DERS IV

Günahlarımıza İlişkin Müjde

Bölümler 3:21-5:11

Şimdi büyük bir rahatlama duygusu ile insanın günahı hakkındaki üzücü ve utanç veren öyküden Tanrının Müjdede anlatılan harika lütfuna geçiyoruz; Müjde yani, ilk günah sonucu gelen enkaza sağlanan tanrısal çözüm! Ve iyi haberin bu sunumu iki bölüm halinde yapılır: ilk bölüm müjdeyi  günahlarımız konusu ile ilgili olarak sunar ve bu konu işlendikten sonra sıra ikinci bölüme yani bedende bulunan günaha, bir başka deyiş ile günah ilkesine gelir; bedendeki günah kurtulmamış ve yeniden doğmamış insanı yöneten dünyasal zihin ile ilgilidir. Birinci konu, 3:21’den 5:11’e kadar olan ayetler kapsamında tam olarak işlenir ve biz şimdi bu konuyu gözden geçireceğiz.

“AMA ŞİMDİ” – Elçi 3.bölüm 21.ayete bu ifadeyi kullanarak başlar ve bu ifade kararlı bir değişime uğrayan bir konuyu belirtmektedir. Şimdi insan ile ilgili her şey tam olarak ortaya konduktan sonra sıra Tanrının açıklanmasına gelir. Şimdi tüm insanlığın kanıtlanmış kötülüğüne karşı, “Tanrının doğruluğu gözler önüne serilir.” Tanrı daha önce “Kendi doğruluğunu getireceğinden” söz etmiş idi. Bu doğruluk, hiç bir şekilde insanın Tanrı için üretmesinin imkansız olduğu çaba ile elde edilen yasal bir doğruluk değildir. Bu doğruluk, “yasaya bağlı olmayan” bir doğruluktur, yani ahlak konusunda tanrısal olarak düzenlenmiş bir konuda insanın herhangi bir itaatinde tamamen ayrı bir doğruluktur. Bu doğruluk, Tanrının kötü insanlar için olan doğruluğudur. Ve bu konuda insan çabasına ya da girişimine bağımlı olmak hiç de bilgece bir davranış değildir.

Tanrının Doğruluğu, çok geniş bir önem taşıyan bir kavramdır. Burada söz edilen doğruluk, Tanrı tarafından sağlanan bir doğruluktur – Tanrının suçlu insanlar için Kendisini sorumlu kıldığı mükemmel bir konum! Eğer insanlar tamamen kurtulacaklar ise bunun adil bir şekilde yapılması gerekir. Ancak insanın bunu yapması kesinlikle mümkün değildir. Bu neden ile Tanrının hem adalet tahtının gerektirdiklerini yerine getirmesi hem de suçlu günahkarları tüm günahlarından aklayabilmesi için bir yol bulması gerekiyor idi. Tanrı doğasının özü bu aklamanın, adaleti ile tam uyum içinde sağlanmasını talep eder.

Ve bu konu başlangıçtan beri Tanrının düşüncesi idi. Tanrının bu düşüncesine “yasa ve peygamberler tarafından” tanıklık edildi ya da önceden bildirildi. Musa bu konuyu dikkat çeken bir güzelliğe sahip birkaç örnek ile belirtir. İlk ebeveynimizin örtünmüş olduğu hayvan derisinden giysiler, onları sunan kişiler adına kabul edilmiş olan kurbanlar; Tapınağın harikulade sembolizmi; tüm bunların hepsi iman ile Kendisine dönen günahkar için Tanrı tarafından sağlanan bir doğruluğun öyküsünü anlatırlar. Peygamberler de aynı öyküden söz ederler; günahlı insanı Tanrıya yaklaştırmak için ölecek olan Adil Kişi’nin gelişini önceden bildirirler. “Davut, “Beni mercanköşkotu ile arıt; paklanayım, yıka beni, kardan beyaz olayım” diye feryat ve dua eder. Yeşaya ise, “rab, bize doğruluk giysilerini ve kurtuluş kaftanlarını giydirdi, çünkü esenliğimiz için gerekli olan ceza O’na verildi, O’nun yaraları ile şifa bulduk” der. Yeremya ise, “O, Doğruluğumuz olan Rab diye çağrılacak” diye yazar. Tanrı, Hezekiel aracılığı ile, “sizi tüm günahlarınızdan temizleyeceğim” vaadinde bulunur. Melek Cebrail, Daniel’e, “Başkaldırıyı ortadan kaldırmak, günaha son vermek, suçu bağışlatmak ve ‘sonsuza dek kalıcı doğruluğu sağlamak’ sözlerini bildirir. Kutsal Kitapta yer alan kitapların en kısa olanlarını yazan on iki peygamber (minör peygamberler olarak anılırlar) de aynı konudan söz ederler ve hepsi de, tövbe edecek olan herkes için kurtuluşu sağlayacak Gelecek Olan’a işaret ederler; Gelecek Olan, insanoğlunun kurtuluşu için vurulacak Çoban haline gelen Rabbin Kendisi ‘dir. “Peygamberlerin hepsi O’nun ile ilgili tanıklıkta bulunuyorlar. Şöyle ki, O’na inanan herkesin günahları O’nun adı ile bağışlanır.” (Elçilerin İşleri 10:43)

Tanrının doğruluğu, iman aracılığı ile gelen bir doğruluktur; “işler aracılığı ile” değildir. İman, Tanrı’nın sözünü ciddiye almak ve O’nun sözüne güvenmektir. Tanrı, bu yüzden insana inanması gereken bir mesaj göndermiştir. Tanrı, herkese aleyhinde söylenecek söz olmayan ve kusursuz bir mesaj göndermiştir. Ancak bu Tanrı doğruluğu, yalnızca iman edecek olanlara verilecektir. Buradaki sözler hakkında bir sorgulama yapılır. Bazı editörler bu sözleri reddederler ama kesin gerçek ile ilgili hiç bir sorgulama yapılamaz. Tanrı herkese, karşılıksız olarak bu doğruluğu sunar. Bu doğruluk iman edenlerin hepsini ve yalnızca onları örten bir doğruluktur. Ve bu doğruluğa herkes aynı şekilde ihtiyaç duyar çünkü herkes günah işlemiştir. Bu konuda hiç bir ayrım mevcut değildir. Tanrının koyduğu standarda hiç kimse ulaşamamıştır. Herkes Tanrının yüceliğinden yoksun kalmıştır. Ancak Tanrı, insan çabasına bakmaz. Ve Kendi doğruluğunu insana bir armağan olarak verir. Bu neden ile şu sözleri okuruz: “İnsanlar, İsa Mesih’te olan kurtuluş ile Tanrının lütfu ile ve karşılıksız olarak aklanırlar.” (ayet 24)

Aklanmak demek, doğru ilan edilmek demektir. Yargıç, mahkumun lehinde karar verir. Bu durum, canın bir konumu ya da bir koşulu değildir. Bizler, yaşamımızda ve yüreğimizde doğru olduğumuz için aklanmayız. Tanrı önce aklar ve sonra da aklanmış olan kişiyi uygulamalı doğrulukta yürümesi için muktedir kılar. Bizler karşılıksız olarak aklanırız. ‘Karşılıksız’ sözcüğünün anlamı, ‘bedelsiz, nedensiz, yok yere’ demektir.

Aynı konuya Yuhanna 15:25 ayetinde de değinilir: “Benden yok yere (nedensiz) nefret ettiler.” İsa’nın yollarında ya da yaşamında kötü olan hiç bir şey yoktu ki insanların O’ndan nefret etmesi gereksin. İnsanlar O’ndan boş yere ya da nedensiz nefret ettiler. Gördüğünüz gibi, insanda Tanrının onu aklaması için gerekli olan hiç bir iyilik yok idi. İnsan, İsa Mesih’e iman ettiği zaman karşılıksız, hiç bir neden olmadan aklanır.

Bu aklanma, “lütuf-karşılıksız iyilik –“ aracılığı ile gerçekleşir. Lütuf, yalnızca hak edilmemiş iyilik anlamına gelmez. Lütuf, Tanrının iyiliğidir; ve bu iyilik yalnızca onu hak etmek için hiçbir şey yapmamış ya da yapamayacak olan insanlar için değil ama aynı zamanda bu iyiliğin tam aksini hak etmiş olan insanlara gösterilmiş olan bir iyiliktir. “Günahın çoğaldığı yerde Tanrının lütfu daha da çoğaldı.”

“Günah üzerinde artan egemen lütuf;
Canlar için kefaret etti; bu lütuf dibi olmayan bir derinliktir;
Bu lütfun uzunluğunu ve derinliğini kim söyleyebilir?
Canım, lütfun yüceliklerinde sonsuza kadar kalsın.”

Tanrının, belirtilen suçlu günahkarlara adil bir şekilde lütuf gösterebilmesi için adil ve tatmin edici bir temele sahip olması gerekir. Günah hoş görülemez. Günah için kefaret edilmesi gerekir. Ve gerekli olan bu durum, “İsa Mesih’te bulunan kurtarış aracılığı ile” sağlanmıştır. Kurtarış, bir geriye satın alma durumudur. İnsanın yolları kötü yaşamı nedeni ile ceza olarak hakkını kaybetmiştir. İnsan yargı altında kalarak satılmıştır. Kutsal Olan Mesih – ihlal edilmiş olan yasanın, üzerinde hiç bir talepte bulunamayacağı tek görkemli bir Kişi’de var olan Tanrı ve İnsan – suçlu isyankarın yerini aldı ve nihai cezayı ödedi, böylelikle iman eden günahkarı kendi kendisini satmış olduğu gazap ve lanetten kurtarmış oldu.

“O, ağaç üzerine asılarak benim cezamı üstlendi
Ve şimdi kefaret ödendi ve günahkar özgür kılındı.”

Ve ölmüş Olan şimdi tekrar yaşıyor ve O’nun Kendisi kalıcı kefarettir – kelimenin tam anlamı ile Tanrının, kefaret eden Mesih’in kanı aracılığı ile Tanrı ile buluşabileceği yer olan, Bağışlanma Kapağıdır (kefaret örtüsüdür) ve iman eden herkese kurtuluş sağlar. Elçi çok açık bir şekilde eski antlaşmanın ahit sandığı üzerindeki üzerine kan serpilen Bağışlanma Kapağını açıklar. Ahit sandığının içinde yasa levhaları var idi. Ve sandığın üstünde Bağışlanma Kapağını gölgeleyen yüce Keruvlar (Tanrının yüceliği ile birlikte görünen göksel varlıklar) bulunurdu; Tanrının tahtının temeli adalet ve yargı idi. Keruvlar, Tanrının yasasını ihlal edenlere karşı Tanrının adil gazabını infaz etmek için tahttan sıçramak için hazır dururlar idi. Ama Bağışlanma Kapağının üzerine serpilen kan, çarmıhta dökülen kana önek teşkil eden kandır. Adalet ve yargı artık hiç bir talepte bulunmazlar. “Merhamet, yargıya galip gelmiştir” çünkü Tanrının kendisi gerekli olan bedeli ödeyerek mahkumu satın almıştır.

Rab İsa, Adil ve Doğru Olan, bizi Tanrıya kavuşturmak için günahlarımız uğruna acı çekinceye kadar günah sorunu asla tam olarak çözüm bulmadı. “Boğalar ile tekelerin kanı günahı ortadan kaldıramaz.” Bu yüzden Eski Antlaşma kutsallarının hepsi, deyim yerinde ise “veresiye” kurtulmuşlardır. Ve şimdi Mesih öldüğü için artık hesap kapanmıştır ve Tanrı insanlar geçmiş yıllar sırasında iman ile O’na döndükleri zaman günahlarını göz önünde tutmayarak Kendi doğruluğunu ilan eder. Tanrı, 25.ayette bizim geçmişteki günahlarımıza işaret etmez. Burada sözünü ettiği çarmıhtan önceki çağlarda yaşayan imanlıların günahlarıdır. Ve Tanrı şimdi, bu zamanda- iş tamamlandığı için – Kendi Doğruluğunu ilan eder. Çünkü O, İsa’nın çarmıhtaki ölümü ve dirilişi aracılığı ile hem nasıl adil kalabileceğini ve aynı zamanda hem de İsa’ya iman eden Tanrısız günahkarları nasıl aklayabileceğini göstermiştir. Bu durum insanın kendisi ile övünmesini imkansız kılar. Bizler, günahlarımızın Kurtarıcımız için neye ml olduğunu anladığımız zaman utanç ve pişmanlık duyarız ve aynı zamanda bizim adımıza mükemmel bir şekilde iş gören harika Tanrı lütfunu kavradığımız zaman yalnızca O’nu sevinç ile överiz. İnsan çabası kurtuluşun doğasının özünün dışında kalır. Kurtuluş, iman aracılığı ile lütuf sayesinde gerçekleşir. Bu yüzden “insanın yasanın gereklerini yerine getirmek ile değil, iman yolu ile aklandığı” sonucuna varırız. Bu gerçek, yasayı ihlal eden Yahudileri olduğu kadar aynı zamanda yasaya sahip olmaya diğer ulusları da kapsar. Aynı müjde herkes için geçerlidir. Her şeyin Yaratıcısı Olan herkese eşit davranmıştır. O, sünnetli olanları törensel olarak değil, iman aracılığı ile ve sünnetsiz olan diğer ulusları da aynı şekilde iman aracılığı ile aklar.

Bu durumda yasa geçersiz sayılır ya da önemsenmez mi? Kesinlikle hayır! Yasa, kendisini ihlal edeni mahkum eder ve öç talep eder. Mesih’imiz dünyaya gelmiştir öyle ki, yasanın görkemi yerine getirilsin ve hem de aynı zamanda günahkarlar kurtulsun!

“Yasanın öcü, her şeye gücü yeten Mesih’in üzerine indi;
Bu öç ya da lanet tüm dünyayı cehenneme gönderebilir idi;
Mesih seçilmiş bir soy için laneti üzerine aldı ve böylece bizim Sığınağımız haline geldi.”

Dördüncü bölümde elçi İbrahim ve Davut aracılığı ile yasanın ve peygamberlerin tüm bunlara nasıl tanıklık ettiklerini göstermeye devam eder. İbrahim, Musa’nın ilk beş kitabı arasındaki yasa kitaplarının birinden örnek olarak alınmıştır. Davut ise Peygamberler kitapları ile bağlantılı olan Mezmurlar kitabından örnek verilmiştir.

O zaman İbrahim’in durumunda anlamamız gereken nedir? İbrahim, Tanrının önünde işleri aracılığı ile mi aklandı? Eğer böyle olmuş olsa idi, tanrısal onayı adil bir şekilde hak etmiş olduğunu söyleyerek kendisi ile övünür idi. Ama kutsal yazılar bu konuda ne söylüyor? Yaratılış kitabının 15:6 ayetinde bize söylenen şudur: “İbrahim Tanrıya iman etti ve imanı kendisine doğruluk sayıldı.” İşte elçinin burada vurguladığı ve çok net bir şekilde açıkladığı ilke tam olarak budur.

Kurtuluşu işler aracılığı ile kazanmak, Tanrıyı insanın borcuna dahil etmek olur idi. Tanrı o zaman başarılı işçiye onu kurtarma konusunda borçlanmış olur idi. Ve bu durum lütuf ile tamamen ters düşen bir durumdur. Merhamet gösterilen kişinin durumu şudur: “Çalışmayan ama Tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış olur.” Kişinin imanı, onun doğru olmasını sağlar. İbrahim bu gerçeğe tanıklık etmektedir. Ve Davut da aynı şekilde Mezmur 32’de yer alan şu sözleri ile Tanrının iyi işlerine bakmadan aklanmış saydığı kişinin mutluluğunu haykırmaktadır: “Ne mutlu suçları bağışlanmış ve günahları örtülmüş olanlara! Günahı Rab tarafından sayılmayana ne mutlu!” Mezmur’da kullanılmış olan İbranice “örtülmüş” sözcüğü “kefaret edilmiş olan” anlamına gelir. İşte, Müjde budur! Kefaret edilmiştir! Tanrı bu neden ile Oğlu’nda olan imanlının günahını saymaz, ama aksine o imanlıya Kendi Doğruluğunu verir.

Martin Luther, bu 32.Mezmur’u “Pavlus’a özgü bir mezmur” olarak adlandırmıştır. Bu Mezmur’da öğretilen şudur: insan çabası olmadan aklanma ile ilgili aynı görkemli öğretiş kesindir! Kişinin günahının sayılmaması ile kişiye doğruluk sayılması birbirine denktir ya da eşdeğerdedir. Hippo’lu Augustine bu sözleri bir levhanın üzerine yazdı ve bu levhayı ölmekte olan gözlerinin görebileceği şekilde yatağının ucuna yerleştirdi ve huzur buldu. On binlerce imanlı ve hatta daha fazlası suçlarının bağışlandığını ve günahlarına kefaret edildiğini bilmenin esenliğini ve sevincini yaşadılar; böylece Eski Antlaşma’da “örtülmüş” olarak tercüme edilmiş olan sözcüğündeki gerçek anlamını deneyimlediler.

Bu bereket yalnızca seçilmiş olan birkaç kişi için değil idi –ve değildir – bu bereket herkese sunulmuş olan bir berekettir. İbrahim bedeninde henüz antlaşmanın belirtisi olan sünnetten önce daha öteki ulusların toprağında yaşıyor iken imanı ona bu doğruluğu sağladı. Hristiyan vaftizinde olan durum gibi bu zaten gerçek olan bir şeyin gerçek bir mührü idi. İbrahim, aklanmış olduğu için kendisine sünnet olması buyuruldu. Yüz yıllar boyunca Yahudiler sünnete imandan daha fazla önem vermeye dikkat etmişler idi. İnsanlar her zaman görüneni görünmeyenden daha fazla yüceltirler.

İbrahim, “sünnetin babası” olarak anılır. Çünkü bu düzen onun aracılığı ile başlamıştır. Ama İbrahim yalnızca birebir anlamı ile sünnet edilmiş olan kişilerin babası değil ama aynı zamanda benliğe güvenmeyen, benliği zayıf ve yararsız olarak yargılamış olan ve İbrahim gibi yalnızca diri Tanrıya güvenen herkesin babasıdır.

Dünyanın mirasçısı olacağına dair İbrahim’e verilen vaat ona “yasa aracılığı” ile yani bir çabanın ödülü olarak ve itaat ettiği için kazanmış olduğu bir şey olarak verilmedi. İbrahim, egemen lütfun temelinde dünyanın mirasçısı oldu. Bu yüzden onun doğruluğu ve eğer inanıyor isek bizim doğruluğumuz “iman aracılığı ile verilen bir doğruluk” idi. Vaadin mirasçıları onu aynı iman ile kabul eden kişilerdir, aksi takdirde vaat tamamen geçersiz olur idi. Tanrı doğruluğu, koşulsuz bir vaat idi.

Yasa, itaat edildiği zaman bereketi ve itaat edilmediği zaman yargıyı ilan eder. Yasayı hiç bir zaman hiç kimse sürekli olarak her maddesine itaat ederek yerine getirmedi; getirmesi de imkansızdır! Bu yüzden “Yasa, gazaba yol açar.” Yasa lanetler!  Yasa bereketleyemez! Yani, yasa, suça, onun özel karakterini vermek amacı ile işlediği için günahı yoğun hale getirir; günah, bilinen yasayı, bilerek ihlal etmektir. Vaat, karşılıksız olarak verilmiş olanı kazanmanın aracısı olamaz.

Tohum –Mesih -aracılığı ile bereket vaadi, lütuf aracılığı ile gerçekleşsin diye ancak iman yolu ile geçerli olur. Bu neden ile vaat tüm tohum yani iman eden herkes için “kesindir”! İman etmiş olan herkes “İbrahim’in imanındandır.” Bunun anlamı şudur: İbrahim, doğal soy açısından bizim birebir anlamda babamız olmasa da Tanrının gözünde iman eden herkesin babasıdır. Aynı iman iman eden herkesi karakterize eder.

Tanrı diriliş Tanrısı’dır. Ve Tanrı, doğa güçsüz olduğu zaman çalışır. Örneğin, Tanrı, İbrahim ve Sara konusunda onlar doğal yoldan bir çocuğun anne ve babası olamayacakları bir yaşta iken çalışmıştır; Tanrı, gerçek Tohum olan Mesih’i ölümden dirilttiği zaman da aynı şekilde çalıştı; O’nu önce doğaya aykırı bir şekilde, bakire bir anneden dünyaya getirdi ve ikinci olarak da O’nu ölümden diriltti. İbrahim diriliş Tanrısına iman etti ve yerine gelmesi imkansız bir vaat gibi görünse de bu tanrısal vaat karşısında bocalamadı ya da şaşkınlıktan sersemlemedi! Tanrı imkansız olan şeyleri yapmaya bayılır! Ve vaat ettiği her şeyi yerine getirir! İbrahim bu gerçeğe tamamen ikna edilmiş olarak Tanrı’ya inandı ve bu imanı ona doğruluk sayıldı. Aynı şekilde bizler de Rabbimiz İsa Mesih’i ölümden dirilten Tanrı’ya iman etmeye çağrıldık – sınırsız lütuf aracılığı ile bizim suçlarımız için ölüme teslim edilen Rab İsa Tanrı’yı tatmin edecek olan işini tamamladı ve bizim aklanmamız için ölümden diriltildi! Ve O’nun diriltilmiş olması Tanrı’nın tatmin olmuş olduğunun kanıtıdır. Tanrısal adalet yerine geldi. Tanrı’nın kutsallığı haklı çıkartıldı. Yasa yerine getirildi ve tamamlandı. Ve bu neden ile iman eden günahkarın her suçtan aklanmış olduğu ilan edilmiş oldu. İşte dördüncü bölümde edilen tanıklık budur.

5.bölümün ilk on bir ayetinde bu konuyu sona erdiren harika bir özet yer alır. Her şey bu kadar net şekilde belirtildikten sonra görüyoruz ki “böylece iman ile aklandığımıza göre Rabbimiz İsa Mesih sayesinde Tanrı ile barışmış oluyoruz. İçinde bulunduğumuz bu lütfa Mesih aracılığı ile iman yolu ile kavuştuk.” Bazıları bunu şu sözler ile tercüme eder: “Barışalım.” Ancak bu tür bir ifade gerçekte yer alan tüm gücü zayıflatmaktan başka bir şey olmaz. Burada sözü edilen barışma bir zihin ya da yürek konumu değildir. Buradaki durum, bir zamanlar birbirlerine uzak olan iki kişi arasındaki değişen durumdur. Günah, Yaratan ve yaratık arasındaki ilişkilere zarar vermiştir. Her ikisinin arasında insanın tamir edemeyeceği bir uzaklık ya da bir uçurum meydana gelmiştir. Ama Mesih’in çarmıhında akan kanı aracılığı ile barış ve esenlik sağlanmıştır. Aralarında artık hiç bir engel kalmamıştır. Tanrı ile barışmak artık her imalının elde edebileceği kalıcı bir konum haline gelmiştir. Günah sorunu çözümlenmiştir. Eğer iki ulus savaş halinde ise aralarında barış yoktur. “Rab, ‘kötüler için esenlik yoktur’ der.” Ama Mesih, “barışı sağlamıştır.” Evet, “Mesih, bizim barışımızdır.” Bu gerçeğe iman ederiz ve Tanrı ile barıştık.

“Tanrı ile barışın tadını çıkartalım” diyebiliriz. Ama, “Tanrı ile barışalım” ifadesi, saçma bir ifadedir. Çünkü Mesih’in akan kanı sayesinde Tanrı ile barıştık. Bu konu çözümlenmiştir. Ve bu barışı biz değil Tanrı sağladı.

“Bu sonsuza kadar kalıcı barış Yehova’nın adı kadar kesindir;
Bu barış O’nun sarsılmaz tahtı kadar sağlamdır ve sonsuza kadar aynı kalacaktır.”
“Benim sevgim bazen azalabilir ve sevincim arada bir gelir ve yine arada bir gider,
Ama Tanrı ile barış sonsuza kadar hep aynıdır çünkü Yehova değişmez.
“Ben değişirim ama Yehova değişmez,
Mesih’im asla ölemez;
O’nun kanı ile mühürlenmiş olan bu dostluk asla değişmez;
Çünkü bu barış benim değil, O’nun gerçeğidir.”

Filipeliler mektubundaki 4:6 ve 7. Ayetlerde sözü edilen “Tanrının esenliği” bundan tamamen farklı bir şeydir. Burada yer alan konu deneyimlere bağlı olan bir konudur. Yüklerini, tüm yükleri taşıyan yüce Yük Taşıyıcısı’na yüklemeyi öğrenmiş olan herkesin kalıcı payıdır.

Bu farkı görebilmek ve onu iman yolu ile gerçekten kavrayabilmek çok büyük bir öneme sahiptir. Can, çarmıhta akan kan aracılığı ile sağlanan esenliğin sonsuz ve bozulmaz olduğunun farkına varıncaya kadar kişi nihai kurtuluşunun kesinliğini tecrübe edemeyecektir; bir kişinin deneyimi kişisel başarısızlığı ya da bu gerçeği kendisine mal etme konusundaki iman eksikliği nedeni ile farklılık gösterse de nihai kurtuluşun kesinliği değişmez!

Ama bu esenliğin temeli, benim düşünce ve duygularıma değil tamamlanmış olan kurtuluştur! İçinde bulunduğum bu lütfu tecrübe etmem için iman aracılığı ile bilinçli olmam gerekir.” Bu lütuf ve sonucu olan kurtuluş asla benim çabam ile sağlanmaz; ben, lütuf aracılığı ile kurtuldum. Ve aynı lütuf ile yoluma devam ederim. Ve yine lütuf aracılığı ile yüceltileceğim. Kurtuluş en başından en sonuna kadar tamamen ve yalnızca Tanrının sağlayışıdır. Bu neden ile kurtuluş, tamamen lütuftur.

“Kulaklarımızın şimdiye kadar işittiği ve bundan sonra işiteceği en tatlı ses, lütuftur.
Vicdan suçlandığı ve adalet söz konusu olduğu zaman korkularımızı defeden tek şey, lütuftur.
Lütuf bir zenginlik madenidir ve alçakgönüllü canlara ardına kadar açık olan bir kapıdır.
Lütuf, sağlığın egemen kaynağıdır ve büyük sevinç veren harika ötesi bir konudur.
Lütfu alana yücelik sağlanacak ve bizler O’nun ile birlikte egemenlik süreceğiz.”

Yücelik Kralı Rabbimiz İsa Mesih, Kendisine lütuf aracılığı ile yaklaşan herkese bu altın kurtuluşu sunmuştur.

Mektubumuzun beşinci bölümünün ikinci ayetinde bize lütuftaki konumumuz ve lütfa girişimiz hakkında bilgi verildiğine dikkat edin. Lütfa giriş, duruma değil konuma bağlıdır. Bu ifadelerin birbirlerinden özenli bir şekilde ayrılmaları gerekir. Filipeliler mektubunda “durumumuz” ile ilgili pek çok şey okuruz. Pavlus bu konu ile çok yakından ilgilenmiştir. O, tanrının çocukları hakkında asla korku ya da endişeye kapılmamıştır. Bu konunun sonsuza kadar kesin bir şekilde çözümlendiğinden emindir ve bu gerçeği vurgulayarak yazmıştır.

Sözünü ettiğimiz “konumumuz” şu yeni yere işaret eder: ben Tanrının tahtının önünde ve dirilmiş olan Mesih’in önünde yargının sonsuza kadar ulaşamayacağı ve yargının çok ötesinde bir yerdeyim ve bu yere Mesih’in kanı ile aklanarak lütuf aracılığı ile ulaştırıldım. Bu konum, canımın durumu ile ilgilidir; deneyimdir. Konum asla değişmez. Durum değişkendir ve Tanrı ile nasıl bir ölçü içinde yürüdüğüme bağlıdır. Konumum her zaman mükemmeldir çünkü Mesih’in kabul edilmiş olması aracılığı ile ölçülür. Ben, Mesih’te kabul edildim. “O nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz.” Ama benim durumum Kutsal Ruh’ta yürüyüşüme ya da benlikte yürüyüşüme göre iyi ya da kötü olacaktır.

Konumum bana aklanmış bir şekilde tapınmak için En Kutsal Yer’e bilinçli olarak girmem ve lütuf tahtına dua ile yaklaşır iken cesur olabilmem için gerekli ünvanı vermiştir. Tanrı, eski antlaşma döneminde kesin olarak şu sözleri söylemiş idi: “Uzakta kalın ve uzaktan ibadet edin.” Yasal antlaşma yürürlükte iken kabul edilme söz konusu değil idi. Tanrı gizlide idi ve perde henüz yırtılmamış idi. Ama şimdi her şey farklıdır ve bizlere “ yüreklerimiz serpme ile kötü vicdandan arınmış, bedenlerimiz temiz su ile yıkanmış olarak imanın verdiği tam güvence ile ve yürekten bir içtenlik ile Tanrıya yaklaşmamız” için ısrar edilir.

“Ve bizler de şimdi lütuf tahtına yaklaşıyoruz,
Çünkü Mesih’in kanı ve Baş kahinimiz Mesih lütuf tahtının sağındadır.
Böylece övgülerimiz ve dualarımız ile birlikte Tanrının kutsal yüzünü,
Sevinerek arıyoruz; ateşler çıkartan dağ ve o gizemli perde
Korkularımız ve suçlarımız ile beraber yok oldular;
“Kuzumuz yücelerdeki tahtında oturduğu” için vicdanımız artık asla tükenmeyecek
Bir esenliğe sahiptir!”

Bu neden ile Tanrının yüceliği umuduyla gerçekten sevinmekteyiz. Evet O’nun yüceliği bir umuttur – ama belirsiz bir umut değildir – ve bu umut kesin ve garanti olan bir umuttur çünkü bu umut Tanrının Mesihi’nin tamamladığı işi ve göklerde Tanrının sağında oturan Baş kahinimizin bizim için sonsuza kadar yaptığı aracılığını temel alır. Bu yücelik, iman ile aklanmış olan herkes için kesindir ve bu neden ile bizler Tanrı ile barışmış olmamızın esenliğine sahibizdir.

Ama bu yüceliğe erişmeden önce çölün kumlarında yürümüş olmamız gerekir. Bu çöl, bir denenme yeridir. Burada bu çölde bizler harika Tanrımızın sınırsız kaynaklarının neler olduğunu öğreniriz. Böylece sıkıntılar ile övünmek için güç alırız; bu sıkıntılar doğal insanın övündüğü şeylerden çok farklı olmasına rağmen Kutsal Ruh bize bu sıkıntılar ile sevinmeyi öğrenğreneceğimiz gücü sağlar. Sıkıntılar, buğdayı süprüntülerden ayırmak için var olan tanrısal randevulardır. Sıkıntı ve acılar içinde iken kendi hiçliğimizi ve bizi bu denenmeler sırasında taşıyan gücün yüceliğini öğreniriz. Bu dersleri gökyüzünde asla öğrenemez idik.

“Kırık yüreğe şifa veren dokunuş, göklerde asla hissedilmez.
Tanrının melekleri O’nun kutluluğunu ve Tanrının kutsalları O’nun sevgisini bilirler.”

Sıkıntıyı sonunda bereketlenmemiz için verildiğini ve eğer sıkıntının bizi çok seven Rabbimizin Kendisinden geldiğini bilerek kabul eder isek o zaman “sıkıntı dayanma gücünü yani sabrı yaratır.” Sabır ile dayanmanın sonucunda hoş kokulu imanlı deneyimi ortaya çıkar ve canımız Mesih’in bizi her koşulda nasıl harika bir şekilde destekleyebileceğini öğrenir. Ve deneyim umut çiçekleri açtırır; yüreği yeryüzünün değerlerinden ayırır ve yüreklerimiz umut ile beklediğimiz göksel değerler ile meşgul olmaya başlar.

İşte bu yüzden “umut utandırmaz çünkü Tanrının sevgisi bize verilmiş olan Kutsal Ruh aracılığı ile yüreklerimize bol bol dökülmüştür.” Romalılar mektubunda Kutsal Ruh’tan ilk kez bu ayette söz edilir. Ruh’un Kutsallığına dair birinci bölümde bu konuyu Mesih’in tamamladığı iş ve diriliş ile bağlantılı olarak okuruz. Ama can, Mesih’in tamamladığı işi fark etmek aracılığı ile huzur diyarına girinceye kadar Kutsal Ruh’un işi hakkında tek bir hece bile yazılmamıştır. Burada söz ettiğimiz bu konu çok büyük önem taşır. Ben içimde olup bitenler aracılığı ile kurtulmadım. Ben, Rab İsa’nın benim için benim yerime geçerek yaptıkları ile kurtuldum. Ancak Kutsal Ruh beni ancak müjdeye iman ettiğim zaman mühürler ve O’nun içimde konut kurmuş olması aracılığı ile Tanrının sevgisi yüreğime dökülmüştür.

“Yalnızca benim için kefaret eden cana güvenmeye cesaret eder etmez
Kutsal Ruh içimde konut kurdu, çünkü ben Tanrı’dan doğdum.”

Güvencemin temeli olarak içimde çalışan Kutsal Ruh’un farkında olmama güvendiğim takdirde çok büyük bir hataya düşmüş olurum. Güvence yalnızca müjdenin gerçeğinin sözü aracılığı ile mümkündür. Ama Kutsal Ruh’u iman ederek alırım. Sekizinci bölüm bu konu ile ilgili geniş bilgi içerir. Ve doğrulayıcı kanıtlar içerir. “Biz kardeşleri sevdiğimiz için ölümden yaşama geçtiğimizi biliyoruz.”

Bölümde, 6’dan 11’e kadar olan ayetler farklı bir bölüm oluştururlar. Bu bölümde daha önce olmuş olan her şeyin özetini okuruz. Ve elçi bir sonraki bölümde müjdenin ikinci özelliğini -GÜNAHIMIZ ile bağlantılı olarak- ele almaya devam eder.

Bizler güçsüz ve çaresiz idik, ama Tanrı, kendilerinde hiç bir çaba bulunmayan tanrısız günahkarlar için ölen Oğlu’nu lütfederek bizler için feda etti. “evet, biz daha çaresiz iken Mesih belirlenen zamanda tanrısızlar için öldü. Bir kimse doğru insan için güç ölür ama iyi bir insan için belki biri ölmeyi göze alabilir. Tanrı ise bizi sevdiğini şunun ile kanıtlıyor: Biz daha günahkar [ne doğru ne de iyi] iken Mesih bizim için öldü.” Ve böylece suçlu günahkarların Yerine Geçen Kişi oldu! Eğer sevgi, biz böylesine kaybolmuş ve kötü iken Oğlu’nu çarmıhtaki ölüme teslim ediyor ise o zaman biz Mesih’in kanı aracılığı ile aklandığımız için O’nun yargılanmamıza asla izin vermeyeceğini hiç bir kuşku duymadan kesin olarak bilebiliriz. “Mesih aracılığı ile gelecek olan gazaptan kurtarılacağız.”

Bu bölüm, içinde “çok daha kesindir” ifadesinin tam beş kez yer aldığı bölüm olarak da adlandırılır ve bu ifadenin ilkini 9.ayette buluruz. “Çok daha kesindir” ifadesi, tam olarak şu anlamı taşır: Tanrının Oğlu’nun kanı aracılığı ile her suçtan temizlendiğimiz için günaha karşılık olarak gelecek tanrısal öcün ya da adaletin tamamen ötesindeyiz ve bu aklanma sonsuza kadar kalıcı bir aklanmadır!

Bu ifadenin ikinci kullanılışını 10.ayette görmekteyiz: “Çünkü biz Tanrının düşmanları iken Oğlunun ölümü sayesinde O’nun ile barıştık ise barışmış olarak Oğlu’nun yaşamı ile kurtulacağımız çok daha kesindir!” Bu ayet ve kutlu Rabbimizin yersel yaşamının arasında bağlantı kuranlar ne kadar da kördürler! O’nun saf ve kusursuz kutsal yaşamı tek bir zavallı günahkarı bile asla kurtaramaz idi. O’nun günahlarımıza kefaret etmesi ölümü aracılığı ile oldu. Tanrının sevgisinin bile söylediği şudur: İsa’nın yaşar ilen yürüdüğü yollar insan yüreğindeki nefreti yalnızca daha da çok güçlendirdi. Düşmanlığı yok eden O’nun ölümü idi; O’nun benim yerime geçip benim için öldüğünü fark ettiğim zaman Tanrıyla barışmış olurum. Nefret ve düşmanlık duyguları içinde olan yalnızca ben idim. Tanrının benim ile barışmaya ihtiyacı yok idi ama barışmaya ihtiyacı olan ben idim. Ve bu ihtiyacımı karşılayan O’nun yaşamı değil, ölümüdür. Şimdi artık bu ihtiyaç tamamen karşılanmış olduğu için ben kesinlikle “O’nun yaşamı aracılığı ile kurtulacağımı” biliyorum. O, “Ben yaşadığım için sizler de yaşayacaksınız” der. Burada üzerinde durduğumuz konu elbette ki, O’nun diriliş yaşamıdır. “Bu neden ile O’nun aracılığı ile Tanrıya yaklaşanları tümü ile yani sonsuza kadar kurtaracak güçtedir. Çünkü onlara aracılık etmek için hep yaşamaktadır.” (İbraniler 7:25, sayfa kenarındaki çeviri)

Tanrının sağında oturan diri bir Mesih sonsuz kurtuluşun kefilidir. O, bizi savunmak için, yolumuza çıkan tüm denemelerden bizi kurtarmak için ve sonunda bizi Babamızın evine güvenlik içinde götürmek için sonsuza kadar yaşamaktadır. Bizler de O’nun yaşamına bağlı kılındık; ancak bu konu bölümün son kısmına ait bir konu olduğu ve kurtuluşun ikinci yönü ile ilgili olduğu için onu sırası geldiği zaman uygun bir şekilde inceleyeceğiz.

Zaman ve sonsuzluk konusunda güvence altında olduğumuz için “Bizi şimdi Tanrı ile barıştırmış olan Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile Tanrının Kendisi ile de seviniyor ve övünüyoruz.” (bakınız ayet 11) Kefaret bizden önce Tanrı içindir; kefareti öncelikle alıp kabul eden O’dur. Günahlarımız için bizim kefaret etmemiz gerekiyor idi ama bunu yapabilmekten aciz idik. Mesih Kendisini lekesiz ve kusursuz olarak Tanrıya sunması aracılığı ile bu kefareti bizim adımıza bizim için yerine getirdi. Böylece görüyoruz ki kefareti kabul eden Tanrıdır ve bizler yani bir zamanlar “düşmanlar” olan ve “kötü işler nedeni ile karanlık zihinlere sahip olan bizler barışmayı aldık ya da bize barışma sağlandı. Düşmanlık ortadan kalktı. Tanrı ile barıştık ve bizim sonsuza kadar kalıcı payımız olan Tanrı sayesinde O’nun ile seviniyoruz.

Kutsal Ruh’un bizi taşımakta olduğu görkemli son işte budur. Kurtuluşumuz tam ve kusursuzdur; hiç bir eksiği yoktur. Günahlarımız ortadan kalkmıştır. Bizler O’nun lütfu ve kanı aracılığı ile karşılıksız olarak aklandık. Tanrı ile barıştık ve bizi kurtaran Mesih ile sonsuzlukta kesin olarak karşılaşacağımız günü sevinçli bir güven duygusu içinde ve özlem ile bekliyoruz.

Diğer üç “çok daha kesin” ifadesi bir sonraki bölümde yer alır. Bu bölüme geldiğimiz zaman onları düzenli bir şekilde inceleyeceğiz.