Baptismal Pools at the Basilica of Saint John in Ancient Ephesus
Baptismal Pools at the Basilica of Saint John in Ephesus

Bölüm 7

MESİH YÜCELTİLİR VE KUTSAL RUH VERİLİR

Beşinci bölüm Tanrı Oğlu’nun istediği herkese yaşam verdiğinden söz etti. Altıncı bölüm dünya uğruna O’na iman eden herkesin sonsuz yaşam alması için kendi yaşamını feda etmek üzere gökten yeryüzüne gelen İnsanoğlu’nu anlattı.

Şimdi, yedinci bölüm ise Rab İsa’nın dünya tarafından reddedilişini yazar ve O’nun göklerdeki yücelik yerini almak üzere olduğunu belirtir ve kendisi tekrar gelene kadar Kutsal Ruh’un yeryüzündeki imanlıların içinde O’nun yüceliğine tanıklık etmesi amacı ile konut kurmak üzere imanlılara verileceğini bildirir. Böylece, altıncı bölümdeki gerçeklerin temelinde Mesih’in beden alması ve ölümü yer alır iken bu bölümdeki gerçekler O’nun göğe alınışından söz ederler. Göğe alınışın gerekliliği dünyadan tamamen ayrılmak anlamına gelir. Bu bölüm bundan dolayı Rabbin dünya işlerinde yer almayı reddetmesi ile başlar.

Çardak Bayramı

Bölümdeki öğretiş 1-2.ayetlerde şu ifade ile takdim edilir: Yahudilerin Çardak Bayramı yaklaştı. İsrail’de üç büyük bayram kutlanır idi – Fısıh, Pentikost ve Çardak Bayramı. Çarmıhın ön örneği olan Fısıh yerine gelmiştir. Aynı şekilde Kutsal Ruh’un inişinin ön örneği olan Pentikost Bayramı da gerçekleşmiştir. Çardak Bayramı Yahudi yılının en son bayramı idi. Bu bayram kutlanır iken İsrailoğulları bir zamanlar çölde yolculuk ettikleri gerçeğini hatırlamak için yedi gün boyunca çadırda yaşamaları gerekir idi ve aynı zamanda da vaatlerin yerine getirildiği ve ulusun ülkede esenlik ve güvenlik içinde kurulduğuna tanıklık etmek durumunda idiler. (Levililer 23:33-43)

Bu bayram ekinin biçilmesinden sonra [üzümlerin toplanması ve şarap yapılması] kutlanırdı ve her ikisi de kutsal yazılarda yargıya örnek olarak kullanılır (Vahiy 14:14-20). Böylece Çardak bayramının ifade ettiği yersel bereket ancak İsrail’in ve diğer ulusların yargılanması sonucunda elde edilen bir bereket olarak görülür idi. Bu durumda net olarak gördüğümüz şudur: bu bayramın sembolik anlamı henüz yerine gelmemiştir ve yerine gelmesi için beklenmektedir.

Çardak bayramı konusu bölümün önemli gerçekleri ile ilgili 3-5.ayetlerindeki uygun sonuca biçim vermektedir. Bu bayramdan söz edilmesi şu sorunun sorulmasına neden olur: “Bu bayramın kutlanma gerçeği neden hala yerine gelmemiştir?” Sorunun yanıtı aşikardır. Bu bayram ile ima edilen bereketi getirebilecek olan tek Kişi İsrail ve dünya tarafından reddedilmiştir. Bölümün devamında Mesih’in bu her sınıf tarafından reddedilişinin giderek çok açık ve kesin bir hale dönüştüğünü görürüz. Mesih’in kardeşleri O’na iman etmezler (ayet 5); insanlar O’nda cin olduğunu söyleyerek O’nu suçlarlar (ayet 20); Yahudiler şaşırırlar ve O’nu yakalamak isterler (ayetler 15,25,30); ve ulusun önderleri olan Ferisiler O’nu yakalamak için görevliler gönderirler (ayet 32).

6.bölümde şunu görmüş idik: gerçek ile ilgili her yeni açıklama izleyicilerinin O’ndan ayrılmasına neden oluyor idi. İnsanlar O’nu reddetmişler idi (Yuhanna 6:36); sonra Yahudilerden oluşan daha küçük bir grup tarafından reddedildi (6:41-42); daha sonra da O’nun ile yürüyen öğrencileri arasından başka bir küçük grup artık O’nu izlemiyor idi (6:61-66) ve hatta On İkiler arasında bulunan bir öğrenci O’nun tarafından bir iblis olarak açıklandı (6:70-71). Görmüş olduğumuz gibi bu bölümde bedene göre O’nun kardeşleri olan kişiler de O’na iman etmediler. Bizler, doğal bağlar ile Rabbe bağlanmış olmanın çok büyük bir ayrıcalık olması gerektiğini düşünebiliriz. Ancak ne üzücüdür ki bu bölüm O’nun kendi akrabalarının bile diğer kişiler gibi imanız olduklarını gösterir. Onların iman etmemelerinin nedeninin O’ndan kaynaklanmadığını çok iyi biliyoruz. Bu durum Rabbin söylediği sözler için bir kanıttır. “Yaşam veren Ruh’tur, beden bir yarar sağlamaz.”

Böylece görüyoruz ki, Rabbin açıkladığı gerçekler ne kadar büyük ise O’nun dünya tarafından reddedilmesi de o kadar büyük olur. Ve izleyicilerinin sayısı azaldıkça O’nun yolları da o kadar çok ıssızlaşır; öyle ki sonunda şu sözleri okuruz: “Herkes kendi evine gitti” ve İsa da tek başına kalınca Zeytinlik dağına çıktı. (ayet 53).

O zaman ne oldu ise her zaman aynı şey olur. Gerçek ne kadar derin ise onu takdir etmek için ruhsallığa yapılan çağrı da o kadar büyük olur. Gerçeğin ışığında yürümek isteyen kişilerin sayısı azaldıkça gerçeğe değer veren kişilerin yürüdüğü yolda tenhalık da o kadar çok olacaktır. Kutsal ruh öğretişi benliğe hiç bir şekilde yer bırakmaz. Mesih’in yolu dar bir yoldur.

Bedene göre kardeşleri olan kişiler şu konuda tartışırlar: eğer bir kişiye doğaüstü güçler ihsan edildi ise o zaman bu güçlerin insanın kendi çıkarı ve diğer insanların yararı için dünyada bir konum kazanmak üzere kullanmak yasaldır. Bu kişilerin doğal mantıklarının arkasında bulunan neden yüreklerinin imansızlığı idi. Bu kişiler O’na iman etmediler.

Rabbin yanıtı (ayetler 6-9) şu gerçeği ortaya koyar: Eğer O reddedildi ise o zaman O’nun dünyaya açıklanması ya da dünyanın işlerine katılması için henüz zaman dolmamıştır. Rab herkesin önünde duruma müdahale ettiği zaman bu yargı aracılığı ile bir müdahale olacaktır. Eğer o anda kardeşlerinin istediği gibi ulusa katılarak hareket etmiş olsa idi o zaman bu hareketi ulusu yargılamak anlamına gelecek idi.

Mesih’in reddedilişi zamanında bizim hala uyanık olmamız gerekmektedir; öyle ki kendimizi insanların ya da dindar dünyanın önünde yüceltmek için doğal yeteneklerimizi ya da ruhsal armağanlarımızı kullanmayalım. Korint kentindeki imanlılar ne yazık ki bu tuzağa düştüler ve ruhsal armağanlarını kendilerini dünyanın önünde yüceltmek için kullanmaya başladılar. Pavlus’un bu durumda onlara şunu söylemesi gerekli oldu: “Zaten tok ve zenginsiniz … krallar olmuşsunuz.” (1.Korintliler 4:8) ve Pavlus bu şekilde hareket ettikleri için onları mahkum eder. Eğer Mesih’in bu dünyanın olayları için harekete geçmesi ve onlara katılması için zaman henüz gelmedi ise o zaman öğrencileri için de bu zamanın henüz gelmemiş olduğundan kesinlikle emin olabiliriz. Eğer Rabbin onayının bilincine sahip isek o zaman dünyanın – dini, sosyal ya da siyasi – onayının ardından gitmeyiz ya da bu onayı arzu etmeyiz.

Ancak bu dünyadan olan kişiler için “zamanları her zaman hazırdır.” Eğer dünyayı ve dünyanın değerlerini sever isek o zaman dünya bizi sevecektir. Eğer dünya hakkında dünyanın konuştuğu gibi konuşur isek o zaman dünya bizi dinlemek için her zaman hazır olacaktır. Eğer bu dünyaya ait olmayan biri bu dünyanın kötülüğü hakkında bir tanıklıkta bulunur ise o zaman dünyanın nefretine uğrayacaktır. Rabbimizin durumunda bu böyle olmuştur; ayrıca, dünyanın nefret ettiği Mesih’in kendisidir. Bir imanlı Mesih’e ne kadar çok benziyor ise dünyanın nefretini o kadar çok uyandıracaktır. (Yuhanna 15:18-19)

Rab, bu dünyadan olmadığına tanıklık ettikten sonra bayrama gitti (ayetler 10-13). Ama “açıktan açığa değil, gizlice gitti.” Rabbin’ Yeruşalim’e gitmesinin nedeni dünyaya ait olanların içinde yer almak değil idi; ama O’nun amacı bu dünyadan olan kişileri dünyadan dışarı çıkartarak kendisine çekmek idi. Bu dünyada olan ama bu dünyadan olmayan Rabbin bu davranışı insanlar arasında kendisi ile ilgili “bir çok laf fısıldanmasına” neden oldu. Bazıları O’nun için “halkı saptırıyor” derken bazıları ise “Hayır, O iyi adamdır” diyorlar idi. Diğerleri ise O’nun insanları aldatan biri olduğunu söyleyerek O’nu hor gördüler.

Rabbin dünyanın onayını kazanmak için kendi kudretli gücünü kullanmayı reddetmesine ve henüz zamanı gelmediği için dünyanın olaylarına karışmayı kabul etmemesine rağmen yine de öğretiş vermeye devam ettiğini görüyoruz. Bayramın yarısı geçmişti ve “İsa tapınağa gidip öğretmeye başladı.” (ayetler 14-16) Bunu izleyen ayetlerde O’nun öğretişi ile ilgili çok önemli bilgiler elde ederiz.

Yahudiler O’nun verdiği öğretişlere şaşırıyorlardı: “Bu adam hiç öğrenim görmediği halde nasıl bu kadar bilgili olabilir?” Çünkü İsa onların okullarında hiç bir zaman öğrenim görmemiş idi. Bu durum Rabbin tüm öğretişi açısından kendisi için bir denenme teşkil etmekte idi. O’nun öğretişinin kaynağı ne idi? Öğretişi insandan mı yoksa Tanrıdan mıydı? Rabbin öğretişi gerçek idi. Ve öğretişinin kaynağı O’nu gönderen Babadan geliyor idi. Karşılaştığı hiç bir durum Rabbi “Gönderilmiş Olan” konumundan saptıramadı. Eğer o bayrama gitti ise amacı öğretişini ortaya koyarak insanlarda bir hayret uyandırmak değil, ama kendisini gönderen Kişi’ye tanıklık etmek idi.

Ayrıca doğru öğretiş onu işiten kişi için bir denenmedir. Eğer Rabbin öğretişi gökten verildi ise o zaman kabul edilmesi için canın doğru bir konumunu talep edecektir. Babanın isteğini yerine getirmeye hazır olmak kişiyi Tanrının ne olduğunu fark etmeye hazırlar. Eğer bilmek istiyor isek o zaman yapmaya da hazır olmamız gerekir. Gerçeği kör eden en etkin şey isteklerimizin işleyişidir. Eğer O’nun isteğini yerine getirmekten başka bir arzumuz olmasa idi o zaman gerçek bizim için ne kadar basit ve yürüyeceğimiz yol ne kadar ne kadar net olur idi. Ayrıca, gerçek öğretişin onu söyeleyn kişiyi de denemesi söz konusudur. Konuşan kişi gerçeği söyler iken kendisini yüceltmeyi mi istemektedir yoksa kendisini göndereni mi yüceltmek istemektedir? Eğer bir insan kendi yüceliğinin peşinden gidiyor ise, gerçeği söylüyor olsa dahi motifi asla saf değildir. Öğretişi ile yalnızca tanrının yüceliğini arayan kişi” doğrudur ve onda haksızlık bulunmaz.”

Böylece hem öğretiş (ayet 16), hem işiten kişi (ayet 17)ve hem de konuşan kişi (ayet 18) için bir deneme söz konusu olmaktadır. Rabbin durumunda öğretiş mükemmel idi, Öğretmen mükemmel idi; hata O’nun öğretişini dinleyen kişilerde idi.

19-20.ayetler kendilerini gerçeği kabul edemez durumda bırakan ulusun içinde bulunduğu dehşet verici durumu açığa çıkartırlar. Halk asla yerine getirmediği yasa ile övündü. Ama yine de Musa’nın yasada hakkında yazmış olduğu Kişi’yi öldürmek istediler ve yasaya karşı gösterdikleri bu saygının sahte olduğunu sergilemiş oldular. Böyle yapmak ile Tanrının isteğini yapmak için hiç bir arzu duymadıklarını ve bundan dolayı da Rabbin öğretişi ile ilgili bilgisizliklerini kanıtlamış oldular. Öyle görünüyordu ki Yeruşalim’e bayram kutlamak için gelmiş olan bu kişiler önderlerinin Rabbi öldürmek istediğinden haberleri yok idi. Yine de tüm bunlara rağmen halkın arasına katılmayı reddeden ve yalnızca Rabbin yüceltilmesini arzu eden Kişi’yi içinde bir cin var diyerek suçladılar.

İşte dünya böyledir! Dünyanın işlerine katılmayı reddetmek, kendi yüceliğinin peşinden gitmeyi arzu etmemek ve yalnızca Rabbin yüceliğini istemek dünyanın gözünde yalnızca doğaya ve insanlığa karşı olmak ile suçlanmaz ama aynı zamanda şeytani olarak görülür.

21-24.ayetler Rabbin bu vahşi ve iğrenç suçlama karşısında sessiz kaldığını yazarlar. Ama Rab yine de onları ahmaklıkları ve ikiyüzlülükleri nedeni ile suçlamaktan çekinmez. Şabat günü hasta bir adamı iyileştirerek iyi bir iş yaptığı için O’nu suçlar iken Şabat günü sünnet işini yaptıkları için aslında kendilerini suçlamış oldular. Rab daha sonra onların bu yanlış yargılarının kökeninde yatan nedeni ortaya koyar. Onlar dış görünüme göre ve tanrısal rehberlik almaksızın yargılamışlar idi. Doğru yargıya ancak Tanrının isteğini aramak yolu ile varılır.

Rabbin yaptığı bu sade konuşma önderlerin O’nu öldürmek amacı ile aradıklarını bilen Yeruşalim halkında şaşkınlık yaratır. (ayetler 25-27) Acaba önderler O’nun gerçekten “beklenen Mesih” olduğuna inanmaya başlamış olabilirler miydi? Önderlerin vardıkları sonuç ne olur ise olsun Yahudilerin kendileri açıkça şöyle konuşuyorlar idi: “Ama biz bu adamın nereden geldiğini biliyoruz.” Yahudiler O’nu yalnızca hor görülen Nasıra kentinden gelen bir Celile’li olarak görüyor ve kendi geleneksel düşüncelerine göre konuşarak şu sözleri söylüyorlar idi: “Mesih geldiği zaman O’nun nereden geldiğini kimse bilmeyecek.”

Rab verdiği yanıt ile (ayetler 28-29) onlara geleneksel bu düşüncelerinin hatalı olduğunu belirtmekte gecikmez. Ve aynı zamanda onlara kutsal yazılara uygun olarak Beytlehem’deki Bakireden doğmuş olduğunu da hatırlatır. Bu tür gerçekler ne kadar ikna edici olurlar ise olsunlar Yahudilerin düşüncelerini değiştiremedi ve onların imansızlıklarını yok edemedi. Oysa O’nun Tanrısal bir Kişi olduğuna ve gerçek Olan tarafından gönderildiğini kanıtlamak için yeterli belirti verilmiş idi. Rab bu konu ile ilgili sözlerine şunları ekledi: “Beni gönderen gerçektir. Siz O’nu tanımıyorsunuz.”  İşte Mesih’e karşı gelmelerinin tüm sırrı bu konuda gizli idi. Yahudiler Tanrıyı tanımıyorlar idi. Kendi isteklerinin ve kendi yüceliklerinin peşinden gittikleri için zihin ve yüreklerini karanlık bürümüş idi ve bu yüzden Tanrı konusunda bilgisiz kalmışlar idi. Bu acı gerçek ilk günaha düşen insandan bu yana her zaman aynı kalmış ve ne yazık ki değişmemiş idi. Kendini yüceltmenin peşinden giden ve kendi isteğini yerine getirmek isteyen bir imanlı bile kaçınılmaz olarak Tanrının düşüncesine sahip olamaz. Kendi yüceliğini aramayan ama yalnızca kendisini Gönderen’in yüceliğini ve isteğini arayan Rab mümkün olabilecek en kesin şekilde şu sözleri söyleyebilir: “Ben O’nu tanırım çünkü ben O’ndanım ve beni O gönderdi.”

30-31.ayetlerde gördüğümüz gibi Rabbin sözleri kendisini dinleyenlerin üzerinde iki yönlü bir etkiye sahip idi. O’nun sözlerinin bazı kişiler üzerindeki etkisi şöyle oluyor idi: yüreklerindeki nefret öylesine dışa vuruyordu ki “O’nu yakalamak istiyorlar idi.” Ama bazı Yahudiler ise şu soruyu soruyorlar idi: “Mesih gelince bunun yaptıklarından daha mı çok mucize yapacak?”

Halkın Mesih ile ilgili sözlerini işiten Ferisiler Mesih’e karşı artık harekete geçilmesinin gerekli olduğuna ikna oldular. Bu neden ile “Baş kahinler ve Ferisiler O’nu yakalamak için görevliler gönderdiler.” (ayet 32)

Ama Mesih’ten kurtulmak için gönderdikleri bu çabalar gereksiz idi çünkü Rab 33-34.ayetlerde şöyle der: “Kısa bir süre daha sizinleyim ve sonra beni gönderene gideceğim.” Sonuç Yahudi ulusu için korkunç olacak idi çünkü Babası ile sahip olduğu yeni yerinden söz eden Rab onlara şu sözleri söyler: “Benim bulunduğum yere siz gelemezsiniz.” Yeryüzündeki insanların yanına geldiği zaman Mesih’e sahip olmayan kişiler O’nun gökte Baba ile sahip olduğu yeni yerinde asla O’nun ile birlikte olamayacaklar idi.

Mesih’in gökten gelmiş olduğunu reddeden Yahudiler’in O’nun göğe geri döneceğine iman etmeyecekleri doğal bir sonuç idi. Yahudiler bu yüzden 35-36 ayetlerinde aralarında şöyle tartıştılar: “Bu adam nereye gidecek de biz O’nu bulamayacağız? Yoksa Grekler (öteki uluslar)arasında dağılmış olanlara gidip Greklere (öteki uluslara) mi öğretecek?” Ancak tüm bu duydukları onların düşüncelerine öylesine yabancı idi ki O’nun sözlerini anlayamadıklarını itiraf etmek zorunda kaldılar.

Rab Tanrı konusundaki bilgisizliklerini tam olarak ortaya dökmüş olan ve kendisini reddeden bu kişiler ile artık konuşmaya devam etmedi. Yine de her şeye rağmen O’nun sözlerini reddetmelerini fırsat olarak kullanıp O’nun göğe alınması sonucu sağlanacak bereketin yeni karakterinden söz eder (ayet 37).

Bayramın son günü yeni ve göksel değerler açısından önem taşır. Levililer kitabından bildiğimize göre bayramın son günü sekizinci gün idi. Bayramın yedi günü Mesih’in egemenliği altındaki yersel değerlerin tamamından sembolik olarak söz etmekte idi. Sekizinci gün yeryüzünün dışında ve zamanın ötesinde bulunan bir bereket düzeni örneğine işaret eder gibi görünür. Bu yeni ve göksel bereket yüceltilmiş İsa ve yeryüzünde kabul edilmiş olan Kutsal Ruh aracılığı ile getirilecek idi. Ve bu yeni bereket Yahudiler ile sınırlanamaz idi: bu yeni bereket Mesih’e gitme ihtiyacını hisseden “herkes için” açık idi ve yeryüzündeki bin yıllık bereketten çok Kutsal Ruh tarafından armağan olarak verilecek olan daha yüce ve göksel bereketlere kapı açmış olacak bir bereket idi. Ayrıca, bu bereket diğer kişiler için de bir bereket kaynağı haline gelecek idi çünkü Rab imanlıya, yalnızca bireysel ihtiyacının karşılanacağını söylemek ile kalmaz ama aynı zamanda bu kısır dünyadaki diğer kişileri de tazelemek için “iman edenin içinden diri su ırmakları akacaktır” der.

Bölümün temel öğretişi budur – İsa’nın gökte bir İnsan  olarak yüceltileceği ve yeryüzündeki imanlılara verilecek olan Kutsal Ruh. Bunun anlamı şudur: reddedilen Mesih tüm dünya üzerinde egemenlik sürecek ve yersel vaatlerin yerine getirilmesi gelecekteki bir güne kalacaktır. Bu arada, Hristiyanlık sunulur.

Ama yine de burada gördüğümüz, bireysel imanlının bereketidir. Rabbin sözleri Kutsal Ruhtaki bir imanlı için nelerin mümkün olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek teşkil ederler. Bereket ile ilgili deneysel bilgimizin Kutsal Ruhun verdiği bilgiye dayanması gerekir. Ama yine de Kutsal Ruh ile dolu olan bir kişi için biçare bir dünyada bir bereket kasesi olmak mümkündür. Aynı kurumuş toprakta akan dereler gibi (Yeşaya 44:3)!

Ne üzücüdür ki 40-44.ayetler bu harika sözlerin onları işitenlerin vicdanlarına ulaşmamış olduğunu açık bir şekilde gösterirler; yine de halk arasında spekülasyona neden olan bir izlenim görmekteyiz; pek çok kişi, “gerçekten beklediğimiz peygamber budur” dedi. Bazıları ise, “bu Mesih’tir” diyorlar idi. Başkaları ise, “Olamaz, Mesih Celile’den mi gelecek?” dediler. Tanrısal konularda insani spekülasyonlar her zaman hatalıdır. İnsanlar Tanrının birleştirmiş olduğu gerçekleri ayırdılar ve Peygamberin ve Mesih’in ayrı Kişiler olduklarını düşündüler. Ayrıca boş spekülasyonlar dış görünüm tarafından kolayca aldatılırlar. Bu neden ile onlar Rabbimiz Celile’den gelmiş olduğu için O’nun Davut’un tohumundan olmadığını ve Beytlehem’de doğmadığını düşündüler.

Deneyimli bir vicdan bir ihtiyaç duygusu uyandırır ve kişiyi İsa’nın lütufkar davetine yanıt vermeye çağırır idi. “Bir kimse susamış ise bana gelsin ve içsin.” Mesih hakkında o dönemde yapılan spekülasyonlar o günden bu güne kadar gerçek imanlılar arasında da “İsa’dan dolayı ayrılık doğurdu.”

Olay yalnızca spekülasyon ile kalmadı ve O’nu yakalamak isteyen kişilerin yüreklerinde nefrete de yol açtı. Ama O’nun zamanı henüz gelmemiş idi bu neden ile “hiç kimse O’na elini bile süremedi.” Bölümün başlangıcında O’nun halk önündeki hizmeti için henüz zamanı gelmemiş idi ve şimdi burada ise çarmıha gerilmek üzere insanların eline teslim edileceği zamanının gelmemiş olduğundan söz ediliyor.

45-53.ayetlerinde hem görevlilerin hem de Nikodemus’un vicdanları aracılığı ile bazı davranışlar gösterdiklerini öğreniriz. Görevliler, yalnızca Rabbin sözlerindeki ağırlığı hisseden doğal vicdanları ile hareket ettiler; O’nun sözleri kendi öğretmenlerinin sözlerinden çok farklı idi. O’nun sözlerinin gücüne yaptıkları tanıklık nedeni ile Ferisiler tarafından O’na aldanmak ile suçlandılar. Nikodemus O’nu ziyarete gittiği zaman iman etmemesine rağmen Ferisiler’e yasa ve yasada söylenenler ile ilgili yorum yapma cesaretini gösterdi. Yasa, bir adamı dinlemeden ve ne yaptığını öğrenmeden onu yargılamanın yanlış olduğunu söyler ve Ferisiler’in bu tür davranışlarını yasaklar. Ve daha sonra kendisinin de O’nun Celileli izleyicilerinden bir olduğunu ifşa eder. Burada ima edilen O’nun dinlenmeden ve ne yaptığı öğrenilmeden yargılanmasının yanlış olduğudur. O, Celile’den gelmiştir ve bu yüzden bir Peygamber olduğu kabul edilmez; çünkü Ferisiler Celile’den peygamber çıkmayacağını söylerler. İnsanların Ferisilere bu tür zayıf bir şekilde karşı çıkmaları düşmanlık dalgalarının büyümesine engel olmaz; O’nun zamanı gelene kadar insanlar hiç bir şey yapamazlar. Bu nedenle bölümün son ayetinde şunları okuruz: “Bundan sonra herkes evine gitti.” Ama Rab evine değil, ıssız yolunu izlemeye gitti; “İsa ise zeytin dağına gitti.”