İslam’a göre, peygamberlere duyulan ihtiyacın iki temel nedeni vardır: 1) insanlar zayıftırlar, ve 2) Tanrı yarattıkları ile ilgilenir. Ve insanları kendine geri çağırmak istediği için peygamberler gönderir. Bu yüzden, Tanrı’nın, dik başlı yaratığına gösterdiği egemen ilgiye duyulan inanç, peygamberlerin tanrısal mesajın taşıyıcıları oldukları inancına neden olur. Bu inanç İslam teolojisi içinde var olan doğal bir sonuçtur. Aslında, peygamberlere ve onların yazdıklarına duyulan inanç, İslam öğretişindeki beş koşuldan (şartından) iki tanesidir (diğerleri: Tanrı’ya, O’nun meleklerine ve Kıyamet Günü’ne inanmak).

Bu bölümde, peygamberlerin rolü ve önemi hakkındaki Müslüman anlayışını İsa üzerinde özel bir şekilde odaklanarak gözden geçireceğiz. Tanrı, ayetleri peygamberlere vahiy yolu ile verdiği için, aynı zamanda Müslüman düşüncesinin, Kutsal Kitap’ta da yer alan ayetleri ve Yahudiler’in ve Hristiyanlar gibi diğer ayetlerin sahibi olan kişileri nasıl gördüğünü de inceleyeceğiz.

Peygamberlerin Anlamı ve İşlevi

İslam teolojisinde İngilizce’deki “peygamber” sözcüğü ile aşağı yukarı eşdeğer olan iki özel sözcük mevcuttur. Kuran’a özgü resul ifadesi “gönderilmiş kişi” (Grekçe’deki apostolos sözcüğünün Arapça çevirisi) anlamına gelir ve Arapça nebi ifadesi, “Tanrı’dan insana bilgi taşıyan ve bildiri beyan eden kişi” (bu sözcük, İbranice’deki nabi, peygamber sözcüğü ile aynıdır) anlamına gelir. Bu iki ifade bazen birbirlerinin yerini tutacak şekilde kullanılırlar, pek çok Müslüman teolog, resul ifadesinin tanrısal Kutsal Yazılar verilerek gönderilen kişi anlamına geldiğini düşünürler, nebi ifadesini ise, Tanrı’nın mesajını belki daha küçük bir dinleyici topluluğuna söz ile duyuran ve daha önce gönderilmiş olan Kutsal Yazılar’a bağlı olan kişi olarak anlarlar. 1

İslam’da bir peygamberin kimliği hakkında yapılan temel vurgulama, peygamberin insani bir varlık olması gerektiği gerçeği üzerindedir. Ajijola şöyle yazar:

Kuran’a göre peygamber, insani bir varlık olmak zorundadır ve bundan dolayı Kuran, beden alma ya da bedendeki Tanrı öğretişini kabul etmez. İnsan nefsinin ıslahı, kendilerine Tanrısal isteğin açıklandığı insanlara emanet edilir, çünkü yalnızca bir insan diğer insanlara örnek olarak hizmet edebilirdi… Bedendeki Tanrı, yüzlerce ayartma ile karşılaşmak zorunda olan ve kolayca günah işleyebilecek insanlara bir örnek olarak nasıl hizmet edebilirdi? Oysa Tanrı için olası hiçbir ayartma mümkün değildir. 2

Cragg, belirttiği şu sözleri ile konuya, çok yarar sağlayan bir anlayış ekler: “İslam düşüncesine özgü peygamberlik kavramı, Beden alma kavramının dahil edilmemesi ve reddedilmesi gerektiği konusunda ısrarla talepte bulunur; oysa Hristiyanlar’ın görüşüne göre peygamberlik ‘Beden Alan Söz’ü’ derinleştirir ve doruğa çıkartır. Böylelikle, “İslam’da sözcülük etmek, bu dünyada Tanrı için yapılabilecek her şeyi kapsar.” 3

İnsani bir varlık olmanın yanı sıra, bir peygamber olmak için hizmet eden özellikler olarak başka önemli nitelikler de mevcuttur. Abdalati şunları yazar: “Tanrı’nın tüm peygamberleri iyi karaktere ve yüksek onura sahip kişilerdi… Peygamberlerin içtenliği ve dürüstlüğü, zekaları ve saygınlıkları, kuşkuya yer vermeyecek şekilde doğrudur. Günah işlemek ya da Tanrı’nın Yasası’nı ihlal etmek gibi hatalar yapmazlardı.” 4

Müslüman bilginler, peygamberlerin ya tamamen günahsız ya da en azından tüm büyük günahlar ya da hatalardan uzak oldukları görüşüne sahiptirler. Hatta bazı Müslümanlar peygamberlerde günah işleme gibi bir gücün var olmadığını dahi iddia ederler. Örneğin, klasik Müslüman bilgin İbn Haldun (d. 1406) şu iddiada bulunur: “Peygamberlerin niteliklerini belirten, kendilerine vahiy gelmeden önce hepsinin iyi, akıllı ve anlayışlı insanlar olduklarıdır, bu tür insanlar utanç verici eylemlerden ve murdar olan her şeyden uzak dururlardı.” İbn Haldun, bu durumun “peygamberlerin kusursuz oldukları anlamına geldiğine” inanır (ismet). Bu yüzden, peygamberler utanç verici olan şeylere üstün gelme konusunda içgüdüsel bir eğilime sahip gibi görünürler ve hatta bu utanç verici şeylerden doğuştan sahip oldukları tabiata iğrenç gelen şeylermiş gibi uzak dururlar.” 5

Peygamberlerin amaçlarının ne olduğu konusunda Kuran ve İslam teolojisi iki anlam taşıyan görüşlere sahiptirler: “Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği (tebliğini yaptığı) zaman, aralarında adalet ile hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez” (10:47). “Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan (Kötü’den) kaçının’ diye peygamber gönderdik” (16:36). “O, dereceleri hakkı ile yükseltendir, Arş’ın sahibidir. Buluşma günü hakkında (insanları) uyarmak için, iradesi ile ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi indirir” (40:15).

Yukarıdaki ayetlerde peygamberliğin önde gelen iki görünümü net bir şekilde ifade edilir. İlk görünüm, Tanrı’nın, halkını uyarmak için belirli her toplum için bir birey ortaya çıkardığı inancıdır. İkinci görünüm ise, her peygamberin aynı temel mesajı duyurduğuna ilişkin varılan Müslüman kanaatidir. Bu temel mesaj şudur: “İnsanları Tanrı’nın tek olduğu gerçeğini kabul etmeye, O’nun yasalarına boyun eğmeye ve bundan sonraki dünyayı düşünerek iyi işler yapmaya davet etmek. Kateregga şöyle yazar:

Adem’in soyundan gelen bazı doğru kişiler, Allah’ın öğretişinin ardından gittiler, ama diğerleri kötü eylemlere sürüklendiler. Allah’ı diğer tanrılar ve nesneler ile bir tutarak doğru rehberlikten ödün verdiler. Tanrı, insana doğru ve yapıcı rehberlik sağlamak için her halkın arasına peygamberler gönderdi. Tüm peygamberlerin duyurduğu temel mesaj aynıydı. Onlar, insana, Tanrı’nın tek olduğunu, iyi ve dindar bir yaşam sürmenin ödüllendirileceğini ve imansızlara verilecek olan korkunç cezayı öğrettiler ya da hatırlattılar. Tüm peygamberler, Allah’ın bu aynı mesajını (İslam) ilettiler. 6

Rahman, bu görüşü onaylar ve şu düşünceyi ileri sürer: “Tüm Elçiler, temelde aynı mesajı, yani yalnızca Kendisine hizmet edilmesi ve tapınılması uygun olan tek ve eşsiz bir Tanrı bulunduğunu vaaz etmişlerdir.” 7 Rahman, sözlerine şunları ekleyerek devam eder: “Farklı peygamberler, farklı insanlara ve uluslara, farklı zamanlarda geldiler. Bu mesajların tümü tek bir kaynaktan çıkar: ‘Ana Kitap’ (Levh-i Mahfuz)” (43:4; 13:39). 8   

Yukarıda belirtilen görüşleri kabul eden Abdalati, “İslam, Tanrı’nın İyi İsteğine ve Yararlı Yasası’na itaat etmeye teslim olmak anlamına geldiği ve bu teslim oluşun, Tanrı tarafından seçilen tüm elçilerin mesajlarının özünü teşkil ettiği için bir Müslüman Muhammed’den önce gelen tüm peygamberleri aralarında ayırım yapmaksızın kabul eder.” Bu nedenle, “bir Müslüman tüm bu peygamberlerin Müslüman olduklarına ve dinlerinin İslam, yani Tanrı’nın tek gerçek evrensel dini olduğuna inanır.” 9

Klasik İslam teolojisi, elçilerin gelişi ile ilgili olarak tüm bu peygamberler tarafından paylaşılan ortak göreve ek olarak, şu diğer işlevleri de tayin etmiştir. Orta Çağ döneminde yaşayan Müslüman bir bilgin, şu sözleri ile bu konuyu çok iyi özetlemiştir:

Elçi şu amaçlar ile gelebilir: 1) Yeni bir Yasa düzenlemek ve ondan öncekini iptal etmek; 2) Önceki bir Yasayı kısmen onaylamak ve kısmen iptal etmek için; 3) İnsanları kendisinden önce gelen Yasayı gözden geçirmeye çağırmak; 4) Tanrı’nın tekliğinin açıklanması ve kendisinin peygamberliğinin kabul edilmesini düzenlemek; 5) Ek yasal uygulamaları ve yapıcı yasaları ve aynı zamanda onların yerine getirilmelerini düzenlemek; 6) İnsanları, yaşadıkları dönemdeki bir peygamberin Yasasını uygulamaları için teşvik etmek. 10

Peygamberler Kimdir?

Müslümanlar’ın, Tanrı’nın peygamberleri olarak tarih boyunca kabul etmiş oldukları bu kişiler kimlerdir? Peygamberlerin tam sayısı Kuran’da belirtilmemiştir (40:78), ama bu sayı, her toplumun bir elçiye sahip olduğu inancını temel alır. Hadislerde peygamberlerin sayısından 124.000 olarak söz edilir. Kuran’da sözü edilen peygamberlerin çoğunun Kutsal Kitap’ta yer alan kişiler olmaları ilginçtir. Örneğin, 6:84-86 ayetlerinde Tanrı, İbrahim hakkındaki öyküyü tekrar anlattıktan sonra, şu beyanda bulunur: “Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nuh’u hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u da. İyilik yapanları da işte böyle mükafaatlandırırız. Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi Salih kimselerden idi. İsmail’i, Elyasa’yı, Yunus’u ve Lut’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini alemlere üstün kılmıştık.”

Bu listeye benzeyen bir başka listeyi 4:163-165 ayetlerinde okuruz:

Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyet­miştik. Davud’a da Zebur’u vermiştik. Daha önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Musa ile doğrudan konuştu. Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın.

Yukarıda belirtilen isimlerin yanı sıra Kuran’da aynı zamanda diğer başka peygamberlerden de isimleri ile söz edilir: Adem, Hud, Salih, İdris, Lukman, Zül-karneyn, Şu’ayb, Zu’lkif, Üzeyir ve son olarak, peygamberliğin mührü olarak Muhammed. Kuran’daki bazı bölümlerin belirsizliği nedeni ile Müslümanların birçoğu yirmi sekiz peygamber adından söz edildiğine inanırlar, 11 ama bazıları da bu isimlerden yalnızca yirmi beş tanesinin peygamberlere ait olduğunu kabul ederler. 12

Aynı zamanda Adem ve Üzeyir (Ezra) dışında kalan diğer isimler, Kutsal Kitap’taki karakterler ile hiçbir uyum sağlamamaktadırlar. Bazı bilginler bu isimlerin hepsini Kutsal Kitap’taki karakterler ile özdeşleştirmeye çalışırlar,13 ama yine de çoğu bu isimlerin bazılarının büyük olasılıkla Arap peygamberlere ve çevredeki komşu yörelerde yaşayan reformcular olduklarını kabul ederler.

Bu bölümün amacı, ya doğrudan Eski Antlaşma öykülerini temel alan ya da Yahudi apokriflerinden (Eski Antlaşma’ya bağlı olup İbranice metinleri bulunmadığı için herkes tarafından Kutsal Kitap’ın metnine dahil edilmeyen ve bazı kiliselerce kutsal kabul edilen bir takım kitaplar) uyarlanmış olan çeşitli Eski Antlaşma öykülerini yeniden anlatan Kuran’ın pek çok bölümünü ayrıntılı olarak tartışmak değildir. Ama yine de, Kuran’daki sekiz bölümden daha fazlasının başlıkları, Eski ve Yeni Antlaşma’daki karakterleri hatırlatırlar. Yusuf (Yakub’un oğlu) suresi, Kuran’da yer alan en uzun öyküdür. Musa, Kuran’da en çok sözü edilen peygamberdir. Davud ve Süleyman’dan otuz üçten fazla yerde söz edilir ve Nuh’un öyküsü yaklaşık otuz kez anlatılmıştır. 14

Peygamberler arasında, beş peygamber en önemli kabul edilenlerdir ve kendilerine ulu’l-Azim (kararlı ya da dayanma gücü olan kişiler) unvanı verilir. Bu beş peygamber şunlardır: Muhammed (Tanrı’nın elçisi), Nuh (Tanrı’nın vaizi), İbrahim (Tanrı’nın dostu), Musa (Tanrı ile konuşan) ve İsa (Tanrı’nın Sözü). 15 Bazı kişiler bu listeye altıncı kişi olarak Adem’i de (Tanrı’nın seçilmişi) dahil ederler. Yalnızca Kuran’daki kanıtlar temel alındığı zaman bile, İbrahim’in peygamberler arasında en üstün yere sahip olduğunun görüldüğünü söylemek güvenilir bir tutum olacaktır. Muhammed’in, Yahudiler ve Hristiyanlar ile olan ilişkisi bozulduğu zaman, İsa ve Musa figürlerini bırakarak İbrahim’e dönüş yaptı. Bu şekilde davranırken beklentisi şuydu: İbrahim’e, Müslümanlar’ın babası olarak başvurmak aracılığı ile İslam’ın üstünlüğünü göstermeyi ümit ediyordu. Kuran’da bu konu ile ilgili yer alan ifade şöyledir: “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslüman idi. Allah’a ortak koşanlardan da değildi” (3:67). Tüm bunlara rağmen İslam teolojisinde en büyük peygamber ve tüm peygamberlerin sonuncusu Muhammed idi. Aynı zamanda bu elçilerin her birinin tanrısal bir yazı getirdiklerine inanılır, ama Müslümanlar Nuh’a ve İbrahim’e vahyedilen kitapların artık mevcut olmadıklarına inanırlar.

Peygamberlerin Mesajı

Peygamberlerin öykülerinin ayrıntılarının çoğu Kutsal Kitap’taki anlatımdan oldukça farklıdır, ama buna rağmen Kuran’da yer alan öykülerin çoğunun konusu Kutsal Kitap’ta yer alan öyküler ile neredeyse aynıdır. Burada verilmek istenen önemli mesaj şudur: Tanrı, tarih boyunca, her halkın içinden bir peygamber ya da elçi çıkarmıştır. Peygamber, insanları Tek ve gerçek Tanrı’ya tapınmaya çağırır (çoğu zaman mucizevi işler yaparak görevinin Tanrı tarafından verildiğini doğrular). Ama yine de, çoğunluk genellikle peygamberi dinlemeyi reddeder ve üzerlerine sel, yangın ya da deprem gibi tanrısal yargılar getirirler, bu felaketlerin hiçbiri sadık olanların üzerine gelmez, onlar esirgenir, korunur ve ödüllendirilirler.

Peygamberlerin görevlerinin ve mesajlarının aynı olması İslam teolojisinde önemli bir rol oynar. İslam’a göre, ilk peygamber olan Adem ile başlayarak ve son olarak gönderilen peygamber Muhammed ile biterek, peygamberlerin tümü kırılmaz bir zincir halkası oluştururlar. Peygamberlerin hepsi tüm çağlar boyunca Tanrı’nın aynı temel mesajını vaaz etmişlerdir: Tanrı’nın isteğine boyun eğme; “İslam” sözcüğünün anlamı, boyun eğmektir. Örneğin, 2:136 ayetinde şunları okuruz: “Deyin ki, ‘Biz Allah’a, bize indirilene (Kuran’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz’” (aynı zamanda bkz. 2:132; 5:114).

İslam ve Diğer Dinler Arasındaki Gerginlik

Muhammed Arabistan’daki görevine başladığından beri, diğer inançlar ile arasında bir gerginliğe neden olmuştur. Açıklanmış olan tüm dinlerin teorik olarak bakıldığı zaman birbirlerine uygun olmaları gerekir, çünkü hepsi de kaynaklarını tek Tanrı’dan alırlar. Ama gerçekte, büyük dünya dinleri arasında ciddi boyutta farklılıkların bulunduğu da pek çok kişinin gözünden kaçmamıştır. Faruki, bu durum ile ilgili tipik bir analizi İslam bakış açısından yapar:

Eğer tüm peygamberler tek ve aynı mesajı ilettilerse, tarihteki tüm dinler neden ortaya çıktı? Tarihteki tüm bu dinlerin doğru olduğunu kabul eden İslam bu soruya peygamberlerin mesajlarında hiçbir farklılık olamayacağı yanıtını verir ve bu dinlerin hepsinin kaynağının tek, yani Tanrı olduğunu söyler… Ama, İslam’ın bu konuda öne sürdüğü şudur: yer ve zaman farklılıkları, bir kültürün kendisine yabancı başka bir kültürden etkilenmesi ve insana özgü kaprisler ve tutkular insanın gerçekten sapmasına yol açtı. Bunun sonucunda tarihteki dinlerin hepsi gerçek konusunda az ya da çok hatalar yaptı, çünkü hiçbir din kendisine ait açıklamanın orijinal metnini korumadı. 16

İslam konusunda inceleme yapan bir başka bilgin, benzer bir analizi şu ifadesi ile yapar: “Müslüman görüşüne göre, insanlığın başlangıcından beri var olmuş olan tek ve son bir din vardır… Dinler arasındaki farklılıklar, verilen açıklamalardaki farklılıklar nedeni ile değil, özel tarihi unsurlar ve özellikle farklı insanların peygamberlerinin temelde aynı olan öğretişlerini çarpıtmaları sonucu ortaya çıkar.” 17

Muhammed’in Mekke’de ilettiği mesajlar, Yahudiler ve Hristi­yanlar ile ilgili olumlu ifadeler içerir. Peygamber, Mekke’deyken Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın, kendisini tanrısal görevi ve Tanrı’nın birliği hakkındaki duyurusu ile ilgili olarak sıcak bir şekilde karşılamalarını bekledi. Ama her şeye rağmen zaman geçtikçe ve Muhammed, Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın çoğunluğu tarafından bir sahtekâr muamelesi gördükçe Muhammed’in bu insanlara karşı olan davranışı çarpıcı bir şekilde değişti. Ve Muhammed’in davranışlarındaki bu değişiklik, yalnızca Kuran’ın daha sonraki ayetlerine ve Yahudiler’e olan davranışlarına açıkça yansımak ile kalmadı, aynı zamanda İslam teolojisini ve kültürünü de önemli ölçüde etkiledi. Gerçeği söylemek gerekirse, bu durumun ardından ortaya bir Cihat (Kutsal Savaş) dahi çıktı (bkz. Bölüm 8).

Mekke’deki ve hatta Medine’deki bazı ilk açıklamalarda, Yahudiler’e ve Hristiyanlar’a yönelik çok dostane bir tutumun yer aldığını görebiliriz: “Şüphesiz, (Kuran’a) inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabilerden (her bir grubun kendi şeriatında) ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan ve Salih emeller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır’ (diye hükmedilmiştir)” (2:62). Aynı zamanda 29:46’da “İçlerinden zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel yoldan mücadele edin.”

Muhammed, Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından reddedildikten sonra, Kitap ehline karşı farklı bir tutum içine girdi: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçakgönüllüdürler” (5:54). “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır” (3:85). Kuran’da yer alan bir bölümden anlaşıldığına göre Muhammed’in Hristiyanlar’ı Yahudiler’den daha çok sevdiği hissedilir gibi görünmektedir. “(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onlara iman edenlerin sevgi bakımından en yakınının da ‘Biz Hristiyanlarız’ diyenler olduğunu mutlaka görürsün” (5:82). Ama Richard Bell’in de işaret etmiş olduğu gibi, “Hristiyanlar ile olan ilişki, Yahudiler ile olan ilişkinin sona erdiği gibi, yani savaş ile sona erdi. 18 Bu nedenle 9:29’da şunları okuruz: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimseler ile, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleri ile cizye’yi verinceye kadar savaşın.”

Kitap ehline, özellikle Yahudiler’e karşı bu tür bir davranış değişikliğinin nedeni Kuran’ın bakış açısına göre şöyle açıklanır: Kitap ehli, özellikle Yahudiler, Rab’den pek çok bereket almış olmalarına ve kendilerine, rehberlik eden pek çok peygamber verildiği gerçeğine rağmen, Rab’bin elçilerini sürekli reddettiler (4:155-61). Verilen çok canlı bir örnekte şunu okuruz: “Tevrat ile yükümlü tutulup da onun ile amel etmeyenlerin durumu, ciltler ile kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hali ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez” (62:5).

Yahudiler’e karşı yöneltilen garip bir suçlama vardır: Üzeyr’i (Ezra) Allah’ın bir oğlu olarak adlandırırlar (9:30). Hristiyan­lar’a karşı yapılan en belirgin suçlama, İsa’yı Tanrı ile eşit görmek gibi küfür niteliğini taşıyan bir şekilde yüceltmeleridir. Ayrıca, kendi aralarında çeşitli mezheplere bölündüler ve her mezhep, kendi bilinen Kutsal Yazıları’nın ışığını önemsemedi. Sonuç olarak, Tanrı’nın nihai elçisini reddettikleri zaman onun mesajının gerçekliğine gizlice kanaat getirmiş olmalarına rağmen, isyanları had safhalara vardı (3:110;  45:16-17; 5:14; 57:16).

Tanrı ile olan antlaşmaları Yahudi ve Hristiyanlar tarafından bozulduğu için Kuran şu iddiada bulunur: Tanrı, önceki iman topluluklarını (ümmet) bir kenara bıraktı ve buyruklarını şimdi yeni halkı olan Müslümanlar’a emanet etti. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz” (3:110; 6:89).

Önceki ümmetler ile ilgili bu düşünce değişikliği ile birlikte, aynı zamanda Kuran’ın daha önceki Kutsal Yazılar ile ilgili duyurularında da belirli bir değişiklik (kesin bir reddetme olmasa bile) meydana çıkarabiliriz. Örneğin, pek çok olayda, özellikle Mekke’de inen ilk surelerde Yahudi – Hristiyan Kutsal Yazıları’na “Tanrı’nın Kitabı,” “Tanrı’nın Sözü,” “insana bir ışık ve rehber,” “tüm konularda verilen bir karar,” “kolay anlaşılır Kitap,” “aydınlatma (el-furkan),” “rehberliği ve ışığı ile önceki Yasayı onaylayan müjde,” ve “Tanrı’dan korkanlar için bir rehber ve uyarıcı” gibi unvanlar verilmiştir. 19 Hristiyanlar’a, Tanrı’nın kendileri için hükmünün ne olduğunu bulmaları için kendi Kutsal Yazıları’na bakmaları söylenir (5:50), ve hatta Muhammed’in kendisine bile kendi mesajının doğruluğunu, Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın önceki tanrısal açıklamalarının içeriğine bakarak emin olması öğütlenmiştir (10:94).

Ama yine de diğer başka durumlarda, özellikle daha sonra Medine’de inen surelerde Kuran, önceki Kutsal Yazılar (özellikle Eski Antlaşma) ile ilgili daha az lehte bir görüş sunar, bunun nedeni Yasa öğretmenleri tarafından onlara empoze edilen tahrif iddialarıdır. Kitap ehli ve kendi Kutsal Yazıları’nı değiştirip bozmaları hakkında yapılan suçlamalar, Tanrı’nın sözünü gizlediklerine yönelik suçlamalardır (2:42; 3:71), kitaplarındaki mesajı tahrif ettikleri (3:78; 4:4), Kutsal Yazıları’nın hepsine inanmadıkları (2:85), ve kendi Kutsal Yazıları’nın gerçekte ne öğrettiğinden haberdar olmadıkları (2:78) ile ilgili olarak suçlanırlar. Bu suçlamaların çoğu tarihi çevre ve koşulları içinde Yahudiler’e karşı yöneltilmiş olmalarına rağmen, Müslümanlar ima aracılığı ile Hristiyanlar’ı da bu suçlamalara maruz tutmuşlardır. İslam tarihinde ve hatta çağdaş Müslümanlar arasında bile Kutsal Kitap, Yahudiler ve Hristiyanlar ile ilgili çeşitli çelişkili görüşler bulmamızın nedeni Kuran’daki öykülerin bu belirgin çatışmasından kaynaklanır.

Örneğin, ünlü reformcu Muhammed Abdüh (d.1905) şöyle yazar: “Kutsal Kitap, Yeni Antlaşma ve Kuran birbirleri ile uyum içinde olan üç kitaptır; dindar kişiler her üç kitabı da çalışır ve üçüne de eşit derecede saygı duyarlar. Böylelikle tanrısal öğretiş tamamlanmış olur ve gerçek din yüzyılar boyunca parlar.” 20 Bir başka Müslüman uzman ise, üç büyük dünya dini arasında şu şekilde uyum sağlamaya çalışır: “Yahudilik, Adalet ve Hakkı, Hristiyanlık, Sevgi ve Yardımseverliği; İslam, Kardeşlik ve Barışı vurgular. Ama aslında bu üç inanç arasındaki temel benzerliklerin ayrıntıların çok titiz bir sınanması içinde değerlendirilmeleri gerekir.” 21

Öte yandan, bu konuya en tipik İslami yaklaşım, Müslüman savunucusu Ajijola’nın yaptığı yorumlar ile karakterize edilir. Ajijola şunları yazar:

Eski Antlaşma’nın ilk beş kitabı, orijinal Tevrat’ı oluşturmazlar, ama Tevrat’ın bölümleri insani varlıklar ve Rab’bin orijinal rehberliği aracılığı ile yazılan diğer öyküler ile birbirlerine karıştıkları için Tevrat bu bataklık içinde kaybolur. Mesih’in dört müjdesi de benzer şekilde Peygamber İsa’dan gelen orijinal Müjdeler değillerdir… orijinal ve kurgu, Tanrı’dan ve insandan olan birbirlerine öylesine karışmışlardır ki, tohum samandan ayrılamaz. Gerçek şudur ki, Tanrı’nın orijinal Sözü, ne Yahudiler ne de Hristiyanlar tarafından korunmadı, ama Kuran tamamen korundu ve içinde yer alan en ufak bir noktası bile hiçbir şekilde değişmedi. 22

Yusuf Ali adındaki Kuran yorumcusu, Ajijola’nın görüşüne benzer bir bakış açısına sahiptir. Yeni Antlaşma ile ilgili olarak “Kuran’da sözü geçen İncil’in Yeni Antlaşma olmadığını” ileri sürer. “Hristiyanlar tarafından şimdi doğru olarak kabul edilen dört Müjde Yeni Antlaşma değildir. İslam öğretişine göre tek Müjde, İsa’ya açıklandı ve İsa da bu Müjdeyi öğretti. Bu Müjdenin parçalara ayrılmış kısımları doğru kabul edilen Müjde’de bozulmadan kaldılar ve diğer bazı kısımlarda bozulmadan kalanlar ise Müjde’nin yalnızca kalıntılarıydı.” 23

Kutsal Yazılar’ın Bozulması (Tahrif)

Bu tarz suçlamalar bizi, İslam öğretişindeki Yahudi-Hristiyan Kutsal Yazıları’nın tahrif edilmesi ya da bozulması konusuna getirir. Yukarıdaki bazı Kuran ayetleri temel alındığı ve daha da önemlisi, diğer Kutsal Yazılar’ın gerçek içeriği açığa çıkarıldığı zaman, Müslüman teologlar genelde iki farklı karşılığı formül halinde ifade etmişlerdir.

Nazir Ali’ye göre, “İlk Müslüman yorumcuları (örneğin, El-Tabari ve Er-Razi) değişikliğin tahrif bi’al ma’ni olduğunu, yani metnin kendisi değiştirilmeksizin metnin anlamının bozulduğu yorumunu yaparlar. Bu baskın görüş yavaş yavaş tahrif bi’al-lafz, yani metnin kendisinin bozulması şeklinde değişmiştir.” 24 İbn Hazm ve El-Biruni adlı İspanyol teologlar Müslümanlar’ın çoğunluğu ile birlikte bu görüşü desteklerler.

Bir diğer Kuran bilgini ise şu iddiada bulunur: “Kutsal Kitap’taki Tevrat, görünüşe göre Musa’ya bir açıklama olarak verilen saf, bozulmamış Tevrat ile aynı değildir, ama eski kutsal yazıların hangi ölçüde bozulduklarına dair soru hakkında üzerinde düşünülmesi gereken fikir çeşitlemesi vardır.” Diğer yandan, tebdil sorununu sistematik bir şekilde değerlendirme düşüncesi ilk kez, İbn Hazm adlı düşünüre aitti. İddia edilen şuydu: “Metnin kendisi değiştirilmişti ya da ağır ve sürekli bir şekilde ilerletilmişti (taghir), ve külliyat içinde kendilerine bir yer bulan ahlaksız öykülere dikkat çekilmişti.” Ancak İbn Haldun, metnin kendisinin ağır ve sürekli bir şekilde ilerletilmediğini, ama Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın Muhammed’in görevini ve İslam’ın gelişini duyuran ya da önceden bildiren bu metinleri yanlış yorumladıklarını ileri sürdü. Şimdi Müslüman bir bilginin Kutsal Kitap’a daha çok ya da daha az saygı gösterip göstermediği ve Kutsal Kitap’tan alıntı yapıp yapmayacağı ya da alıntı yaparsa nasıl yapabileceği onun tebdil ile ilgili özel yorumuna bağlı oldu. Örneğin, İbn Hazm, Eski Antlaşma’nın neredeyse tamamını sahte olarak niteler, ama Yahudiler’e ve dinlerine karşı kanıtlar olarak Beni İsra’il’in imanı ve davranışına ilişkin kötü haberler verildiği zaman, Tevrat’tan, büyük zevkle alıntılar yapar.” 25

Yukarıda belirtilen Yahudiler’e karşı yapılan suçlamalara ek olarak aynı zamanda Hristiyanlar’a ve onların Kutsal Yazıları’na karşı da doğrudan ve çeşitli suçlamalarda da bulunulmuştur. Suçlamalar şunlardır: 1) Metin ile ilgili tanrısal açıklamada bir değişiklik ile ağır ve sürekli bir ilerleme meydana gelmiştir; 2) Mesih’in beden alması, Tanrılığın üçlü birliği ve ilk günah hakkındaki öğretiş ile ilgili inanç konusunda verilen öğretişte hatalar yapılmıştır; 3) Kutsal törenler, tasvirlerin kullanımı ve diğer kilise yasaları gibi dini uygulamalarda hatalar yapılmıştır. 26

Aynı zamanda süreç içinde verilen açıklamalar ile ilgili İslam öğretişini esas alan Müslümanlar Kuran’ın önceki daha az tamamlanmış açıklamalarını tamamladığını ve hatta bir kenara koyduğunu iddia ederler. Müslüman bir teolog, bir Müslüman’ın Tevrat’a, Zebur’a (Davud’un Mezmurları), ve İncil’e (Müjde) inanması gerektiğini belirterek bu kanaati destekler. Ama daha sonra şu iddiada bulunur: “En seçkin teologların görüşüne göre” “kitaplar şimdiki durumlarında” “değiştirilerek bozulmuşlardır” ve sözlerine şöyle devam eder, “Kitapların en önemlisinin Kuran olduğuna inanılması gerekir…”

Kuran, Tanrı tarafından verilen kitapların sonuncusudur, kendisinden önce gelen tüm kitapları iptal eder… Kuranın değiştirilmesine ya da tahrif edilmesine izin verilmesi imkansızdır. 27

Bu konuda Müslüman teologlar arasındaki önemli bir diğer tartışma Kitap ehlinin sonsuz yazgısı ile ilgili tartışmadır. Ortalama Müslüman kitlesinin çoğunluğu “iyi insan” olan birinin sonsuz kurtuluşu hak ettiğini düşünse bile, bu konu hakkındaki tüm Kuran ile ilgili kanıtların nedenini izah etmek büyük bir belirsizliğin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Müslüman teologlar arasında Yahudiler ve Hristiyanlar, Muhammed’i gerçek bir peygamber olarak reddettikleri için genellikle imansızlar (kafirler) olarak görüldüler. Örneğin, tüm zamanların en çok saygı gören Müslüman yorumcusu olan Tabari’nin bile (d. 923), Kitap ehli ile çoktanrıcıları (müşrikler), eşit tutmaz ve Kitap ehlinin daha saygın olduğu görüşünü ifade etmekle beraber Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın çoğunluğunun, Muhammed’in gerçekliğini kabul etmeyi reddetmeleri nedeni ile imansızlık içinde bulunduklarını açıkça beyan eder. 28

Bu karışıklığa Mesih’in tanrılığı ile ilgili Hristiyan inancına karşı yapılan suçlama eklenir; Hristiyan inancı bağışlanması imkansız günah olan şirk koşma günahına bulaşmış bir inanç olarak görülür ve bu günah tüm Kuran’da yargı görür. Kuran’ın Hristiyanlar ile ilgili suçlaması, 5:72 ayetinde özel bir şekilde dikkat çeker: “Andolsun, ‘Allah, Meryem Oğlu Mesih’tir’ diyenler kesinlikle kafir oldu …Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”

Öte yandan, çağdaş Müslüman teologlarından Fazlur Rahman, “Müslüman yorumcuların büyük çoğunluğuna” karşıdır. Savunduğu fikir şudur: Kurtuluş, resmi olarak Müslüman imanına katılmak ile değil, Kuran’da belirtildiği gibi Tanrı’ya, ahiret gününe ve sevap işlemeye inanmak ile kazanılır. 29 Tartışma devam eder ve her Müslüman bireysel olarak bu konunun Kuran’daki kanıtları ile ilgili kendi anlayışı üzerinde bina edilmiş olan farklı bir yanında yer alabilir. Hindu, Budist ve Zerdüştler gibi diğer grupların kurtuluşu ile ilgili Müslüman düşüncesi değişiklik gösterir. Bazı Müslümanlar bu dinleri orijinallerinde İslam’a benzer ve Tanrı’dan olan dinler olarak görürler, ancak bu dinlerin artık orijinlerine sadık olmadıklarını düşünürler. Diğerleri bu dinleri en başından beri sahte olan dinler olarak görürler.

İslam’da Peygamber İsa

Peygamberler ile ilgili İslam görüşü hakkında hiçbir bölüm, özelikle Hristiyan okuyucu için İsa Mesih’in Müslümanlar tarafından nasıl anlaşıldığından söz edilmeksizin, tam olamaz.

Peygamberlerin Kuran ve Eski Antlaşma arasındaki görüşleri arasında (İslam’ın, peygamberlerin günahsız olduklarını iddia eden büyük bir istisna ile) genel bir fikir birliğine yer veren bazı alanların varlığına dayanarak İsa Mesih’in kişiliği hakkındaki görüşler arasında küçük ama önemli bir uygunluk mevcuttur. Kuran’a göre İsa yalnızca, Tanrı tarafından bir peygamber olarak seçilen ve İsrail halkına rehberlik etmesi için gönderilen bir peygamberdi.

Mesih’in Doğası

Kuran’ın, İsa’nın insan olmasını vurgulamasına rağmen, O’nu, pek çok konuda tarihte yer alan eşsiz bir peygamber olarak resmeder gibi görünmesi ilginçtir. Kuran’da İsa’dan tam on beş surenin doksan üç ayetinde söz edilir, İsa, toplam olarak doksan yedi ayette yer alır (kendisinden çoğu kez kısaca ve yalnızca peygamberler listesindeki bir ad olarak söz edilmesine rağmen). İsa, büyük bir İbrani peygamberi olarak görülür ve İbrahim ile birlikte yalnızca O’nun adı her peygamberler listesinde görülür. Kuran İsa’dan, “Mesih” (on bir kez kullanılmıştır) olarak, yani O’nu onurlandırıcı unvanlar kullanarak bahseder, örneğin, “Tanrı’nın Sözü”, ve “Tanrı’nın Ruh’u” (4:169-71), “Hak sözü” (19:34-35), “İnsanlara bir mucize,” ve “Tanrı katından bir rahmet” (19:21).

Yukarıdaki unvan ve eylemler, Hristiyan teolojisinde büyük öneme sahip olmalarına rağmen, Mesih’in tanrısal karakteri hakkında “bir Müslüman’a O’nun tanrılığının içeriğini tam olarak aktarmazlar”; bu noktanın üzerinde durulması gerekir. 30 Pek çok Hristiyan yazar, bazı Kutsal Kitap öğretişlerini Kuran aracılığı ile kanıtlama girişimleri nedeni ile, bu bölümlere gereğinden fazla anlam vermeye çalışmışlardır. 31 Ama eğer Kuran metnine adil davranacak olursak, yukarıdaki unvanların önemi ile ilgili karar verme konusunda İslam teolojisinin kendisi hakkında kendisinin konuşmasına izin vermemiz gerekir. 32 Bir İslam bilgini şu uyarıda bulunur:

İsa’nın Kuran’da belirtilen rolüne gereğinden fazla önem verenler, öncelikli olarak Hristiyan misyonerler, ya da Doğu dilleri, edebiyatı ve tarihi uzmanları ya da Hristiyan teolojisine iyi niyet ile eğilim duyan kişilerdir. Bu kişiler, Hristiyan Geleneklerinden tanıdıkları İsa’yı anlama şekli nedeni ile yanlış yola sevk edilmişlerdir. Bu koşullar altında bu kişilerin yanlış sonuçlara ve değerlendirmelere varmaları şaşırtıcı değildir. 33

O zaman İsa’nın Kuran’daki bu resmi tam olarak nedir? Ve İsa, Müslüman görüşü içinde eğer bir role sahip ise, hangi role sahiptir? İsa’nın yaşamının olağanüstü mucizeler ile dolu öyküsü ve İsa’nın övgü dolu unvanlara sahip olduğu gerçeğine rağmen, Kuran’ın O’nun kimliği ile ilgili hükmü net olarak 5:75 ayetinde özetlenir: “Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilah olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi.”

Bu durum aynı zamanda Kateregga tarafından da ifade edilir. Kate­regga şunları yazar: “Müslümanlar Mesih’e, İsa’ya derin bir saygı duyarlar, ama bu yüzden O’nun tüm peygamberlerden üstün olduğuna inanmazlar. Aslında, Kuran, İsa’nın, Peygamberlerin Mührü’nün [Muhammed’in] geleceğini önceden bildirdiğini onaylar.” 34

Ayrıca, hem Kuran hem de Müslümanlar’ın evrensel düşüncesi, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğu konusunda şiddetle itirazda bulunurlar. Kuran, Tanrı’nın bir oğul doğurduğu düşüncesine karşı ifadelere yer veren ayetler ile doludur. 19:35 ayetinde şunları okuruz: “Allah’ın çocuk edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece ‘ol!’ der ve o da oluverir.” Ve yine 10:68 ayetinde yazılanları okuyalım: “‘Allah bir çocuk edindi’ dediler. O, bundan uzaktır. O, her bakımdan sınırsız zengindir. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Bu konuda elinizde hiçbir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” Bir başka ayette bize özellikle söylenen, İsa’nın yaratılışının Adem’in yaratılışı gibi olduğudur. Her ikisinin de Tanrı’nın ‘ol’ buyruğu ile yaratıldıkları ifade edilir (3:59).

Tanrı’nın bir çocuk edinmesi fikri, Tanrı’nın yüceliğine ve görkemine ilişkin gerçeğe karşı olduğu hakkında Kuran’ın bulunduğu suçlamanın yanı sıra, öyle görünüyor ki, Kuran ve Müslümanlar, Tanrı’nın bir Oğul edindiği düşüncesini genelde oldukça birebir bir anlam ile değerlendirmektedirler. 72:3 ayetinde şu ifadeleri okuruz: “Doğrusu Rabbimiz’in şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.” Bu ayet ile ilgili yorum yapan Yusuf Ali, İslam’ın, “Tanrı’nın bir oğul edindiği öğretişinin aynı zamanda bir eş edindiğini” de ima eden bir öğretiş olarak gördüğünü ve bu öğretişi de inkâr ettiğini gözlemler. 35 Ve bu fiziksel oğulluk anlayışını muhakeme eden dünya çapında üne sahip Ahmad Deedat şu fikri ileri sürer: “Eğer İsa Tanrı ise, ve Tanrı’nın biricik Oğlu ise, yersel bir babası olmadığı için, Adem Tanrı’dan daha büyüktür, çünkü Adem’in annesi ve babası yoktu! Konu basittir, temel sağduyu bu tür bir sonuca varmayı talep eder.” 36

Kuran, İsa’nın bir bakireden doğduğunu onaylar (19:16-21; 3:37-45) ve İsa’nın mucizevi eylemlerinin pek çoğu, örneğin, insanları iyileştirmesi ve ölümden diriltmesi, Yeni Antlaşma’da kayıtlı olan mucizelerdir. Kuran, Yeni Antlaşma’da doğruluğu kabul edilmeyen kitaplarda yer alan İsa’nın mucizelerine, örneğin, İsa’nın çamurdan kuşlar yaratması ve henüz beşikte bir bebekken peygamberliğini ilan ederek konuşmasına da işaret eder (19:29-31; 5:110). Kuran, bu ayetlere ek olarak Tanrı’nın, “onu göğe, kendisine yükselttiğini” de (4:158) onaylar. 37

Kuran’daki bu öykülere ek olarak hadislerde de İsa’ya karşı saygılı bir tutum olduğunu görüyoruz. Buhari’nin bir hadisinde peygamber Muhammed’in şunları söylediğini okuyoruz: “Ortak koşulmaksızın Tanrı’dan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in O’nun elçisi ol­duğuna, İsa’nın, Tanrı’nın kulu ve elçisi olduğuna, Meryem’e Sözü’nü üflediğine ve O’ndan bir ruhun hasıl olduğuna inanan herkes, Tanrı tarafından Cennete kabul edilecektir. 38 Ve yine Buhari tarafından bize aynı zamanda peygamberin bir defasında şöyle dediği söylenir: “Ben, insanlar arasında Meryem’in Oğlu’na en yakın olanım. İsa ve benim aramda hiçbir peygamber olmamıştır.” 39 Yine hadislere göre İsa’nın (bazı öykülerde Meryem’in adı da eklenir) dışındaki her çocuğa Şeytan tarafından dokunulmuştur.

Ama yine de, yukarıdaki bölümleri temel alarak İslam’ın Mesih’i, peygamberden daha üstün biri olarak resmettiği fikrini kabul edebileceğimizi düşünmek bir hata olur. Örneğin, İslam’ın, ‘bakireden doğma’ olgusunu anlamasına ilişkin olarak Cragg konunun iç yüzünü kavrayan şu yorumunu yapar:

İslam’da insanı hayran bırakan durum, ‘bakireden doğum’un tek başına duruyor oluşudur; Beden Alma’ya hizmet etmez ya da onu uygulama mevkiine koymaz, aksine onu dışarıda tutar. Meryem peygamber İsa’nın bakire annesi olarak görülür. Meryem, İsa’yı, insan müdahalesi olmadan dünyaya getirir, öyle ki, İsa ve kendisi ‘belirtiler’ olabilsinler ve onun peygamberliği… dünyaya girebilsin. 40

Mesih’in Görevi

Pek çok Müslüman, İsa’nın hizmetinin İsrail ulusu ile sınırlı olduğuna ve açıklamasının temel olarak Musa’nın antlaşmasının bir onayı ve yeniden gözden geçirilişi olduğuna inanır (5:46-47). Örneğin, Yusuf Ali Kuran ile ilgili yaptığı yorumunda şunu belirtir: “İsa gibi bazı elçilerin görevi farklıydı – Mustafa’nın (Muhammed) görevinin faaliyet alanından daha az yaygın bir görevdi.” 41

İsa’nın yaşamı ve mesajının esas içeriği ile ilgili olarak Kuran bize çok az bilgi verir. Bize, müjdenin İsa’ya Tanrı tarafından, halkına, insanları tek bir Tanrı’ya tapınmaya davet eden bir rehberlik (5:72), olarak verildiği ve İsa’nın Yahudiler’in önceki yasa tarafından yasaklanan bazı şeyleri bundan sonra yapmalarına izin verdiği ve öğrencileri ve etrafındaki insanlar için pek çok mucize yaptığı söylenir. Cragg bu hüküm ile yanı fikirdedir ve şunları yazar:

Sıradan bir okuyucunun, Kuran’ın, kendisine İsa hakkında söylediklerinden edindiği ilk izlenim, anlatılanların kısaca ifade edilmiş olduklarıdır… Toplam doksan ayetin bazılarının sınırları içinde en az altmış dört tanesinin genişletilmiş ve kısmen aynı olan İsa’nın doğumu ile ilgili öykülere ait olması ayrıca şaşırtıcıdır…Bu durum, yalnızca yirmi altı ya da bu sayı civarındaki ayeti geri kalan bölümü sunmak için yer bırakır ve buradaki bazı tekrarlamalar bütünü daha da fazla azaltır. Yeni Antlaşma Müjdelerinin genişletilmiş bir sunum ile gerçekten güçlü duygular içeren öykülere yer verdikleri sık sık gözlemlenmiştir. Kuran’daki İsa döneminin azalan bir devamlılık ile İsa’nın doğuşu ile ilgili öykülere yer verdiğini rahatlık ile söyleyebiliriz. 42

Cragg sözlerine şöyle devam eder: “İsa’nın Musevi halkı için üstlendiği görevin özel bir görev –bazıları sınırlı bir görev olduğunu söyleyeceklerdir– olduğu düşüncesi Kuran’da vurgulanır. ‘Peygamberlerin mührü’ olarak yalnızca Muhammed, tüm zamanlara ve yerlere aittir. Böylece, Hristiyanlık, bu daha aşikâr Yahudi hizmetini ihlal ederek ‘evrenselliği’, İsa ‘olarak yorumlamayı’ iddia etmek zorunda kaldığı, ilk Diğer Uluslardan Oluşan Kilise’ye atfedildiği İsa’nın Müjdesinin Samileştirilmeden yoksun bir kısmı olarak görülür.” 43

Mesih’in Ölümü

İsa Mesih’in kişiliği ve görevi ile ilgili temel Müslüman ve Hristi­yan anlaşmazlığının yanı sıra, aynı zamanda İsa’nın çarmıha gerildiği gerçeğinin Kuran tarafından kabul edilmemesi hakkında da yüzyıllar süren bir tartışma mevcuttur. Tanrı ile olan antlaşmalarını sürekli olarak bozan Yahudiler’i şiddet ile suçlayan Kuran’daki bir bölümde (4: 157-59) çok çekişmeli bir öykü ile karşılaşırız:

“Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve ‘Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük’ demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa O’nu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. O’nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. O’nu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah O’nu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, O’na (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü, O (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.”

Yukarıdaki bölüm hakkında yorum yapan Yusuf Ali, şunları yazar: “İsa’nın yeryüzündeki yaşamının sonu, aynı doğumundaki gizeme sahiptir… Ortodoks Hristiyan kiliseleri, İsa’nın yaşamının çarmıhtayken alındığını, O’nun öldüğünü ve gömüldüğünü, üçüncü gün bedeni içinde dirildiğini, öğretişlerinin en temel noktası yaparlar… Kuran’ın öğretişi ise, İsa’nın bazı düşmanlarının zihinlerinde bu hayali ürettiklerini ve görünürdeki belirli koşullara rağmen onlara bakmayarak Mesih’in çarmıha gerilmediğini ve Yahudiler tarafından öldürülmediğini bildirir; bu tür konular üzerinde yapılan bu tartışmalar, kuşkular ve tahminler, ve Allah’ın O’nu kendisine yükselttiği varsayımları boştur.” 44

İsa’nın yaşamının yeryüzündeki son saatleri ile ilgili olarak Müslüman yorumcular arasında kendini gösteren çeşitli spekülasyonlar mevcuttur. “Onlara öyle gibi gösterildi” ifadesini esas alan Müslümanlar bu ifadeyi, İsa’nın çarmıha gerilmediği, ama Tanrı’nın başka birini İsa’nın görünümünde gösterdiği ve bu kişinin Mesih olarak yanlışlıkla çarmıha gerildiği anlamında geleneksel biçimde yorumlamışlardır. “Allah onu kendisine yükseltti” sözcükleri çoğu zaman İsa’nın, ölmeden, diri olarak gökyüzüne alındığı anlamında kabul edilmiştir.

“O’nun yerine geçen” bu kişinin kimliği ve nasıl olup da İsa’nın benzerliğine dönüştürüldüğü ile ilgili soru hakkında tartışan Müslüman yorumcular aralarında bir fikir birliği oluşturamamışlardır. İsa’nın yerine geçen kişinin kim olduğuna ilişkin gösterilen adaylar arasında Yahuda İskariyot, Pilatus, Kireneli Simun ve İsa’nın kendisine yakın öğrencilerinden biri gibi kişiler bulunur. Bazı kişiler, efendisinin Yahudiler’in elinden kurtulabilmesi için İsa’nın görünümünü üstlenmeye gönüllü olan öğrencilerden birinin İsa’nın yerine geçtiğini iddia etmişlerdir, ama diğerleri, Tanrı’nın, İsa’nın düşmanlarından birinin İsa gibi görünmesini sağladığı konusunda ısrar etmişlerdir. 45 Sünni Müslümanlar tarafından yorumu neredeyse kutsal bir kitap olarak görülen, on üçüncü yüzyılda eğitim görmüş hukuk ilmi uzmanı ve tefsirci Beyzavi’nin görüşünü bu konuda bir örnek olarak aktarıyoruz:

Yahudiler arasından bir grubun İsa’ya [Yeşu] sövdüğü söylenir… sonra Yahudiler onu öldürmek için toplandılar. Bunun üzerine Allah ona, kendisini gökyüzüne alacağını bildirdi. O zaman İsa öğrencilerine, “Aranızdan hanginiz benim benzerliğime bürünmeye ve öldürülmeye ve çarmıha gerilmeye ve Cennete girmeye isteklisiniz?” diye sordu. Aralarından biri gönüllü oldu ve Allah İsa’nın görünümünü bu öğrencinin üzerine koydu ve bu öğrenci öldürüldü ve çarmıha gerildi. Aynı zamanda bu öğrencinin kimliği ile ilgili şöyle bir söylenti vardır: Bu öğrenci, İsa’ya ihanet eden ve onu Yahudiler’in eline teslim eden öğrenciydi. Ama Allah İsa’nın görünümünü onun üzerine koydu ve o yakalandı, çarmıha gerildi ve öldürüldü. 46

Mesih’in, çarmıhtaki yerine geçen kişinin Yahuda İskariyot olduğuna ilişkin görüş, Barnabas İncili’nde de (Ek 3’e bakınız) ileri sürülmektedir. Bu durumda Müslümanlar, İsa’nın kendisine ne olduğu hakkındaki soruya ilişkin tartışmalarında genellikle şunu ileri sürdüler: İsa gökyüzüne alınarak çarmıhtan kurtarıldı ve bir gün yeryüzüne geri dönecek ve gelecekte meydana çıkacak olaylarda en önemli role sahip kişi olacak. Muhammed’in ileri sürdüğü bazı sözleri temel alınarak zaman sona ermeden kısa bir süre önce İsa’nın yeryüzüne geri geleceği, Mesih Karşıtını (Deccal), öldüreceği tüm domuzları yok edeceği, çarmıhı kıracağı, havraları ve kiliseleri yıkacağı, İslam dinini kuracağı, kırk yıl yaşayacağı ve sonra Medine’de peygamber Muhammed’in mezarının yanındaki bir mezara gömüleceğine inanılır. 47

Elbette, ortodoks İslam tarafından yüzlerce yıl boyunca benimsenen bu görüşlerin varlığına rağmen, günümüzde, bazı Müslüman düşünürlerin kendilerini bu tür teolojik ifadelerden (her ne kadar bu eğilim, geleneksel Müslüman düşüncesinin taraftarları topluluğuna ya da ortalama kitlelere hala uygulanamıyorsa da) uzaklaştırmaya başladıklarına işaret etmemiz gerekiyor. Büyük saygı gören Mısırlı yazar Hüseyin Haykal şunları yazar:

Mesih’in yerine başka birinin geçtiği fikri, Kuran metnini açıklamanın çok kaba bir yoludur. İnsan kitlelerine açıklamaları gereken çok şey oldu. Günümüzde yaşayan hiçbir kültürlü Müslüman buna inanmaz. Metin, Yahudiler’in Mesih’i öldürdüklerini düşündükleri, ama Tanrı’nın onu açıklayamayacağımız bir şekilde Kendisine yükselttiği anlamına gelir; bu durum yalnızca iman ile kabul edebileceğimiz çeşitli gizemli durumlardan biridir. 48

Kuran’daki çeşitli ayetler, Mesih’in ölümü hakkında yazılı ifa­delerde ya da imalarda bulunurlar (2:87; 3:55; 4:157-58; 19:33). Böylece, günümüzde çeşitli Müslüman gruplara göre, 4:157-59 ayetlerinin, Kuran içeriğinin tamamı içinde ele alındıkları takdirde, şu şekilde anlaşılmaları gerekir: Çarmıhta işkence gören İsa idi, ama İsa çarmıhta ölmedi. Bu durum, İsa’nın ölümünün, ikinci gelişine işaret etmesi gerektiğini öne süren daha belirsiz ayetlerdeki (iki anlama çekilebilecek) geleneksel görüşün karşıtıdır. Bu görüş tarafından benimsenen açıklama, genellikle İsa’nın baygınlık geçirdiği teorisinin bir çeşitlemesidir. Bu görüşün en kalabalık taraftarları Ahmediyyeler’dir (çıkış noktaları Pakistan’dır). Ahmediyye grubu, dini inançlarına sadık Müslümanlar tarafından genellikle sapkın bir mezhep olarak (Ek 1’e bakınız) görülen, Batı’da yaşayan çok aktif bir Müslüman gruptur. Bu özel grup aynı zamanda İsa’nın sonunda Hindistan’da öldüğüne ve mezarının bugün de hala orada bulunduğuna inanır.

Müslümanlar’ın büyük çoğunluğu İsa’nın çarmıhta ölmediğine, ama bedende olarak gökyüzüne alındığına inanırlar. Bu inançlarının temelini şu bildiride bulunan Kuran bölümüne dayandırırlar: “Hani Allah şöyle buyurmuştu: ‘Ey İsa,’ şüphesiz senin hayatına ben son vereceğim ve seni kendime yükselteceğim’” (3:55). 49

Kuran’ın, Mesih’in ölümünü neden kabul etmediği konusu zihin karıştırıcı gibi görünebilir; Mesih’in ölümü insanlığın büyük çoğunluğu tarafından karşı konulması imkansız tarihi bir gerçek olarak kabul edilen bir olaydır. Sir Norman Anderson, bu inkâr ile ilgili Kuran motivasyonu hakkında şu açıklamada bulunur:

Bu inkârın mantığı, Kuran’ın düzenli olarak, ilk peygamberlerin önce direniş ile karşı karşıya geldikleri direniş, imansızlık, düşmanlık ve zulümden söz etmesidir; ama peygamberler sonunda haklı çıkarılmışlar ve düşmanları utandırılmışlardır. Tanrı onların adına duruma müdahale etmiştir. Bu nedenle, Kuran’da, peygamberlerin en büyüklerinden biri olarak kabul edilen İsa, düşmanlarının eline terk edilmiş olamazdı. Aksine, Tanrı’nın, onun düşmanlarının kötü amacına müdahale etmesi ve bu kötü amaca engel olması gerekir. Muhammed’in kendisi bir peygamber olarak –hatta peygamberlerin ‘mührü’ olarak– tanrısal yardımın kesinliğine kişisel bir ilgi duydu. Eğer Mesih’in bu zalim ve utanç verici ölüm şekli ile ölmesine izin verildiyse, o zaman Tanrı’nın kendisinin başarısızlığa uğramış olması gerekir – ama böyle bir şeyi düşünmek imkansızdır. 50

Sonuç

Bu bölümün son kısmında dikkatimizi Müslümanlar’ın İsa hakkındaki görüşü üzerinde odakladık. Bunun başlıca nedeni, bu konunun Hristiyan okuyucu için önem taşıyor olmasıdır. Ancak yine de, peygamberler hakkında konuşulduğu zaman Müslümanlar’ın son ve en büyük peygamber olarak inandıkları Muhammed üzerinde odaklanmamız nihai derecede önemlidir. Muhammed’in peygamberliğine inanmak, İslam şahadetinin ikinci kısmıdır, “Allah’tan başka tanrı yoktur ve Muhammed O’nun peygamberidir.” Ayrıca, Müslümanlar’ın, peygamberlerin tarih içinde oynadıkları roller konusundaki anlayışlarına göre, Muhammed’in gelişinden önceki tüm peygamberler görevleri açısından sınırlanmışlardı. Peygamberlerin öğretişleri ya tamamı ile kaybolmuş ya da ciddi biçimde tahrife uğramışlardır ve yaptıkları açıklamalar kısmi ve eksik olduğu için 51 İslam’a göre Muhammed’in bir peygamberin görevini nasıl yerine getirdiğini ve tamamladığını anlamak, mutlak bir gereklilik haline gelir. Bu nedenle, dikkatimizi Muhammed’in kişiliği ve İslam teolojisinde sahip olduğu önemli rolünü tarihi açıdan incelemeye yönlendirmek gerekir.


1. Kateregga ve Shenk, 34’e bakınız; Muhammed Abdül Rauf, İslam: Creed and Worship (Washington, D. C. The Islamic Center, 1974). 5.

2. Ajijola, 233.

3. Kenneth Cragg, Jesus and the Muslim (London: George Allen ve Unwin, 1985), 287.

4. Abdalati, 27, aynı zamanda Rauf, 5’e bakınız.

5. Jeffery, Islam: Muhammad and His Religion, 135-36.

6. Kateragga ve Shenk. 36.

7. Rahman, 83.

8. Aynı kitapta, 163.

9. Abdalati, 9.

10. El-Baqillani, Miracle and Magic, ed. Richard J. McCarthy (Place de l’Etoile: Librairie Orientale, n.d.), 17.

11. Bakınız Ajıjola, 119.

12. Bakınız Rauf, 8; Kateregga ve Shenk, 35.

13. Geoffrey Parinder, Jesus in the Quran (New York: Oxford University Pres, 1977), 40.

14. Chris Waddy, The Muslim Mind (London/New York: Longman, 1976), 17.

15. Bakınız Rauf, 8.

16. El-Faruqi, Islam, 10.

17. Jacques Waardenburg, “World Religions as Seen in the Light of Islam,” in Islam: Past Influence and Present Challenge, ed. Alford T. Welch ve Pierre Cachia (New York: State University of the New York Pres, 1979), 246.

18. Aynı kitapta, 159.

19. John Takle, “Islam and Christianity,” in Studies in Islamic Law, Religion and Society, ed. H. S. Bhatia (New Delhi: Deep and Deep Publications, 1989), 217.

20. Emile Dermenghem, Muhammad and the Islamic Tradition (Westport: Greenword Pres, Poblishers, 1974), 138.

21. Bakınız Waddy, 116.

22. Ajijola, 79.

23. David Sox, The Gospel of Barnabas (Lodon: George Allen & Unwin, 1984), 33.

24. Nazir-Ali, 46.

25. Waardenburg, 257.

26. Aynı kitapta, 261-63.

27. Jeffery, 126-28.

28. Peter Antes, “Relations with the Unbelievers in Islamic Theology,” in Schimmel ve Falaturi, 104-5; aynı zamanda bakınız Islamochritiana, 1980, 6, 105-48.

29. Bakınız Rahman, 16,67.

30. Takle, 218.

31. Abdül-Hak, 67-68,

32. Bakınız Cragg, 32-33.

33. İsmail Balik, “Çağdaş İslam Teolojisindeki İsa İmajı”, Schimmel ve Falaturi, 3.

34. Kateregga, 47.

35. Yusuf Ali, 1625.

36. Anis A. Shorrosh, Islam Revealed (Nashville: Thomas Nelson, 1988), 266.

37. İsa ile ilgili Kuran’da yer alan tüm referanslar üzerinde harika bir çalışma için Parrinder’e bakınız.

38. Understanding Islam and the Muslims, İslam’a Özgü İlişkiler Bölümü., Suudi Arabistan Elçiliği, Washington, d.c., tarihi belirtilmemiş.

39. Bakınız Parrinder, 39.

40. Bakınız, Cragg, 67.

41. Yusuf Ali, 96.

42. Cragg, 25-26.

43. Aynı kitapta, 27.

44. Yusuf Ali, 230.

45. Bakınız Sox, Bölüm 6; Parrinder, 108-11.

46. Bakınız Sox, 96.

47. Aynı kitapta bakınız., 116-17. Aynı zamanda Bölüm 6’da yer alan bu konu ile ilgili tartışmamıza da bakınız.

48. Haykal’ın City of Wrong adlı eserinin 222. sayfasına bakınız, alıntı Parrinder’den yapılmıştır, sayfa 112.

49. Çoğunluğun görüşünün aksine olarak, Kahire’deki El-Ezher Üniversitesi’nin sabık rektörü Mesih’in bedende olarak göğe yükseltildiğini inkâr etti. İleri sürdüğü iddia şuydu: Ne Kuran ne de Peygamberin kutsal sünnetleri İsa’nın bedeni ile birlikte göğe alındığını ve bu nedenle son günlerde yeryüzüne ineceğini hiçbir şekilde bu inancın doğruluğuna yetki vermezler” (Parrinder, 124).

50. Norman Anderson, Islam in the Modern World, (Leicester: Apollos, 1990), 219.

51. Bakınız Ajijola, 117-18.