Bölüm Üç

Hristiyan Bakış Açısına İlişkin Bir Savunma

Bölüm Bir’de, konuya İslam’ın temel öğretişleri ile başladık. Bölüm İki’de, temel Müslüman inançları değerlendirildi, yanlış anlaşılmalara, uyumsuzluklara ve hatalara işaret edildi.

Bu son bölümde, İslam hakkında ve İslam’a karşı Hristiyan bakış açısının olumlu bir savunmasını sunacağız. Kutsal Kitap’ın güvenilirliği, Mesih’in Tanrılığı, Üçlü Birlik ve Mesih’in günahlarımız uğruna çarmıhtaki ölümü aracılığıyla sağladığı kurtuluş öğretişi gibi önemli Hristiyan inançlarının akılcı bir açıklaması yapılacak.

10. Kutsal Kitap Hakkında Bir Savunma

Kuran’ın, daha önceki tüm açıklamalardan daha önemli ve Tanrı’nın vahyedilmiş sözü olduğuna ilişkin iddialarını desteklemek amacı ile Müslümanlar, rakip iddiaların tümünün üzerine bir saldırı başlatırlar. Çabalarının büyük bir bölümü en büyük rakipleri olan Kutsal Kitap’a yöneliktir. Suçlamaları iki temel gruba ayrılır: ilk grup, Kutsal Yazıların metninin değiştirildiğini ya da tahrif edildiğini ileri sürer; ikinci grupta ise Hristiyan öğretişinin içine, Mesih’in beden alması, Tanrılığın üçlü birliği ve ilk günah gibi öğretiş hataları içeren inançlar nüfuz etmiştir.1

Ne gariptir ki, Kuran bazen Yahudi-Hristiyan Kutsal Yazılarına şu soylu unvanları verir: “Tanrı’nın Kitabı”, “Tanrı’nın Sözü”, “insan için bir nur ve kılavuz”, “tüm meseleler için bir karar”, “bir rehber ve merhamet”, “kolay anlaşılır Kitap”, “aydınlatma (el-furkan)”, “rehberliği ve ışığı ile sonradan gelen Yasa’yı doğrulayan Müjde (İncil),” ve “Tanrı’dan korkanlar için bir kılavuz ve uyarı.”2 Hristiyanlar’a, Tanrı’nın kendilerine verdiği açıklamayı bulmak için kendi Kutsal Yazılarına bakmaları söylenir (5:47). Ve hatta Muhammed’in kendisine bile bir noktada Yahudiler’e ve Hristi­yanlar’a verilen önceki tanrısal açıklamaların içerikleri ile kendisine indirilen mesajın gerçekliğini test etmesi öğütlenir (10:94).

Ancak her şeye rağmen, Kutsal Kitap için yukarıda belirtilen övgü hatalı bir yönlendirmedir, çünkü Müslümanlar Kuran’ın, ilerleyen açıklamanın kendi kavramları üzerinde temellenmiş tüm önceki açıklamalardan sonra geldiğini iddia etme konusunda acele davranırlar. Bu davranışları ile Kuran’ın, önceki daha az bütünlüğe sahip açıklamaları (Kutsal Kitap gibi) tamamladığını ve hatta bertaraf ettiğini göstermeyi ümit ederler. Bir İslam teologu, bu inancı şu ifadesi ile yansıtır: (Bir Müslüman’ın Tevrat’a, Zebur’a ve İncil’e inanması gerekirken, o her şeye rağmen şu iddiayı ileri sürer:)

“En seçkin teologlara göre kitapların şimdiki durumu tahrif edilmiştir.” Müslüman Teolog sözlerine şöyle devam eder: “Kuran’ın, kitapların en soylusu olduğuna inanılması gerekir… Kuran Tanrı’dan indirilen kutsal yazıların en son gönderilenidir, kendisinden önceki tüm kitapları iptal eder… Kuran’ın bir değişikliğe uğramış ya da tahrif edilmiş olması imkansızdır.”3 İslam bilginleri arasında bu görüş, herkesin en çok paylaştığı görüş olmasına rağmen, pek çok Müslüman hala günümüzdeki Kutsal Kitap’ın kutsallığına ve gerçekliğine inandıklarını ileri sürer.

Eski Antlaşma’ya Karşı Suçlamalar

Müslümanlar genellikle önceki Kutsal Yazılar hakkında daha az rağbet gören bir görüş sergilerler, bunun ana nedeni Yasa öğretmenlerinin kendilerine kabul ettirdikleri tahrif iddiasıdır. Kitap ehline karşı yapılan suçlamalar ve Kutsal Yazıların tahrif edilmesi şu noktaları içerir: Tanrı’nın Sözü’nü gizlemek (2:42; 3:71), kitaplarındaki mesajı sözlü olarak tahrif ederler (3:78; 4:46), Kutsal Yazılar’ının tüm bölümlerine inanmazlar (2:85), ve kendi Kutsal Yazılar’ının gerçekten ne öğrettiğini bilmezler (2:78). Hatta tarihi çevre ve koşullarının içinde bile bu suçlamaların çoğu Yahudiler’e yönlendirilir, Müslümanlar aynı zamanda ima yolu ile Hristiyan­lar’ı da yukarıdaki eleştirilerin içine dahil etmişlerdir.

Yukarıda belirtilen, Kuran’ın öykülerindeki belirsizlikler nedeni ile Müslümanlar Kutsal Kitap’a ilişkin farklı görüşlere (bazen birbirleri ile çelişen) sahiptirler. Örneğin, ünlü Müslüman reformcusu Muhammed Abduh şöyle yazar: “Tevrat, İncil ve Kuran, birbirine uygun üç kitaptır. Dindar kişiler üç kitabı da araştırıp okurlar ve üç kitaba da eşit derecede saygı duyarlar. Böylelikle tanrısal öğretiş tamamlanmış olur ve gerçek din, yüzyılların arasından parlar.”4 Bir başka Müslüman yazar üç büyük dünya dinini şu şekilde uyumlu kılar: “Yahudilik, Adaleti ve Hakkı; Hristiyanlık Sevgi ve Merhameti; Müslümanlık ise Kardeşlik ve Barışı vurgular.”5 Ama yine de, bu konuya yapılan en tipik İslam yaklaşımı, Müslüman savunucu Ajijo­la’nın yorumları ile karakterize edilir:

Eski Antlaşma’nın ilk beş kitabı orijinal Tevrat’ı oluşturmazlar, ama Tevrat’ın bölümleri insani varlıklar tarafından yazılan diğer öyküler ve Rab’bin orijinal rehberliği ile birbirlerine karışmış ve bu zor durumun içinde kaybolmuşlardır. Benzer şekilde Mesih’in dört Müjdesi, peygamber İsa’dan gelen orijinal Müjdeler değildirler. Orijinal ve uydurma olan, Tanrısal ve insani olan, birbirleri ile öylesine karışmışlardır ki, tohum samandan ayrılamaz hale gelmiştir. Gerçek şudur ki, Tanrı’nın orijinal sözü, ne Yahudiler ne de Hristiyanlar için korunmamıştır. Öte yandan, Kuran ise, tam olarak korunmuştur ve en ufak bir noktası bile değişmemiştir ve çıkartılmamıştır.6

Bu suçlamalar bizi bir kez daha İslam’daki, metnin anlamının bozulduğuna tahrif öğretişine ya da Yahudi-Hristiyan Kutsal Yazılar’ının bozuldukları konusuna geri getirir. Yukarıdaki Kuran ayetlerinin bazılarını temel alan ve daha da önemlisi, diğer kutsal yazıların asıl içeriklerini ortaya koyan Müslüman teologlar genelde iki farklı karşılık oluşturdular. Nazir-Ali’ye göre, “İlk Müslüman yorumcular (örneğin, El-Taberi ve Ar-Razi) değişikliğin tahrif bi’al ma’ni, yani metnin kendisinde tahrif yapmadan metnin anlamının bozulduğuna inandılar. Baskın olan görüş yavaş yavaş metnin kendisinin bozulması anlamına gelen tahrif bi’al-lafz olarak değişti.”7 İspanyol teologlar İbn Hazm ve El-Biruni, Müslümanlar’ın çoğu ile birlikte bu görüşe sahiptirler.

Bir diğer Kuran bilgini şu iddiada bulunur: “Kutsal Kitap’taki Tevrat Musa’ya bir açıklama olarak verilen saf Tevrat ile görünüşte aynı değildi, ama önceki kutsal yazıların hangi derecede bozuldukları hakkında hatırı sayılır derecede bir fikir ayrılığı mevcuttur.” Öte yandan, tebdil (değişim) konusunun üzerinde sistematik olarak düşünen ilk düşünür olan İbn-Hazım, metnin kendisinin değiştirildiğine ya da tahrif edildiğine (taghir) kanaat getirdi ve metnin içinde yer alan ahlaksız öykülere dikkat çekti. Diğer yandan, “İbn Haldun metnin kendisinin tahrif edilmediğine kanaat getirdi, ama Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın, Kutsal Yazıları, özellikle Muhammed’in hizmetini ve İslam’ın geleceğini önceden bildiren ya da haber veren bu metinleri yanlış yorumlamış olduklarını ileri sürdü.”8

Bir Müslüman bilgininin Kutsal Kitap’a çok mu az mı saygı gösterdiği ve bu Kitap’tan alıntı yapıp yapmayacağı ya da yaparsa nasıl alıntılar kullanacağı kendisinin tebdil konusundaki özel yorumuna bağlıdır. Örneğin, İbn Hazım tahrife uğradığı gerekçesi ile neredeyse Eski Antlaşma’nın tamamını reddeder, ama Yahudiler’in ve onların dinlerinin aleyhine kanıtlar olarak Ben-i İsrail’in imanı ve davranış ile ilgili kötü haberler verildiği zaman, Tevrat’tan sevinç ile alıntı yapar.

Yeni Antlaşma’ya Karşı Suçlamalar

Saygı duyulan Müslüman yorumcu Yusuf Ali, “Kuran’ın sözünü ettiği İncil’in Yeni Antlaşma olmadığını” ileri sürer. “Şu anda kabul edilen dört Müjde doğruluğu kabul edilmiş ve onaylanmış kitaplar değildir. İslam öğretişine göre İsa’ya açıklanan ve İsa’nın öğrettiği tek bir Müjde vardır. Bu Müjde’nin kısımları kabul edilen doğru Müjdelerde ayakta kalmayı başarmışlardır ve diğer bazılarında ayakta kalanlar ise yalnızca izlerdir.”9 Yeni Antlaşma ve Hristiyan öğretişine karşı doğrudan iddialarda bulunulur. Bu suçlamalar arasında tanrısal açıklamanın metninin değiştirildiğine ve tahrif edildiğine dair suçlamalar yer alır ve suçlamalar aynı zamanda Mesih’in beden alması, Tanrılığın üçlü birliği ve ilk günah öğretişi gibi inançlarda öğretiş hataları bulunduğunu ileri sürer.10

Müslüman teologlar arasında bu konu ile ilgili diğer bir önemli tartışma Kitap Ehlinin sonsuz yazgısı hakkındaki sorundur. Ortalama Müslüman düşüncesi “iyilik yapmış” olan herhangi bir insanın sonsuz kurtuluşa hak kazandığını düşünür, ama buna rağmen bu düşünce Kuran’da bu konu ile ilgili tüm delillere ilişkin büyük belirsizlik yaratmıştır.

Müslüman teologlar arasında Yahudi ve Hristiyanlar genelde inan­mayanlar (kâfir) olarak kabul edilirler, çünkü Muhammed’in, Tanrı’nın gerçek bir peygamberi olduğunu reddetmişlerdir. Örneğin, tüm zamanların en çok saygı gören Müslüman yorumcularından biri olan Taberi’nin, Kuran ile ilgili yorumunda yazarın, kitap ehli ve çoktanrıcılar (müşrikun) arasındaki ayırt edici özelliklerin farkına vardığını ve kitap ehli hakkında daha olumlu bir düşünce ifade ettiğini görsek dahi, Taberi, yine de Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın çoğunun inançsız olduklarını ve suç işlediklerini açıkça beyan eder, çünkü kitap ehli Muhammed’in güvenilirliğini kabul etmeyi reddetmiştir. 11

Bu suçlamaya eklenen bir diğer suçlama Mesih’in Tanrı Oğlu olarak görülmesine ilişkin Hristiyan inancına karşı gösterilen olumsuz tepkidir; Bu inancın, İslam’da, affedilmesi mümkün olmayan günah olan şirk koşma ile eşit olduğu ileri sürülür ve Kuran’ın tamamı boyunca bu inanç, üzerinde kesin olarak durularak yargılanır. Hristiyanlar’ın yargılanması 5:72 ayetinde ifade edilmiştir: “And­olsun, ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler kesinlikle kâfir oldu. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir.”

Öte yandan, çağdaş Müslüman teologu Fazlur Rahman, “Müslüman yorumcuların geniş çoğunluğunun” kabul ettiği görüşe karşı çıkar. Müslüman imanına resmi olarak katılmak ile kurtuluşun elde edilemeyeceği görüşünü savunur, ama Kuran’ın işaret ettiği gibi, kurtuluş, Tanrı’ya ve kıyamet gününe inanmak ile ve iyi işler yapmak ile elde edilir.12 Tartışma bu şekilde devam eder ve her bireysel Müslüman konuyu kendi bakış açısı ve anlayışını temel alıp değerlendirerek tartışmanın farklı bir yanında yer alabilir.13

Suçlamalara Verilen Yanıt

Kutsal Kitap hakkındaki bu görüşler ciddi şekilde kusurludurlar. Bu konu ile ilgili delillerden biri Kutsal Yazılar’ın kendisinin Müslüman görüşü içindeki içsel tutarsızlığıdır. Bu konuda bir başka delil ise, olaylara dayanan delile karşıt olan delildir.

Günümüzdeki Yeni Antlaşma’nın güvenilirliğinin İslam tarafından reddedilişinde ciddi bir gerilim oluşur. Bu gerilime, Kuran’da yer alan aşağıda belirtilmiş olan öğretişler aracılığı ile odaklanılabilir:

  • Orijinal Yeni Antlaşma (“Müjde”) Tanrı’nın bir açıklamasıdır (5:46, 67, 69, 71.)
  • İsa bir peygamberdi ve Müslümanlar’ın onun sözlerine inanmaları gerekir (4:171; 5:78). Müslüman bilgini Mufas­sir bu konuda şunu belirtir, “Müslümanlar tüm peygamberlerin güvenilir olduklarına inanırlar, çünkü Her Şeye Gücü Yeten Tanrı (Allah) tarafından insanlığa hizmet etmeleri için görevlendirilmişlerdir.”14
  • Hristiyanlar, Muhammed’in zamanındaki Yeni Antlaşma’yı kabul etmek zorundaydılar (Milattan Sonra yedinci yüzyıl., 10:94).

Bu surede Muhammed’e şunlar söylenir: “Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitabı (Tevrat’ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbin’den hak gelmiştir. O halde sakın şüphe edenlerden olma!” Abdül Hak, bu konuda şunu belirtir: “İslam’ın eğitimli doktorları, peygambere kuşkularını yok etmesi için kitap ehline danışması gerektiğini işaret eden bu ayet nedeni ile üzülerek utanç duyarlar.”15 Bu mesele ile ilgili en garip yorumlardan biri, surenin aslında onun iddiasını sorgulayan kişilere hitap ettiğinin söylenmesidir. Diğerleri ise şu iddiada bulunur: “Hitap edilen, Muhammed’in kendisiydi, ama yine de ne kadar değişirlerse değişsinler, pusulayı çevirdiklerinde o her zaman aynı göksel kutup yönüne işaret eder – Kutsal Yazıların saflığı ve korunması.” Ama her şeye rağmen Hak yine de şu eklemede bulunur, “Eğer tekrar İslam’ın gerçekliğinden kuşku duyan bu kısmı ele alırsak, bu durum peygamberin görevinin tüm temelini açığa çıkartır; kuşku duyan kişilere bir yanıt sağlaması için Yahudiler’e (ya da Hristi­yanlar’a) başvurulması işaret edilir; tüm bu ifadeler Kutsal Yazılar ile ilgili yetki hakkındaki delili yalnızca daha güçlendirmeye hizmet ederler. Bu durum, Müslüman eleştirmenlerin hemen hemen hiç hazır olmadıkları bir durumdur.”16

Hristiyanlar, bu ayete, iki önemli noktaya değinerek karşılık verirler. Birincisi, Muhammed, onlardan Yeni Antlaşma’nın bozulmuş bir çevirisini kabul etmek istemezdi. İkincisi, Bugünkü Yeni Antlaşma, Muhammed’in zamanındaki Yeni Antlaşma ile esasen aynıdır, çünkü günümüzdeki Yeni Antlaşma Muhammed’in zamanından yüzlerce yıl öncesinde var olan el yazması belgelerin temeli üzerinde bina edilmiştir. Bu yüzden Müslümanlar’ın bu ayetteki mantık nedeni ile günümüzdeki Kutsal Kitap’ın güvenilirliğini kabul etmeleri gerekir. Ama eğer kabul ettikleri takdirde, o zaman Mesih’in Tanrılığı ve Üçlü Birlik (bakınız Bölüm 11 ve 12) hakkındaki öğretişleri de kabul etmeleri gerekecek, çünkü Yeni Antlaşma’da öğretilen budur. Ancak Müslümanlar her şeye rağmen, bu öğretişleri kategorik olarak reddederler. Bu yüzden İslam görüşü içinde ikilem oluşur.

Kutsal Kitap ile ilgili bir başka tutarsızlık daha mevcuttur. Müslümanlar, Kutsal Kitap’ın “Tanrı Sözü” olduğunu ileri sürerler (2:75). Ama aynı zamanda buna rağmen yine de Tanrı’nın sözlerinin bozulamayacaklarını ya da değiştirilemeyeceklerini ısrar ile ifade ederler. Ama Pfander’in işaret ettiği gibi, “eğer bu her iki ifade doğru ise, o zaman Kutsal Kitap ne Muhammed’den bu yana ne de Muhammed’in zamanında değişmemiştir ve bozulmamıştır.”17 Buna rağmen İslam öğretişi yine de Kutsal Kitap’ın tahrif edildiği konusunda ısrar eder. Bu noktada bu yüzden karşıtlık oluşur.

Ayrıca, İslam bilgini Richard Bell’in işaret ettiği gibi, Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın Eski Antlaşma’yı değiştirmek için iş birliği yaptıklarını var saymak mantıksızlık olur. Çünkü, onların (Yahudiler’in) Hristiyanlar’a karşı olan duyguları her zaman düşmanlık olmuştur.”18 Ortak bir Eski Antlaşma’yı paylaşan iki düşman grup neden ortak düşmanları olan Müslümanlar’ın görüşlerini desteklemek için Eski Antlaşma’yı değiştirmek üzere iş birliği yapsınlar? Böyle bir davranışın hiçbir anlamı yoktur. Ayrıca bunun da ötesinde, iddia edilen metin değişikliklerinin yapıldığı zamanda Yahudiler ve Hristiyanlar dünyanın dört bucağına dağılmış durumdaydılar. Bu gerçek, metnin tahrif edilmesi için iddia edildiği gibi iş birliği yapmış olmalarını imkansız kılar. Ve elden ele dolaşan Eski Antlaşma’nın kopyalarının sayısı, değişikliklerin aynı ve uyum içinde yapılmış olmalarını garantilemeyecek kadar çok sayıdaydı. Aynı zamanda, o dönemde Müslüman olan Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından bu tür herhangi bir değişiklik yapıldığına dair hiçbir bilgi yoktur – eğer bu söylenen gerçek olsaydı, hakkında mutlaka bilgi verilirdi.19

Ayrıca, Yeni Antlaşma’nın Müslümanlar tarafından reddedilmesi, el yazması belgelerin üstün kanıtları ile kaşıt bir durumdur. Tüm Müjdeler, Milattan Sonra 250 yılının tarihini taşıyan Chester Beatty Papirusunda korunur. Ve Yeni Antlaşma’nın büyük çoğunluğu Milattan Sonra yaklaşık 325-50 tarihini taşıyan Vaticanus Ms. (B) kapsamında mevcuttur. Buna ek olarak Milattan Sonra ikinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar (Muhammed’in zamanından yüzlerce yıl önce) olan zamanın tarihini taşıyan Yeni Antlaşma’nın başka yaklaşık 5.700 tane el yazması belge mevcuttur, bu belgeler Muhammed’in zamanında var olan tüm Yeni Antlaşma’nın aynı gerçek metnini onaylarlar.

Muhammed’in zamanındaki Yeni Antlaşma metni, bu aynı el yazması belgeler aracılığı ile, İsa’nın zamanındaki Yeni Antlaşma metninin aynı temeli olduklarını onaylarlar. Çünkü bu el yazması belgeler bugün sahip olduğumuz Yeni Antlaşma metninin güvenilirliği açısından ilk yüzyılın tam başlangıcına tanıklık eden kesintisiz bir zincir tedarik ederler. Örneğin, John Ryland Parçası Yeni Antlaşma’nın ilk kısmıdır ve yaklaşık Milattan Sonra 117-38 yıllarının tarihini taşır. Bu parçada, Yuhan­na 18. bölümün ayetleri aynı daha sonraki döneme ait el yazması belgelerinde ve bugünkü Yeni Antlaşma’da bulunduğu şekilde korunurlar. Aynı şekilde, Milattan Sonra ikinci yüzyıla ait Bodmer Papirüsü Petrus ve Yahuda kitaplarını aynen bugün sahip olduğumuz şekilde korurlar. Yeni Antlaşma mesajının, Müslümanlar’ın iddia ettikleri gibi yok edildiklerini ya da tahrife maruz kaldıklarını ima eden bir kanıt kesinlikle mevcut değildir.20

Son olarak, Müslümanlar Yeni Antlaşma’nın tahrif edildiğini, yanlış yere konduklarını ve geçersiz kılındıklarını göstermek için bir girişimde bulunarak Yeni Antlaşma’nın özgür eleştirmenlerini kul­lanırlar. Ancak yine de, Yeni Antlaşma bilginlerinden piskopos John Robinson, Müjde’nin elçilerin yaşadıkları dönemde Milattan Sonra yaklaşık 40 ve 60 yılları arasında yazılmış olduğu sonucuna vardı. Aynı şekilde Yeni Antlaşma’nın eski, Bultmann’a özgü eleştirmeni Eta Linnemann son zamanlarda şu sonuca vardı: Yeni Antlaşma hakkındaki olumsuz eleştiri, el yazması belgelerdeki şekli ile korunan Yeni Antlaşma’yı kapsar ve İsa’nın sözlerini ve eylemlerini kusursuz bir şekilde korumaz, yürürlükten kaldırılmıştır. Rudolph Bultmann’ın bu öğrencisi şunları yazar: “Zaman geçtikçe giderek şu konuda daha çok ikna oldum: tarihi-eleştiri teolojisine adanmış olan bu kişiler tarafından uygulanan Yeni Antlaşma eleştirisinin üzerinde düşünülmesi gereken bir ölçüde bilim olarak adlandırılmayı hak etmediğini gördüm.”21 Yazar, sözlerine şunları ekler: “Müjdeler, Goethe’nin ünlü kitabı Dr. Faust’ta olduğu gibi yeniden biçimlendirilen bir şekilden sonra önceden tamamlanmış malzemeyi yaratıcı bir şekilde yeniden biçimlendiren eserler değildirler.”22 Aksine, “Her Müjde, tam ve eşsiz bir tanıklık sunar. Müjde, var oluşunu doğrudan ya da dolaylı yoldan tanıklığa borçludur.”23 (Yeni Antlaşma’nın güvenilirliği ile ilgili daha ayrıntılı kanıt Ek 4’de yer alır.)

Ayrıca, Müslüman savunucular tarafından bu özgür eleştirmenlerin kullanımı yanlış yere konulmuştur, çünkü Kuran hakkındaki kendi görüşlerinin altını kazar ve zayıflatır. Müslüman yazarlar, varsayımlarına ciddi bir dikkat vermeden Kutsal Kitap’ın özgür eleştirmenlerinin vardıkları sonuçlardan alıntı yapmaya bayılırlar. Örneğin, Musa’nın Eski Antlaşma’ya ait ilk beş kitabını inkâr etmek için Kutsal Kitap’ın özgür eleştirmenlerini yönlendiren aynı doğaüstü olmaya karşı, farklı bölümlerde Tanrı için kullanılan farklı sözcükleri belirtmek, aynı şekilde Kuran’ın Muhammed’den gelmediğini ileri sürmek olurdu. Çünkü Kuran da aynı zamanda Tanrı için farklı yerlerde farklı isimler kullanır. Tanrı için Allah sözcüğü, 4, 9, 24, 33 surelerinde kullanılır, ama Rab 18, 23 ve 25. surelerde yer alır.24 Müslümanlar bu eleştirmenlerin görüşlerinin doğaüstü karşıtı bir eğilim üzerinde temel bulduğunun neşeli bir şekilde farkında değillerdir. Bu görüşler eğer Kuran’a ve hadislere uygulanmış olsaydı, temel Müslüman inançlarını da aynı şekilde yok edecekti. Özetleyecek olursak, Müslümanlar kendi imanlarının altını oyup zayıflatmak istemedikleri takdirde, mucizelerin meydana gelmeyeceğine ilişkin inanç üzerinde temellendiği Yeni Antlaşma’nın eleştirmenlerinin görüşlerine başvuramazlar.

Kısaca özetleyecek olursak, Muhammed’in zamanındaki Hristiyan­lar Yeni Antlaşma’yı kabul etmek zorundaydılar ve eğer bugünkü Yeni Antlaşma’nın, özü ile aynı olduğunu bol sayıda el yazması belge onayladığı takdirde, o zaman Kuran’ın kendi öğretişleri ile uyumlu olarak Hristiyanlar da bugünkü Yeni Antlaşma’nın öğretişlerini kabul etmek zorundadırlar. Ama bugünkü Yeni Antlaşma, İsa’nın, günahlarımız için çarmıhta ölen ve üç gün sonra tekrar dirilen Tanrı’nın Oğlu (bakınız Bölümler 11 ve 13) olduğunu onaylar. Ama bu inanç Kuran’ın öğretişine aykırıdır. Bu nedenle, Müslüman’ın, Yeni Antlaşma’nın güvenilirliğini reddetmesi, Kuran’ın vahyedilmiş olduğuna ilişkin kendi inançları ile tutarsızlık içindedir.

Kutsal Kitap’ın Tutarsız Kullanımı

Müslümanlar Yeni Antlaşma’nın tamamını reddetmezler. Aksine, İsa’nın Tanrı olduğunu iddia etmediğine ilişkin kendi inançlarını desteklemek için belirli Yeni Antlaşma bölümlerine sık sık başvururlar. “Güvenilir” bölümler konusunda yaptıkları seçimleri her ne kadar keyfi olsa da, yalnızca kendi öğretişlerine ait ilgilerine uyması için yakışık alan bölümleri seçtikleri bir gerçektir. Eğer seçilen bölümler kendi öğretişlerini destekliyor gibi görünüyorlar ise, o zaman bu bölümler güvenilir olarak ilan edilir. Öte yandan, eğer metinlerin büyük çoğunluğunda olduğu gibi, İslam inançlarını desteklemiyorlar ise, o zaman yine keyfi olarak, tahrif edilmiş oldukları duyurulacaktır.

Müslümanlar belirli Kutsal Kitap bölümlerinin güvenilir olduklarını duyurdukları zaman bunun nedeni, güvenilir olmadıklarını düşündüklerine karşı yeterli el yazması belgesi kanıtının mevcut olduğunu fark ettikleri için değildir. Aslında işin gerçeğini söyleyecek olursak, biraz önce görmüş olduğumuz gibi, bunlar da sözde güvenilir oldukları söylenenler kadar aynı derecede el yazması belge yetkisine sahiptirler. Bozulma ya da tahrif edilme ile ilgili kavramın tamamı, İslam iddiası açısından ciddi önem taşır ama metin ile ilgili bir desteğe kesinlikle sahip değildir. Kutsal Kitap ise, Muhammed’in döneminin yüzyıllar öncesinde bile çok sayıdaki el yazması belgesinin desteğine sahiptir. Gerçekten de, görmüş olduğumuz gibi, Yeni Antlaşma’nın, eski dünyaya ait herhangi bir kitaptan daha fazla el yazması belgesi kanıtı mevcuttur.

Ayrıca, “güvenilir” oldukları ilan edilen seçilmiş bölümlerden alın­mış sonuçlar bile bölümlerin anlamının hatalı bir şekilde anlaşılması üzerine bina edilmişlerdir. Bu bölümlerin çoğu, Mesih’in tanrılığını ve Üçlü Birliği kapsadıkları için, okuyucuya bu yanlış yorumlanan metinlerin daha ayrıntılı bir incelemesi için Bölüm 12’ye bakması tavsiye edilir. Şimdilik, dikkatimizi Kuran’ı desteklemek için yapılan bir başka girişime çevirelim: Kutsal Kitap’taki hataları kanıtlamak için gösterilen çaba.

Bucaille, çok rağbet gören The Bible, The Qur’an and Science adlı kitabında “Müjdelerden yapılan alıntıların kesin karşıtlıklar gösterdiğini” dile getirir.25 Bucaille, “Kutsal Kitap’ta muazzam hatalar bulunması gerektiğine” inanır.26Ama Bucaille’in yaptığı liste yine de muazzam ya da zor bir liste değildir. Bu tür eleştirilere daha önce başka bir yerde yoğun bir şekilde karşılık verdiğimiz için,27 burada yalnızca Müslüman savunucular tarafından en sık kullanılanlara yanıt vereceğiz.

Yaratılış 1:2. Bucaille’e göre, Yaratılış 1, “bilimsel bir bakış açısından hatanın bir başyapıtıdır.”28 Bucaille, Yaratılış bölümünün, sudan, yeryüzü tarihinin erken bir aşamasında söz ettiğini aktarır. Ama yine de şu konuda ısrar eder, “bu dönemde suyun varlığından söz etmek yine de yalnızca saf kinayedir.”29

Bu, çeşitli nedenlerden ötürü garip bir suçlamadır. Bucaille’in kendisi “evrenin şekil alışının ilk aşamasında bir gaz kütlesinin var olduğuna ilişkin her belirtinin mevcut olduğunu itiraf eder.”30 Yine de suyun kendisi buhar olarak bilinen bir gaz konumuna sahiptir. Ayrıca, bilimsel görüşler değişirler. Bugünün teorileri genellikle yarın geçersiz hale gelirler. Bu nedenle eğer bugün evrenin başlangıç aşamasında suyun mevcut olmadığına dair bir teori mevcut olsaydı, bu teori yarın yanlış olarak görülebilirdi. Ayrıca yeryüzü tarihinin ilk dönemlerinde en azından buhar şeklinde bile olsa su yine de vardı. Bu, yeryüzünde, güneş sistemimizde ya da başka bir yerde diğer gezegenlerden farklı olarak mümkün olduğunu bildiğimiz yaşamın nedenlerinden biridir. Bu nedenle, Kutsal Kitap’ta hatalar bulmak için acele eden Bucaille’in kendisi de bir hata yapmıştır. Sonuç olarak, bilimsel teori Tanrı’nın açıklaması ile ilgili bir gerçekten üstün olamaz. Bucaille, ne kadar geniş çapta rağbet görürse görsün Kuran’ın bir mucize olduğuna ilişkin bir gerçeğin üzerinde egemenlik sürmesine hiçbir zaman izin veremezdi. Yine de modern bilim adamlarının çoğu mucizeleri reddederler.

Yaratılış 1:3-5 ayetleri hakkında şu görüşü ileri sürer, “ama yine de, bu ışığın nedeni (güneş) üç gün sonra yaratıldığı halde ilk gündeki sonuçtan (ışık) söz etmek, mantıksızlıktır.”31

Ama bilimin ve Kutsal Kitap’ın temel bilgisine sahip olan hemen hemen herkes bu itiraza yanıt verebilir. Çünkü güneş evrendeki tek ışık kaynağı değildir. Ayrıca, metni, güneşin dördüncü günde yaratıldığının ifade edildiği şeklinde anlamak gerekli değildir. Güneş, yalnızca dördüncü günde görünmek üzere yaratılmış olabilirdi. Güneşin ana hatlarının görülebilir hale gelmesi, su buharının sisi uzaklaştıktan sonra gerçekleşmiş olabilirdi.32 Bu olaydan önce güneşin ışığı, aynı sisli bir günde olduğu gibi yeryüzünde yaşayanların güneşin ana hatlarını görmeleri mümkün olmadan parlıyor olabilirdi.

Yaratılış 1:6-8. Yaratılış 1:6-8 ayetlerine göre, Tanrı, “suların ortasında bir kubbe” yaptı. Ama Bucaille, bu olguyu, bir “mit” olarak adlandırır ve “suların bölünerek ikiye ayrılması ile ilgili bu imajın bilimsel açıdan kabul edilemez” olduğu konusunda ısrar eder.33

Tanrı’nın yarattığı (Yaratılış 1:6; Eyüp 37:18) “kubbe”nin (raqia) İbranice’deki sözcük karşılığının orijinal anlamının katı bir nesne olduğu doğrudur.34 Ama yine de sözcük anlamları orijin (etimoloji) aracılığı ile değil, kullanım aracılığı ile belirlenir. İngilizce bir sözcük olan “board – kereste”, orijinalinde kalın bir tahtaya işaret eder. Ama anonim şirkete ait idare heyetinin (corporate board) bir üyesinden söz ettiğimiz zaman, sözcük, artık farklı bir anlama sahip olur. Aynı şekilde, “kubbe” sözcüğü yeryüzünün üzerindeki atmosfer için kullanıldığı zaman, sözcüğün katı bir nesne anlamına gelmediği açıktır. Burada ilişkili sözcük olan raqa (sermek, yaymak), pek çok çeviri tarafından “açılmak, yayılmak” şeklinde doğru olarak tercüme edilir. Bu nedenle, bir metal nasıl dövüldüğü zaman genişlerse (Mısır’dan Çıkış 39:3; Yeşaya 40:19), kubbe de aynı şekilde inceltilmiş bir alandır. Kök anlam olan “sermek” pek çok bölümde olduğu gibi (Mezmur 136:6; Yeşaya 42:5; 44:24) “yaymak” olarak bağımsız bir şekilde kullanılabilir. Yeşaya şunları yazar: “Gökleri yaratıp geren, yeryüzünü ve ürününü seren, dünyadaki insanlara soluk, orada yaşayanlara ruh veren Rab Tanrı diyor ki” (Yeşaya 42:5 NKJV, vurgulama eklenmiştir). Aynı fiil, perde gibi germek, oturmak için çadır germek anlamında kullanılır. Bu sözler, içinde oturmak için boş yer olmasaydı hiçbir anlam ifade etmezdi. Örneğin, Yeşaya, “gök kubbenin üstünde oturan Rab’den, yeryüzünde oturan insanlarının çekirge gibi olduklarından, gökleri perde gibi gerdiğinden ve oturmak için gökleri çadır gibi kurduğundan” söz eder (Yeşaya 40:22 NKJV, vurgulama eklenmiştir). Aynı zamanda Kutsal Kitap, yukarı çektiği su damlalarının buharından yağmur damlattığını anlatır (Eyüp 36:27-28). Ama eğer gök metal bir kubbe ise o zaman bu, hiçbir anlam ifade etmez. Metal bir kubbenin küçük delikleri olduğunu ve bu deliklerden yağmur damlalarının düşeceğini varsaymak saçmalıktan başka bir şey değildir.35

Yaratılış kitabındaki aynı yaratılış öyküsü, “yeryüzünün üzerinde gök kubbenin üst düzeyinde uçan” kuşlardan bahseder (Yaratılış 1:20). Ama eğer gökyüzü katı olsaydı, böyle bir durumun gerçekleşmesi imkansız olurdu. Böylelikle, raqia sözcüğünü “yaymak” sözcüğü aracılığı ile (NASB ve NIV çevirilerinin yaptığı gibi) çevirmek daha uygundur.

Ve bu anlamda modern bilimde uzay kavramı ile ilgili herhangi bir çatışma mevcut değildir. Eyüp’ün benzer ifadesi (Eyüp 37:18) birebir anlamı ile ele alındığında dahi “göklerin” bir “metal (tunç) ayna” olduğunu onaylamaz, ayette yazılı olan, “dökme tunç bir ayna kadar sert olan gök kubbedir.” Başka bir deyişle, bu, birebir anlamı ile ele alınmaması gereken bir kıyaslamadır, aynı Tanrı gerçekten bir “güçlü kuledir” örneğinde olduğu gibi (Süleyman’ın Özdeyişleri 18:10). Ayrıca, Eyüp kitabında yer alan kıyaslama düşüncesi, göklerin ya da bir aynanın sertliği değil, dayanıklılıklarıdır (cf. “güçlü” chazaq, ayet 18.). Bu durumda her şey gözden geçirildiği zaman, Kutsal Kitap’ın gök kubbenin metal bir kubbe olduğunu onayladığına dair hiçbir kanıt mevcut değildir. Bu nedenle burada Müslüman eleştirmenlerin iddia ettiği gibi modern bilim ile çelişen hiçbir durum yoktur.

Yaratılış 1:19-23. İslam bilginleri Yaratılış 1:19-23 ayetlerinde kabul edilmesi imkansız olan iki şey bulurlar: “Yeryüzü tarihinin yeryüzü hala sular ile kaplı olduğu zamanda kıtaların ortaya çıkmış olduğu gerçeği” ve “kabul edilmesi tamamen imkansız olan şey, yüksek derecede organize edilen bitkiler aleminin tohum aracılığı ile yeniden üretilmesi sonucu, güneşin var olmasından önce ortaya çıkmış olabilirdi.”36

Karşılık olarak şunu belirtelim, ilk nokta gerçekleşmemiştir ve ikinci noktayı zaten daha önce Yaratılış 1:3-5 ayetleri aracılığı ile yukarıda yanıtlamıştık. Kısaca, Bucaille, ilk eleştiride bilim hakkındaki fikrini kesin olarak söyledi ve yetersiz bilgi aldı. Tanrı’nın, yeryüzünün başlangıç tarihinde tohum taşıyan bitkiler yarattığı kimin için kabul edilemezdir? Belki Tanrı’yı ve O’nun özel yaratma eylemini reddeden tanrısız bir evrim teorisi taraftarı için kabul edilemez olabilir. Ancak Kuran’a inandığını ileri süren Bucaille gibi bir Müslüman’ın böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmesi gerekir. Çünkü Kuran, Tanrı’nın “gücü her şeye yeten” olduğunu ve arzu ettiği her şeyi yapabileceğini öğretir (2:159). Bunun da ötesinde Kuran, Tanrı’nın dünyayı yarattığını ve bu işlemi birkaç gün içinde tamamladığını onaylar. O zaman bu konunun neden kabul edilemez olarak öğretilmesi gerekir? Neden sözü edilen bugünlerden birinde (Kutsal Kitap’ta üçüncü gün) Tanrı’nın tohum taşıyan bitkiler ürettiğine inanılmasın? Buradaki tek karşıtlık, Kutsal Kitap ve etkili, geçerli bir hipotez arasındaki karşıtlıktır.37 Kutsal Kitap ve bilimsel gerçek arasında hiçbir karşıtlık yoktur.

Yaratılış 1:14-19. Müslüman eleştirmenler şu ifadeyi ileri sürerler: “Güneşin ve Ayın yaratılışını Yeryüzünün yaratılışından sonraya yerleştirmek, Güneş Sisteminin elementlerinin biçimlendirilmesi hakkında en sağlam bina edilmiş düşüncelere bile zıttır.”38

Ancak burada yine de iki sorun mevcuttur. Bu sorunlardan biri, en üstün bilimsel düşüncelerin bile kesin bir gerçek olarak kabul edilmeleri gerektiğini kabul etmektir. Gerçekten de, Müslümanlar’ın bu delili kullanmaları gariptir, çünkü onlar da pek çok teologun şu hatasına işaret ederler: bu teologlar, neredeyse evrensel üstünlüğe sahip bilimsel yer küresinin merkezine ait (merkez olarak yer küresine ait) görüşün bilimsel bir gerçek olduğu yanılgısına düşmüşlerdir. Aynı tutum, güneş ve ayın orijini hakkındaki üstün bilimsel düşünceler yanlış olabilirlerdi.

Ayrıca, yukarıda Yaratılış 1:3-5 ayetleri hakkındaki yorumlarda görmüş olduğumuz gibi güneş ve ayın dördüncü günde yaratıldıklarına inanmak gerekli değildir. Aksine, nedeni ne olursa olsun (belki orijinal buharın ortadan kaybolması gibi), biçimleri dördüncü günde yalnızca yerin yüzünden görünür hale getirilmiş olabilirler. Her durumda, burada gerçek bir çelişki mevcut değildir ve Müslümanlar’ın büyük bir coşku ile ilan ettikleri gibi kesinlikle “önemli” bir karşıtlık yoktur.

Yaratılış 1:20-30 ayetleri hakkında Bucaille, şu konuda ısrar eder: “Bu bölüm, kabul edilemez iddialar içerir, örneğin, hayvanlar alemi, denizdeki yaratıkların ve kanatlı kuşların ortaya çıkmaları ile başladı.” Ama her şeye rağmen yine de modern bilime göre, kuşlar, sürüngenler ve diğer kara hayvanları görünene kadar ortaya çıkmadılar. “Kara hayvanlarının kuşlardan sonra ortaya çıkmaları ile ilgili bu düzen, bu yüzden kabul edilebilirdir.”39

Burada tekrar yapılan hata, Kutsal Kitap’ın yanılmazlığında değil, Bucaille’in, bilimi hatalı şekilde anlayışı gibi Kutsal Kitap’ı da hatalı yorumlamasındadır. Bucaille, her şeyden önce Kutsal Kitap hakkında yanlış bir yoruma sahiptir. Kutsal Kitap, aslında Tanrı’nın tüylü kuşları sürüngenlerden önce yarattığını söylemez. Yalnızca kanatlı yaratıklardan söz eder (Yaratılış 1:21).40 Ve bilime göre, tüylü kuşlardan önce var olan kanatlı yaratıklar mevcuttur. Buna örnek olarak kanatlı dinozorlar verilebilir. Onlardan “büyük deniz yaratıkları” (bu ifade büyük olasılıkla dinozorları da içine alır) olarak söz edilmesi buradaki referansın tüylü kuşlara değil, kanatlı dinozorlara atfen verildiğine dair başka imalar da mevcuttur.

Ayrıca, Bucaille, eleştirisi için evrim teorisine özgü bir temel ileri sürer gibi görünmektedir. Ama daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi evrim teorisi kanıtlanmış bir gerçek değil, gerçekleşmemiş bir hipotezdir. Her iki tür için de ortak olan sayısız biyolojik özelliklerin bu sonucu mümkün kılmalarının bilimsel bir kanıtını sunmak, hileli bir sonuçtur. Çünkü ortak özellikler ortak soyları kanıtlamazlar; ortak bir Yaratıcıyı ima ediyor olabilirler. Her şeye rağmen, ilk arabalardan günümüzdeki arabalara kadar bir süreç benzerliği mevcuttur. Ama yine de hiç kimse, bir şeyin diğer bir şeyden doğal süreç aracılığı ile evrim teorisine uygun olarak ortaya çıktığına inanmaz. Yalnızca zeki icat (yaratık), arabaların ardıl modellerinin orijini için nedeni açıklayabilir.41

Son olarak, bazı çağdaş bilimciler, tüm kanatlı yaratıkların sürüngenlerden sonra ortaya çıktıklarına ilişkin var olan tahmini sorguluyorlar. Uçan bazı deniz hayvanlarının fosilleri genelde sürüngenlerin orijinine atfedilen daha erken bir yeryüzü katmanı içinde bulunmuşlardır. Her olayda, burada bilimsel gerçek ve Yaratılış arasında açık ve kesin hiçbir karşıtlık mevcut değildir. Karşıtlık yalnızca bilimin çeşitli teorileri ve Yaratılış ile ilgili yapılan bazı yanlış yorumlar arasındadır.

Yaratılış 1:24-31 ayetlerine gelince, Bucaille yalnızca “hatanın, yeryüzü hayvanlarının görünmesinin kuşların görünmesinden sonraki döneme yerleştirilmiş” olmasından kaynaklanan suçlamasını (biraz önce yanıtlanmış olan) tekrar eder.42 İlginçtir ki, Bucaille, Kutsal Kitap’ın, “insanın, yaşayan diğer varlık türlerinden sonra ortaya çıkmasının doğru konumda yerleştirilmiş olduğunu” yine de kabul eder.43

Yaratılış 2:1-3. Tanrı’nın dünyayı altı gün (Yaratılış 2:1-3) içinde yarattığına dair Kutsal Kitap’a özgü öğretiş üzerinde yorum yapan Bucaille, şu ifadesini ileri sürer: “Bugün Evrenin ve Yeryüzünün şekil almasının çok uzun süren dönemlerdeki aşamalar içinde gerçekleştiğinin mükemmel şekilde farkındayız.” Yaratılışın bu “günlerinin” zamanın uzun dönemleri olarak ele alınabileceğinin farkında olan Bucaille, sadece gerçekleşmemiş şu suçlamasını tekrar eder: “Kapsadığı dönemlerin ardıllığı temel bilimsel bilgi ile mutlak karşıtlık içindedir.”44 Ama yukarıda bu durumun gerçek ya da mantıksal temeller olmaksızın var olması gerektiği gösterilmiştir.

Yaratılış 2:4f  ayetine gelince, Bucaille, rağbet görmeyen şu eleştirisel görüşü benimser: “Yaratılış 2, Yaratılış 1’de yer alan öyküye karşıttır.” Buradaki suçlama şudur: Yaratılış 1, hayvanların insanlardan önce yaratıldıklarını ilan eder, oysa Yaratılış 2:19 ayeti, şu ifadesi ile bu söylenenin karşıtı gibi görünür: “RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi.” Bu ifade, Adem’in, hayvanlar yaratılmadan önce yaratılmış olduğunu ima eder.

Ama bu sorunun çözümü yine de her iki metine de daha yakından baktığımız zaman, daha belirgin hale gelir. Farklılıkların ortaya çıkmasına neden olan gerçekler şunlardır: Yaratılış 1 olayların düzenini verir; Yaratılış 2 olaylar hakkında daha fazla içerik sağlar. Yaratılış 2, Bölüm 1 ile karşıtlık yaratmaz, çünkü Tanrı’nın hayvanları yaratığı zamanı söylemez. Söylediği yalnızca şudur: Tanrı, hayvanları (daha önce yaratmış olduğu) onlara ne ad vereceğini görmek için Adem’e getirdi. Bölüm 2’nin üzerinde odaklandığı nokta, hayvanların yaratılması üzerinde değil, onlara ad verilmesi üzerindedir. Böylelikle Yaratılış 2:4 ayeti, yalnızca şu sözleri kullanarak, hayvanlara ad verilmesini (onların yaratılmalarını değil) vurgular: “RAB Tanrı daha önce yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı …. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi.”

Yaratılış 1, olayların ana hatlarını sağlar ve Bölüm 2 ayrıntıları verir. Her ikisi birlikte ele alındıklarında, iki bölüm, yaratılış olaylarının uyumlu ve daha tamamlanmış resmini tedarik ederler.

Bu durumda, farklılıklar aşağıdaki şekilde özetlenebilirler:

YARATILIŞ 1YARATILIŞ 2
Kronolojik düzenKonusal düzen
Ana hatlarAyrıntılar
Hayvanların yaratılması asıHayvanların Adlandırılması

Bu farklılıklar bir kez anlaşıldıkları zaman, kesinlikle hiçbir karşıtlık iddiası kalmaz. İki metin mükemmel bir şekilde birbirlerini tamamlarlar.

Luvian Dönemi Öncesi Yaşam Süreleri Hakkında
İddia Edilen Karşıtlıklar

Bucaille’e göre, “Yaratılış (6:3) kitabında Tanrı tufan olmadan kısa bir süre önce insanın yaşam süresinin yüz yirmi yıl ile sınırlanmasına karar verdi. Ama yine de daha sonra, Yaratılış kitabında (11:10-32) Nuh’un on soyunun 148 yıldan 600 yıla kadar yaşam süresine sahip oldukları belirtilir… Bu iki bölüm arasındaki karşıtlık oldukça aşikârdır.”45

Bu metindeki karşıtlık elbette yalnızca içeriğe önem vermeyen kişiler için aşikârdır. Her şeyden önce, bu metnin, Nuh’un soylarının yaşam sürelerine işaret ettiğine ilişkin tahmin dahi yaşam süresi ile ilgili bu kısaltmanın hemen meydana geleceğini söylemez. Metin yalnızca Luvian dönemi sonrası kişilerin nihai yaşam sürelerine işaret ediyor olabilir. Gerçekten de bu sözleri yazan Musa tam olarak yüz yirmi yıl yaşadı (Yasa’nın Tekrarı 34:7).

Ayrıca, bunu tufandan sonraki bireylerin yaşam süreleri ile ilgili bir referans olarak ele almak için hiçbir gereksinim yoktur. Metin aksine, Tanrı’nın tufanı göndermeden önce insanlık için kalan zamanın uzunluğuna işaret ediyor olabilir. Bu, Tanrı’nın bir tufan göndermeden önce insanlığa tövbe etmesi için ne kadar zaman verdiğinden söz eden içerik ile daha iyi uyum sağlar. Metinde şunlar yazılıdır: “Ruh’um insanda sonsuza dek kalmayacak, çünkü o ölümlüdür; Yine de insanın ömrü yüz yirmi yıl olacak” (Yaratılış 6:3). Bu nedenle, burada kesinlikle hiçbir karşıtlık yoktur; muazzam bir karşıtlıktan hiçbir şekilde söz edilemez.

Yaratılış 5, 11. Bu soy ağaçlarında listelenen yıllara göre, İ.Ö. yaklaşık 2000 yılında yaşayan İbrahim’den önce yalnızca yaklaşık iki bin yıl mevcuttur. Ama Bucaille’e göre modern bilim, insani varlıkların orijininin, “on binlerce yıl” öncesine yani, Mesih’in zamanından milyonlarca yıl öncesine dahi dayandığını kabul eder. Böylelikle, Kutsal Kitap, modern bilime karşıtlık teşkil etmiş olur.46

Bucaille bir kez daha hem bilim hem de Kutsal Yazılar konusunda yanılgıya düşmüş olur. Öncelikle, yanlış olarak ileri sürdüğü şu iddiasının mevcut olmadığını belirtelim: “İnsanın Yeryüzünde ortaya çıkması ile ilgili tarih hakkındaki sayısal veriden türetebileceğimiz şey ve modern bilimin bilgisinin sağlam bina edilen gerçekleri arasında aşikâr bir uygunsuzluk vardır.”47 Aslında, insanlık çağının yeryüzünde on binlerce yıldır bulunduğu, “sağlam temelli” bir gerçek olmanın çok ötesinde bir konudur. Aslında gerçeği söyleyecek olursak, bu, inkâr edilemeyen bir kanıt olmadan çok tartışılan bir konudur ve insanın varlığını, milyonlarca yıl değil, İ.Ö. on binlerce yıl içine yerleştirir.48

İkinci olarak, Bucaille, Kutsal Kitap metninin soy ağacı listelerinde hiçbir boşluk olmadığını varsayarak Kutsal Kitap metnini yanlış yorumlar. Örneğin, Matta 1:8 ayeti şöyle yazar: “Yoram Uzzi­ya’nın babasıydı.” Ama yine de 1.Tarihler 3:11 ayeti, Uzziya’ya gelmeden önce (aynı zamanda “Azarya” olarak da adlandırılır) şu sıralamayı yapar: “Yehoram Yehoşafat’ın, Ahazya Yehoram’ın, Yoaş Ahazya’nın oğluydu …” Başka bir deyişle, buradaki soy ağacı listesinde üç kuşaklık bir boşluk mevcuttur. Ahazya, görünüşe göre Yoram’ın ilk oğluydu. Ve Uzziya uzak bir “oğul”du (soy). Aynı Kutsal Kitap’ta olduğu gibi “oğul” sözcüğü torun ya da büyük torun anlamına gelir, hatta “vücuda getirmek” terimi dahi torun, büyük torun olarak kullanılabilir ve kullanım bu şekilde devam eder. Diğer bir deyiş ile, “vücuda getirdi” terimi, “atası oldu” anlamına gelir ve “vücuda getirilmiş” olan biri, “birinin atası” olur. Bu yüzden Matta, tam bir kronoloji vermez, ama Mesih’in soyunun kısaltılmış bir soy ağacını sunar.

MATTA 1:81.TARİHLER 3:11-12
YoramYoram
 Ahazya
 Yoaş
 Amazya
UzziyaUzziya (aynı zamanda Azarya olarak da adlandırılır)

 Aynı şey Yaratılış 5. ve 11. bölümler için de doğrudur. Örneğin, Yaratılış 11:12 ayeti Kenan’ı Arpakşat ile Şelah’ın arasında bir yerde listeye koymaz. Ama Luka 3:36 ayetlerinde verilen listede Kenan oğlu ve sonra hemen ardından Arpakşat oğlu yazılıdır. Bu yüzden burada da soy ağacı listelerinde bir başka zaman boşluğu mevcuttur. Bu kısaltılmış listede kanıtlanmış boşluklar mevcut olduğu için tüm sayıları birbirine ekleyerek Adem’in yeryüzünde ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili kesin bir figür elde etmek için tahminde bulunmak yanlıştır. Kutsal Kitap, insanların yeryüzünde ilk kez ne zaman ortaya çıktıkları konusunda kesin bir zaman vermediği için modern bilimin iddiaları ile ilgili bir karşıtlık mevcut değildir. Ayrıca bu, kanıtlanmış bir gerçek de değildir.

Yaratılış 6:8. İslam eleştirmenleri sorunların nedeni olarak, Nuh’un tufanı ile ilgili iki farklı öykünün bulunmasını görürler. Bucaille, bir bölümde yağmur suyunun Tufan’ın bir temsilcisi olarak verildiğine işaret eder, ama bir diğerinde Tufan’a çifte hedef verilir; yağmur suları ve Yeryüzünün suları.49

Bunlar gibi birbirlerini böylesine aşikâr tamamlayıcı ifadelerin kesin karşıtlıklar olarak sunulmalarının nedeni Kutsal Yazılar’a güven duyulmamasıdır. Burada kesinlikle hiçbir şekilde çatışma mevcut değildir. Bir bölümde yalnızca ek bir su kaynağından söz edilir. İlk bölüm yağmurun, suyun tek kaynağı olduğunu belirtmez. Müslüman eleştirisi bu noktada bir hata bulmak için metine bunu eklemek zorundadır. Ama o zaman hata Kutsal Kitap’a değil, bu noktayı Kutsal Kitap’a eklemiş olan Müslüman eleştirisine aittir!

Aynı şey şu İslam suçlaması hakkında da söylenebilir: Kutsal Kitap, tufanın ne kadar sürdüğü konusunda farklı zaman uzunlukları verir. Her metin farklı bir zaman döneminden söz eder. Yaratılış 7:24 (ve 8:3) 150 gün boyunca devam eden tufan sularından bahseder. Ama diğer ayetler tufanın yalnızca 40 gün devam ettiğini söylerler (Yaratılış 7:4, 12,17). Bu sayılar farklı noktalara işaret ederler. Kırk gün, yağmurun ne kadar süre “yağdığını” belirtir (7:12), ve 150 gün tufan sularının yeryüzünü kaç gün boyunca kapladığını belirtir (7:24), 150 gün geçtikten sonra “sular azalır” (8:39). Yağmur başlar ve aradan ancak beş ay geçtikten sonra gemi Ararat dağlarına oturur (8:4). Sonra yağmuru izleyen yaklaşık on bir ayın ardından sular kurumaya başladı (8:13). Ve tufan başladıktan tam bir yıl ve on gün sonra Nuh ve ailesi kuru toprağa ayak basarlar (8:14).

Bucaille, aynı zamanda Kutsal Kitap’ın ileri sürdüğü iddiada da şöyle bir karşıtlık görür: Tufandan sonra yeryüzündeki nüfus yalnızca Nuh’un üç oğlu aracılığı ile yeniden oluşur, “öyle ki, yaklaşık üç yüzyıl sonra İbrahim dünyaya geldiği zaman farklı toplumlardan oluşan bir insanlığı yeniden teşkil edilmiş olarak bulur.” Bucaille, şunu sorar: “Bu yeniden yapılanma böylesine kısa bir zaman içinde nasıl gerçekleşmiş olabilirdi?” Bu basit gözlem, tüm gerçeğe benzeyiş olasılığının öyküsünü yoksun hale getirir.50 Ama yine de, güvenilirlikten yoksun olan, Kutsal Kitap’taki öykü değil, eleştiren kişinin iddiasıdır. Yukarıda Yaratılış 6:8 ayetinde Mesih’ten önce yalnızca yaklaşık 4000 yılın mevcut olduğuna ilişkin meydan okuma varsayımı hakkında söylenecek şey şudur; Nuh ve İbrahim arasında yeryüzünü on binlerce kişi ile doldurmak için yeterince zaman vardı. Ortalama bir ailenin yalnızca on çocuğa sahip olduğunu (Yakup’un on iki çocuğu vardı) varsayarsak ve anneleri ve babaları elli yaşına gelene kadar doğmadıklarını düşünecek olursak, 350 yıl içinde yeryüzünde yarım milyon kişinin üzerinde bir nüfus oluşurdu. Ve bu nüfusun yalnızca üçte birinin İbrahim’in zamanında halen yaşamakta olduğu varsayıldığı takdirde, yine de 160.000 kişinin üzerinde bir nüfus var olacaktı. Ve hatta doğal olmayan nedenlerden ötürü bu sayıyı düşürecek olursak, yine de yeryüzünde 100.000 kişinin üzerinde bir nüfus var olacaktı; ve o zaman bu rakam, insanlığın “farklı toplumlar” olarak şekillenmesi için yine de gereğinden fazla bir rakamdı.”

Ayrıca, daha önce yukarıda görmüş olduğumuz gibi, soy ağaçları arasında boşluklar vardı ve Nuh ve İbrahim arasında bölüştürülen altı ya da yedi kuşaktan çok daha fazlası mevcuttu. Ve böylece nüfus, yalnızca tek bir fazla kuşak aracılığı ile milyonlarca kişiden oluşabilirdi! Şimdi hiç kuşkusuz nüfus bundan daha da azdı, diyelim ki, sadece on binlerden oluşan bir nüfus idi, ama bu konuda önemli olan, burada ne gerçek ne de mantık açısında hiçbir karşıtlık mevcut değildir.

Matta 1:1f. Kutsal Kitap’ı eleştiren Müslümanlar’ın çoğu Matta ve Luka’da bulunan Mesih’in atalarının soyağacı listesi arasında mevcut gibi görünen karşıtlığı gereğinden fazla büyütürler.51 Örneğin, İsa’nın büyükbabasının adı Luka 3:23 ayetine göre Eli idi, Matta 1:16 ayetine göre farklı bir büyükbabası vardı, çünkü burada büyükbabasının adı Yakup olarak yazılıdır. Bu iki isimden hangisi doğrudur?

Karşılık olarak, yalnızca aşikâr olana, yani iki soy ağacının beklenmesi gerektiğine işaret edeceğiz, çünkü atalarının iki farklı soy çizgisi mevcuttur, soy çizgilerinin birincisi, yasal babası Yusuf ve diğeri gerçek annesi Meryem aracılığı ile olanıdır. Matta, Yahudi Mesih’in kimlini vurgulayarak resmi soyu verir. Yahudiler Mesih’in İbrahim’in tohumundan ve Davud’un soyundan (Matta 1:1) gelecek olduğuna inanırlardı. Luka ise, daha geniş bir Grek dinleyici topluluğunu göz önünde tutarak İsa’yı Mükemmel İnsan olarak (Grek düşüncesinin araştırması bu konu hakkındaydı) takdim etti. Böylece, Luka, İsa’yı ilk insan Adem’in (Luka 3:38) ayrıntıları ile tanımlayarak gösterdi.

Matta’nın İsa’ya baba tarafından bir soy ağacı ve Luka’nın ise ona anne tarafından bir soy ağacı vermiş olmaları çeşitli gerçekler tarafından daha ayrıntılı olarak desteklenir. Her iki soy çizgisi de Mesih’i Davut aracılığı ile izler, ancak Mesih her ikisinde de Davut’un farklı bir oğlu olarak tanımlanır. Matta, İsa’yı, Yusuf (yasal babası)52 aracılığı ile izler, Davut’un oğlu kral Süleyman aracılığı ile Mesih, Davut’un tahtını haklı olarak miras alır (2. Samuel 7:12f.) Öte yandan, Luka’nın amacı, Mesih’i gerçek bir insan olarak göstermektir. Bu nedenle, Mesih’i gerçek annesi Meryem aracılığı ile Davut’un oğlu Nathan’ın soyuna uzandırır. Mesih, annesi Meryem aracılığı ile tam bir insan olarak insanlığın kurtarıcısı olduğunu haklı olarak iddia edebilir.

Luka, İsa’nın soy ağacını Yusuf aracılığı ile verdiğini söylemez. Aksine, İsa’dan Yusuf’un oğlu olduğu “sanılıyordu” (Luka 3:23) ifadesini kullanarak söz eder, aslında İsa Meryem’in oğluydu. Luka’nın Meryem’in soy ağacını kaydetmesi onun bir doktor olarak anneler ve doğum ile ilgilenmesi ve Müjdesi’nin, içeriğinde kadınlar üzerinde durduğundan “Kadınlar İçin Müjde” olarak adlandırılmış olması ile uyumludur.

Son olarak, her iki soy ağacının ortak bazı isimlere (Şealtiel ve Zerubbabil gibi, Matta 1:12; Luka 3:27) sahip oldukları gerçeği onların iki nedenden dolayı aynı soy ağacı olduklarını kanıtlamaz. Birincisi, bu isimler ender görülen isimler değildirler. İkin­cisi, aynı soy ağacı dahi (Luka’nınki) Yusuf ve Yahuda adlarının tekrarına sahiptir (ayetler, 26, 30).

İki soyağacı aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

MATTALUKA
DavutDavut
SüleymanNathan
RehavamMattata
AviyaMenna
AsaMala
YehoşafatElyakim
YakupEli
Yusuf (yasal baba)Meryem (gerçek anne)
İsaİsa

Yuhanna 13:1. Bucaille, İsa’nın “Fısıh yemeğinden önceki” Son Akşam yemeği (Yuhanna 13:1) ile ilgili olarak Yuhanna’nın bizi bilgilendirmesini bir karşıtlık olarak görür. Ama her şeye rağmen, buradaki karşıtlık, Kutsal Yazıların metninde değil, yalnızca eleştiren kişinin zihninde mevcuttur. Çünkü Bucaille, Kutsal Yazılardaki başka bir metnin bu metin ile çatıştığını kanıtlayacak bir delili kesinlikle sağlamaz. Bucaille belki de bu bağlamda “Yuhanna’nın Müjdesindeki Son akşam Yemeği ve İsa’nın çarmıha gerildiği zaman çektiği ıstırap ile ilgili her iki bölümün, Markos ve Luka’da yazılı olandan iki kez daha uzun” oldukları gerçeğinden söz ettiği zaman, yüzeyselliğin en üst derecesine ulaşmış olur.53 Bu durumun, Kutsal Kitap’ı nasıl kanıtlaması gerektiği konusunda, kişinin keşfetmekte zorluk çekeceği “önemli ve ciddi” karşıtlıklar ile doludur!

Diriliş Öyküleri İle İlgili Karşıtlıklar. Müslüman savunucular Müjdelerde söz edilen İsa’nın dirilişi ve göğe alınışı hakkındaki öykülerin içinde var olduğu iddia edilen karşıtlıklara sık sık işaret ederler. Ama öykülerin çevre ve koşullar düzgün bir şekilde anlaşıldıkları zaman iddiaların hiçbirinin gerçek olmadığı, yalnızca hayal edilmiş oldukları görülür.54 Örneğin, Bucaille’in öncelikli delili, farklı öykülerin farklı görünümleri listeledikleri hakkındadır; ama bu delil tüm öykülerin doğru olabileceklerini kanıtlamaz. Gerçekten de aynı şekilde Kuran da Tanrı’nın yarattığı günlerin ne kadar zaman aldığı konusunda farklı bir sayı listesine yer verir (32:4 ile 41:9). Ama Müslümanlar yine de tüm bunların nasıl uyum sağladıklarını anlamakta zorluk çekmezler.55 Diriliş öyküleri ile ilgili Bölüm 11’de daha ayrıntılı yazacağımız için o bölüme kadar bundan fazla yorum yapmayacağız. Şimdilik, ne Bucaille’in ne de başka bir Müslüman savunucusunun Kutsal Kitap’ta gerçek bir karşıtlığın yer aldığını kanıtlamamış olduklarını söylemekle yetinelim. Gerçekten de, Kutsal Kitap ile ilgili yanlış olan bir şeyler bulmak ile ilgili yararsız ve boş araştırmaları ile kendi görüşleri hakkındaki yanlışı ortaya koymuş olurlar.

İslam eleştirmenleri, Kutsal Kitap’ta çok sayıda hata bulunduğu konusunda uzun zamandır iddialar ileri sürmektedirler. Ama yine de, uzun eleştirilerine rağmen kanıtları konusunda yetersizdirler. Aslında, Kutsal Kitap’ta tek bir hata dahi keşfetmiş değildirler. Aksine, bulunacak hatalar yalnızca onların eleştirilerinde var olan hatalardır. Gerçekten de, Kutsal Kitap’taki yer aldığı ileri sürülen her hatayı bizler son kırk yıl içinde özenli bir şekilde gözden geçirdik ve tek bir hata bile bulmadık! Bu var oldukları ileri sürülen hataların sekiz yüz tanesi When Critics Ask Eleştirmenler Soru Sordukları Zaman adlı kitabımızda yanıtlanmıştır.56 Bu incelememiz sırasında Kutsal Kitap’a özgü zorlukların var olduğunu gördük, ama Kutsal Kitap’ta kanıtlanabilir hatalar mevcut değildir. Bu konuda araştırma yapan diğer bilginler de aynı sonuca vardılar.57

Kutsal Kitap, tarihimizde yer alan bazı en iyi yasal zihinler tarafından dikkatle incelenmiştir ve hem doğru hem de güvenilir olduğu sonucuna varılmıştır. Harvard’lı büyük uzman Simon Greenleaf Yeni Antlaşma’yı yasal ölçütler aracılığı ile özenle inceledi ve şu sonuca vardı: “Dört Müjde şeklinde evrensel olarak kabul edilen ve buna göre davranılan kopyalar en ufak bir tereddüde yer vermeksizin herhangi bir adalet merciinde kanıt olarak kabul edildiler.”58 Bu nedenle Kutsal Kitap, büyük yasal zihinlerin zorlu sorgulamaları altında bile dimdik ayakta kaldı.

Sonuç

Müslümanlar’ın, Kuran’ın vahyedilmiş olduğuna ilişkin ileri sürdükleri kanıtlardan biri, Kuran’ın Tanrı’yı birinci tekil kişi olarak konuşan Tanrı olarak sunmasıdır. Bu nedenle, onlar Kuran’ın Tanrı’dan gelen güvenilir sözleri içerdiğine inanırlar. Bu zaviyeden bakıldığı zaman, Müslümanlar’ın, genellikle insan bakış açısı tarafından konuşulan insana ait edebiyat biçimlerinin çokluğu nedeni ile, Kutsal Kitap gibi bir kitabın nasıl olup da Tanrı Sözü olabileceğini anlamaları zor olur. Örneğin, Kuran’ın başlangıcındaki ilk sure, bir insanın duasıdır, bu duada Tanrı’ya ikinci ve üçüncü kişiler ile hitap edilir. Giriş bölümünden sonra, dua şöyle başlar: “Alemlerin Rabbine hamdolsun… (Allahım) yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” (1:2, 5).

Ayrıca, Kutsal Kitap aynı zamanda Tanrı’nın ilk kişi olarak konuştuğu pek çok bölüme sahiptir. Bu durum, en çok Eski Antlaşma’nın peygamberlik ile ilgili kısımlarında şu ifadeler ile ortaya çıkar; “Rab diyor ki” ya da “Rab bana şöyle seslendi” (Yeşaya 1:10, 18; 6:8; Yeremya 1:4; Hezekiel 1:3, ve devamı). Müslümanlar yine de Kutsal Kitap’ın bu kısımlarını Tanrı’nın Sözü olarak kabul etme konusunda isteksizdirler.

Son olarak, Kutsal Kitap her ne kadar insani varlıklar tarafından yazılmış olsa bile, her şeye rağmen, bu insanlar onun Tanrı esini olduğunu iddia ettiler. Örneğin, elçi Pavlus, yazdıklarının, kendisine “Ruh’un öğrettiği sözler ile bildirildiğini” ileri sürer (1. Ko­rintliler 2:13). Gerçekten de, Pavlus, Eski Antlaşma ile ilgili olarak, “Kutsal Yazıların tümünün Tanrı esinlemesi olduğunu” söyledi (2. Timoteos 3:16). Ve Petrus şu beyanda bulundu: “Hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler” (2. Petrus 1:21). Bu nedenle, sadece insan yazarların ve insana ait edebi tarzların vasıtası aracılığı ile üretilmiş olduğu için Kutsal Kitap’ın tanrısal karakterini reddetme konusunda geçerli bir neden mevcut olamaz. Gerçekten de görmüş olduğumuz gibi, Kutsal Kitap’ta yer aldığı iddia edilen tüm karşıtlıklar yalnızca iddia edilen karşıtlıklardır, gerçek karşıtlıklar değildirler.


1 Waardenburg, 261-63.

2 Takle, 217.

3 Jeffery, Islam, Muhammad and His Religion, 126-28.

4 Dermenghem, 138.

5 Waddy, 116.

6 Ajijola, 79.

7 Nazir-ali, 46.

8 Waardenburg, 257.

9 A. Yusuf Ali, The Holy Qur’an, 287.

10 Bakınız Waardenburg, 261-63.

11 Antes, 104-5. Aynı zamanda bakınız Islamochristiana, 1980, cilt 6., 105-48.

12 Rahman, 166-67. Elbette bu kişinin görüşleri bazı geleneksel Müslümanlar tarafından İslam’a aykırı görüşler olarak kabul edilir.

13 Aynı zamanda Hindu, Budist ve Zerdüştler gibi diğer grupların kurtuluşları hakkındaki Müslüman düşünceleri de farklılık gösterir. Bazı Müslümanlar bu dinlerin orijinallerinin İslam’a benzeyen dinler ve Tanrı’dan oldukları görüşüne sahiptirler, ama sonradan bu dinlerin orijinallerine sadık kalmadıklarını düşünürler, diğerleri ise bu dinleri, en başından itibaren sahte dinler olarak reddederler (aynı zamanda bakınız Bölüm 6).

14 Süleyman Şahit Mufassir, Jesus, a Prophet of Islam (Indianapolis: American Trust Publicatins, 1980), i.

15 Abdül-Hak, 23. W. Muir’den alıntı, The Beacon of Truth (London: The Religious Tract Society), 1894.

16 Bakınız Abdül-Hak, 100.

17 Pfander, 101.

18 Bell,164-65.

19 Bu noktaların daha ayrıntılı bir değerlendirmesi için bakınız Josh McDowell ve John Gilchrist, The Islam Debate (San Bernardino: Here’s Life Publishers, 1983), 52-53.

20 Bu nokta ile ilgili daha fazla destek almak için bakınız Geisler ve Nix, Bölüm 22.

21 Eta Linnemann, Is There a Synoptic Problem? Rethinking the Literary Dependence of the First Three Gospels (Grand Rapids: Baker, 1992), 9.

22 Aynı kitapta, 104.

23 Aynı kitapta, 194.

24 Bakınız R. K. Harrison, An Introduction to the Old Testament (Grand Rapids: Eerdmans, 1979), 517.

25 Bucaille, 115.

26 Aynı kitapta, 127.

27 Bakınız Geisler ve Howe.

28 Bakınız Bucaille, 40.

29 Aynı kitapta, 41.

30 Aynı kitapta.

31 Aynı kitapta.

32 İbranice bir sözcük olan yapıldı, asah sözcüğü Eski Antlaşma’da yaklaşık 1.200 kez ortaya çıkar. Sözcüğün geniş bir anlam dizisi mevcuttur, ayrıca şu kelimeleri de içine alır: yaptı, göstermek, ortaya çıkmak, ortaya çıkartıldı v.b.

33 Bakınız Bucaille, 41.

34 Buradaki tartışma, Geisler ve Howe’daki tartışmayı izler, 29-30.

35 Kutsal Kitap tufan için açılan “göklerin kapaklarından” mecazi olarak söz eder (Yaratılış 7:11). Ama bu ifade, yalnızca İngilizce’deki “It is raining cats and dogs”  (şiddetli yağmur yağması) deyiminin birebir anlamından daha farklı bir anlam taşımayabilir.

36 Bakınız Bucaile, 42.

37 Günümüzdeki evrim teorisine özgü düşüncenin bir eleştirisi için, bakınız Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Bethesda, Md: Adler & Adler, 1985); ve  Phillip E. Johnson, Darwin on Trial (Washington, D. C.: Regnery Gateway, 1991). Bizim konuyu ele alış tarzımız Geisler’in Origin Science adlı eserinin özellikle 5-7 bölümlerinde bulunur.

38 Bakınız Bucaille, 42.

39 Aynı kitapta, 42-43.

40 Bu sözcük, genellikle “kuşlar” (örneğin, uçan hayvanlar) “kuşlar” olarak tercüme edilir, ama hiçbir zaman “tüylü yaratıklar” olarak tercüme edilmez.

41 Evrim teorisi ile ilgili bir eleştiri için Denton ya da Johnson’a bakınız.

42 Bakınız Bucaille, 43.

43 Aynı kitapta.

44 Aynı kitapta, 45.

45 Aynı kitapta, 39-40.

46 Aynı kitapta, 46-48.

47 Aynı kitapta, 48, vurgulama bize aittir.

48 Bakınız N. L. Geisler ve Peter Bocchino, Unshakable Foundations (Minneapolis: Bethany, 2001). Bölüm 8.

49 Bucaille, 49.

50 Aynı kitapta, 50.

51 Aynı kitapta, 94ff.

52 İsa, bir bakireden dünyaya geldiği için gerçek (biyolojik) bir babası yoktu. Ama yasal bir babaya sahipti, çünkü yasal olarak Yusuf ile nişanlı olan bir bakireden doğdu (Matta 1:18-19). Ve Yahudi yasasına göre erkek bir nişanlıdan doğan her çocuk yasal olarak o erkeğin oğlu sayılırdı.

53 Bakınız Bucaille, 104.

54 Çeşitli diriliş öykülerinin harika bir tartışması için bakınız, John Wenham, Easter Enigma, Are the Resurrection Stories in Conflict  Diriliş Muamması, Diriliş Öyküleri Birbirleri ile Çelişki İçinde midirler? (Exeter: Paternoster Press, 1984).

55 Bu konu hakkındaki tartışma için Bölüm 2’ye bakınız.

56 Bakınız Geisler ve Howe.

57 Ünlü dilbilimci Gleason Archer’ın Encyclopedia of Biblical Difficulties Kutsal Kitap ile İlgili Güçlükler Ansiklopedisi adlı eserine bakınız. (Grand Rapids: Zondervan, 1982).

58 Simon Greenleaf, The Testimony of the Evangelists Müjdecilerin Tanıklığı (yeniden baskı: Grand Rapids: Baker, 1984), 9-10.