. O, kendiliğinden var olandır, ve var olmaması mümkün değildir. Ama eğer Tanrı doğası itibarıyla varlığın gerekli bir türü ise, o zaman var olmasının nedeni doğasıdır. Bu konuya kısaca açıklama getirecek olursak, Tanrı’nın bir doğaya sahip olması gerekir, aksi takdirde doğası itibarıyla gerekli bir varlık türü olamazdı. Bu aynı görüşe göre, ortodoks İslam Tanrı’nın, kendiliğinden var olma, yaratılmamış olma ve sonsuzluk gibi diğer elzem niteliklerinin var olduğuna inanır. Ama eğer bunlar Tanrı’nın tüm elzem özellikleri iseler, o zaman Tanrı’nın bir öze sahip olması gerekir, aksi takdirde bunlar elzem nitelikleri olmazlardı. Çünkü özün tanımlanma şekli öncelikle budur, yani bir varlığın elzem nitelikleri ya da özellikleri.

Ayrıca, İslam’a özgü irade ile ilgili ciddi bir ahlak sorunu mevcuttur. Çünkü eğer Tanrı İrade ise, herhangi gerçek bir özü yok ise, o zaman yaptıklarını, yapması doğru olduğu için yapmaz; aksine, o yaptığı için yaptıkları doğrudur. Kısaca, Tanrı, doğru ve yanlış olan ile ilgili olarak keyfi hareket eder. O, iyi davranmak zorunda değildir. Örneğin, Tanrı merhametli olmak zorunda değildir; eğer isteseydi kaba olabilirdi. Herkese karşı sevecen davranmak zorunda değildir; eğer nefret etmek isteseydi, nefret etmeyi seçerdi. Aslında bir sonraki ayette şunlar yazılıdır: “Allah da sizi sevsin… Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (3:31), Allah’a ve Peygamber’e itaat etmez ve yüz çevirirlerse, şüphe yok ki, Allah kafirleri sevmez” (ayet 32). Ayrıca Allah 25:51’de şöyle dedi: “Dileseydik her memlekete bir uyarıcı gönderirdik.” Ama bunu yapmadı, burada onun keyfi hareket ettiği ima edilir. 10 Başka bir deyişle, sevgi ve merhamet, Tanrı’nın özü değildirler. Tanrı, sevecen olmamayı seçebilirdi. Müslüman bilginlerin, Tanrı’nın kısa bir süre sonra üzerinde duracağımız takdiri ilahisi konusunda büyük zorluk çekmelerinin nedeni budur. Ama önce, Müslüman bilinemezciliği hakkında birkaç söz edelim.

Agnostisizm (Bilinemezcilik)

Tanrı, bir öze sahip olmadığı için ya da en azından Tanrı’nın adlarından (ya da özelliklerinden) biri bunu gerçekten tanımlamadığı için, İslam’ın Tanrı hakkındaki görüşü bir bilinemezcilik biçimi içerir. Aslında İslam’ın ana düşüncesi Tanrı’yı tanımak değil, Tanrı’ya itaat etmektir. Esas olan, O’nun özü üzerinde derin düşünmek değil, O’nun iradesine boyun eğmektir. Pfander’in bu konu ile ilgili olarak Müslümanlar hakkındaki doğru gözlemi şudur: “Eğer bu konuda çok derin düşünürlerse, o zaman Tanrı’yı bilmeleri kesinlikle imkansızlaşır... Böylece, İslam, Bilinemezciliğe yönelir.” 11

Tanrı hakkındaki İslam bilinemezciliği, Tanrı’nın dünyayı, harici nedensellik aracılığı ile yarattığına inandıkları gerçeğinden kaynaklanır. Gerçekten de, “Tanrı iradesi ne mantığın ne de açıklamanın ulaşamayacağı nihai bir boyutun ötesindedir. Ancak yine de tek İradenin Birliği içinde bu tanımlamalar, merhamet, şefkat ve görkem ile ilişkisi olan tanımlamalar ile iş birliği yaparlar.” 12 Tanrı, etkilerine göre adlandırılır, ama onlardan hiçbiri ile özdeşleştirilmemelidir. Nihai neden (Tanrı) ve yaratıkları arasındaki ilişki haricidir, içsel değildir. Yani, Tanrı, iyi olarak adlandırılır, ama bunun nedeni, iyiliğin onun özünün parçası olduğu anlamına gelmez.

Tanrı’nın Kuran’daki tüm adlarına rağmen, İslam’da karşımıza çıkan Tanrı, temelde bilinemeyen Tanrı’dır. Bu adlar bize Tanrı’nın nasıl olduğu ile ilgili herhangi bir şey söylemezler, yalnızca Tanrı’nın nasıl hareket etmek istediğini belirtirler. Tanrı’nın eylemleri, Tanrı’nın karakterini yansıtmazlar.

İslam tarihindeki en seçkin teolog olan El-Gazali şu sözleri söyleyecek kadar ileri gitti:

Arifin (bilen kişiler) bilgisinin nihai sonucu O’nu tanıma konusundaki yetersizlikleridir ve bilgileri ise O’nu bilmedikleridir ve bunun anlamı, onlar için O’nu bilmenin kesinlikle imkansız olmasıdır. 13

Bilgin El-Gazali’nin çağdaşı olan Fadlou Shehadi adlı bilgin, El-Gazali’nin Tanrı’nın üstünlüğü konusundaki iddialarını analiz ettikten sonra şu sonuca varır:

Eğer Tanrı her alanda diğer herhangi bir varlıktan farklı, eşsiz türde bir varlık ise, daha özel bir biçimde belirtildiği zaman, insan tarafından bilinen herhangi bir şeye benzemiyor ise, o zaman Gazali’nin kendi ilkelerine göre Tanrı’nın, bütünüyle bilinemez olması gerekecektir. Çünkü Gazali’ye göre, her şey benzerliklerine göre bilinir ve bir şey, insan tarafından bilinene hiçbir şekilde benzemiyorsa, o zaman bilinemez. Ayrıca, Tanrı’nın yalnızca “sokaktaki adama” değil, aynı zamanda peygamberlere de gizemcilere de bilinemez, tamamıyla bilinemez olması gerekecektir. Bu olgu, Gazali’nin çok açıkça ve seyrek olarak belirttiği bir sonuçtur. 14

Shehadi’ye göre, “Gazali’nin bilinemezciliğinin ödün vermeyen karakteri, mantığa uygun olarak Tanrı’nın doğasının nihai farklılığı üzerindeki ödün vermeyen duruşundan kaynaklanır. 15

Kuzey Amerika’da zekası, sosyal aktifliği ve aynı zamanda imanlı diyaloğa dahil olması ile iyi tanınan çağdaş bir İslam bilgini olan İsmail El-Faruk, insanların Tanrı’yı bilme konusundaki yetersizlikleri hakkındaki İslam düşüncesinin ana görüşünü şu satırları ile ifade eder:

O Tanrı Kendisini hiç kimseye hiçbir şekilde açıklamaz. Tanrı yalnızca İradesini açıklar. Peygamberlerden birinin, Tanrı’dan Kendisini açıklamasını istediğini hatırlayın; Tanrı ona şöyle dedi: “Hayır, Benim için Kendimi birine açıklamam mümkün değildir.” … Bu, Tanrı’nın isteğidir ve sahip olduğumuz tek şey budur ve bu konuya Kuran’da mükemmel bir şekilde sahibiz. Ama İslam Kuran’ı, Tanrı’nın doğası ya da özü ile eşit saymaz. Kuran Tanrı’nın Sözü’dür, Tanrı’nın Buyruğudur, Tanrı’nın İradesidir. Ama Tanrı, Kendisini hiç kimseye açıklamaz. Hristiyanlar, Tanrı’nın Kendisini açıklaması hakkında konuşurlar –Tanrı tarafından ve Tanrı hakkında– ama Hristiyanlık ve İslam arasındaki büyük fark işte bu noktadadır. Tanrı her şeye üstündür ve eğer bir kez kendisini açıklaması hakkında konuşursanız, o zaman onun pek çok özelliği ile ilgili ödün verilmiş olur. Aynı anda hem tam üstünlük hem de kendini-açıklama özelliklerine sahip olunamaz. 16

Cambridge Üniversitesi mezunu bir başka çağdaş Müslüman teolog olan Şabbir Aktar, benzer ifadeler kullanarak yazar:

Kuran, Müjde’ye benzemez, Kuran, Allah’ın özü konusunda hiçbir zaman yorum yapmaz. ‘Allah bilgedir’ ya da ‘Allah sevecendir’ ifadeleri açıklanmış bilgiye ait parçalar olabilirler, ama Hristiyan­lığa karşıt olarak Müslümanlar, ‘Allah Sevgidir’ ya da ‘Allah Bilgeliktir’ gibi iddialar ile baştan çıkarılamazlar. Yalnızca sıfatsal tanımlamalar tanrısal varlığa atfedilirler ve bunlar sadece Tanrı’nın insan için ne istediği açıklamasını üstlenirler. Bundan fazlası gizemli olarak kalır. 17

Bu konu, İslam ve Hristiyan inancı arasındaki Tanrı öğretişleri ile ilgili farkın (aynı zamanda El-Faruk’un da işaret etmiş olduğu gibi) temel bir noktasıdır. Öğretişler arasındaki bu gerginliğe kısaca değinip geçemeyiz. Ortodoks İslam teolojisinin mantığa uygun sonucu, Tanrı’nın karakteri ile ilgili olan bilinemezciliktir. İslam teolojisine göre Tanrı istemiş ve pek çok şekilde hareket etmiştir, ama bu eylemler arkalarında bulunan tanrısal karakteri hiçbir şekilde yansıtmazlar.

İslam bilinemezciliği ile ilgili bazı önemli sorunların var olduğunu söylemeye gerek yok. Ahlaki, felsefik ve dini birer sorunu kapsayan bu önemli problemlerin bazıları üzerinde duracağız.

Daha önce görmüş olduğumuz gibi, geleneksel İslam öğretişine göre, Tanrı, özünde iyi değildir, ama iyi olarak nitelendirilmesinin nedeni, iyilik yapmasıdır. Tanrı, eylemlerine göre adlandırılır. Eğer durum böyle ise, o zaman Tanrı kötüye neden olduğu için neden aynı zamanda kötü olarak da nitelendirilmesin? İnsanların inanmamalarına neden olduğu için neden inançsız olarak nitelendirilmesin? Tanrı, eylemleri itibarıyla adlandırıldığına göre onu böyle nitelendirmek tutarsızlık gibi görünmez. Müslümanlar, eğer Tanrı’da onu iyi olarak nitelendirmek için temel olan bir şey varsa, ama kötü olarak nitelendirmek için temel olan bir şey yoksa, o zaman Tanrı’nın adlarının onun özü ile ilgili bize bir şey söylediğini kabul ettiklerini söylerler. Aslında, Müslümanlar, neden (Tanrı) ve etki (Tanrı’nın yarattıkları) arasındaki içsel ilişkiyi kabul etmişlerdir. Bu durum, bizi fizik ötesi olan ikinci soruna yönlendirir. Kısaca, Tanrı hakkındaki görüşlerinden vazgeçmek zorunda kalacaklardı.

Tanrı hakkındaki ortaçağa ait görüşlerin kökeninde ikinci yüzyıl filozofu Plotinus’un düşüncesinden kaynaklanan kolay değişmez, sabit bir Neo-Platonizm (üçüncü yüzyılda Eflatun’un fikirleri ile doğunun mistik düşüşlerinin kaynaşmasından meydana gelmiş felsefe sistemi) mevcuttur. 18 Plotinus, Müslüman tektanrıcılığını ciddi olarak etkilemiş olan bir konuma, Nihai Olan’ın (Tanrı) mutlak ve bölünmez olarak bir olduğuna inandı. Ayrıca, Plotinus, Nihai Olan’ın nihai üstünlüğünün (gökte ve göğün ötesinde) öylesine üstün olduğuna inandı ki, ona göre, bu üstünlük mistik deneyimin dışında bilinemezdi. Bu görüş, yalnızca Müslüman bilinemezciliğini değil, ama aynı zamanda Sufi (gizemci) mistisizmini de derinden etkiledi. 19 Nihai Olan (Tanrı) ve ondan (evren) akan arasında benzerlik olamayacağına ilişkin temel neden, Tanrı’nın varlığın ötesinde olması ve varlık ve varlığın ötesinde olan arasında hiçbir benzerlik olamayacağıdır. 20

Orta Çağların son döneminde yaşayan büyük Hristiyan filozofu ve teologu Thomas Aquinas, Plotinyan bilinemezciliğine ve mistisizmine, Müslümanlar’ın da daha sonradan izlemiş oldukları kesin yanıtı tedarik etti. Aquinas, bir etkinin nedenine benzemesi gerektiğini ileri sürdü, çünkü “almadığın bir şeyi veremezsin.” Sahip olmadığın bir şeyi üretemezsin. Bu nedenle, eğer Tanrı iyiliğe neden olursa, o zaman O’nun İyilik olması gerekir. Eğer varlığa neden olduysa, o zaman varlık olması gerekir. Sahip olduğumuz gerçekliklerin hepsi, bize O’ndan ve O’nun olduğu kendi doğasından verilmiştir. 21

Bu görüşe yapılan itirazlar genellikle ya maddesel ya da aracı bir nedeni, etkili bir neden ile karıştırırlar. Bir şeyin etkili nedeni, onun tarafından var edilen bir şeydir. Aracı neden, onun aracılığı ile oluşan bir şeydir. Ve maddesel neden, onun kendisinden yapılandır. Bu durumda, maddesel ve aracı nedenlerin ille de etkilerine benzemeleri gerekmez, ama etkili nedenler etkilerine benzerler. Örneğin, tablo ressamın fırçasına benzemez ama ressamın zihnine benzer. Bunun nedeni, fırçanın yalnızca aracı bir neden olmasıdır, oysa ressam, etkili nedendir. Aynı zamanda bu maddeyi (kitabı) kıyasladığımız bilgisayar da kitaba benzemez, ama bu kitapta ifade edilen fikirler, zihinlerimizdeki fikirlere benzerler.

Yapılan bir diğer hata ise, maddeselliği ve etkili nedenselliği birbirleri ile karıştırmaktır. 22 Sıcak su bir yumurtanın sertleşmesine neden olabilir. Bunun nedeni yumurtanın maddesel koşuludur. Aynı sıcak su mumun erimesine neden olur. Farklılık, üzerinde nedenselliğin kabul edildiği maddedir. Bu nedenle, sınırsız bir Tanrı sınırlı bir dünyaya neden olabilir ve olur. Ancak Tanrı, sınırsız bir evrene neden oldu diye sınırlı olmaz. Tanrı, koşula bağlı da değildir, çünkü gerekli bir varlık olarak Tanrı, koşula bağlı bir evrene neden oldu. Sınırlılık ve koşula bağlılık yaratılmış bir varlığın çok maddesel doğasının kısımlarıdırlar. Tanrı, bu tür biçimlerde yarattıklarına benzemez. Öte yandan, var olan her şey varlığa sahiptir ve Tanrı, Varlık’tır. Bu nedenle, Varlık ve varlık arasında bir benzerliğin bulunması gerekir. Tanrı, mümkün olan imkanın hepsi olmadan, Saf Hakikat’tir. Var olan diğer her şey, var olmama gücüne sahiptir. Bu nedenle, yaratılmış olan her şey, gerçekten var olduğu için hakikate ve mümkün olan imkana sahiptir, çünkü aksi takdirde var olmaları mümkün olamazdı. Bu nedenle, Tanrı’yı etkilerine göre adlandırdığımız zaman, onun hakkında sınırlılık ya da kusurluluk ima eden bir şeyin olmadığını kanıtlamamız ve ona yalnızca saf niteliği ya da mükemmelliği atfetmemiz gerekir. Tanrı’ya iyilik atfedilebilirken, kötülük atfedilememesinin nedeni budur. Kötülük, bazı iyi özelliklerin kusurluluğunu ya da yoksunluğunu ima eder. Öte yandan, iyilik kendi içinde bir sınırlılığı ya da kusurluluğu ima etmez. 23 Bu nedenle, Tanrı, doğası itibarı ile iyidir, ama kötü olamaz ya da kötülük yapamaz.

Aynı zamanda İslam tektanrıcılığı ile ilgili dini bir sorun da mevcuttur. Tektanrıcılık kapsamı içindeki bir dini deneyim iki kişinin, tapınanın ve Tanrı’nın arasındaki ilişkiyi içerir. Bu ilişki, Martin Buber’in doğru olarak gözlemlediği gibi, bir Ben-Sen ilişkisidir. 24 Ancak bir kişi, hakkında hiçbir şey bilemeyeceği birine nasıl tapınabilir? İslam’da bile, kişinin Tanrı’ya boyun eğmesi gerekir. Ama hakkında hiçbir şey bilmediğimiz birine nasıl aşık olabiliriz? Ateist Ludwig Feuerbach bu konu ile ilgili düşüncesini şöyle ifade eder: “Gerçekten dindar olan bir kişi, tamamıyla olumsuz bir varlığa tapınamaz. ... Yalnızca, bir kişi din konusundaki beğenisini yitirdiği zaman, Tanrı’nın varlığı, özellikleri olmayan, bilinemeyen bir Tanrı haline gelir.” 25

Bazı eleştirmenler Tanrı hakkındaki aşırı üstün Müslüman görüşünün bazı Müslüman mezheplerinin Muhammed’e karşı çıkmalarına neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. Her şeye egemen olan Tanrı ile ilişki imkansız ve uzak gibi göründüğü için, kişinin Tanrı’nın tahtına yaklaşmaya cesaret edebilmesi bile ancak Muhammed aracılığı ile mümkündür. Qawwalis’de (rağbet gören bir kültürel olay) Muhammed şiir ile övülür. Bu durum genellikle, tanrılaştırma biçimini alır: “Eğer Muhammed olmasaydı, Tanrı’nın kendisi var olmazdı!” Bu ifade, Muhammed’in Tanrı ile sahip olması gereken yakın ilişki ile ilgili bir kinayedir. Yayın araçlarında Muhammed’e genellikle şu unvanlar verilir: “Dünyanın Kurtarıcısı” ve “Evrenin Efendisi.” 26

Aşırı Determinizm (Gerekircilik)

İslam’da, Tanrı ve insani varlıklar arasındaki ilişki, temelde Efendi ve kul ilişkisi olduğu için Tanrı tek egemendir ve insan ona itaatkâr bir kul olarak itaat etmek zorundadır. Kuran’da yer alan Tanrı ile ilgili bu mutlak egemen resim, Tanrı’nın mutlak egemenliği ve insanın özgür iradesi ile ilgili olarak Müslüman teolojisinde gerginlik yaratmıştır.

Aksine yapılan itirazlara rağmen, 27 İslam, hem iyinin hem de kötünün, mutlak ilahi takdir olduğunu öğretir, yani, iyi ya da kötü tüm düşüncelerimizin, işlerimizin ya da eylemlerimizin önceden görüldüğünü, kararlaştırıldığını ve tüm sonsuzluktan beri buyrulmuş olduğunu ve olup biten her şeyin bu konuda daha önceden yazılmış olanlar ile uyumlu olarak gerçekleştiğini ileri sürer. Bunun nedeni, Tanrı’nın “Mutlak Hakimiyet Sahibi” olmasıdır (6:18). Kuran’ın bu tür ifadeleri üzerinde yorum yapan Kenneth Cragg, “Tanrı”nın Kader ya da “her şey üzerinde hüküm ve hikmet sahibi” olduğuna işaret eder ve onun takdiri ya da her şeyin üzerinde “hüküm sahibi” olması tüm insanlığı ve tüm tarihi kapsar. Canlı ya da cansız doğa, O’nun buyruğuna boyun eğer ve var olan her şey –bir yaz çiçeği ya da bir katilin cinayeti, yeni doğmuş bir çocuk ya da bir günahkârın inançsızlığı– O’ndan gelir ve O’nun ile ilgilidir. Aslında, eğer “Tanrı isteseydi, hiçbir yaratık, hiçbir putpererestlik olmazdı, Cehennem ve Cehennemden kaçma ihtiyacı olması gerekmezdi.” 28 Müslüman bilgin Fazlur Rahman bile aşırı kaderciliğe önem vermediğini söylemesine rağmen, yine de şu düşüncesini itiraf etmekten çekinmez: “Tanrı’nın dilediğini doğru yola koyduğunu, dilediğini doğru yoldan saptırdığını ya da bazı kişilerin yüreklerini, gerçeği öğrenmemeleri için “mühürlediğini” Kuran’ın pek çok ifadesi ile desteklediği konusunda hiç kuşku yoktur.” 29

Önceden yapılan ilahi takdirin bu aşırı biçimi ile ilgili dört temel sorun mevcuttur. Bu sorunlar, mantıksal, ahlaki, teolojik ve fizik ötesidir. Biri karşıtlık içerir; biri insanın sorumluluğunu yok eder; biri Tanrı’yı kötülüğün kaynağı yapar; ve biri panteizme (kamutanrıcılık, vahdeti vücut) yol açar.

İslam Kaderciliği İle İlgili Mantıksal Sorun

Müslüman yorumcular bile, Tanrı’nın birbirleri ile çelişen eylemlerde bulunduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. En büyük İslam savunucularından biri olan Goldziher, bu konuyu şu şekilde özetler: “Bu öğretiş üzerinde Kuran’dan alınabilecek olan eşit derecede karşıt bir öğretiş olasılığı düşüncesi yoktur. 30 Bir diğer bilgin şu noktaya dikkat çeker: “Kuran’ın İlahi Takdir öğretişi, çok mantıklı olmasa da çok açık ve nettir.” 31 Örneğin, Tanrı, “Yoldan Saptıran” olduğu gibi, aynı zamanda “Rehberlik Eden’dir de.” Şeytan’ın yap­tığı gibi O da aynı zamanda “Zarar Getiren’dir.” Tanrı, tanımlanırken kullanılan diğer ifadeler şunlardır: Aşağı İndiren, Zorlayan, Mecbur Eden ya da Zorba, Kendini Beğenmiş – tüm bu ifadeler, insanlar için kullanıldıkları zaman kötü bir anlam taşırlar.

Pek çok Müslüman bilgini, bu konuya uyum sağlamak için bu karşıtlıkların Tanrı’nın doğasında bulunmadıklarına (Tanrı’nın bu karşıtlıklara gerçekten sahip olduğuna inanmazlar), onun iradesinin alanında yer aldığına işaret ederek uzlaştırma sağlamak girişiminde bulunurlar. Bu karşıtlıklar onun özünde değil, eylemlerindedirler. Her şeye rağmen, bu açıklama yine de iki neden için yeterli bir açıklamadır. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, Tanrı bir nedenden ötürü bilinebilen bir doğaya ya da öze sahiptir. Bu yüzden, Müslüman bilginler, Tanrı’nın, mantıklı olarak özeliklerini iradesinin gizemi içinde ama özünün dışında yerleştirerek onlara karşı çıktığı çelişkisini bertaraf edemezler. Ayrıca, eylemler doğadan kaynaklanır ve doğayı temsil ederler, bu nedenle doğada eylem ile uyum sağlayan bir şeyin mevcut olması gerekir. Tatlı su kaynağından tuzlu su akmaz.

Diğerleri Kuran’da yer almayan bir ayırım yaratarak İslam kaderciliğinin katı aşırılıklarını geri çekme girişiminde bulunurlar; Tanrı’nın yaptığı ve yaratıklarının kendi özgür iradeleri aracılığı ile yapmalarına izin verdiği arasında bir ayırım olduğunu ileri sürerler. Bu tutum sorunu çözebilirdi, ama göreceğimiz gibi, bu ancak Kuran’ın ve İslam geleneklerinin ve ikrarının aşikâr ifadeleri reddedildiği takdirde mümkün olacak bir tutum olurdu.

İslam Kaderciliği İle İlgili Ahlaki Sorun

Pek çok Müslüman bilgini insanın sorumluluğunu korumayı arzu ederken, böyle yapmakla ancak Kuran’ın aslen söylediğinde değişiklik yapmak gibi bir başarı elde edebilirler. Kuran’ın şu sözleri üzerinde düşünün: “De ki: Bizim başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir” (9:51). “Allah kimi doğru yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir. Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunları anlamayan, gözleri olup da bunları görmeyen, kulakları olup da bunlar ile işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik.” (7:178-79); “Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarı kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar” (36:7-10).

Ayrıca, Kuran kısaca şunu ifade eder: Tanrı herkesi kurtarabilirdi, ama böyle yapmak istemedi! “Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, ‘Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım’ sözüm gerçekleşecektir” (32:13).

Böyle bir görüşe sahip olarak, herhangi bir insan sorumluluğu şeklini sürekli olarak muhafaza etmenin nasıl mümkün olabileceğini anlamak oldukça güçtür.

İslam Determinizmi (Gerekircilik) İle İlgili Teolojik Sorun

Tanrı’nın tüm olaylar üzerindeki egemen kararlılığına ilişkin bu ciddi görüş ile ilgili bir başka sorun mevcuttur: Bu görüş Tanrı’yı kötülüğün kaynağı haline getirir. Bazı hadisler de, Tanrı’yı buna benzer şekilde tasvir eder. Aşağıdaki hadis, El-Buhari tarafından aktarılmıştır:

Güvenilir ve gerçekten vahiy almış Tanrı Elçisi, şöyle dedi: “Annesinin rahminde kırk gün toplanmış olan her biriniz... ve sonra Allah bir melek gönderir ve ona dört şey yazmasını emreder: Örneğin, ona sağlanan ve yaşı ve sefillerden mi yoksa kutsanmışlardan (bundan sonraki yaşamda) mı olacağı. Sonra onun içine can üflenir. Ve Tanrı tarafından aranızdan biri (ya da bir erkek), kendisi ile ateş arasında bir gez (dirsekten orta parmağın ucuna kadar olan mesafeye eşit eski bir uzunluk ölçüsü) ya da bir kol uzunluğu mesafe kalıncaya kadar, Cehennem’e ait insanların yaptığı işleri yapabilir. Ama sonra yazı (Allah’ın meleğe yazmasını emrettiği) öne geçer ve Cennet’e ait kişilerin yaptığı işleri yapar ve cennete girer; ve bir kişi kendisi ve cennet arasında yalnızca bir ya da iki gez mesafe kalıncaya kadar Cennet’e ait insanların yaptıkları işleri yapabilir ve sonra yazı öne geçer ve Cehenem’e ait insanların yaptıkları işleri yapar ve oraya girer.” 32

Bir başka hadiste şunları okuruz:

Peygamber şöyle dedi: “Adem ve Musa birbirleri ile tartıştılar. Musa, Adem’e, ‘Ey Adem! Sen bizi hayal kırıklığına uğratan ve Cennet yolundan döndüren babamızsın.’ Adem, sonra ona şöyle dedi, ‘Ey Musa! Allah, senin ile konuşarak (senin ile doğrudan konuştu) sana iyilik etti ve Kendi eli ile (Tevrat’ı) senin için yazdı. Sen, Allah’ın beni yaratmadan kırk yıl önce yazdığı kaderim ile ilgili eylem için beni mi suçluyorsun?’ Böylece Adem Musa’yı yalanladı, Musa da Adem’i.” Peygamber, bu ifadeyi üç kez tekrarlayarak ekledi. 33

Tüm zamanların en çok saygı gören teologlarından El-Gazali, açıkça şunu kabul ettiğini belirtir: “O Tanrı aynı zamanda inanmayanın imansızlığını ve kötünün dinsizliğini ister ve bu istek olmadığı takdirde, ne imansızlık olur ne de dinsizlik. Yaptığımız her şeyi O’nun isteği aracılığı ile yaparız: O’nun istemediği hiçbir şey gerçekleşmez.” Ve eğer biri Tanrı’nın, insanların neden inanmamalarını istediğini soracak olur ise, El-Gazali şu karşılığı verir: “Biz, Tanrı’nın ne istediğini ya da ne yaptığını araştırma ya da sorgulama hakkına sahip değiliz. O, özgürce istemek ve hoşuna gideni yapmak konusunda mükemmel bir şekilde yetkilidir. İnanmayanları yaratmak ile, onların bu durumda kalmaları gerekmesini istemek ile; … kısaca kötü olan her şeyi istemek ile, Tanrı görüşü, bizim bilmemiz gerekmeyen bilge sonuçlara sahiptir.” 34

İslam Determinizmi (Gerekircilik) İle İlgili Fizik Ötesi Sorun

Determinizmin bu aşırı biçimi, bazı Müslüman bilginlerini evrende gerçekten yalnızca tek bir etkili kişi –Tanrı– bulunduğuna ilişkin mantıklı sonuca yönlendirmiştir. Müslüman bir teolog şunu yazar: “O Tanrı yalnızca her şeyi yapabilmek ile kalmaz, aslında her şeyi yapan yalnızca O’dur. Bir kişi yazdığı zaman, onun zihninde yazması için istek yaratan Allah’tır. Allah aynı zamanda yazmak için güç verir, sonra elin ve kalemin hareketini sağlar ve kağıt üzerinde yazılar gerçekleşir. Allah dışında her şey pasiftir, aktif olan yalnızca Allah’tır.” 35 Bu tür bir determinizm Orta Çağ düşüncesinin yüreğinde yer alır ve kilisenin Thomas Aquinas’ın büyük zekasına karşılık vermeye çağrıldığı en büyük nedenlerden biridir. Thomas Aquinas’ın ünlü Summa Contra Gentiles adlı eseri, İspanya’daki İslam ile ilgilenen Hristiyan görevlilerin duyduğu ihtiyaç aracılığı ile ortaya çıkmıştır. Tarih şunu kaydeder: Thomas Aquinas bu görüşün etkisini Latin Averroizmi’nin kökeninden almıştır.

Bu köklü takdiri ilahi Müslümanlık ile ilgili ikrar ifadelerinde açıklanır. Bu ifadelerin birinde şu yazılıdır: “En Yüce olan Tanrı, yarattıklarının, imansızlık ya da iman, itaat ya da itaatsizlik gibi tüm eylemlerinin Yaratıcısıdır. Hepsi, Tanrı’nın İradesi ve Hükmü, O’nun sonucu ve O’nun buyruğu ile gerçekleşir.” 36 Bir başkası şu ifadeyi ileri sürer: “Tanrı’nın tek olası özelliği, O’nun iyiyi ya da kötüyü dilediği her zaman yaratma Gücüdür. Örneğin, O’nun buyruğu… Hem iyi hem de kötü şeyler Tanrı’nın buyruğunun sonucudurlar. Buna inanmak her Müslüman’ın görevidir.” Ayrıca, “Zarara ya da iyiye neden olan O’dur. Bazı kişilerin iyi, diğerlerinin kötü işleri, Tanrı’nın bazılarını cezalandırmak bazılarını da ödüllendirmek istediğini gösteren belirtilerdir.” Bu nedenle, “Eğer Tanrı birini Kendi yakınına çekmek isterse, o zaman o kişiye, iyi işler yapması için lütuf sağlayacaktır. Eğer birini reddetmeyi ve o kişiyi utandırmayı arzu ederse, o zaman onun içinde günah yaratacaktır. Tanrı her şeyi, hem iyiyi, hem de kötüyü yaratır. Tanrı, insanları yaratığı gibi onların eylemlerini de yaratır: ‘Oysa Allah, sizi de yaptığınız şeyleri de yaratmıştır’ (37:96). 37 Aslında Müslümanlık ikrarı ‘Tanrı’dan başka Tanrı yoktur,’ ‘Tanrı’dan başka hareket eden yoktur’ şeklinde yeniden düzenlenerek okunabilir.” 38 Bazı Müslüman mistikler bu konuyu öylesine ileri götürmüşlerdir ki, şu iddiada dahi bulunurlar: “Hiçbir yaratık (bile), Tanrı’nın birliğinin doğrulanmasında pay almaz. Tanrı’nın birliğini doğrulayan yalnızca Tanrı’dır.” 39

Müslüman determinizminin, panteizme (vahdeti vücut, kamutanrıcılık) nasıl neden olduğunu gösteren çok canlı bir örnek mevcuttur: Müslüman tektanrıcılığının “insan olanın izlerinin ve tanrısal olanın izolasyonunu” yok ettiğini beyan eden İslam mistikleri. Gerçekten, adanmış bir Müslüman Tanrı’dan “Senin benim bireyselliğim olabilmen için, benim bireyselliğimi sil” şeklinde bir istekte bulunur. Böylece, Gramlin’in daha sonra belirttiği gibi, Müslüman’ın iman ikrarı, “Tanrı’dan başka hiçbir şey” ifadesinden başlayarak, “Tanrı’dan başka hiç kimse hareket etmez” ifadesinin öte­sindeki “Tanrı’dan başka hiç kimse varlık değildir” ifadesine dönüşür. 40

Sonuç

Tanrı’nın, yarattıklarının her görünümü üzerindeki mutlak kontrolü ile ilgili tutumunun, İslam teolojisi ve kültürü üzerinde derin bir etkiye sahip olduğu aşikârdır. Ünlü Persli şair Ömer Hayyam, aşağıdaki şu satırları ile Müslüman teolojisinin her şeyi talih ya da kadere bırakan gerginliğini net bir şekilde yansıtır:

Kaderin insanlar ile dama taşları gibi oynadığı yerde, gece ve gündüzün
hepsi bir dama tahtasıdır; kader, bir ileri bir geri hareket eder, mat eder ve öldürür,
Ve onları birer birer geriye, hücreye koyar.


1. Cragg, The Call of the Minaret, 39.

2. Bakınız Nasır El-Din El-Assad in Kochler, 23

3. Mahmud, 20.

4. Ajijola, 55.

5. Bu yanlış anlama, Tanrı’nın hiçbir zaman “Baba” olarak adlandırılamayacağı ya da çağrılamayacağı gerçeği nedeni ile ortaya çıkmış olabilir. Çünkü bu unvan, Müslümanlar için Tanrı’nın sahip olmasının imkansız olduğu bir oğul akla getirmektedir.

6. Bakınız Cragg, 42.

7. Aynı kitapta, 42-43.

8. Bakınız Waddy, 14.

9. Goldziher, 97.

10. Buna karşılık olarak Kutsal Kitap’ın herkesi seven (Yuhanna 3:16), günah konusunda herkesi ikna eden (Yuhanna 16:7), herkesin kurtulmasını isteyen (2.Petrus 3:9), bu nedenle herkese gerekli ışığı veren (Romalılar 1:19-20), ve kendisine gelen herkesi kabul eden (Elçilerin İşleri 10:35; İbraniler 11:6) Tanrısını düşünün ve kıyaslama yapın. Aynı zamanda bakınız: N. L. Geisler, “Essentialism, divine” in Baker Encyclopedia of Christian Apologetics, 216-18.

11. Pfander, 187.

12. Bakınız Cragg, 42-43.

13. Fadlou Shehadi, Ghazali’s Uniqe Unknowable God (Gazali’nin Eşsiz Bilinemez Tanrısı- Leiden: E. J. Brill, 1964), 37.

14. Aynı kitapta, 21-22

15. Aynı kitapta, 48.

16. El-Faruk, Christian Mission and Islamic Da’wah: Proceedings of the Chambesy Dialogue Consultation (Leicester: The Islamic Foundation, 1982), 47-48.

17. Şabbir Aktar, A Faith for All Seasons (Chicago: Ivan R. Dee Publisher, 1990), 180-181.

18. Bakınız Anderson, Islam in the Modern World 68-69.

19. Sufi İslam hakkında bir tartışma için Ek 1’e bakınız.

20. Plotinus, The Enneads, çeviri Stephen MacKenna (London: Faber and Faber Limited, 1966), bakınız 3.8.101; 6.9.4; 6.7.29; 5.3.4; 5.5.6.

21. Bakınız N. L. Geisler, Thomas Aquinas: An Evangelical Appraisal (Grand Rapids: Baker, 1991), Bölüm. 10.

22. Aynı kitapta.

23. Aziz Augustine bizlerin iyi dediği şeyin, olumlu mükemmellik ve kötünün bu mükemmellikten yoksunluğu olduğuna ilişkin doğru bir gözlemde bulundu, çünkü eğer bir şeyden tüm iyiyi aldığımız takdirde, geriye hiçbir şey kalmaz. Ama tüm kötüyü ondan uzaklaştırdığımız zaman, geriye kalan daha da mükemmel olandır. Augustine’nin “anti-Manichean Writings,” eserine bakınız, in Philip Schaff, ed. Nicene and Post-Nicene Fathers of the Christian Church, 1.ci diziler, cilt 4 (1886-1888; yeniden baskı, Grand Rapids: Eerdmans, 1979).

24. Martin Buber, I and Thou (New York, 1970).

25. Ludwig Feuerbach, The Essence of Christianity, çeviri George Eliot (New York: Harper ve Row, 1957), 15.

26. Nazir-Ali, 130-131. Aynı zamanda kitabımızın Muhammed hakkındaki 8. bölümüne de bakınız.

27. Örneğin, Rahman Suresi: “Kuran’ın insanın özgür iradesini inkâr ederek, insan davranışının mutlak bir kadere bağlı olduğuna inandığını düşünmek, yalnızca Kuran’ın tüm içeriğini neredeyse reddetmek değil, ama Kuran’ın ana temelinin altını oymaktır: Kuran, kendi iddiasına göre insana doğru yola gelmesi için bir davettir (hudan li’lnas)” (Rahman, 20). Haykal da aynı şekilde, İslam kaderciliğinin eleştirmenlerinin “onun insanın eylem özgürlüğüne açık bıraktığı geniş alanı” gözden kaçırdıklarından şikayet eder (Haykal, 562). Ancak Müslüman savunucular, kendi fikirlerinin önde gelmesini isterlerken, Kuran’a, hadise, Müslüman ikrarına ve bu kaderci onaylamaların mantıklı imalarına karşıt olan net ifadeleri görmezden gelirler.

28. Bakınız Cragg, 44-45.

29. Bakınız, Rahman, 15

30. Bakınız Goldziher, 78. Ancak yine de o, bu klasik teolojik güçlük için çözüm sunmaya devam eder: “Bu Kuran ifadelerinin büyük bir bölümü, genel olarak şu sonuca varmak için kullanılırlar: Eğer “yoldan saptırmak” sözcüğünün anlamını daha kesin bir şekilde anlarsak, o zaman Tanrı’nın kendisinin insanın günahkârlığına neden olması ve insanları saptırması daha farklı bir ışık altında görülebilecektir.” Böylece, kesin fiilin (adalla) bu çevre ve koşullar içinde ‘yoldan saptırmak’ olarak anlaşılmaması gerekir; aksine, “yoldan sapmalarına izin vermek” olarak anlaşılmalıdır, yani, ‘biri ile ilgilenmemek, ona ilahi takdirinin yolunu göstermemek’ ifadesi doğru anlam taşıyan ifadedir” (sayfa 79-80). Ama her bölümün içeriği, geleneksel İslam yorumu ile birlikte özenli bir şekilde incelendiği zaman, ortaya çıkan yalnızca karşıt anlamdır.

31. Stanton, 54-55.

32. El-Buhari, cilt. 8. 387.

33. Aynı kitapta, 399. Buhari’deki benzer öyküler için “The Book of El-Kader”in 8. cildine bakınız.

34. Aktarmayı yapan, Abdül-Hak, 152, Hughe’un Dictionary of Islam eserinden, 147.

35. Nehls, 21.

36. Bakınız Cragg, 60-61.

37. Rippin ve Knappert, Textual Sources for the Study of Islam, 133.

38. Aktarmayı yapan, Richard Gramlich, “Mystical Dimensions of Islamic Monotheism,” in Schimmel, 141.

39. Aynı kitapta, 144.

40. Aynı kitapta, 142.