Yasa’nın Tekrarı 34

Bu kısa bölüm Yasanın Tekrarı kitabı için esin ile yazılmış bir özet gibidir. Esini yazdıran Kutsal Ruhun elindeki aracının kim olduğu bize söylenmemiştir. Ama kutsal yazılara kendini adamış olan bir öğrenci için bu konu önem taşımaz. Biz bu kısa ya da özet bölümün kitabın kendisi ve Musa’nın diğer kitapları gibi (Pentatok)Tanrının sözünün yer aldığı Eski Antlaşma’nın ilk beş kitabına dahil olduğuna kesinlikle kanaat getirmiş kişileriz.

Hadrian Tapınağı, Efes
Hadrian Tapınağı, Efes

“Bundan sonra Musa Moav ovalarından Nevo dağına giderek Eriha kenti karşısındaki Pisga dağına çıktı. Rab ona bütün ülkeyi gösterdi. Dan’a kadar uzanan Gilat’ı, bütün Naftali’yi, Efrayim ve Manaşşe bölgelerini ve Akdeniz’e kadar uzanan bütün Yahuda bölgesini ve Negev’i, hurma kenti Eriha vadisinin Soar’a kadar uzanan ovasını. Sonra Musa’ya şöyle dedi: 2İbrahim, İshak ve ;Yakup’a ‘senin soyuna vereceğim diye ant içtiğim ülke budur. Ülkeyi sana gösterdim, ama oraya gitmeyeceksin.’ Böylece Rabbin sözü uyarınca Rabbin kulu Musa orada Moav ülkesinde öldü. Rab onu Moav ülkesinde Beytpeor karşısındaki vadide gömdü. Bu gün de mezarının nerede olduğunu kimse bilmiyor.” Yasanın Tekrarı 34: 1-6.

Çölde Sayım ve Yasanın Tekrarı adlı kitapları inceler iken yukardaki alıntıda kaydedilmiş olan çok ciddi ve cana boyun eğdiren gerçeğin üzerinde durma fırsatımızın olduğunu eklememizde yarar var. Bu yüzden bu son bölümümüzde pek fazla söz eklememize gerek duymuyoruz. Yalnızca okuyucumuza hatırlatmak istediğimiz bir nokta var: eğer okuyucumuz konunun tamamı hakkında tam bir anlayışa sahip olmak istiyor ise o zaman Musa’ya çift yönlü bir görünüm içinde yani resmi ve kişisel olarak bakması gerekmektedir.

Şimdi bu sevgili ve onurlandırılmış kişi Musa’ya onun resmi kapasitesi içinde baktığımız zaman onun İsrail topluluğunu vaat edilen ülkeye götürmeyeceğini net olarak görürüz. Musa’nın eylem alanı çöl idi; halkı, yazgıları olan mirasına ölüm ırmağından geçirerek yönlendirecek olan kişi o değil idi. Musa’ın hizmeti insanın Tanrının yasası ve yönetimi altındaki sorumluluğu ile bağlantılı bir hizmet idi. Ve bu yüzden halkı, vaadin sevincine asla Musa götüremez idi. Bu hizmet Musa’dan sonra önder atanan kişi için ayrılmış bir hizmet idi. Yeşu, dirilmiş Kurtarıcının bir örneği olarak Tanrının, halkını Şeria ırmağından geçirmesi ve onları Tanrı tarafından verilmiş olan miraslarına yerleştirmek için atanmış bir tanrısal aracı idi.

Tüm bunlar anlaşılması çok kolay ama aynı zamanda çok da ilginç konulardır. Ama Musa’ya hem resmi hem de kişisel olarak bakmamız gerekir. Ve bu noktada da onu çift yönlü bir görünüm içinde değerlendirmeliyiz, yani hem yönetim konusu açısından hem de lütuf objesi olarak! Bu önemli farklılığı asla aklımızdan çıkartmamamız ve hep göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu farklılık tüm kutsal yazılar boyunca devam eder ve Rabbin sevgili halkı ve O’nun en üstün hizmetkarlarının pek çoğunun tarihinde çarpıcı bir şekilde resmedilmiştir. Lütuf ve yönetim konusu okuyucunun en derin dikkatini talep eder. Araştırma ve incelemelerimizin çoğunda bu konu üzerinde defalarca durduk. Ama söylediğimiz sözlerin hiç biri bu konunun manevi önemini ve yoğun pratik değerini yeterince ortaya koyamamıştır. Bu konuyu hali hazırda Rabbin halkının dikkatini meşgul edebilecek olası en derin ve en önemli konulardan biri olarak görmekteyiz.

Musa’nın özlem ile beklemesine rağmen onun vaat edilen ülkeye girmesinin yasaklanmasının nedeni Tanrı yönetiminin katı kararı idi. Musa’nın ağzından dikkatsizce söylenmiş sözler çıktı. Meriva sularında topluluğun gözlerinin önünde Tanrıyı yüceltme konusunda hatalı davrandı. Ve bu yüzden Şeria ırmağını geçmesi ve vaat edilen ülkeye ayak basmasına engel olundu.

Sevgili imanlı okuyucu, bu konu üzerinde derin bir şekilde düşünelim. Bu konunun manevi gücünü ve pratik uygulamasını tam olarak kavradığımızdan emin olalım. Rabbin hizmetkarlarının en sevilen ve en değerlilerinden biri olan Musa’nın başarısızlığına ya da hatasına işaret eder iken elbette çok büyük bir dikkat ve şefkat ile davranmamız doğru olacaktır. Ancak bu hata bizim ondan öğrenmemiz ve ders almamız için burada kaydedilmiştir. Ve biz de bu yüzden bu konuda çok dikkatli davranacağız. Her zaman hatırlamamız gereken şudur: bizler de lütuf altında olmamıza rağmen aynı zamanda tanrı yönetiminin de özneleriyiz. Bu yeryüzünde ciddi bir sorumluluk taşıyarak bir yönetim altında bulunuyoruz. Evet, Babanın sınırsız ve sonsuza kadar kalıcı bir sevgi ile sevdiği çocukları olduğumuz gerçektir. Babamız bizi İsa Mesih’i sevdiği gibi sever. Bizler Mesih’in Bedeninin üyeleriyiz; seviliyoruz, paha biçilmez değere sahibiz ve Tanrının yüreğinin bize olan mükemmel sevgisi ile uyumlu olarak bakılıyor ve besleniyoruz. Bu noktadaki mesele bir sorumluluk ya da hata yapma konusu ile ilgili bir mesele değildir. Her şey tanrısal bir şekilde düzenlenmiştir ve tanrısal güvence altındadır. Ancak biz yine de tanrısal yönetimin özneleriyiz. Bu gerçeği, asla, bir an için bile gözden kaybetmememiz gerekir. Lütuf konusunda tek yanlı düşüncelere karşı uyanık olalım. Bizim tanrısal iyilik ve sevginin objeleri olmamız, Tanrının çocukları ve Mesih’in bedeninin üyeleri olmamız bizi tanrısal yönetime daha saygılı bir dikkate boyun eğmemiz için yönlendirmesi gereken bir durumdur.

İnsan ilişkilerinden bir örnek olarak kullandığımız zaman bu konu ile ilgili şu benzetmeyi ortaya koyabiliriz: Tanrının yönetimine Tanrının çocukları diğer kişilerden çok daha fazla saygı göstermeleri gerekir. Bunun nedeni onların Tanrının çocukları olmalarıdır. Ve Tanrı çocukları herhangi bir şekilde O’nun yasalarını ihlal eder ve yönetiminin saygınlığına hürmet etmezler ve bunun sonucunda hatalarından sorumlu tutulmazlar ise o zaman Tanrının yönetimi herkesin gözü önünde saygınlığını yitirir ve diğer kişiler de hatalı hareket ettikleri zaman hatalarından sorumlu tutulmayacaklarını düşünebilirler. Ve insan yönetiminde böyle bir durum olduğu takdirde herkes adaletsizliğe karşı çıkacaktır; insan yönetimindeki adalet önemli ise tanrı yönetimindeki adaletin ne kadar önemli olduğu çok daha kesindir. “Yeryüzündeki tüm halklar arasından yalnız sizi tanıdım. Bu yüzden suçlarınızı karşılıksız bırakmayacağım.” Amos 3:2. “Çünkü bu yargının Tanrının ev halkından başlayacağı an gelmiştir. Eğer yargılama önce bizden başlar ise Tanrının müjdesine kulak asmayanların sonu ne olacak? Doğru kişi güçlük ile kurtuluyor ise Tanrısız ve günahlı kişiye ne olacak?”  1.Petrus 4:17. Ağır bir gerçek ve ciddi bir soru! Bunun üzerinde derin bir şekilde düşünmemiz gerekir.

Ancak daha önce de söylemiş olduğumuz gibi Musa hem hem yönetimin hem de lütfun öznesi idi. Ve bu lütfun Pisga dağının tepesinde özel bir ışık ile parladığı bir gerçektir. Tanrının onurlu hizmetkarına Pisga dağının tepesinde Efendisinin huzurunda durması için izin verildi. Musa zayıflamamış gözleri ve tükenmemiş gücü ile vaat edilen ülkenin tümünü gördü. Musa’nın bu ülkeyi tanrısal bir bakış açısı tarafından görmesine izin verildi – gördüğü yalnız İsrail tarafından mülk edinen ülke değil idi, Musa Tanrı tarafından verilmiş olan ülkeyi gördü.

Ve sonra ne oldu? Sonra Musa uyudu ve atalarına kavuştu. Ama Musa güçsüz ve zayıf bir yaşlı adam olarak ölmedi; olgun erkekliğin tüm canlılık ve tazeliğine sahip olarak uyudu. “Ve Musa öldüğü zaman yüz yirmi yaşında idi ama ne gözleri zayıflamış ne de gücü tükenmiş idi.” Yasanın Tekrarı 34:7.

Çarpıcı bir tanıklık! Bizim düşmüş soyumuzda ender rastlanan bir gerçek! Musa’nın yaşamı her biri kırk yıldan oluşan üç önemli ve güçlü döneme ayrılmıştır. Musa, ilk kırk yılını firavunun evinde geçirdi, sonraki kırk yılı “çölün arka tarafında” geçti. Ve son kırk yılı ise çölde geçti. Hayran olunacak bir yaşam! Olaylar ile dolu bir öykü! Nasıl da eğitici! Nasıl da öneriler sunan bir yaşam! Başından sonuna kadar tüm verdiği dersler ne kadar da zengin! Bu tür bir yaşamı incelemek nasıl da derin bir ilginçliğe sahiptir! Çaresiz bir küçük bebek olarak derenin akıntısına bırakıldığı yerden, Rab ile birlikte durduğu Pisga dağının tepesine kadar geldi ve İsrail’in Tanrısının tüm mirasını zayıflamamış olan gözleri ile gördü. Musa’yı bundan sonra tekrar insanların ve meleklerin dikkatini çekebilecek olan muhtemelen en önemli konu hakkında İsa’nın yüceliğinin görüldüğü dağda onurlandırılmış hizmet arkadaşı İlyas ile birlikte “İsa ile konuşur” iken görürüz. Musa çok yüce iyilikler ile bereketlenmiş bir hizmetkardır. Ve Tanrının ellerinde harika bir kap ya da aracı olmuştur.

Ve şimdi de Tanrının bu çok sevdiği adamın tanrısal tanıklığına kulak verelim. “O günden bu yana İsrail’de Musa gibi Rabbin yüz yüze görüştüğü bir peygamber çıkmadı. Rab onu Mısır’da firavuna, firavunun görevlilerine ve tüm ülkesine bir sürü belirtiler ve şaşılası işler yapması için göndermiş idi. Musa İsraillilerin gözleri önünde güçlü, büyük ve ürkütücü işler yapmış idi.” Yasanın Tekrarı 34: 10-12

Rabbimiz Kendi sınırsız iyiliği ile Yasanın Tekrarı kitabı hakkında yapmış olduğumuz bu incelemeyi bereketlesin! Bu kitapta bulunan değerli dersler Kutsal Ruhun sonsuz kalemi ile yüreklerimizin levhalarına derin bir şekilde kazınsın ve karakterimizi teşkil etmek için uygun sonuçlar üretsin, davranışlarımızı yönetsin ve bu dünyadaki yolumuza şekil versin! Bu dünyadaki yolculuk günlerimiz sona erene kadar itaatin dar yolunun ardından itaat ile, alçakgönüllü bir ruh ve sağlam adımlar ile yürümenin ardından gitmeyi gayret ile isteyelim!

C.H.M.